İçimden bir ses soyunma odasına gelenin katil olduğunu çok iyi biliyor olsa da çok korktuğum için buna inanmak istememiştim...
Ama işte oydu.
İnkâr etmek içine düştüğüm bu cehennemde hiçbir işe yaramazdı. Matthew'in dosyasını okuduğum ve sabah haberlerinde duyduğum an gözlerimin önüne gelirken titremem daha da arttı ama neyse ki kendimi tutmayı becerdim ve ağzımdan hiç ses çıkmadı. Kahretsin ki, tek tehlikede olan biz değildik! Okulda bizden başka öğrencilerin de olduğunu ve kahrolası bir Hazine Avı'nda oldukları için katille karşılaşma ihtimallerinin ne kadar yüksek olduğunu düşündüm bir an. Yine de şu an sadece kendim için endişeleniyordum. Kendimi kurtarmak zorundaydım. Eğer o pislik yan taraftaki kabinde olduğumuzu ve onu bunları yaparken gördüğümüzü fark ederse bizi kesin öldürürdü! Soyunma odasında yankılanan birkaç öfkeli küfür sesi daha duydum. Sonra adam cesedi kabine sıkıştırmayı becerememiş olmalı ki, müthiş bir öfkeyle yumruğunu kabinin duvarına geçirdi. Kabin sertçe titredi. Adamın fiziksel gücü karşısında irkilsem de sesimi hiç çıkarmadım. Kıpırdamadan durdum. Bana sonsuz gibi gelen bir sürenin ardından Dallas "Tamam, gidiyor." diye fısıldadı ve hemen ardından bir kapının sertçe çarpılma sesini duydum. Ah, çok şükür! Bizi fark etmeden gitmişti! Bu düşünceyle dizlerimin bağı çözüldü, yere yığılacakken Dallas endişeyle beni kollarımdan yakaladı. Başımı hafifçe salladım ve dudaklarım midemde ne varsa çıkarma isteğiyle titredi. Ayaklarımın altından akan sıvıya bakamadım bile. Kan kokusuna dayanamıyordum. Yan tarafımızda iki ceset olduğu düşüncesine daha da dayanamıyordum.
O kadar hızlı nefes alıp veriyordum ki, bir noktadan sonra aldığım nefes yetmemeye başladı. Galiba panik atak geçiriyordum. Ya da travma sonrası stres bozukluğu...
"Korktuğunu anlıyorum ama kendine gelmelisin, Cassie. Bu şekilde bana yardımcı olmuyorsun."
"O... O katil buradaydı ve... Ve birilerini öldürdü..."
"Biliyorum." dedi sertçe, başını iki yana sallarken durumu idare etmeye çalışarak "Yanındayım, tamam mı? Yalnız değilsin. Sakinleş." dedi.
Sakinleşmek şöyle dursun, dudaklarımın arasından öfkeli bir homurtu döküldü. "Onun tam olarak kim olduğunu biliyor musun?" diye yakındım çünkü belli ki bilmiyordu. Matthew'in dosyasını okuduğum ve haberlerini duyduğum an gözlerimin önüne gelirken o pislikten kurtulma ihtimalimizin ne kadar düşük olduğunu düşünmeden edemedim. Bu düşünce beni daha da panikletti. Burada ölecektik! Hepimizi öldürecekti!
Dallas, ifademi süzerek "Hayır," dedi. Kararsız bir sesle "Yoksa sen onu tanıyor musun?" diye sordu.
"Babam polis. Dosyasını okudum."
Bakışları daha da ciddileşti. "Bana her şeyi anlat."
"O bir seri katil... Bir de yamyam... İnsan eti yiyor."
Sesli söylemek daha da berbat hissettiriyordu.
Dallas, şüpheli bir şekilde "Ama öldürdüğü o güvenlikçileri yemedi." dedi ve katilin dediğim kişi olduğundan emin olamıyormuş gibi kaşlarını sertçe çattı ama adamın 'Matthew' olduğundan emindim. İşin kötüsü de buydu ya zaten! Matthew'e yakalanırsam eğer neler olacağını az çok bildiğim için dudaklarım acı bir tebessümle titredi.
"Evet... Çünkü seçici biri, sadece kızıl saçlı kadınları yiyor."
Dallas'ın koyu yeşil gözleri omuzlarımdan dökülen dalgalı, kızıl saçlarımda dolandı ve neler olduğunu anlayınca ifadesi sertleşti. Kısık sesle bir küfür savurdu. "Kahretsin!" dedi, gerçekten de kahretsindi! Korku yüzüme daha da yerleşirken Dallas bu bilgiyi kabullenerek başını öne salladı. "Seni bu okuldan çıkaracağım Cassie, yemin ederim ama önce Ashley ve Diego'yu bulmam lazım. Onlar benim arkadaşım. O pislik okulda dolanıp dururken onları burada bırakamam, anlıyor musun?"
Anlıyordum. Kahretsin ki, anlıyordum. Kimseye ihanet etme, diye düşünürken Dallas'ın arkadaşlarına olan sadakatini görmek beni şaşırtmaktan çok yaraladı. Bu ben de asla olmayan bir şeydi. O yüzden bunu taktir ediyordum. Gerçekten taktir ediyordum. Çok korkuyor olmama rağmen garip bir şekilde düzgün bir sesle cevap verdim, "Tamam. Hadi, onları bulalım." dedim. Dallas bu teklifi bu kadar kolay kabul ettiğim için şaşırmış gibiydi ama sorgulamadı. Ayakta durabileceğimden emin olana dek bekledikten sonra kollarımı bıraktı ve soyunma kabininden çıkmak için benden uzaklaştı. Ben de bacaklarıma güç vererek kan kokan kalbinden çıktım. Adımlarım dikkatli ve ürkekti. Hâlâ biraz titriyordum ama nispeten de olsa bir planımız olduğu için ilk baştaki kadar kötü bir halde değildim. Dışarı çıktığımda gözüme ilk çarpan şey cesetlerin olduğu kabin kapısının kapalı olduğuydu, ki buna şükrettim. Onları bir kere daha görmeye katlanamazdım. Yerdeki kan gölüne bakmamaya ve basmamaya dikkat ederek etrafından dolandım. Dallas'ın arkasından soyunma odasından çıktığımda koridordaki ışıkların kapatılmış olduğunu gördüm. Işıksızlık beni rahatsız etmiyor değildi ama karanlık daha iyiydi değil mi? Bizi gözlerden gizliyordu en azından. Dallas, sanki aksini yapmaya cesaretim varmış gibi beni "Bana yakın dur." diye uyararak merdivenlerin olduğu tarafa yöneldi. Onu takip etmeden önce omzumun üzerinden asansörün olduğu tarafa baktım ve kabinin yukarı kata çıkıyor olduğunu gördüm. Yavaşça yutkundum. Merdivenler iyi fikirdi, evet.
Adımlarımızı olabildiğince sessiz tutarak merdivenlerden çıktık. Kulaklarımda yankılanan tek ses kendi kalp atışlarımdı. Okul her zaman bu kadar korkunç muydu? Yoksa az önce olanlar yüzünden mi bu ıssızlık beni ürkütüyordu? Sanki gölgeler hareket ediyor, uzanıp beni yakalamaya çalışıyordu. Dallas'a öyle yakın duruyordum ki, neredeyse kokusunu alabiliyordum. Koridor ile merdiveni ayıran sahanlıktayken fısıldayarak "Kuzeninin ve sevgilisinin nerede olabileceklerini biliyor musun?" diye sordum.
"O aptal oyun başlayalı birkaç dakika oldu." dedi ve koridora geçmeden önce durup etrafı kolaçan etti. "Fazla uzaklaşmış olamazlar."
Harika! Sonunda iyi bir haber!
Nerede olduğunu anlamak için Ashley gibi düşünmeye çalıştım. Onun yerinde olsam nereye giderdim? Nefesim dehşetle kesildi ve endişe dolu bir tereddütle "Ashley bu gece çok üzgün görünüyordu." dedim. "O ruh halindeyken oyun oynayacağını sanmıyorum. Muhtemelen yalnız kalabileceği bir yere gitmiştir." Dallas kaskatı kesildi ve bana yandan bir bakış attı. Ne düşündüğünü anlayarak yüzümü hafif bir şekilde buruşturdum. Ah, umarım Ashley yalnız değildir. Yani, hâlâ biraz ısrarcı olduğunu düşünüyorum, evet ama daha önceki kaba tavrım yüzünden ondan özür dilemek için bir şansım olmalıydı.
"Neden üzgündü?"
"Bilmiyorum, galiba babasıyla arası bozuk."
Dallas anladığını göstermek için "Hmm..." dedi. Verdiği tek tepki de buydu. Bu yüzden çocuğun keskin yüz hatlarını, duygusuz ifadesini incelemekten kendimi alamadım. Yeşil gözleri durgundu. İçimden bir ses onun Ashley'in neden bu kadar üzgün olduğunu bildiğini söylüyordu. Korku hâlâ damarlarımda akan bir duygu olduğu için bunu umursamadım ve Dallas koridorun sol tarafına yürüdüğünde yavru bir ördek gibi onu takip ettim. İçimden 'Ne olur, ne olur onları bir an önce bulalım!' diye dua ediyordum. Bu lanet okuldan ne kadar erken çıkarsak o kadar erken polise ve aileme ulaşırdım. Galiba hayatım boyunca bir daha hiçbir partiye katılamayacaktım.
Ailemi gördüğüm o son an gözlerim önüne gelirken ısrarcı ama sevgi dolu annemi, beni şaşırtacak kadar anlayışlı olan babamı, sinir bozucu küçük erkek kardeşimi ve Hedwig'i bir daha görüp göremeyeceğimi merak ettim.
Bu düşünce kalbimi kırdı.
"Cassie?"
Dallas'ın ismimi seslendiğini duymak beni kendime getiren şeydi. Öğrenci dolaplarının yanındaydık. En son buradayken Andy ile kavga etmiştim...
"Evet?"
"Çok sesli nefes alıyorsun. Seni koridorun diğer ucundan bile duyardım."
"N-ne?" diye kekeledim. Sonra gerçekten de aşırı sesli bir şekilde nefes aldığımı fark ettim. Ciğerlerime yeterince oksijen gitmiyormuş gibi hissettiğim düşünülürse komik bir detaydı aslında. "Affedersin. Ben çok gerginim de." dedim panikle nefesimi tutarken.
"Biliyorum. Rahatlamana ve sakinleşmene ihtiyacım var, bunu benim için yapabilir misin?"
Sakinleşmek zorundaydım çünkü korkuya yenik düşmenin bize bir faydası olmayacaktı. Keşke düşünmek yapmak kadar kolay olsaydı. Tam Dallas'ın dediğini yapmak üzereydim ki, müzik odasından gelen bir ses yerimden sıçramama ve korkuyla Dallas'ın koluna yapışmama neden oldu. Parmaklarımı çocuğun adalelerine gömdüm. Gömleği avucumda kırış kırış oldu. Kolunu aşırı sıkı bir şekilde tutuyordum ama stresimi bir şekilde de atmam gerekiyordu. Panikle "O da neydi öyle?" diye fısıldarken ensemden aşağı bir ürperti indi ve kalbim güm güm atarken gözlerimi karanlık koridorda gezdirdim. Her an bir yerlerden katilin fırlayıp bize saldırmasını bekliyordum. Katilin özellikle kızıl saçlı kadınlara takıntılı olduğunu bildiğim için kendimi çok savunmasız hissediyordum. Kahretsin! Korkudan ölünebilse o an ölürdüm.
Dallas, "Birileri müzik odasında." diye açıkladı ve sesleri dinlemek için durakladı. Hafif bağırışlar kulaklarıma ulaşırken yandaşımın kolunu yavaşça bırakıp kaşlarımı hafif bir merakla çattım. Gerçekten de müzik odasında birileri vardı! Acaba Hazine Avı listesinde gitar penası falan yazıyor muydu? Ne olursa olsun, öğrencilerden biri oradaysa eğer onu mutlaka burada olup biten konusunda uyarmalıydık! Aramızdaki boy farkı yüzünden Dallas bana bakmak için başını biraz eğmek zorunda kaldı. "Kavga ediyorlar. Bu Ashley'in sesi."
Emin olmak için iyice kulak kesildim.
"Sana hiçbir cevap borçlu değilim!"
Bu gece bu sesi yeterince duymuştum, gerçekten de Ashley'in sesiydi ve her kimle konuşuyorsa gerçekten de kavga ediyor gibi bir hâlleri vardı.
"Yürümüyor, Diego." dedi Ashley ve bir iç çekiş duydum. "İlişkimiz yürümüyor."
Ardından Diego'yu duydum, şaşırmıştı ve sesi de kulağa oldukça öfkeli geliyordu. "Tek açıklaman bu mu? Yürümüyor? Beni bu şekilde terk ettiğine inanamıyorum, Ashley. Hiç değilse mantıklı bir neden söyle."
Harika. Psikopat bir seri katille aynı yerde olmam yetmezmiş gibi, bir de bir ilişki dramının tam ortasına mı düşmüştüm? Buna kesinlikle tanık olmak istemiyordum ama o ikisini olanlar konusunda uyarmak zorundaydık. Hem Dallas onlar olmadan bu cehennemden gitmeyi reddediyordu! Dallas'da benim gibi düşünüyor olmalı ki sıkkın bir tavırla göğüs geçirdi ve müzik odasının kapısını açıp içeri girdi. Yalnız olmaktan ölesiye korktuğum için ben de aceleyle peşinden gittim ve ona olabildiğince yakın bir şekilde durdum. Konuşması bölünen sevgililer tartışmayı bir kenara bırakarak dönüp bize baktılar.
İlk konuşan Dallas'dı; Sakin bir sesle "Konuşmamız gerekiyor." derken kontrolüne hayran kaldım çünkü konuşmak istesem bile konuşabileceğimi sanmıyordum, hele ki sakin bir sesle!
Fakat faydasızdı çünkü Ashley kimseyi dinlemeyecek kadar üzgün ve öfkeliydi. Diego'nun gözleri ise Ashley'in üzerindeydi. Çatılmış kaşları onu öfkeli gösterse de gözlerinin arkasında daha yumuşak, acı bir şey gizleniyordu. "Şu an zamanı değil, dostum." derken gergin bir tavırla parmaklarını saçlarının ardından geçirdi. "Cidden. Burada bir şey konuşuyoruz. Sorun her neyse, sonra hallederiz."
İfadesi daha da ciddileşirken Dallas kaşlarını çattı. "Bu önemli."
"Bu daha önemli."
"Hayır. O haklı. Gerçekten önemli," diye araya girerken bu durumu olabildiğince kısa ve öz tutmaya çalışıyordum. Dallas'ın arkasında saklanan bedenimi ortaya çıkardım. Diego bariz bir şüpheyle bana baktı, Ashley ise beni gördüğüne hiç mi hiç memnun olmayarak kollarını göğsünde kavuşturdu ve başını yana çevirip kaşlarını çattı. Şey. Ona gösterdiğim o kaba tavırdan sonra sanırım bu tepkiyi dibine kadar hak etmiştim. Yine de bunu umursayacak ya da bunun için pişmanlık duyacak bir halde değildim. Konuşmaya devam ettim, "Çok, çok çok kötü bir şey oldu." derken sesim yumuşaktı, Diego ve Ashley'i kavga etmeyi kesip bizi dinlemeye ikna edebilirdi. Kahrolası ilişkilerinden daha ciddi bir sorun vardı burada! İkisi de ölebilirlerdi! Hepimiz ölebilirdik!
Diego, yüz ifademi fark etti. Betim benzim atmıştı, aşırı hızlı bir şekilde nefes alıyordum ve gözlerim de fal taşı gibi açılmıştı. Nasıl göründüğümü az çok tahmin edebiliyordum; Ürkmüş bir ceylan gibi. Diego birden daha dikkatli, daha ciddi bir hâle büründü. Kendi sorununu bir köşeye atarak "Sorun nedir?" diye sordu.
"Buradan çıkmamız gerekiyor."
"Onu anladım... Ama neden?"
Bu durum bana ölesiye kızgın olan Ashley'in bile dikkatini çekmişti. "Ne oldu? Sorun ne? Beni endişelendiriyorsunuz. Hem sen ve Cassie neden bir aradasınız?"
Son soruyu hiç umursamadan, "Aşağıda bir ceset gördük. Katil de hâlâ buralarda. Bu okuldan defolup gitmeliyiz." diye devam etti Dallas. Dayanamadım ve ona şaşkın şaşkın baktım. Bunu birden, böyle söylemesini ben bile beklemiyordum ama daha iyiydi sanırım. Ne kadar hızlı Ashley ve Diego'yu ikna edersek buradan da o kadar hızlı çıkardık. "Ve bu konuda çok ciddiyim."
Ona çarpan şaşkınlık dalgasıyla bir adım gerilerken "NE!" diye haykırdı Ashley.
Diego'da şaşırmıştı ama tepkisi daha ironik oldu ve boğuk bir sesle güldü. "Bu hoş bir şaka değildi şimdi."
"Şaka yapmıyorum. Hayatımız tehlikede. Burada kalırsak öleceğiz."
Ashley ve Diego birbirlerine baktılar, ikisinin de gözlerinde şüphe vardı fakat Ashley Dallas'a geri bakarken kaşlarını öfkeyle çatmıştı.
"Dallas, çok ciddiyim, bu bir şakaysa, sahip olduğum her şeyin üzerine yemin ederim ki, seni..."
"Ben böyle bir şaka yapar mıyım?"
"Şey... Hayır... Ama..." Ashley çıplak kollarını güzel, kırmızı elbisesinin etrafına sardı ve hoş bir makyajla daha da güzel hale getirilmiş olan yüzünü asıp huysuz huysuz homurdanarak "Saçmalık!" diye karşı çıktı. Gözlerinde hafif bir korku vardı. "Kapıda iki tane güvenlik görevlisi var. Burada öylece birini öldürüp bundan paçayı yırtamazsın. Bir yanlış anlaşılma olmuş olmalı."
Dallas buna güldü ama keyiften uzak, öfkeli bir gülüştü bu. Cüretkâr bir tavırla "Bunu ölü güvenlik görevlileriyle tartışmak ister misin?" diye sorunca bir an ben de gülecek gibi oldum. Sinirlerim bozulmuştu galiba, bunun başka açıklaması olamazdı. Gülmemek için başımı iki yana salladım ve kahrolası konuşmalarının bitmesini beklemekten başka çarem olmadığı için sessizliğimi sürdürdüm. Kahretsin ki beklemek hâlimi daha da kötü yapıyor, hissettiğim gerginliği daha da kötü bir hâle getiriyordu. Tek istediğim evime dönmekti, aileme...
Diego "Tamam." diyerek Dallas'a dikkatle baktı, bakışlarında kendini hemen belli eden kaba bir şüphe vardı. "O halde göster bize. O cesedi görmek istiyorum."
Bu düşünceyle baştan sona ürperdim; Dallas ise kaşlarını öfkeyle çattı.
"Ciddi misin, Diego? Hâlâ yalan söylediğimi mi düşünüyorsun? Hem oraya geri falan dönmeyeceğiz."
"Neden?"
"Çünkü katil orayı bir ceset zulası olarak kullanıyor, sersem! Muhtemelen bir sonraki..."
Ah, hayır! Tartışıyorlardı! Hem de tam burada, müzik odasının içinde! Ashley ne yapacağını bilemez bir halde sevgilisine- Pardon, eski sevgilisine ve kuzenine baktı. Bu yüzden bir kere daha aralarına girmekte sakınca görmeyerek, cılız bir sesle, "Lütfen," dedim. "Buradan gitmek istiyorum. O yüzden lütfen çıkalım şu okuldan. Dallas şaka falan yapmıyor. Aşağıda gerçekten bir ceset var."
Diego yeniden bana bakarken gözlerini sertçe kıstı çünkü inanıp inanmamakta hâlâ tereddüt ediyordu. Ashley ürkekçe koluna dokununca genç kıza bakmak için başını çevirdi. Ashley, sanki az önce ondan ayrılmak isteyen o değilmiş gibi uysal bir sesle konuştu.
"Dallas asla şaka yapmaz ve yapacak olsa bile buna Cassie'yi dahil etmez. Bu ikisi son üç yıldır birbirlerine selam bile vermediler. Bence... Bence doğruyu söylüyorlar."
Sonunda mantıklı düşünen biri! Ah, şükürler olsun!
Diego'nun ifadesinde şüphe vardı. Hâlâ dediklerimize inanmakta güçlük çekse de "Tamam. Kahretsin. Çıkalım bu okuldan. Ama şaka yapıyorsan seni öldürürüm!" diyerek bize teslim oldu. Dallas, Ashley ve Diego'yu birkaç adım arkalarından takip ederken endişeden ellerimi ovuşturup duruyordum. Bir an önce bu okuldan çıkıp babama haber vermek, güvende olduğum o eve geri dönmek istiyordum. Rahatlamak için derin bir nefes aldım ve 'Sakin ol. Nispeten bile olsa güvende sayılırsın. Kalabalık bir gruptayken saldırmaya cesaret edemez.' diyerek kendimi rahatlatmaya çalıştım. O sırada koridordan döndük. Karanlık yüzünden kim olduğunu tam olarak anlamasam da Dallas'ın -En önde yürüyen oydu- uzun boylu bir gölgeyle karşı kaşıya geldiğini gördüm. Birden durdu; Sırtındaki kaslar kaskatı kesilirken kısık sesle bir küfür savurdu. Sesinde nefretle karışan bir öfke vardı. İlk aklıma gelen o katildi ama Ashley ve Diego çok sakin görünüyordu. O yüzden arkalarından çıktım ve Dallas'ı bu kadar öfkelendiren o figürü görmek için öne doğru bir adım attım. Kim olduğunu görünce 'Elbette o!' diye düşündüm. Andy'ydi. Üstelik yalnız da değildi. Omzunun iki yanında bekleyen iki figür daha vardı; Barry ve Alfred...
Berbat geceyi daha da berbatlaştırmak için üç zorbayla ve bir seri katille okulda tıkılı kalmaktan daha iyi bir şey yoktur.