?15.BÖLÜM: ÖFKELERİN KAVGASI

3024 Words
İçine hapsolduğum karanlıktan kaçmak suyun altından başımı çıkarmaya çalışmak gibi bir şeydi. Nefes aldığımı fark etmek de öyle. Hâlâ yaşıyordum, bu iyi haberdi! Yani, evet, hâlâ korkuyordum ve hissettiğim korkunun göğsümün tam ortasında yanacak kadar gerçek ve somut olması berbattı ama yaşamaya devam ediyor olduğum gerçeği bunu gölgede bırakıyordu. Olup biten her şeyi de hatırlıyordum, hem de her bir saniyesini. İnsan ölüme o kadar yaklaştığı bir deneyimi nasıl unutabilir? O kanı? O vahşeti? O korkuyu... Başıma bıçak gibi saplanan ağrı alnımın kırışmasına sebep olunca gözlerimi açmam gerektiğini düşündüm çünkü, kahretsin, bayıldıktan sonra neler olduğunu, aradan kaç saat geçtiğini, diğerlerinin neler yaptığını, Barry'nin cesedine ne olduğunu bilmiyordum. Ve şu anda en savunmasız halimdeydim. Midem bulanıyor, aynı zamanda da başım ağrıyordu. Bir katil bana zarar vermeye kalksa ondan kaçmaya gücüm yetmezdi. Oturup birinin bana zarar vermesini, öldürmesini beklemek ise zavallıca bir şeydi. Bu yüzden hemen toparlanmalı ve neler olduğunu öğrenmeliydim; Ve nerede olduğumu... Umarım okulda değilimdir... Umarım bir hastanedeyimdir, umarım babam ve annem yanımdadır... Sadece birkaç saattir ayrıyız ama erkek kardeşimle sudan sebeplerle aptal kavgalar etmeyi özledim. Sanırım bir daha asla onunla kavga edememe ihtimaliyle yüz yüze geldiğim içindi. Erkek kardeşimi seviyordum. Annemi ve babamı da seviyordum. Keşke onlara bunu daha çok söyleseydim. Mantıklı parçam benimle 'Boş hayaller kurma, kızım. Gözlerini aç ve bir an önce harekete geçmeye bak.' diye alay edince acımasız gerçekle yüzleştim; Okuldan çıkıp hastaneye gidecek kadar uzun süre baygın kalmama imkân yoktu. Hâlâ okulda olmalıydım. Bu düşüncenin berbatlığı baş ağrımın daha da kötü bir hâle gelmesine neden oldu. Sonunda gözlerimi araladım. Burnuma dolan koku okulun revirinde olduğumu fark etmeme neden olurken beyaz tavana bir süre boyunca bakarak tüm olanları sindirmeye çalıştım. Hemşire Rebecca'nın revir yatağında uzanıyordum. Ne kadardır baygın olduğum hakkında bir fikrim yoktu ama kenardaki demir korkuluklardan destek alarak doğrulmaya çalıştığımda beynimdeki sıvıların yer değiştirdiğini hissettim. Güçlenen baş ağrısıyla homurdandığımda tanıdık bir erkeğin sesi duraksamama neden oldu. "Günaydın." Bu gülünç bir cümleydi çünkü kapalı pencerelerin arkasından parlayan yıldızlar hiç olmadığı kadar netti. Yattığım yatağım hemen yanındaki kahverengi deri koltukta miskin bir şekilde oturan Dallas'a bakmak için başımı çevirdim. Ayak bileğini dizinin üzerine atmış, gözlerini kapatmış bir halde şakağını ovuyordu. Her zaman şık ve zengin görünürdü ama o an değil. Pahalı takımı darmadağın bir haldeydi, beyaz gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırmıştı ve dalgalı saçları şakaklarının kenarından dağınık bir şekilde dökülüyordu. Keskin hatlara sahip yüzü artık sakin olmaktan uzaktı, aksine, öfkeli ve gergin görünüyordu. Yorgun da görünüyordu. Benim de ondan bir farkımın olmadığına emindim. Daha bile kötü olabilirdim. Sersem bir halde çıplak ayaklarımı sarkıtarak soğuk zemine bastığımda Dallas gözlerini açıp koyu yeşil gözlerini ortaya çıkararak "Acele etme." diye uyardı beni. "Ciddi bir şey yok ama yeniden bayılabilirsin." Bunun olmasını istemiyordum, o yüzden hareket edecek bir duruma gelene kadar fazla kıpırdamamaya çalıştım. "Ne kadardır baygınım?" "Yarım saat. Belki biraz daha fazla." "Ah, hayır..." Alnıma dokunurken omurgamdan aşağı bir ürperti süründü. Koskaca bir yarım saat! O yarım saatte aptal bir revir yatağında uzanıyor olmak yerine okuldan çıkabilirdim! "Bu neden oldu? Daha önce hiç bayılmamıştım." "Öyle mi?" Üzerimdeki bakışları ağırlaştı, uzun parmaklarıyla dizine hafifçe vurdu. "Endişelenme. Orada yaşadığın şey düşünülünce bunun olması normal. Sanırım bir tür şok geçirdin." Sanırım haklıydı. Gerçi korkudan bayılmanın mümkün olduğunu hiç düşünmemiştim. Şimdi bile kalbim göğsümde hızla atıyordu ve ciğerlerim de patlayacak gibiydi. Sakinleşmek için biraz bekledikten sonra ilaçlarla dolu dolaba, Hemşire Rebecca'nın masasına ve öğrenci dosyalarıyla döşenmiş raflara bakındım. Revirde Dallas ve benden başka kimse yoktu. Karanlık bakışlarımı Dallas'a dikerek "Diğerleri nerede?" diye sordum çünkü aklıma gelen tek şey başkalarının da öldüğü oldu. "Koridordalar." "Peki herkes iyi mi?" diye sordum cılız bir sesle. Barry'nin öldüğü an gözlerimin önüne geldiğinde sesim daha da inceldi. "Başka incinen yok, değil mi?" "Evet, merak etme." Başka kimsenin -Andy ve Alfred dahil- incinmediğini duymak beni rahatlatmıştı. Hiçbir insanın başına böyle bir şey gelmesini istemezdim. Dallas, ağır ağır "Ya sen nasılsın?" diye sorduğunda biraz da kendimi düşünmeye başladım. "Sadece başım ağrıyor." "Buralarda bir yerde ağrı kesici olmalı." diyerek etrafımıza bakındı. Doğru ya, bir revirdeydik! Dallas koltuktan kalktı ve köşeye yerleştirilmiş olan büyük ilaç dolabına yürüdü. Dolabın kapağının açık olması benim için bir şanstı. Dallas kutuların üzerini okuyarak birkaç ilaca bakarken onu seyrettim. Aradığını bulduğunda bana bir şişe suyla birlikte bir hap uzattı. İlaç içmek konusunda son derece isteksizdim ama bu durumdan kurtulmak istiyorsam olabildiğince güçlü olmak zorundaydım. O yüzden hapı Dallas'tan aldım ve ikinci kez düşünmeden ağzıma attım. Soğuk su boğazımdan geçerken aynı zamanda da biraz sakinleşmemi sağlamıştı. Dallas kendi için Hemşire Rebecca'nın içecek dolabından maden suyu alırken ben de ayakkabılarımı giymek için yataktan indim. Aklımı kaybetmek istemediğim için olabildiğince olanları düşünmemeye çalışıyordum. Yanaklarımdan birinde kuru bir leke vardı. Onun ne olduğunu da düşünmemeye çalışıyordum çünkü kandı, Barry'nin kanı. O pislik elleri kanla kaplıyken yüzüme dokunmuştu. Katilin takıntısını fark ettikten sonra nefret etmeye başladığım kızıl saçlarım yanaklarımdan sarktı. Aslında üzerime aniden saldırmamasının tek nedeninin de bu kızıl saçlar olduğunu biliyordum. Başka bir şey düşünmeye çalıştım. Ayakkabılarımın bantlarını bağlarken Dallas'ın kollarına bayıldığım o anı hatırladım ve bir anda aklıma geldiği için sordum ona... "Beni buraya sen mi taşıdın?" "Yürüyecek halde değildin. Umarım bununla bir sorunun yoktur." Bir an cevap vermek istemeyerek sustum. Sanırım utangaç bir kız olduğumu düşünüyordu, aslında öyleydim de. Kendimi bu kadar ruhsuz hissediyor olmasaydım kızarırdım. Daha sonra, düz bir sesle, "Hayır, yok." diye cevap verdim. Ayakkabılarımı giymeyi bitirip doğrulurken hissiz bir şekilde gülümsedim. "Teşekkür etmek istedim sadece. Bu gece ikinci kere bana yardım ettin. Önce Andy, şimdi de bu. Barry..." Adını söylemek bile bana kendimi hissettiriyordu. Dünyada artık öyle biri yoktu ve asla da olmayacaktı. Kollarımı kendime sararken balo elbisemin bu kanlı duruma için hiç de uygun olmadığını düşündüm. "Yalan söylemeyeceğim. Onu sevmezdim, zorbanın tekiydi ama ölmesini hiçbir zaman istememiştim, özellikle de bu şekilde. Üstelik hepimiz aynı tehdidin altındayız artık." Elimde değildi, kendimi avcının tuzağına yakalanmış bir tavşan kadar çaresiz hissediyordum. Tiksinerek ürperdim ve belki de olmasından en korktuğum şeyi sordum Dallas'a... "Sence silahı var mıdır? Tüfeği falan?" "Kırmızı Liste'de arandığı için öyle bir şeyi satın alamaz ama birinden çalmış olma ihtimali var." Şansın bizden yana olması için dua ettim çünkü o pisliğin silahı varsa eğer hayatta kalma ihtimalimiz yüzde beş falandı. Revirin kapısı açıldığında korkuyla sıçradım ve Ashley'in -Şükürler olsun ki, katil değildi- geldiğini görmek için etrafımda döndüm. Bu kızı daha önce hiç böyle görmemiştim. İfadesi dağılmıştı ve ayakta durmakta güçlük çekiyor gibiydi. En az benim hissettiğim kadar yorgun görünüyordu. Yine de beni ayakta görünce ölü, mavi gözlerinde endişe canlanır gibi oldu. "Cassie... Nasılsın? İyi misin?" "Bir şeyim yok, merak etme." "Bunu duyduğuma sevindim." Ona olan tüm kaba tavrıma rağmen benim için gerçekten endişelendiğini görebiliyordum. Pişmanlık hissederek gözlerimi kaçırdığımda Ashley Dallas'a bakmak için başını çevirdi. "Bu arada Tom, Bobby ve Oliver'ı bulduk. Onlar da buraya oyun için gelmişler. Herkesin bu kadar olduğunu söylediler. Artık on dört kişiyiz." Yaptığı hatayı çok sonra fark ederek alt dudağını ısırdı. Üzgün bir sesle "On üç, pardon." diye düzelttiğinde Dallas bir şey demedi. Ben de bir şey demedim. Barry'nin cesedine ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu ve öğrenmek istemediğime karar verdiğim için sormaya da niyetim yoktu. Bunun hakkında polis hariç hiç kimseyle konuşamazdım. Ashley, revirden çıkarken Dallas bana bir kez bile olsun bakmadan arkadaşını takip etti. Önce kendimi toparlamak için yalnız kalmak istediğimi düşündüm ama sessizliğin ne kadar rahatsız edici olduğunu fark ettiğimde bu fikirden vazgeçerek revirden çıkmak için acele ettim. Koridorun ne kadar kalabalık olduğunu gördüğümde neredeyse gülümseyecektim ama herkesin yüzündeki o gergin, endişeli ifade bunu yapmama engel oldu. Alfred'in yüzü bembeyazdı ve bir köşede sigara içiyordu. Andy kaşlarını çatmış bir halde yerdeki bir noktaya bakıyordu. Derek sessizce ağlayan Lee'yi teselli ediyor, Samanta bir köşede oturuyor, Diego sırtını duvara yaslamış bir halde bekliyor; Tom, Oliver ve Bobby de kısık sesle konuşuyordu... Herkesin gözlerinde aynı korku vardı, aynı endişe, aynı umutsuzluk ve aynı ölüm gölgesi. Diyebileceğim bir şeyler aradım ama tek bulabildiğim 'Özür dilerim,' idi ve buradaki kimsenin de bunu duymaya ihtiyacı yoktu. O yüzden sessizliğimi korumanın yapılacak en akıllıca şey olduğuna karar verdim. Ne yazık ki diğerleri benimle aynı fikirde değildi. Sanki tartışmak için en ufak bir kıvılcım bekliyormuş gibi biri ağzını açtığında kızılca kıyamet koptu. "Tamam. Nihayet uyandı işte. Hadi gidelim artık." "Biraz sakin olur musun, Lee? Böyle davranmanın bir yararı yok. Kimse burada kalmak için can atmıyor zaten." diyen Derek kızın omzuna destek olurcasına dokundu. Lee başını öne eğdi, mini balo elbisesi onu sıcak tutmaya yetmiyormuş gibi titriyordu... "Anlamıyorsunuz! Orada bir ceset var! Gerçek bir ceset! Burada bir saniye daha kalamam! Yapamam! Ah, sanırım kusacağım!" Andy, Lee'ye oracıkta boğazına sarılmak istiyormuş gibi dik dik bakarak "Amma da gevezesin," diye homurdandı. "Biraz daha bu tonla konuşursan o manyağı buraya çekeceksin. Söyleneceksen en azından bunu sessizce yap. Ya da git başka bir yerde ağla." "Andy!" Andy kaşlarını kaldırarak Ashley'e baktı. "Ne? Yalan mı? Ağlayıp durmanın ne yararı var? Ne sanıyor? İki gözyaşı döktü diye o manyak ona acıyacak mı?" Dallas, o ana kadar sessizliğini korusa da Andy'nin ağzını hiç hoş olmayan bir şekilde açması üzerine bakışlarını ona çevirdi. "Kes sesini, Andy. Kimse bir yere gitmiyor." dediğinde Andy öfkeden köpürerek gözlerini kıstı. "Seni kim patron seçti lan?" diye çıkıştı ama tek bir kişi bile ona bu fikrinde destek olmadı. Yapılacak en akıllıca şeyin bir arada kalmak olduğu konusunda hemfikirdik. Eh! En azından bu noktada mantıklı düşünebiliyorduk. Derin bir nefes aldığımda olabildiğince dikkat çekmiyor olmama rağmen Lee'nin bana baktığını fark ettim. Pek de sempatik bir bakış değildi bu. Daha çok şüpheyle süzüyordu beni. Kendimi koruma içgüdüsü geri gelirken kollarımı bedenimin etrafına sardım. Neden bana öyle bakıyordu anlamıyordum. Sanki bir şeyler için beni suçlar gibiydi ve bu çok rahatsız ediciydi. Ağzını açtığında daha da rahatsız edici oldu. "Birini öldürdüğünü gördün. Neden seni hayatta bıraktı?" Gözlerimi aptal aptal kırpıştırdım. Aslında ne söylemek istediğini anladığımda "Beni hayatta bıraktığı falan yok." dedim duygusuz bir sesle. Sırf kızıl saçlı olduğum için muhtemelen onlardan bile daha kötü durumda olduğumu söylemek istedim ama Lee acımasızca devam etti. "Onunla birlikte çalışıyorsun, değil mi?" Ne? Ne saçmalıyor bu? Çok korktuğunu, hayatı için endişelendiğini biliyorum ama... "Hayır! Bunu ben yapmadım!" Lee beni duymuyor gibiydi, kıpkırmızı bir yüzle ayağa fırladı. "Sana inanmıyorum. Yalancı sürtük." diyerek bana doğru yürümeye çalıştı ama Derek hızla atılarak onu kolundan tutup çekti. Bana ulaşmaması için sıkı sıkı tuttuğunda Lee kurtulmak için debelenmeye başladı. Bir yandan da bağırıp duruyordu. "Bırak beni! Ona güvenmiyorum! Zaten Barry'le kavga etmişti!" Dehşete kapılmış bir şekilde "Sen deli misin?" diye soludum. Sonra gözlerim panikle etrafta dolandı. Diğerleri de böyle mi düşünüyordu? Samanta "Aman Tanrım!" diye mırıldanarak yüzünü elleriyle kapattı, Andy gözlerini devirdi, Ashley'in gözleri iri iri açıldı ve Dallas'da kaşlarını sertçe çattı. Herkes benim kadar şok olmuş görünüyordu. Öfkeden hızlı hızlı nefesler alan Lee'ye bakarken midemin bulanmaya başladığını hissettim. Tüm bu durumun korkunçluğu yetmezmiş gibi bir de bu kızın sinir krizi geçirmesiyle uğraşıyordum. Harika. Düşüncelerimi onlardan gizlemek için elimi kaldırıp saçlarımın arasından geçirdim. Kahverengi gözlerimde ve çillerle kaplı suratımda tereddüt ve hoşnutsuzluk kol geziyordu. Suçlandığım şeyin iğrençliği... Kendimi savunma ihtiyacı hissederek "Ben bir şey yapmadım!" dedim bir kere daha. "Olduğunu inandığın şey çok aptalca, Lee. Buna gerçekten inanıyor olamazsın. Yıllardır aynı okuldayız." "Yine de seni öldürmedi!" Çünkü o bir yamyam ve ben de kızıl saçlı bir kızım, muhtemelen beni yemeği falan düşünüyordu. "Ben sadece..." Oof. Ne diye kendimi açıklamak zorundaydım ki? Neye inanmak istiyorlarsa inanabilirlerdi ve ne düşündükleri de o kadar umurumda değildi ki! Gözlerim etrafta gezindi ve en son çatık kaşlarla Lee'ye bakıyor olan Dallas'a baktım. Yaptığım şey tamamen içgüdüsel bir şeydi çünkü katilin yamyam olduğunu sadece ona söylemiştim. Lee söylenerek kolunu Derek'in elinden çekip aldı. Bu sefer kurtarmayı başarmıştı. Sonra yüksek sesle gülerek -Gerçekten de sinir krizi geçiriyordu!- bana yaklaştı. Alaycı olmaktan çok hırçın bir sesle "Cidden mi? Dallas mı?" diyerek beni omzumdan ittirdiğinde sırtımı arkamdaki duvara sertçe çarptım. Homurdanarak gözlerimi kırpıştırdım. Oof ya! Bugün de herkesin bana zorbalık edesi tutmuştu! O anda Dallas'ın eski sevgilisi olan Samanta ile göz göze geldik, konunun gittiği yön yüzünden kız öfkeyle kaşlarını çatmıştı. Bir şey demeden başını yana çevirip boş koridora bakarak sertçe yutkundu. Ben de bakışlarımı yeniden Lee'ye geri çevirdim. Yüzüne bir tane çaksam kendine gelir miydi acaba? Hiç utanmadan "Sen onun tipi bile değilsin, seni ezik!" diye devam ettiğinde Andy yüksek sesle güldü ve Ashley'de "Arkadaşlarım neden böyle?" diye homurdandı... Dallas, öfkeli bir ses tonuyla "Benim adıma konuşmayı kes. Bu tür saçmalıklara tahammülüm olmadığını biliyorsun." dedi. Lee ile benim aramıza girdiğinde duruma müdahale etmesini beklemediğim için bu hamlesi beni şaşkına çevirdi. "Ayrıca korkunu bir kenara bırakıp düşünebilirsen, katilin Cassie'yi canlı bırakmasının tek nedeninin kendine eğlence arayan bir manyak olduğu için olduğunu anlarsın." Neden? Neden yapıyordu bunu? Neden savunuyordu beni? Bir gecede iki kez hem de? Aynı okulda olmamıza rağmen adımı bile bu gece öğrenmişti. Dallas, "Ve sen, gel benimle. Temizlenmen gerek. Her yerin kan içinde." dediğinde şaşkınlığım daha da arttı. Belki de bu yüzden bileğimi tutmasına ve beni peşinden götürmesine ses çıkaramadım. Diego gitmemize engel olmak için önümüzü kestiğinde Dallas onu omzundan tutarak kenara ittirdi. İki kapı ötede bulunan kızların soyunma odasına götürdü beni. İçeride beden eğitimi dersi için öğrencilerin kıyafetlerinin olduğu dolaplar ve kabinler vardı... Benim ismimin yazılı olduğu dolabın önüne geldiğimizde "Dolap kartımın yanımda olmadığını biliyorsun." diye mırıldandım. Dallas bileğimi bıraktı ve dolabımın kapağına güçlü bir yumruk atarak elektronik kilit sistemini kırdı. Kapak sarsılıp gıcırdayarak açılırken bunun işe yaraması karşısında dudaklarım hafifçe aralandı. Dallas, her zaman orada hazır tuttuğum temiz kıyafetlerimi alıp bana uzattığında üstümdeki elbiseden bir an önce kurtulmak istediğim için kabul ettim ve bana sırtını döndüğünde ben giyinirken odadan çıkmayacağını anladım. Daha önce hiçbir erkeğin yanında soyunmamıştım. Ciddiyim. Hiç. Yine de itiraz etmedim. Şu an yalnız kalmayı istemek berbat bir karar olurdu. Garip ama Dallas'ın bana bakmayacağından çok emin bir şekilde elbisemin fermuarını indirdim. Siyah şorttan, beyaz tişörtten, okulun armasını taşıyan ve kalçalarımı örtecek kadar uzun, koyu bir ceketten oluşan takımı giydim. Siyah çizgili beyaz ayakkabılarımın bağcıklarını bağlarken topuklu ayakkabılarımı ve güzel, yeşil elbisemi uzak bir kenara fırlatmıştım. Onları bir daha giymeye niyetim yoktu. Görmeye bile niyetim yoktu. Yanağımda hâlâ kan izinin olduğunu hatırladığımda bu düşünceden iğrenerek lavabo bölümüne yürüdüm. Titreyen ellerimle yüzümü soğuk su ile iyice yıkarken musluktan akan suyun giderek pembe rengine dönmesini yok saymaya çalıştım. Yüzümü kağıt havlu ile kutladım. Bu arada da aynadaki yansımama bakmadan edemedim. Berbat bir haldeydim. Burnumun üzerini kaplayan çiller dışında cildim o kadar beyazdı ki mezardan çıkıp geldiğimi sansalar şaşırmazdım. Şimdi korkudan bayılma fikri bana o kadar da acayip gelmiyordu. Bu halde yürümeyi başarmam bile bir mucize sayılırdı. İçimden kendime 'Sakin ol, sakin ol, sakin ol.' deyip duruyordum. Durumumuz için berbat demek az kalırdı. Okulda bir katil vardı ve üzerimizde kontrolünün olmasından zevk alıyordu. Bu onun için kahrolası bir avdı! Biz de avlanmayı bekleyen hayvanlardık! İçimden bir ses 'Bugün sizin ölüm gününüz!' diyordu. Kahretsin! Zaten lanet BALODAN nefret ediyordum! Gözlerimi yumarak lavaboda öne eğildim, kendi kendime konuşarak "Bunlar oluyor olamaz!" diye mırıldandım. Her şeyin bir rüyadan ibaret olmasını öyle çok istiyordum ki... Dakikalar sonra düşünüp durmanın bir işe yaramayacağını fark ederek gözlerimi açtığımda Dallas'a bakmak için arkamı döndüm, bunu yaptığım anda da gömleğini çıkardığını gördüm. Şaşkınlıktan ve panikten gözlerim iri iri açıldı. Soyunuyor muydu o? Oraya nereden geldiğini anlamadığım erkek gömleğini almak için uzanırken kollarının ve göğsünün taş gibi sağlam olduğunu gördüm. Gerçi bir sporcu olduğu için bu durum normaldi. Keşke benim de sporla uğraşmak gibi hobilerim olsaydı. Biraz kas o katilden kaçmama çok yardımcı olurdu doğrusu. Dallas, temiz gömleği -Eskisi kırışkırıştı ve üzerinde yer yer kan izleri vardı- omuzlarına geçirirken bana göz ucuyla baktı. Birden göz göze geldik. Ona bakıyor olduğumu fark ettiğinde her şeye rağmen utanarak boğazımı temizledim fakat Dallas bu çok önemsizmiş gibi davranarak "İyi misin?" diye sordu. Bunu az önce koridorda olanlar için sorduğunu biliyordum. Cevap vermeden önce iyi olup olmadığımı ciddi ciddi düşündüm. "Hayır... Ama sorun değil. Lee'nin buna ben sebep olmuşum gibi konuşması can sıkıcı olsa da şu an daha büyük sorunlarım var; İnsan yiyen, sosyapat bir katil gibi." Korkunç bir espriydi ama Dallas hüzünlü bir şekilde gülümsedi, cidden yaptı bunu. "Hmm," dedi sadece. Belirgin bir biçimde duraksadım. Sonra daha fazla dayanamayıp "Hiçbir şey kontrolünü kaybetmene neden olmaz mı?" diye sordum ona. Bunun yanıtını cidden merak ediyordum. "Kontrolümü kaybetmenin bana bir yararı olmayacaksa olmaz. Şu an mantıklı düşünmeye ihtiyacım var. Senin de dikkatli olmaya ihtiyacın var. Barry'yi hiç düşünmeden öldürdü ama seni öldürmek gibi bir niyeti yoktu. En azından o an için." "Ne demek istiyorsun? Sence o beni... Yemeyi mi planlıyor?" Dallas cevap vermeyince bunun çok açık olduğunu düşündüm. Başka ne olacaktı ki? Küfür etmek isteyerek ama bunu onun yanında yapamayacağımı bilerek lavabonun mermerine tutunup sertçe sıktım. Ağlamak istiyordum ama tam aksini yaparak yüksek sesle güldüm. "Harika! Bir katil beni yemeyi planlıyor ve okul arkadaşlarım da onunla çalıştığımı düşünüyor. Ne güzel bir gece. Ve bu partiye gelmek istemedim bile!" "Sadece Lee düşünüyor. Onu boş ver, korktuğu zaman mantıklı davranamıyor." Bunu duyunca Dallas'a geri baktım. Demem gereken tam olarak şuydu; 'Dallas... Bana yardım ettiğin için teşekkürler. Herhalde oradaki kimse beni savunmazdı.' Ama sinirlerim bozuktu ve ben de öfkeliyken mantıklı düşünemezdim. Bu yüzden dilime engel olamayıp Dallas'a çıkıştım. "Beni teselli etmene gerek yok. Eğer bir ceset bulmuş olmasaydık benimle konuşuyor olmazdın bile. Neden beni koruduğunu bilmiyorum ama buna bir son ver, senin acımana ihtiyacım yok." Vay canına. Aynı Elias'ın bana davrandığı gibi davranıyordum ona. Ne eksik ne fazla. Daha kelimeler dudaklarımdan çıktığı anda söylediklerim için pişman olduğumu hissetmiştim. Kendime yapılmasından hoşlanmadığım şeyi bir başkasına yapmıştım. Hissettiğim pişmanlığı hafifletmek için ondan özür dilemek istedim ama Dallas'ın ifadesi sessizliğimi sürdürmeme neden oldu. Kafası karışmış olsa da gözleri sertti. "Normal bir insan teşekkür ederdi." dedi ağır ağır. "Ayrıca Lee benim adıma konuşuyordu, sanırım bu durumda müdahale etmeye hakkım var." Gülümsememdeki acı dalgasını kalbimin taa derinliklerinde gizlenen karanlık yerde hissedebiliyordum. "Kendin için yapıyorsan sorun değil ama ben beni kurtarmaya çalışmanı hak etmiyorum." "Ashley bana Elias'a yardım ettiğini söylemişti." "O farklıydı. O, birinin onu kurtarmaya çalışmasını hak ediyordu." Dallas neden böyle bir şey dediğimi anlamayarak yüzüme karanlık bakışlarla baktığında bu konuşmayı savuşturmak isteyerek başımı iki yana salladım ve diğerlerinin yanına dönmek için hareket ettim. Bunun düşündüğüm kadar kolay olmayacağını tahmin etmem gerekirdi; Dallas yanından geçerken beni durdurmak için kolumu tuttu. Durdum. Derin bir nefes aldım ve bana artık küf tutmaya başlamış o acıyı hatırlatan adamın gözlerine baktım. Sesi kulaklarımdan ziyade kalbime işlerken "Neden herkesi dışladığını bilmiyorum ama daha ne kadar buna devam edebileceğini sanıyorsun?" diye sorduğunu duyduğumda iliklerime kadar ürperdiğimi hissettim. Daha önce kimse bana böyle bir soru sormamıştı. Annem bile. Kolumu sertçe çekerek elinden kurtardım ve yanından geçerken mırıldanarak cevap verdim. "Hakkımda hiçbir şey bildiğin yok."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD