Biriyle karşılaşmayı beklemiyordum ama bekliyor olsaydım bile o biri kesinlikle Andy olmazdı. Ya da Alfred. Ya da Barry...
Kalbim deliler gibi çarpıyordu ve gerginlikten tüm tüylerim diken diken olmuş, ellerim buz kesmişti. Andy hiç acımadan böğrünü deşebilecek bir katil ile aynı okulda olduğunu bilmeden genzinden tatsız bir hırıltı çıkardı; Gülüyordu sanırım. Ah, Tanrım! Bu gece son gülüşü olabilirdi bu ve bundan haberi bile yoktu! Kollarımı ovuşturarak biraz olsun sakinleşmeye çalıştım. Sonra bir kâbusa dalar gibi bütün korkum geri geldi.
Buradan hemen çıkmalıydık ve muhtemelen bu üç dangalağı da yanımıza almalıydık.
Kimse konuşmazken Andy kollarını göğsünde kavuşturarak "Bak sen şu işe," dedi. Sesi sevecenlikten olabildiğince uzaktı. Bu kadar korkmuş olmasaydım ses tonu yüzünden kıkırdardım. "Yine karşılaştık... Ve yalnız değilsin. Yanında kızılı da getirmişsin. Kahraman rolünü oynamak işe yaramış olmalı."
Bilemiyorum. Belki de onu katille bırakmalıydık?
Vicdanım istemeye istemeye baskın gelirken "Andy," dedim uyarırcasına. "Kes artık şunu."
"Alındın mı? Neden? Sen de aynısını Elias için yapmıyor muydun?"
Olan her şeye rağmen yüzüm ılık bir hava dalgasıyla sarsılıp saçlarımın rengini alırken utançtan Ashley'e ve Diago'ya bakamadım. Bunun yerine Dallas'a baktım. İfadesinden Andy'den pek hoşlanmadığı belli oluyordu ama bunun bu gece benimle olanlar yüzünden mi yoksa daha öncesinde başka bir şey yaşandığı için mi olduğunu kestiremiyordum. Aniden kendimi her zamankinden daha yorgun hissettim ve ağırlığımı bir ayağından diğerine geçirerek kelimeleri dudaklarımdan çıkmaları için zorladım.
"Şimdi yeri değil, Andy. Gerçekten değil. Biz hemen-"
"Seninle konuşmuyorum. Bu kendini beğenmiş, züppe herifle konuşuyorum. Daha önceki küçük gösterinden sonra yeniden karşılaşmayacağımızı mı sanıyordun?"
Hayır, kesinlikle benimle konuşmuyordu.
Alfred'in ağzı kulaklarına vardı. "Bu eğlenceli olacak."
Hiç tereddüt etmeden "Katılıyorum," dedi Barry. "Ben paramı Dallas'a yaptırıyorum."
Andy bozularak kaşlarını kaldırırken Dallas gülümsedi. Soğuk, insanı geren ve rahatsız eden bir gülümsemeydi bu. Ashley'e yardım istercesine baktım. Bir terslik olduğunu fark edince bir adım öne çıkarak iki erkeğin arasına girip ellerine baktı. Kırmızı ojeyle kaplı olan tırnaklarına baktım ve parmaklarının hafifçe titrediğini fark ettim. O da korkuyordu. "Hoş şeyler söyle, Andy. Hoş şeyler. Böyle kaba kelimelere gerek yok." Sonra yüksek sesle derin bir nefes aldı. "Pisliğin önde gideni olsan da burada kalamazsın. Hemen bu okuldan çıkmamız gerekiyor. Sizden başka kimler var? Ne kadar kalabalık olursak o kadar iyi."
Dallas, umursamaz bir tavırla Andy'nin yanından geçmek için döndü. Andy, kolunu uzattı. Dallas'ın kolunu yakaladı. Sertçe sıktı.
Hay lanet.
Tatlı bir rüyadan uyanır gibi Dallas'ın gözlerinden sabrının taştığını gördüm. Hızla geri döndü ve Andy'nin kolunu çevirip bileğini büktü. Andy'nin ifadesinin saniyeler içinde değiştiğini gördüm. Dudakları acıyla gerildi ama gururundan olsa gerek, hiç ses çıkarmadan gözlerini kıstı. Dallas, yeşil gözleri parıldayarak Andy'nin yüzüne derin bir öfkeyle baktı ama bu öfkeye tezat bir şekilde sakince konuştu onunla. "Bana bir daha dokunursan parmaklarını kırarım senin." Gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi oldu. Endişeyle nefesimi tuttuğumu fark ettim. Şey. Bu çocuk kesinlikle kendini korumasını bilen insanlardandı. Andy'nin canına okuyabilirdi. Bunu yapmak istiyormuş gibi de görünüyordu.
"Beni parmaklarımı kırmakla tehdit ediyorsun? Gerçekten mi? Bunun bir suç olduğunu biliyorsun, değil mi?"
"Senin gibi pislikler bu dilden anlar. Davranışlarına bakılırsa belki bu sana diğer insanlara zorbalık yapmamak hakkında bir fikir verir... Ya da hanımefendilere nasıl davranılması gerektiği hakkında... Şimdi, parmaklarının sağlam kalmasını istiyor musun?"
Ama Andy öylece geri adım atmayacak kadar inatçı biriydi. Küfür etmek istiyormuş gibi "Bir denesene!" dediğinde Dallas kaşlarını hafifçe çattı ve söylediklerinde ne kadar ciddi olduğunu göstermek istercesine Andy'nin bileğini biraz daha büktü. Hafif bir kıtlama sesi kulaklarıma geldiği anda dudaklarım dehşet içinde aralandı. Andy homurdanarak elini çekip bileğini Dallas'ın parmaklarından kurtardı. Abartılı hareketlerle saçlarını düzelterek "Yemin ederim, tam bir belasın!" dedi.
"İlk lafı sen attın. Neyse. Şimdi bunun bir önemi yok. Okulda bir katil var, gerçek bir katil ve biz buradan gidiyoruz."
Vay be... Bu çok ani bir bilgi bombardımanı oldu.
Andy şaşırarak dondu kaldı. Sonra güldü. Neşeli olmaktan ziyade nahoş bir gülüştü bu. "Komik olduğunu mu sanıyorsun?"
"Aslında ben ciddiyim." dedi Dallas, düz bir sesle.
"Hı-hı. Kesinlikle öylesindir."
Andy hayatımda gördüğüm en umursamaz tavırla elini kaldırdı ve pis bir hareket çekti. Elbette Dallas'a inanmak gibi çok mantıklı bir hareket yapmamıştı. Buna şaşırmadım bile. Açıkça katilin cesedi sürüklediğini görmemiş olsaydım ben de inanmaz, birinin bana berbat bir şaka yapıldığını düşünürdüm çünkü bunun doğru olduğunu kabul etmek çok zordu. Kırmızı bültenle aranan bir katil nasıl şehirden geçip bu okula gelmiş olabilirdi? Polisler ve dedektifler görev başındayken kağıt oynayıp ot içmiyorlarsa tabii! Ama bunu düşünmek hem saçma hem de gereksizdi. Gidip katilin kendisine sormadığımız sürece gerçeği öğrenmenin bir yolu yoktu. Ve şimdi bu düşünmenin bir önemi de yoktu. Önemli olan tek şey yeniden güvende olmaktı. Bunları daha sonra da düşünebilirdim. Zaten Andy sığ ve pek de zeki olmayan bir insandı, her zamanki gibi olay çıkarmak istiyordu sadece.
Dallas, "Yeterince net değil miydim?" diye sorduğunda Andy bu sefer daha da yüksek bir sesle güldü. Kendi kendime gerçeği bilse bu durumdan bu kadar eğlenemeyeceğini düşündüm.
"Siz kafayı yemişsiniz! Hepiniz! Bu saçmalık da ne?"
"Doğruyu söylüyor." diye cevap verirken bağırmayı denemiş ama yapamamıştım. Sanırım hâlâ korku ve şok içinde olduğum içindi. Sesim tüm bir kış gününü dışarıda geçirmişim gibi cılız ve titrekti. "Ona inanmalısınız. Lütfen. Okulun içinde gerçekten bir katil var ve o..." Devam edemedim, yapamadım. Her şey o kadar berbattı ki. "Tanrım, çoktan iki kişiyi öldürmüş bile... Kendi gözlerimle gördüm, sahip olduğum her şeyin üzerine yemin ederim."
Onları buna inandırmak için ne yapabilirdim? Ne yapmam gerekiyorsa yapmaya hazırdım çünkü bu salakları bu okulda kaderlerine bırakmak iğrenç bir davranış olurdu. Öyle bir insan değildim ben. Asla da olmayacaktım. Babam polis olduğu içindi galiba.
Derken koridorun diğer ucundan, o geceden itibaren tanıdık olmaya başlayan bir kadın sesi, "Ne?" diye soludu. Panik ve hayretten kısık çıkan bir soruydu bu. Zorlukla devam etti. "Ne saçmalıyorsun sen?"
Sorunun sahibini öğrenmek için gözlerimi koridorun sonuna çevirdiğimde Ashley'in ve Diego'nun da aynı şeyi yaptığını gördüm. Samanta'ydı. Yanında Lee ve Derek vardı. Andy, Barry ve Alfred'i düşününce aptal Hazine Avı oyunu için üçlü gruplara ayrıldıklarını anladım. Daha kaç grup vardı acaba? Bir yandan ne kadar kalabalık olursak o kadar iyi diye düşünürken, diğer yandan da daha fazla insanın tehlikede olmasını dilemenin bencillik olduğunu düşünüyordum. Daha şimdiden dokuz kişi olmuştuk. Lee'nin, Samanta'nın ve Derek'in yüzünde aynı şaşkın ifade vardı. Sessizliği kıran kişi Lee oldu, kızgın görünüyordu.
"Bu komik mi şimdi? Kesin şunu. Beni korkutuyorsunuz."
Andy, Lee'ye küçümser bir bakış fırlattı. Sonra da dilini hiç sakınmadan "Amma da safsın. Onlara inandın mı? Sadece taşak geçiyorlar. Belki de hap falan almışlardır. Halüsinasyon görseler şaşırtıcı olmazdı." diye yorum yaptığında ona şaşkın bir bakış atmadan edemedim. Ne saçma ve aptalca bir argümandı bu böyle. Hap alsak bile iki kişinin aynı sanrıyı görme ihtimali nedir ki?
"Ne olursa olsun..." diye lafa giren Lee sıkıntıyla ofladı. "Hiç komik değil."
Derek, "Gerçekten değil." diyerek ona katıldı. "Şaka anlayışınız iğrenç."
Samanta gözlerini dikmiş, hiçbir şey demeden, Dallas'ın yüzüne şüpheyle bakıyordu. Sanırım onun böyle bir şaka yapmayacağını bildiği için yüz hatları endişeyle gerildi. Bir an, sadece bir an, bize inanmış gibiydi. Sonra Lee'ye baktı ve kararsızca soluyarak gözlerini kapattı...
Andy'e dönüp öfkeyle "Ne olduğunu sanıyorsun?" diye sordum. Yüzüne bir tokat yapıştırırsam kendine gelip gelmeyeceğini düşünüyordum. "Okulda ayı mı saldırdı? Bir ölü gördüm, bu bir şaka değil."
Ruhumun daraldığını ve hissettiğim korkunun beni boğduğunu hissedebiliyordum. Bazı duygular böyledir. İnsanı boğarlar. Özellikle de endişe ve korku. Zaten şu an tek hissettiğim bu ikisiydi.
Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirirken yüksek sesle iç çektim çünkü Andy'yle daha fazla tartışacak enerjim kalmamıştı. Biraz kafamı toparlamak için biraz geri çekilirken Dallas'ın sırtını duvara yasladığını gördüm. Biraz sersem görünse de durumu benden çok daha iyi idare ettiği kesindi. Zaten her zaman lider ruhlu olmuştur. "Tamam," dedi çok daha sakin bir sesle. "Oturup adam akıllı konuşalım şunu."
"Sen bir kapasana çeneni."
"Bence sen bir kapa çeneni," Samanta, kollarını göğsünde kavuşturarak Andy'ye keskin bir bakış attı. "Şu an senden daha uzlaşmacı olduğu kesin, değil mi? Tek yaptığın olay çıkarıp durmak."
"Uzlaşmacı mı? Tamam. Hadi konuşalım şunu. Bir katil neden bu okula gelsin? Burası oldukça meşhur bir yer ve her yeri kameralarla dolu. Mutlaka yakalanacağını biliyor olmalı."
Katilin dosyası gözlerimin önüne gelir gibi olunca tiksinerek yüzümü buruşturdum çünkü manyak herifin yakalanmayı dert ettiğini hiç sanmıyordum. Yirmi altı yaşındayken dedesinin beylik tabancasıyla annesini öldürmüştü ve kaçmayı denemek yerine ceset çürüyüp komşulardan biri kötü koku için polise haber verene kadar annesinin başında beklemişti. Mahkeme bunun için çocuğa kırk yıl hapis cezası vermişti ve yine de bu onu durdurmamıştı.
Dallas, "Güvenlikçileri öldürdü. Yarın tatil ve ondan sonraki sabaha kadar da kimse ne olduğunu fark etmeyecektir. Okulun etrafı inşaat alanı olarak kullanılıyor. Kimse de durduk yere okulu ziyaret etmez." dediğinde içgüdüsel bir şekilde gözlerim duvarın kenarlarına yerleştirilmiş kameralara takıldı. Yine içgüdüsel bir şekilde kaşlarımı çattım. 'Hayır, bu mümkün değil! Kayıt odasına gidecek kadar planlı davranmış olamaz!' diye düşündüm kendi kendime. Sonra bunun mümkün olmaması için dua etmeye başladım çünkü katil bizim burada olduğumuzu öğrenirse bizi 'av' olarak görmeye başlardı. Belki de çoktan başlamıştı ve bu yaptığım züğürt tesellisinden başka bir şey değildi... Lanet olsun! Burada olduğumuzu biliyorsa ve silahlıysa bu okuldan çıkmamız hiç kolay olmazdı. Farkında değilken gitmek tek şansımızdı.
Düşüncelerimin dağıldığını hissettim çünkü göz ucuyla gruptan ayrılan Barry'i fark ettim. İlk düşündüğüm şey 'Ne yapıyor bu geri zekalı?' oldu. Sonra 'Hangi cehenneme gidiyor?' idi. Fazla uzakta olmayan projeksiyon odasına girdiğini görünce tartışan gruba baktım ve o geri zekalıyı fazla uzaklaşmadan getirmek için acele ederek peşinden gittim. Katil hâlâ üst katta olmalıydı ve bir şey olursa gruba yakın olduğumuz için yardım isteyebileceğimi düşünerek Barry'nin ardından projeksiyon odasına girdim. Oda karanlıktı. Barry söylenerek lambaları yakmak için düğmeye uzandı ama lamba cılız bir ışık kümesi yaydıktan sonra söndü. Bunun üzerine Barry söylenerek projeksiyonun kumandasına uzanıp aleti açtı. Ekranda 'Evrenin Hikayesi' adında bir belgesel oynamaya başladığında ekranın ışığı mavi ve kırmızı sandalyelerle donatılmış olan odayı aydınlattı. Belgeseli sunan adamın sesi tanıdıktı ama o an kim olduğunu çıkaramadım. Önemli de değildi gerçi. Barry cebinden bir çakmak ve sigara çıkarırken ona ona inanamıyormuş gibi baktım.
"Ne yapıyorsun sen?" diye sorarak lafa girdim. Ona doğru, odanın ortasına yürüdüm. "Burası tehlikeli. Her yer tehlikeli. Gruba geri dönmeliyiz."
"Oof... Bu okulda neden ot içmek için sessiz bir yer yok? Ciddiyim Cassie, defol git başımdan."
Andy, kilolu bir çocuktu. Bir de bu kadar genç yaşta sigara içmeye başladığı için muhtemelen otuz yaşına gelmeden kansere yakalanmış olacaktı. Gerçi bu gidişle on dokuz yaşını bile göremeyecekti. Keşke çekip gitseydim ama babam bir polis olduğu ve her durumda insanları koruduğu için böyle bir durumda bu salağı bırakıp gidemeyeceğimi biliyordum.
"Korkunca herkes saçma şeyler yapar, Barry ama ne kadar umursamaz olduğunu kanıtlamak için çok yanlış bir zaman. Kötü durumda olan tek sen değilsin. Hepimiz aynı gemideyiz. O yüzden birlikte hareket etmeliyiz."
Dönüp bana baktı ve sigarasını dudaklarından uzaklaştırırken alaycı bir gülüşle "Korkmak mı?" dedi. Belgeselden yansıyan yıldızların ve gezegenlerin görüntüsü yanaklarında ve kıyafetlerinde hareket ediyordu. Sigarasını şöyle bir sallayınca duman havada daireler çizdi. "Ben korkmuyorum ki. Bu saçmalığa cidden inanacağımı düşünüyor musun? Bu delilik!"
"Kendi gözlerimle gördüm." diye ısrar ettiğimde bezmiş bir tavırla gözlerini kısarak beni baştan aşağı süzdü.
"Amacın ne? İntikam mı? Senden daha zekice bir plan beklerdim doğrusu. Var olmayan bir katil için herkesin ödünü kopardınız."
"Sana yardım etmeye çalıştığım için özür dilemeyeceğim."
"Eh, dediklerinizin tek kelimesine bile inanmıyorum."
"Bu ciddi bir durum!" diye itiraz ettiğimde Barry oldukça sinir bozucu bulduğum bir şekilde omuzlarını silkerek karşılık verdi. Yumuşak ve ikna edici olduğunu umduğum bir sesle devam ettim. "Ya doğruyu söylüyorsam? Sırf var olmadığını düşündüğün için bir katilin seni öldürmesinden ya da bundan hastalıklı bir zevk aldığı için sana işkence etmesinden çekinmiyor musun? Bu durumda bir geri zekalısın."
Barry ona geri zekalı dememden hiç hoşlanmayarak "Ne dedin sen?" diye gürledi. Birden üzerime yürüyünce onun Andy'nin arkadaşı olduğunu hatırlayarak geriledim ama kaçmaya çalışmadım. Beni o katilden daha fazla korkutmasına imkân yoktu sonuçta. Sonra bana bağırmaya başladı. "Sırf notların yüksek diye kendini bir şey mi sanıyorsun lan? Seni kendini beğenmiş kaltak! Bana bir daha asla ne yapmam gerektiğini söyleme! Berbat şakanızı yemiyorum. Şaka değilse de bunların hepsini o kahrolası kafanızın içinde kuruyorsunuz. Paranoyaksın sen! Hepiniz öylesiniz! Zırdelisiniz!"
Beni omzumdan sertçe ittirince gücü karşısında dengemi sağlayamayarak sandalyelerden birine çarptım. Sonra da kalça üstü düştüm. Kızıl saçlarım yanaklarımdan sarkıp yüzümü örterken kahverengi gözlerimi kırpıştırarak tüm bu kabalığı sindirmeye çalıştım. Belli ki çocuğun egosunu sarsmıştın. İçimdeki şeytan durmadan konuşuyor, 'Boş versene, geberip gitsin! Dünyadan bir pislik eksilir!' diyordu.
Barry halimden keyif alarak gülünce içine düştüğüm bu durumdan utanç duyarak dişlerimi birbirine bastırdım. Tavrı yüzünden en ufak bir pişmanlık hissetmediğini görebiliyordum. Eh, iyilikten maraz doğar diye boşuna dememişler. Bu çocuğun peşinden buraya gelmek faydasız bir fikirdi ve bunu bu kadar geç fark ettiğim için şimdi kendime kızıyordum.
Barry sigarasını öğretmenin masasına bastırarak söndürüp kapıya doğru yürüdü. Ben de sandalyelerden birinden destek alarak yerden kalktım. Bacaklarıma saplanan acı dalgasını fark etmek sandığımdan daha sert düştüğümü anlamama neden oldu. Neyse ki bileğimi incitmemiştim. Barry gitmekten vazgeçerek kapının birkaç adım önünde durdu ve alay etmek için bana doğru döndü. Ben de ona kötü kötü bakmak için bakışlarımı kaldırdım. Aynı anda dondum kaldım. Barry gülerek bir şey diyordu ama onu duymuyordum bile. Tamamen arkasında duran o uzun, gölgeli figüre odaklanmıştım. Onun bir öğrenci olmadığını biliyordum çünkü yüzünde o iğrenç domuz maskesi ve elinde de bir yangın söndürücü baltası vardı. Kapının olduğu tarafı tamamen katilin varlığı kaplıyordu. Barry, Matthew'e o kadar yakındı ki bana olan tavrını anında unutup onun için endişelenmeye başladım. Adamın elinde bir balta vardı! Balta! Kesinlikle ağaç kesmek için kullanmayacağından emin olduğum bir balta!
"Dikkat et, Barry!" Sesim bana ait değil gibiydi, yabancıydı ve çok uzaktan geliyordu. "O burada! Arkanda!"
Barry'nin verdiği tek tepki daha fazla gülmek oldu ve yumruklarını havaya kaldırarak sanki karşısında biri varmış gibi birkaç darbe savurdu. "O diye bir şey yok. Bu okulda tehlikeli olan tek şey siz kaçıklarsınız. Hem katil varsa bile beni öldürmek istiyorsa uğraşması gerekecek. O daha ne olduğunu anlamadan yumruğumla tanışır."
Bir de alay ediyordu!
Matthew çirkin maskesinin altından yüksek sesle güldü. Hastalıklı bir gülüştü bu. Bir katilin gülüşüydü. Hayatında hiç olmadığı kadar eğleniyor olmalıydı. Barry onun gülüşünü duyup da şaşkın şaşkın arkasını döndüğünde bir kaya gibi kaskatı kesildi. Çığlık atacağından emin olduğum bir an yaşansa da öyle bir şey olmadı; huysuz, küçük bir çocuk gibi homurdanarak kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu.
"Gerçekten mi? Bu aptal şaka yeterince uzamadı mı?" derken hâlâ bunun şaka olduğunu düşündüğüne inanamadım. "Bir de uğraşmışsınız, siz cidden-"
Sözünü kesen şey vahşetin taa kendisinden başka bir şey değildi. Matthew, hiç tereddüt etmeden kolunu kaldırdı ve baltanın ucunu Barry'ye doğru savurdu. Onu durdurmama ya da çığlık atacak zaman bulmama imkân yoktu. Her şey o kadar ani gerçekleşmişti ki... Balta Barry'nin omuz ve kolunu birleştiren bölgeye saplandı. Etin ne kadar kolay kesildiğini ya da kanın o kadar hızlı boşaldığını o ana kadar görmemiştim. Yoğun, kırmızı sıvı bir şelale gibi Barry'nin göğsünden ve kolundan akarak yerde bir gölet oluşturmaya başladı. Bir dergide ani bir saldırının şok etkisiyle acıyı hissettirmeyeceğini okumuştum ama Barry'nin dudaklarından çıkan haykırış bana okuduğum şeyin bir yalan olduğunu gösteriyordu; Bunu kesinlikle hissetmişti. Yüzünde saf bir acı vardı. Matthew baltayı etinden çekerken kolu tuhaf bir açıyla sarkıyordu. Yerinden kopmak üzereydi ve öyle hızlı kan kaybediyordu ki, yüzü anında bembeyaz kesilmişti. Soğuk soğuk terlediği için alnında boncuk boncuk damlalar birikmişti. Şok geçtiğinde dizlerinin üzerine düştü. Matthew kanlı baltayı elinde birkaç kere çevirerek akan kanı parmaklarıyla çaresizce durdurmaya çalışan Barry'ye baktı. Kurbanının ona yalvarmasını istiyor gibi bir hâli vardı. Onu oracıkta öldürecekti, bunu biliyordum ve öldürmese bile Barry'nin kan kaybından birkaç dakika içinde öleceğinden emindim. Ben de ölecektim. Matthew tam kapının önündeydi ve o oradayken kaçmamın imkânsız olduğunu biliyordum.
Tüm bu vahşete tezat bir şekilde projeksiyon çalışıyor, ekrandaki ses Orion ve Artemis hakkında mitolojik bir hikaye anlatıyordu.
Barry, boğuk bir sesle "Acı bana!" diye haykırırken Matthew başını geriye atıp maskesinin altından kahkahalarla gülmeye başladı. Bu, gerçek bir kahkahaydı. Çok eğleniyordu. İkinci darbeyi Barry'nin diğer koluna denk getirdi. Darbeyi ölümcül bir yere getirmekten çekinmesi çocuğun hemen ölmesini istemediğini ele veriyordu. Tanrım... Tam da dediğim gibi ona işkence ediyordu! Bu durumda Barry'nin acıdan bayılmaması bir mucizeydi. Korkunç bir düşünce olsa da bir an önce ölmesini diliyordum çünkü ölüm onun kurtuluşu olurdu. Bu yaşadığı eziyetten farksızdı. Barry'nin kanı ayakkabılarımın ucuna kadar süzülürken 'Nasıl olur da bir insandan bu kadar kan çıkar?' diye merak etmeden edemedim. Matthew üçüncü darbeyi Barry'nın başının yan tarafına denk getirdi. Bu seferki ölümcül bir saldırıydı. Balta jöleyle şekillenmiş saçlarının arasına girdiği anda Barry oracıkta kendi kanının içine yığıldı. Şimdi hiç kıpırdamıyor, yalvarmıyordu. Başı tuhaf bir açıda bükülmüştü ve açık gözleri tamamen candan yoksundu. Nefes alırken yaşadığı o son dehşetin izleri yüzüne işlenmişti.
Gözlerimi kırpıştırırken Barry'ye acımaktan çok kendime acıdım çünkü aynı sonun beni de beklediğinin farkındaydım.
Düşüncelerimi duymuş gibi Matthew başını bana çevirdiğinde kaçma ihtimalimi değerlendirerek kapıya ve heybetli, maskeli adama baktım. Mümkün değil, dedi içimdeki umutsuzluk; Kaçmaya çalışman onu tetikler ve sen daha bir adım atamadan parçalara ayırır seni. Peki diğer seçenek neydi? Durup beni öldürmeye gelmesini beklemek mi? Kıpırdamam gerektiğini biliyor ama bunun katili iyice tetiklemesinden korkuyordum.
Matthew ağır adımlarla ve elindeki kanlı baltayla bana yaklaşırken yüzümün rengi iyice attı. 'Buraya kadarmış!' diye düşündüm kendi kendime. Burada, bu projeksiyon odasında, aptal bir uzay belgeselini dinlerken ölecektim. Bir de bu iğrenç herifi koklarken... Tanrım... Günlerce banyo etmemiş gibi ter ve kan kokuyordu! Maskesinin altındaki gözleri canlı, parlak ve ölümcüldü. O bir deliydi. Lafın gelişi söylemiyorum bunu. Gerçek bir deliydi. Bana o baltayla vurmasını beklerken boşta kalan elini kaldırdı ve omuzlarımdan dökülen uzun, kızıl buklelere dokundu. Pislik herifin bacak arasına tekme atacağım o anın gelmesini beklerken yüzünü yüzüme hafifçe yaklaştırdı. Domuz maskesi burnumun hemen ucundaydı. Muhtemelen sigara ve alkol içmekten pürüzleşmiş bir sesle "Lezzetli kokuyorsun," dediğinde çiçekli parfümümü düşündüm. Bir de adamın yamyam olduğunu. Şimdi üzerine kusacaktım. Kızıl saçlarıma yeniden bakarken "Saçların da çok güzel," dedi. Kanlı elini yanağıma sürtmek için kaldırdı. Yanağıma bulaşan kan Barry'nin kanıydı. Bir dakika önce kavga ettiğim, canlı olan o çocuğun! "Annem olacak kaltağın da saçları böyleydi, biliyor musun? Her sabah ve her akşam o aptal kızıl saçlarını tarayıp dururdu." derken Matthew'in sesinde insanın tüylerini diken diken eden bir duygusuzluk vardı.
Gözlerimi sıkı sıkı yumarken zangır zangır titremeye başladım, elimde değildi. Bu yüzden mi kızıl saçlı kadınları yiyordu? Beni öldürüp sonra da yeme ihtimali öyle iğrenç bir şeydi ki...
Hem zaman kazanmak hem de tüm bu vahşetin, kanın nedenini merak ettiğim için "Bunu neden yapıyorsun?" diye sordum.
"Çünkü eğlenceli. Sen de eğlenceli olduğunu düşünmüyor musun? Tüm bu kan insana yaşadığını hissettiriyor."
Hayır.
Titreyen bedenime rağmen düzgün çıkan bir sesle "Evet, eğlenceli." dediğimde Matthew bu yanıttan hoşlanmış olmalı ki maskesinin altından kıkırdadı. Onu lafa tut ve kazanabildiğin kadar zaman kazan. Plan buydu. Şansım yaver giderse gruptan biri yokluğumu fark ederdi. Gerçi hiçbiriyle doğru düzgün konuştuğum yoktu.
O sırada Andy'nin "O salak projeksiyon odasına girmiş olmalı. Ne zaman sigara içmek istese buraya gelir." dediğini duydum. Bu kadar şanslı olduğuma inanamıyordum! Matthew omzunun üzerinden kapıya doğru baktı. Bir an tereddüt etse de daha sonra bu kadar insanla baş edemeyeceğini düşünmüş olmalı ki kaçmak için döndü ve Barry'nin cesedinin üzerine basarak kapıdan fırladı. Birkaç saniye sonra Andy'nin odaya girdiğini gördüm. Onu gördüğüm için bu kadar mutlu olacağım hiç aklıma gelmezdi doğrusu! Neredeyse boynuna sarılacaktım. Aramızda arkadaşının cesedi yatıyor olmasaydı bunu yapardım da.
Andy'nin ilk fark ettiği şey zemini yavaş yavaş kaplamaya başlayan kan tabakasıydı. Barry'nin cesedini görünce dondu kaldı ve bir saniye sonra yüz ifadesinde daha önce hiçbir insanda görmediğim bir panik ve korku belirdi. Peşinden diğerleri odaya girerken hâlâ titrediğimi fark ettim. Çığlıklar ve haykırışlar duydum. Birileri bir şey dedi. Odaklanmaya çalıştım ama beceremedim, bir tür şok geçiriyor olmalıydım.
"Buradan gitmeliyiz!" dedi biri. "Bu okuldan hemen çıkmak zorundayız!"
"Onu ne yapacağız?" Bunu soran Alfred'di. "Burada bırakamayız! Barry benim arkadaşımdı!"
"Çoktan ölmüş. Yapılacak bir şey yok."
"Bunu bir insan yapmış olamaz!"
Çığlık atmak isterken dudaklarından anlamsız bir iniltiden başka bir şey çıkmadı. Birisi dirseğimden tutup beni ona doğru çevirene kadar hareket edecek gücü kendimde bulamadım. Sonra siyah kirpiklerle çevrelenmiş koyu yeşil gözleri gördüm. Dallas'dı. "Sen iyi misin? Yaralandın mı?" İncinmediğimden emin olmak için bakışlarını hâlâ kontrolsüzce titriyor olan vücudumda dolandırdı. Başımı hayır anlamında iki yana salladım. Fiziksel olarak iyiydim ama ruhsal olarak hiç iyi değildim ve bir daha da asla iyi olabileceğimi sanmıyordum. Gözümün önünde biri öldürülmüştü. Hayır, katledilmişti! Bu düşünce yüzünden dilimin, yanaklarımın ve parmak uçlarımın uyuştuğunu hissettim. Bedenimin ağırlığı ayaklarıma fazla gelirken vücudum isyan edercesine dengesini kaybetti, sendeledim. Dallas yere düşmeden önce ağırlığımı üzerine alarak kolunu belimin etrafına doladı. Yüzümü ve bedenimin üst tarafını göğsüne çarparken "Ben... Özür dilerim. Başım dönüyor." diyerek ellerimle göğsünden destek almaya çalıştım. Faydasız bir çabaydı. Parmaklarım kaydı, kollarımı hissetmiyordum. Aslında bedenimin hiçbir tarafını hissetmiyordum, en çok da ayaklarımı. Zar zor "Kendimi kötü hissediyorum." diye mırıldandım. Kirpiklerim üzerlerine tonlarca yük binmiş gibi kapanırken bedenim iyice ağırlaştı. Saçlarım omuzlarımdan kaydı. Beni yere düşmekten alıkoyan tek şey Dallas'ın koluydu. Bilincimi kaybetmeden önce bayılmak için bundan daha korkunç bir zaman olmadığını düşündüm; Etrafta psikopat bir katil ve üç ceset varken değil.