?6.BÖLÜM: KONTROLSÜZ ÖFKE

2748 Words
Araba Elias'tan iyice uzaklaşıp evimizin olduğu o tanıdık kasabaya girerken en huysuz tavrımı takınarak kollarımı göğsümde kavuşturdum ve en az ifadem kadar öfkeli bir sesle, "Kasten yapsan bile ancak bu kadar kötü davranabilirdin." dedim babama. Aklım hâlâ Elias'taydı. Babamın garip uyuşturucu sorgusu yüzünden hâlâ biraz mahcup hissediyordum... "O çocuğa güvenmiyorum." Babamın netliği karşısında sertçe irkildim. Sonra hafifçe güldüm ama öfkeliydim ve gülüşüm de hiç 'mutlu' bir gülüş değildi. Yalandan masum bir sesle, "Neden?" diye sordum. "Ölmüş babası uyuşturucu kullanıyor diye mi? Ne zaman bu kadar önyargılı oldun, baba?" "Mesele bu değil. Bak. Ben bir polisim ve her gün her türden insanla karşılaşıyorum. Deneyimlediğim kadarıyla çocukların ailelerinin uzantısı olduğunu söyleyebilirim. Babası bugün duyduğum kadar berbat biriyse, Elias'ın kimi örnek aldığı konusunda endişelenmeden yapamıyorum." Bunları beni kışkırtmak için söylemediğini biliyor olsam da böyle konuşmaya devam ettiği için anaç damarlarım kabarıyordu. Hiç vakit kaybetmeden savunma yapmak için ağzımı açtım. "Ah, lütfen! Bu hayatımda duyduğum en berbat mantık! Yani, demek istediğim... Andy'ye bir baksana! Ailesi ülkedeki en seçkin diplomatlardan biri ama o çocuk zorba domuzun teki. İyi ailelerden de kötü çocuklar büyüyor, baba. İnsanları bu şekilde yargılayamazsın. Onlara bir şans vermelisin." Yavaşça, "Andy mi?" dedi ve düşünür gibi parmaklarını direksiyon simidinde oynattı. Sonra da bariz bir şüpheyle gözlerini kıstı ve yakalandığı kırmızı ışıkta dururken bana bana inanamıyormuş gibi baktı. Kırmızı ışık yeşil ışığa dönerken ve vitese uzanırken yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. "Lütfen, bana Elias'la arkadaş olma meselesinin o Andy denen çocuğun ona zorbalık ettiği için olduğunu söyleme Cassie!" Eyvah! Bu, hiç olmadı işte. Andy'nin nasıl bir hödük olduğundan bahsedip dururken babamın durumu fark edeceğini düşünmemiştim bile. "Ben... Yani... Şey..." Adımı daha önce hiç yapmadığı bir vurguyla dile getirerek, "CASSİE!" diye çıkıştı. Öyle çok şaşırmıştı ki neredeyse arabayı yoldan çıkarıyordu. Kayan tekerlekleri şerit çizgilerin içine geri sokarken kaşlarını sertçe çattı. "Sana inanamıyorum! Bu yüzden o çocuğa bu kadar taktın, değil mi? Ben sandım ki sen artık..." "Öyle değil. Yani, evet, ona yardım etmek istememin nedeni Andy'nin domuzun önde gideni olması ama düşündüğün gibi bir sebebi yok, bu sadece..." Ne, diye ekledi iç sesim. Kendi kendimi bile ikna edemiyordum daha! Babamı nasıl ikna edecektim ki? "İyilik? Ayrıca, ona takmış falan değilim ben!" "Bana onun arkadaşın olduğu hakkında yalan söyledin." "Özür dilerim. Sana gerçekleri söylemeye utandım. Fazla abarttığımı söyleyeceğini düşündüm." "Çünkü fazla abartıyorsun." Çekinerek, "Baba, lütfen!" diye yakındım. Babam tepkim yüzünden pişmanlıkla iç geçirirken arabayı evimizin bahçesine park etti. Bunu, dediklerimi biraz düşündükten sonra bana döndü. İfadesinden pes ettiği belli oluyordu. "Tamam. Bak. Sanırım önyargılı olmam konusunda haklı olabilirsin." Yüzüme uzandı ve saçımı kulağımın ardına ittirdi, bana sevgiyle karışık bir anlayışla baktı. "Elias hakkındaki yargına güvenmeyi deneyeceğim ama sende bana bu konuda dikkatli olacağına dair söz vermelisin. Yoksa aklım sende kalacak." İkinci kez düşünmeden "Söz veriyorum." dedim ama bu noktada biraz bozulduğumu itiraf edebilecek cesareti kendimde bulabilirdim. Babam sanki beni tanımıyormuş gibi konuşuyordu. Ben aklı başında, mantıklı bir kızdım ve asla o tarz bir hata yapmazdım. Andy'yle ve sürekli peşinde dolanıp duran o iki yandaşıyla arkadaş olmayı hiçbir zaman, hiçbir koşul altında düşünmemiştim mesela. Babam cevabım üzerine biraz daha rahatladı ve öfkesi bir toz bulutu gibi dağılırken parmaklarını saçımdan çekti. Kat kat daha rahat bir şekilde, "Yani, Elias nasıldı? Onunla konuşabildin mi?" diye sordu. Ses tonundan aramızın düzeldiğini anladım. Zaten birbirimize uzun süre kızgın kalamazdık. "Şey... Endişelendiğin kadar üzülmediğini söyleyebilirim." "Nedenini merak ediyorum." Emniyet kemerimi çözmek adına uzanırken isteksiz bir edayla mırıldandım. "Babası pek iyi bir baba değil." dedim bunun hakkında düşünüp durmanın ne kadar aptalca olduğunun farkına vararak. Hayal kırıklığım öyle şiddetliydi ki, bunun farkına varmıyor olması bir mucize olurdu herhalde. Babam, tam olarak neler olduğunu anlamış gibi, "Ah," dedi. Ya öfkeliydi ya da üzgündü ama hangisi tam çıkaramıyordum. "Bu berbat bir şey, Cassie." "Evet, öyle. Çok berbat." Berbattan da öte... Elias'la aramızda geçen konuşma tüm iştahımı kapatmıştı. O yüzden yemekte en sevdiğim yemekler olmasına rağmen tabağımdakilerle oynayıp duruyordum. Moralim öyle bozuktu ki, sinir bozucu ama bir o kadar da şirin olan küçük erkek kardeşimle bile uğraşasım gelmiyordu. En sonunda dayanamadım ve anneme aç olmadığımı, biraz dinlenmek istediğimi söyleyerek yatak odama çıktım. Odamda beni bir sürpriz daha bekliyordu. Hedwig oradaydı. Yatağıma yayılmış, camdan, rüzgarla sallanan ağacın dallarını seyrediyordu fakat beni gördüğü anda tüm sakinliği uçup gitti. Heyecanla yataktan atladı ve öyle hızlı bir şekilde koştu ki, bir an onu sarı bir tüy şeridi şeklinde gördüm. Bacağımı kokarken neredeyse beni yere devirecekti. Zıplayarak, havlayarak ayaklarımın altında dolanmaya başladı... Eğilip Köpeğin başını okşarken yüksek sesle güldüm, elimde değildi; Hedwig, her zaman çok neşelidir ve neşesi de her zaman bulaşıcıdır. Yine de... "Hiç şirinlik yapma, kızım. Bu gece dışarıda kalacaksın." diyerek kapının dışını işaret ettim. Kapıyı işaret ettiğimi gören Hedwig odadan gitmesini istediğimi anladı. Zıplayıp durmayı keserek ağzının içinde mırladı ve bakışlarını kaldırarak bana asla kıyamadığım o kocaman, üzgün gözlerle bakmaya başladı. İfadesi o parlak, altın sarısı tüyleriyle birleşince çok şirin görünüyor, kalbimde derin bir sızı hissetmeme neden oluyordu. Kesinlikle ona hayır diyemiyordum. Ellerimi yüzümde gezdirdim ve tamamen yenilerek iç geçirdim. "Ah, kahretsin! Tamam, geç içeri! Ama sadece bu seferlik. Anneme yakalanacak olursak tüm suçlu senin bu karşı konulmaz sevimliliğin." Hedwig yumuşayan ses tonumdan odamda kalmasına izin verdiğimi anlamış olmalı ki, yatağıma zıpladı. Etrafında kıvranıp durarak örtüleri birbirine dolaştırdı, kendine rahat bir uyuma köşesi yapmaya çalışırken yatağımı darmadağın etti. Bende üzerimi hızlıca değiştirip rahat bir tişört ile şort giydim ve yatağa, Hedwig'in yanına yatarken sevgiyle köpeğimin kulağının altındaki o noktayı okşadım. Hedwig neşeli bir şekilde başını karnıma bastırırken hayvanın tenimi gıdıklayan tüyleri ve sıcaklığı hafifçe gülümsememe neden oldu. Kollarımı gövdesine dolayıp onu göğsüme çektim. Sonra gözlerim camın ötesine, gökyüzünü süsleyen yıldızlara kaydı. Hedwig ile birlikte uykuya dalmadan önce ne garip, ne uzun bir gün geçirdiğimi düşünmeden edemedim. Her şeyden çok merak ettiğim ise bugün olanlardan sonra yarın, okulda karşılaştığımızda Elias'ın nasıl bir tepki vereceğiydi. 🔸🔸🔸 Ertesi gün erkenden okula giderken içim garip bir heyecanla dolup taşıyordu. Öğrenci kartımı sisteme okuturken, dolabımdan ihtiyacım olan kitapları alırken, ilk dersime girerken bile tüm o heyecan devam etti. Bayan Yseult dünkü gösteri hakkında düşüncelerimi berbat telaffuzlu Fransızcamla okumamı istediğinde bile moralim bozulmadı. Kısmen yaptım bunu, her ne kadar bunu yaparken Fransızcayı katletmiş olsam da... "Fena değil," dedi Bayan Yseult, defterinin köşesine not alırken. "Hiç fena değil. Kaplumbağa adımlarıyla da olsa kendini geliştiriyorsun, Cassie. Aferin. Yalnız telaffuz üzerine bayağı bir çalışmamız lazım." Bu bir iltifat mıydı? Utanmış rolü yaparak "Teşekkürler, efendim." dedim. "Elimden geleni yapıyorum." "Fransızca, Cassie." "Merci, madame. Je fais de mon miaux." "Non. Mieux - 'e' ile söyleyeceksin, daha yumuşak bir şekilde, 'a' ile değil." Fransızcadan NEFRET ediyorum. "Excusez-moi." dedim ve çok yavaş bir biçimde dediğini yapmaya çalıştım. "Mieux?" Bayan Yseult, düşüncelerimi okuyormuş da sanki Fransızcadan ne kadar nefret ettiğimi biliyormuş gibi bir tebessümle başını salladı. "Çok daha iyi." Şükürler olsun, bundan sonra beni rahat bıraktı. Fransızca dersini birlikte aldığımız için Ashley'le karşılaşmamız kaçınılmazdı ama bu sefer benimle konuşmaya çalışmak yerine gözlerini kaçırdı. Galiba pes etmişti. Şimdi biraz üzgün bir tavırla kendi arkadaşlarını dinliyor, onlar da akşamki baloda ne giyecekleri hakkında konuşuyordu. Aslında tüm okul bunun hakkında konuşuyordu. Ben hariç herkes bu balo için heyecanlı gibiydi. Benimse tek heyecanlı olduğum tek konu üniversite için nereye başvuru yapacağımı seçmekti. Sıkıcılıkta üstüme yoktu doğrusu. Sıradaki sınıfım olan 'biyoloji' dersini hatırlayınca dolabımın kapağını sertçe kapatıp iç çektim. Birkaç öğrenciden duyduğum kadarıyla bugünkü konumuz 'Hayvan Anatomisi'ydi. Geçen hafta bekçinin laboratuvara birkaç canlı kurbağa getirdiğini görmüştüm. İğrenç, diye geçirdim içimden. Canlı olsun ya da olmasın, hiçbir kurbağayı kesip biçmek istemiyordum. Acaba bu dersten kaytarmamın bir yolu var mıydı? Kara kara 'Hasta numarası yapıp revire gitsem mi acaba?' diye düşünürken sırtımı dolabın yanındaki duvara yasladım. Sonra iğrenç bir Deja-vu hissiyle doldum taştım çünkü dünkü gibi Andy'nin sesini duydum. Neyse ki bu sefer Elias'a bulaşmıyordu. Onun yerine o iki dangalak Barry ve Alfred'le sohbet edip şakalaşıyordu. Olduğum yerden beni göremiyorlardı ama zaten onları dinlemekle de ilgilenmiyordum. Gitmeye yeltendim. Sonra konuşmalarında Elias'ın adını duyar gibi oldum. Durup hemen kulak kabarttım. Tamam, kabul, meraklı bir kızdım! Dünkü cinayetten bahsediyorlardı. Barry, babasının emniyet müdürünü tanıdığından falan bahsediyordu ve soruşturmanın gizli yürütüldüğünü söylüyordu. Ardından Andy'nin o gaddar sesini duydum. "İkiniz de keser misiniz şunu?" Geceyarısı Balosu afişlerinden birini çekip aldı ve top yapıp çöp kutusuna basket atarken keyifli bir şekilde güldü. "Bu konu hakkında konuşmakla ilgilenmiyorum. Ayyaş bir keşin ölümünü kim umursar ki zaten? Eminim ki o kadar madde almıştır ki, ölürken ne olduğunu fark etmemiştir bile." dediğinde Barry ve Alfred tam bir salak olduğu için buna güldüler. Benim ise kanım donmuştu. Andy'nin 'NE' dediğini tamamen algıladığımda kan beynime sıçradı sanki. Nasıl? Nasıl bunu demeye cüret edebilirdi? Pek sık - Aslında hiç, - küfür etmezdim ama o an hayatımda ilk defa küfür ettim ve "Ah, şu oruspu çocuğu!" diye tısladım. Damarlarımda dolanan öfkenin yoğunluğu karşısında yumruklarımı tüm gücümle sıktım. O an, daha dün babama mantıklı davranacağıma dair söz vermiş olmama rağmen kendimi tutamayacağımı anladım. Kendime hâkim olamadım. Bir de baktım ki, "Senin sorunun ne be!" diye bağırıyorum. Sırtımı duvardan ayırıp onlara doğru yürürken Barry, Alfred ve Andy aynı anda dönerek bana baktılar. Hepsinin de yüzünde aynı şaşkınlık ifadesi vardı. Bu kadar kızgın olmasaydım bu durum beni kesinlikle güldürürdü ama hayır, çok kızgındım işte! Andy'ye onu oracıkta öldürecek gibi dik dik baktım. "Sandığımdan daha kötüymüşsün! Bunu söylemeye nasıl cüret edersin?" Hâlâ delicesine öfkeliydim. Bir şeylere vurmak istiyordum. Ellerimi Andy'nin geniş göğsüne koydum ve onu sertçe geri ittirdim. Andy oldukça iri yarı olmasına rağmen onu ittirmemi beklemediği için hazırlıksız yakalanmıştı. Sendeledi ve sırtını dolaplara çarptı. Barry ise o sırada avuçlarının arasında bir Starbucks bardağı tutuyordu. Şaşkınlıktan parmakları gevşedi, bardak elinden kaydı ve tüm kahve Andy'nin ayakkabılarına dökülürken Alfred alçak sesle bir küfür homurdandı. Kimse benden böyle bir tepki beklemiyordu anlaşılan; Ben bile. Andy'nin olanların sersemliğini üzerinden atması sadece birkaç saniye sürdü. Bunu yaptığında da yaptığım şeyden hiç hoşlanmadığını gösterircesine ifadesi sertleşti. Hızla toparlandı ve müthiş bir öfkeyle üzerime yürüyerek "Seni aptal! Bu ayakkabıların kaça mâl olduğu hakkında bir fikrin var mı?" dedi. Bir an tek düşündüğü şeyin 'ayakkabıları' olduğuna inanamayarak yüzüne bakakaldım. Sonra bundan iğrendim. Babama söylediğimde haklıydım, gerçekten de iyi ailelerden korkunç çocuklar çıkıyordu. "Hayır! Umurumda da değil!" dedim ona aynen bağırmaya devam ederek. Yetmişti artık. "Bazen senin için endişeleniyorum. Her zaman zorbalık yapma ihtiyacı duyman çok patolojik!" "Kendini ne sanıyorsun lan se-" "Senden daha iyi bir şey sandığım kesin. Güçlü ve zengin olabilirsin ama aptalsın. Üstelik çeneni kapalı tutmayı bile beceremiyorsun." Ağzımdan çıkan her kelimeyle birlikte Andy'nin gözlerindeki öfke daha da artıyordu. İşine burnumu sokmamdan nefret ediyordu ama ona aptal demem son noktaydı. Bana bakarken gözlerinden adeta ateşler çıktı. Gözümü korkutmak için üzerime doğru bir adım geldi ama kıpırdamadan ona nefretle bakmayı sürdürdüm. "Ne dedin sen?" dedi tehdit dolu bir sesle... Sakin bir biçimde karşılık verdim. "Aptalsın dedim, çünkü öylesin." "Seni var ya!" diyordu ki yine canımı sıkacak bir şey diyeceğini anladım. Zaten ne zaman canımı sıkmacak bir şey söylemişti ki? Ama kızgınken komik göründüğünü itiraf edebilirdim. Dişlerinin arasından "İşime burnunu sokup durmayı bırak, Cassie." diye bir tehdit savurdu yine. "Elias gibi bir..." Ne diyeceğini az çok tahmin ettiğim için gerisini dinlemedim bile. Omzuna çok da sert olmayan bir tokat savurdum. Garip bir şekilde bu yaptığım işe yaradı ve Andy sustu. Yüzüm öfkeden alev alev yanıyordu. Galiba titriyordum da. Titrek ama sert bir sesle "Kes şunu! Arkadaşım hakkında atıp tutma!" diye uyardım Andy'yi çünkü biraz daha böyle konuşmaya devam ederse, yemin ederim, bacak arasına tekmeyi basacaktım! Fakat bu dediğim onu sadece güldürdü. "Arkadaş? Cidden arkadaş mı dedin sen? Baksana, Cassie. Madem 'arkadaşını' bu kadar önemsiyorsun, o halde niye yanına gidip merhaba demiyorsun?" İşaret parmağıyla birkaç metre ötemizde duran Elias'ın sınıfını gösterdi ve tek kaşını çok ukala bir tavırla, 'Hadi gitsene?' dercesine kaldırdı. Kızarmamak için utançtan çok öfkeme yoğunlaşmaya çalıştım. Galiba yalan söylediğimi fark etmişti. "Oh, zavallı bebek... Hiç arkadaşı olmadığından bir uyuşturucu bağımlısının oğluna kalmış." diyerek yanağıma dokunmaya yeltenince tiksinerek başımı yana çevirip dokunuşundan kurtuldum. Daha önce Andy'nin okuldan birkaç amigo kızla çıktığını duymuştum ve şu an ciddi ciddi o kızların yargılama ve seçim yeteneklerini sorguluyordum - çünkü Andy beş yaşında bir çocuğun odağına ve zekasına sahipti. Zengin olduğu için miydi? Dünyanın tüm servetine bile sahip olsa bu çocukla çıkmazdım. "Büyü biraz." diye homurdandım. "Ne? Yalan mı? Elias, ne kadar şanslı bir piç. En yakın arkadaşı onu savunup duruyor. Aslında arkadaş olmanız bile şaşırtıcı değil. Sizin gibiler tam bir ezik." "Bu okulda tek bir ezik var ve o da ne Elias ne de benim." "Oof, Cassie. Çok sinir bozucusun. O çocuğu daha ne kadar savunabileceğini sanıyorsun? Sen böyle davrandıkça daha çok Elias'la uğraşasım geliyor. Yanına yüzünde bir morlukla falan gelirse, bil ki sebebi senin boşboğazlığın olacak." Beni ciddi ciddi bununla mı tehdit ediyordu? Sakin ol, diye hatırlattım kendi kendime ama sabır taşım çatlamak üzereydi. Kaba, düşüncesiz ve geri zekalı insanlardan her zaman nefret etmiştim ve Andy ve yandaşları tüm bu nefretimin somut bir hâli gibiydiler adeta... "Yeter bu kadar!" diyerek, ona ondan ne kadar iğrendiğimi belli eden bir bakış fırlatmadan edemedim. "Senin gibi tek hücreli bir organizmayla vaktimi kaybetmeyeceğim. Git ve ne yapman gerekiyorsa onu yap. Dersten önce ot iç falan." Barry ve Alfred bu dediğime kıkır kıkır güldüler. Andy, bunun üzerine gözlerini bir anlığına benden çekti ve arkadaşlarına omzunun üzerinden öyle ters bir bakış attı ki, yemin ederim, bir an kendi arkadaşlarını yumruklayacak falan sandım. "Komik değil! Ben gülüyor muyum lan?" diye çıkıştı. İki yandaşı da gülmeyi kesince istemsizce 'Neden ona itaat ediyorlar ki?' diye geçirdim içimden. Yani, bu çocuk bana 'Dünya yuvarlaktır.' dese sırf ona gıcıklık olsun diye 'Hayır, dünya öküzün boynuzlarının üzerindedir!' bile diyebilirdim... Ama muhtemelen dayak yemekten korkuyorlardı, ne de olsa kasla kaplı bedeniyle Andy yürüyen bir dağı andırıyordu. Sonra bana geri baktı, kaşları birleşecek kadar çatılmıştı ve arkadaşlarının yanında küçük düştüğü için şimdi daha da öfkelenmişti... "Neden öyle bakıyorsun?" dedim ve dayanamayarak gözlerimi devirdim. "Yeterince zeki davranmıyor olman benim hatam mı?" Doğrusu, bugün konuşkan günümdeydim. "Peki ya Elias?" Bunu dediği anda devamının nasıl olacağını az çok tahmin ederek, öfkeyle, "Kes sesini, Andy!" dedim. Dudaklarını büzdü. "Onun gibi bir ucubeyle vakit kaybedecek misin? Onunla arkadaş olmaya bu kadar istekliysen eminim onun için bir şeyler yapmana hayır demez. Aslında ben de demezdim." diye devam ederek eliyle ve ağzıyla iğrenç bir hareket yapınca Barry ve Alfred yine güldüler. Galiba bu ikisi olur olmadık her şeye gülüyorlardı. Hem utançtan hem de öfkeden yüzüm alev alev yanıyordu. Andy ise ne kadar utandığımı görmekten zevk alıyor gibiydi. Yüzünü yüzüme eğerek pis pis sırıttı. Birden kaşlarımı çattım ve gururla çenemi dikleştirdim. Hayır, beni böyle sindirmesine izin vermeyecektim! "Zorba bir pislik mi olmak istiyorsun? Tamam. Ben de olabilirim. Senin için yapacağım tek şey bu olacak, seni pislik." Bunu dedim ve bacak arasına tüm gücümle dizimi geçirdim. Andy benden böyle bir saldırı beklemediği için tamamen hazırlıksız yakalandı. Bacak arasını tuttu ve tüm koridorda yankılanan acı bir çığlık eşliğinde önümde yere, dizlerinin üzerine düşerken alçak sesle bir küfür savurdu. Yüzü kırmızının en koyu tonuna bürünmüştü ve canı feci yandığı her halinden belliydi. Bu durumda, uzun süre bir kızla böyle konuşmaya cesaret edemezdi herhalde. Aslında Andy'nin BUNUN altında kalmayacağını, mutlaka intikam almak isteyeceğini biliyordum. Düşünerek yaptığım bir şey de değildi zaten ama garip bir şekilde hiç pişman hissetmiyordum. Elias ve benim hakkımda söylediklerinden sonra bir daha olsa bir daha yapardım. Barry ve Alfred kocaman açılmış gözlerle bana şaşkın şaşkın baktılar. Koridordaki birkaç kişi de aynı şekilde bana bakıyordu. Sanırım benden böyle bir şey yapmamı beklemiyorlardı. Kendi halinde takılan, sessiz bir öğrenciydim ben ama kimse Andy'nin 'bunu' hak etmediğini söyleyemezdi... Tam da o sırada Fransızca öğretmenim Bayan Yseult'un sesini duydum. "Okul burası, dövüş pisti değil." diyordu. Onu görmek için başımı çevirirken derin bir nefes aldım - bu iyi değildi. Bayan Yseult koridorun sonundaydı. Kollarını kırmızı, boğazlı kazağının göğsünde kavuşturmuş, tek kaşını kaldırmış bir şekilde gözlerini bize dikmişti. "Siz dördünüz," dedi Barry, Alfred, bana ve hâlâ yerde acıyla kıvranıyor olan Andy'ye teker teker bakarak. "Müdürün odasına gidip bir sakinleşin." "Ayvayı yedik." dedi Barry. "Harika. Babam bu sefer canımı okuyacak." Alfred yüksek sesle oflayarak yanımdan geçerken, sadece benim duyacağım kadar yüksek bir sesle, "Tam bir baş belasısın, kızım." dedi. Buna itiraz etmedim ama umurumda değildi. Onlardan daha çok kendim için endişeleniyordum. Müdürümüz çok katı kuralları olan biriydi. Ceza almaktan bir şekilde kurtulsam bile mutlaka ailelerimize haber verirdi ve babam bundan hiç ama hiç hoşlanmayacaktı! Eh, ben de bundan memnun değildim. Daha önce hiç kavga etmemiştim, gerçekten, hiç! Kimseyle sözlü tartışmaya bile girmemiştim. Andy bir ilkti. Sabrımın sınırlarını sonuna kadar zorlamış ve beni resmen sözleriyle kışkırtmış bile olsa babam kavga etmemi asla onaylamazdı ve bir de 'Elias' yüzünden kavga ettiğimi öğrenirse iyice gıcık olurdu. Zaten ondan hoşlanmadığını, sırf benim hatırım için sessiz kaldığını sezebiliyordum. Endişeyle alt dudağımı ısırırken kendi kendime bundan kaçış olmadığını düşündüm ve sırt çantamın kulpunu sertçe sıkarak Andy'nin yanından geçerken bir de çantamı tutup kafasına geçirmemek için kendimi zor tuttum. Tüm bu olanlar için sadece onu suçluyordum!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD