~ ~BAY HAYALET~ ~
Oturduğu yerden ok gibi fırladı ama az kalsın yere düşüyordu. Yüreğim ağzıma geldi o anda. Sanki onu tutabilirmişim gibi kapıldığım heyecan ve korkuyla ayağa kalktım bende.
Ömür, koltuklara tutuna tutuna kameraya yaklaşırken, bende eğilip, ellerimi masanın üstüne koydum ve biraz daha ekrana sokuldum.
Zar zor da olsa gelip, tam kameranın karşısında durdu, tabii buna durmak denirse artık.
Dengesini korumakta zorlanıyordu. Resmen iki yana sallanıyordu. Yine ikili koltuğun sırt kısmına dayandı, hatta hafiften oturdu.
"Evet, lütfen orda otur! Sakın hareket etme!"
Tedirgin, hatta korkmuş, kendi sesimi duydum odamın içinde.
Gözlerini kameraya dikti, kötü kötü bakıyor ve hala ağlıyor.
"Siz beni çıldırtmaya yemin mi ettiniz bugün ya? Sözleştiniz mi aranızda ha?"
Tüm öfkesiyle bağırarak söylediği bu sözler karşısında, "biz kim?" dedim sanki beni duyabilecekmiş gibi ve aynı anda ne saçma soru bu diye düşünüp, kendime kızarken buldum yine kendimi.
Susunca bu defa işaret parmağını dudaklarına götürdü, kıkırdıyordu yine ve, "şiiişştt... sessiz olalım lütfen, millet uyuyodur ya, dimi üçkağıtçı hayalet?" dediğinde güldürdü, bu defa kızgınlık, şaşkınlık ve korku sarmalındaki beni de.
Şimdi de onun aklında üçkağıtçı olmuştum. Rahat rahat, düşüncelerini dümdüz paylaşıyordu benimle ve aslında bunu hep yapıyordu. Açık, gizi olmayan biri olduğunu artık iyice anlamış durumdayım ve fark ettiğim başka bir şey daha vardı ki oda sarhoş olduğu gerçeği idi ama çok sevimli, çok tatlı bir sarhoştu.
Hem ağlıyor, hem de gülüyordu durmadan. Bir ara yere o kadar çok eğildiki düşecek sandım ve sanki onu tutabilecekmişim gibi panikle ekrana ellerimi uzattım, ama sadece boşluğu yakalayabilmişti avuçlarıma kapanıp, baskı yapan parmaklarım.
Umarım, bu geceyi kazasız belasız atladırdı, yani atlatabilirdik hem ayrı ayrı, hem birlikte.
Elim kolum bağlı onu öyle izlemek, artık hiç olmadığı kadar zordu benim için.
Yavaş yavaş doğruldu ama hiç iyi değildi. Hıçkırıklarını duyabiliyordum ve ne yapacağımı bilememenin çaresizliğini yaşıyordum.
Bir an acaba gitsem mi yanına diye düşünmedim değil ama biliyordum ki yapamazdım, hangi vasıfla çıkabilirim ki karşısına?
Teselliye ihtiyacı vardı ve aradığı o teselliyi hiç olmaması gereken yerde, içkide bulmaya çalışıyordu ama daha çok dibe vuruyordu, üstelik bu daha başlangıçtı.
"tabii dinledin, odada o şarkıyı söylerken beni, aşağıda da özellikle söylettin, dinlemek, hatta dinletmek istedin yeniden dimi? Bunu niye yaparki bir insan? Hem beni dikizleyip, aynı anda bilinmek istedin çünki. Yetmiyor dimi artık sadece beni ordan izlemek, yetmez tabii bay patron hayalet?Ne o bana gücünü mü gösteriyordun,her şey senin emrine amadeymiş,istediğin her şeyi yapabilirmişsin, onu mu anlatmaya çalışıyodun ha uyuz bay yürüyen ego?! Ama sana şu kadarını söyliyim, görüp göreceğin rahmet işte bu kadar. Yarın basıp gideceğim burdan, bul bulabilirsen beni sonra. Bu ne ya? oyun içinde oyunlardan bıktım, usandım. Seninde oynayacağın bu kadar işte!" farkında olmadan yine bağırmıştı ve açıkçası bu benim umrumda bile değildi. Umrumda olan tek şey hakkımdaki düşünceleriydi ve niye kırılmış gibi hissediyordum?
Sözleri bittiğinde biraz da şaşkındım. Hem sarhoş olup, hem bu kadar düzgün nasıl düşünebiliyordu ve birde bana beni sorgulatmayı nasıl başarıyordu?
Söylediklerinde kısmen haklıydı ama o son söyledikleri... ne yani gerçekten ona gücümü mü göstermeye çalışmıştım?
Üstelik suçlanmıştım hemde bay yürüyen 'ego' olmakla!
Yok, yeni adımı sevmedim hatta nefret ettim. Takıldım çok pis buna, öyle miydim gerçekten?
Beni kendimle ilgili düşüncelere, sorulara boğmuşken, bir anda yere yığılıp kaldı.
İyice panikledim ve kendime şaşırıyordum. Her zaman soğukkanlılığımı koruyan ben, yerimde duramaz olmuştum, odamın içinde deli gibi dönüp duruyordum ama ne yapacağımı bilemiyorum.
Heyecanım, korkuma yenik düşerken, düşünüyorum ve o, hala yerde yüz üstü yatıyor. Aklımda bir sürü düşünce ve karar vermeye çabalarken ona bakıyorum.
Kahretsin!
Kıpırdamıyor.. odanın ses sistemini açsam mı acaba? Elim, masadaki bağlantı cihazına uzandı, dudağımı kanatmak ister gibi ısırıyorum. Çok ama çok kararsızım. İyice zoom yaptım kamerayı, yok hiç kıpırdamıyor, kaldı öyle! Sanki, sanki ölmüş gibi!
Ya alkol komasına girdiyse, lanet olsun ya! Ne diye içtin o kadar be kadın?
Ne yapmalıyım ya? Kalbim, artık göğsümde değil, kulaklarımda atıyor. Dayanamadım ve bastım düğmeye. Kulaklığımı taktım, mikrofona konuştum sonunda.
"Ömür, iyi misin?"
Bekliyorum ama saniyeler sanki yıl gibi ağır geçiyor..yok, hiç ses yok...
"Ömüür!"
Kesin bir şey oldu ona! Bozdum niyeti, gideceğim yanına...açıklamayı sonra düşünürüm, göz göre göre ona bir şey olmasına izin veremem.
Koştum, çıktım hemen yedinci kattaki süit odamdan. Asansörlere koşarken, aklımda bir tek o, elimde son anda almayı akıl ettiğim yedek anahtar var.
Çağırdığım asansör geldiğinde o kadar endişeliydimki, belli bir saniye sonra açılacak olan kapıyı deli gibi tekmelemek geçti içimden. Sonunda iki yana açıldığında kayan o baş belası çelik kapılar, hemen içeri girdim ve önce üçe, sonra kapa düğmesine telaşla üst üste defalarca bastım. Sonunda kapılar yüzüme kapandığında derin bir nefes aldım.
Umarım, anahtar kapıda takılı değildir, yoksa işim iş. Üçüncü kata geldiğimde aç düğmesine bastım bu kez ard arda. Nihayet kapılar açıldığında, kendimi dışarı attım ve hayatımda hiç olmadığım kadar hızlı koşmaya başladım. Ne diye kışlık, kalın ceketimi çıkarmamıştım ki! Nasıl da terledim?
Hep onun yüzünden!
Lanet olası koridor koştukça uzuyordu sanki ve o üç yüz yedi nolu oda uzaklaşıyordı sanki ben ona yaklaştıkça.
Nihayet kapının önüne geldiğimde durdum ve sırf heyecandan nefes nefese kalmıştım. Elimi kapıya uzattım ve bir iki tıklattım.
Gelen, giden, ses veren yok.. hala yerde olmalı. Anahtarı, kapının kilidine taktım ve çevirdiğimde rahatlayarak tuttuğum nefesimi bıraktım. Kilidin metalik açılma sesini duyduğumda, yine nefesimi tuttum. Heyecandan bayılmasam iyiydi.
Yavaşça kapının kolunu çevirip, kapıyı geriye ittim. Koridorun ölgün ışığından sonra, odanın içini dolduran güçlü ışık bir an gözlerimi aldı. Gözlerimi kırpıştırıken İçeri girip, kapıyı yavaşça kapadım.
Birkaç adım sonra onun yanı başında ayakta duruyordum ve açkçası çok korkuyordum. Bir eli yanına düşmüş, kalmıştı. Yavaşça parmak uçlarımda yere çöktüm. Başı balkona bakıyordu ve çekinerek, yerdeki elinin bileğini tuttum.
Ona böyle de olsa dokunmak çok garipti. Nabzını bulmaya çalışıyordum. Sonunda, nihayet sonunda buldum. Nabzı atıyordu uslu uslu... topuzu bozulmuş, saçları dağılmıştı. Yaşıyordu, peki şimdi ne yapacaktım? Öylece yerde, siyah ayakkabılarımın içinde acımaya başlayan parmak uçlarımda ona bakıyordum.
Yerde böyle kalamazdı, her yer halı kaplıydı ama onu öyle bırakmaya içim el vermiyordu.
Beynim, sürekli hesap yapıyordu. Yüz üstü yatması işimi zorlaştırıyordu. Tek çare onu kucağıma alıp, yatağa yatırmaktı.
Diğer tarafa geçtim ve yüzüne savrulan saçlarını parmak uçlarımla kovaladım. Yüzünü ilk kez bu kadar yakından görüyorum. Kameradan yada lobide, restorantta, karaoke salonunda görmeye, uzaktanda olsa görmeye hiç benzemiyordu onu böyle çok yakından görmek ve onun çok yakınında olmak.
Nasıl kaldırabilirdim ki onu ve ben bunun hesabını yaparken, sanki işimi kolaylaştırmak ister gibi yavaşça kıpırdadı ve bedenini döndürdü. Hızla ayağa kalkıp, telaşla bir iki adım geri gittim.
Ellerim saçlarımın arasında sebepsiz yere gezinirken, ona bakıyordum.
Üzerinde, hangi ara giyinmiş bilmiyorum, çünki onu ilk gördüğümde kameranın karşısında elbisesi vardı ama şimdi pijamalıydı ve iyikide öyleydi.
Ona yaklaştım ve yere çöktüm. Sol dizime dayanıp, ellerimi uzatıp, sırtının altından geçirip, onu hafif yerden kaldırdım ve bedenini göğsüme dayadım ve hiç beklemediğim bir şey yaptı.. kollarını boynuma doladı ve bir isim fısıldadı. "Aykut."
Alt üst oldu ruhum, aklım... iyice göğsüme sokulurken, "beni bırakma Aykutum," dediğinde kalbime bir şey battı sanki ve fark ettimki onu duymak istemiyordum, hemde hiç duymak istemiyordum.
Daha fazla oyalanmadan, kucağımda onunla ayağa kalktım. Ne kadar da hafifmiş. Yüzünü boynuma gömünce ürperdim, irkildim. Yüreğimden kopup gelen o ses, isteğimin dışında dudaklarımdan döküldü.
"Yapma bana şunu ya!"
Dudağımı ısırdım asiliğini cezalandırmak ister gibi. Onun nabzı nasıl usluysa, benim kalbim küçük yaramaz bir çocuk gibi kıpır kıpırdı.
Kalbimin küt küt atışlarını duymazdan gelmeye çalışarak yatağın yanına geldiğimde, yine dizimle yataktan destek alarak onu yavaşça ait olduğu yere bıraktım ve hala sıkıca boynuma doladığı kollarını tutup, kendimi geri çekmek istedim ve o, aynı anda gözlerini araladı.
Öylece kaldım, resmen nefes almayı unuttum. Çığlık atabilirdi, sonuçta onun için bir yabancıydım ve onun odasındaydım, tamda yanı başında...
Kollarını çekmek istediğini görünce hemen bıraktım ama bu kez elleriyle yüzümü, yanaklarımı tuttu. "Bırakmam seni, gidemezsin!" dediğinde bırakmak istemediğinin aslında ben olmadığımı biliyordum.
Anlamıştım, beni Aykut sanıyordu. Yüzümü kendine çekmeye çalışınca direndim, "yapma! Biraz daha kal!" derken doğrulmaya çalıştı, bedenini bana yaklaştırırken gözlerini kapadı ve kollarını yine boynuma sardı, hemde ne sarmak..
Yatağına oturmak zorunda bıraktı beni. Başını omuzuma dayadı ve "sarılsana bana,hiç mi özlemedin beni," dediğinde dudaklarımı kanatmak istedim. Yüzü boynuma dönüktü ve usul usul verdiği ılık nefesi boynumu okşuyordu. Ürperiyordum.
Aptallık etmiştim, iş açmıştım başıma.Kollarım iki yanımda duruyordu ve ellerimi yumruk yapmıştm. Hemde sımsıkı yumruk. Heyecandan terlemeye başlamıştım ve Ömür, omuzumda uyuyordu.
Kaç dakika öyle oturduk bilmiyorum. Burda, böyle kalamazdım. Kollarımı kaldırıp, boynumu biraz gevşeten kollarını tuttum ve o anda bedeni geriye doğru gitti hızla...hemen tuttum.
Yüzüm, yüzüne çok yakındı. İçki kokan nefesi yüzüme çarpıyordu. Saatlerce onun yüzünü izleyebilirdim böyle ama gitmem gerekiyordu.
Sırtından tuttuğum onu, yavaşça yatağına bıraktığımda hemen bana sırtını döndü, bedenini cenin pozisyonuna soktu.Çabucak kalktım ve eğilip, yatağının kenarına fırlattığı pikeyi tutup, üstüne örttüm. Parmaklarım, saçlarını okşamak için can çekişiyordu ama o ismi duyduktan sonra, ona dokunamazdım. Artık yapamazdım. Geldiğim gibi sessizce çıktım odadan ve çıkmadan önce son kez kapısında dönüp ona baktım. Kalbimin ağırlaştığını hissediyordum. Aykut her kimse, çok şanslıymış ve bir o kadar da aptal!
"İyi geceler, bay hayaletin hayali,"
~ ~ ÖMÜR~ ~
Durmadan, ısrarla çalan telefonun sesini duyduğumda gözlerimi araladım.
Hala çok uykum var ve Allah'ın belası telefon çalmaya devam ediyor. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp, birazda parmaklarımla ovuşturduktan sonra tamamen açtım,tavana bakıyordum.
Bir anda yerimde doğruldum, şaşkındım. Ben ne zaman yatağıma girmiştim yav? ve ben en son kendimi ikili koltuğun sırt kısmına oturuyoken hatırlıyodum.
Telefonum sonunda susarken, ben hatırlamaya çalışıyodum. Hızla kalktım yataktan ve o anda başım döndü, hemde ne dönmek.
Müthiş bir ağrı saplandı şakaklarıma. Kafam sanki bir tondu.
Ehh be Ömür be ehh. Senin ne ne gerek sütlü börek? Kendime söyleniyordum şimdi ama iş işten geçmişti artık.
Ellerimle şakaklarıma bastırırken, telefonun durduğu üçlü koltuğa ağır adımlarımla ilerlemeye başladım.
Tüm ışıklar yanıyordu ve ilk iş, odanın ışıklarını kapadım. Tam dönüp telefonu alacaktım ki kapım çalınmaya başladı telaşla.
Anladım, Ceroydu gelen. Gayri ihtiyari anahtara uzandı elim, ama anahtar kapıda yoktu. Kapının hemen yanındaki uzun mobilya konsolun üstüne fırlatmışım resmen.
Kapıyı açtığımda Cero, tüm korkusuyla boynuma sarıldı. Ağlıyordu deli gibi.
"Kendine bir şey yaptın sandım, aklım çıktı be Ömom," dediğinde hüzünle gülümsedim. Bende ona sarıldım, kuş gibi titriyodu. Haline içim acıdı. Düşündüğümden fazla korkutmuşum onu.
"Kız boğacan beni, gencim, güzelim acık kıçına tekme yemiş biriyim ama olsun, daha götürüm var dimi?"
Sırf o, kendisini iyi hissetsin diye söylediğim sözler, onu biraz olsun rahatlatırken, bedenini benden ayırdı kısa bir süre sonra.
Yanaklarımı tutmaya başlayan uzun parmakları, titriyordu ve buz gibiydi.
Kahvelerimi gezinen gözleri öyle pişmanlık doluydu ki onu çok seven yüreğim, oracıkta affetti Ceromu.
Kırgında, kızgında kalamazdım ben ona. Kalbinin nasıl sevgi dolu olduğunu bilirdim. Sarıştık yine hemde sımsıkı.
"Affettin mi beni?"
"Hımmm... bi düşünmem lazım, şööle orta şekerli bir kahve ısmarlarsan affedebilirim belki,"
Yanağıma şöle en sevgi dolusundan, en sulusundan kocaman bir öpücük bıraktı ve gülümsedi ayrılırken benden.
"Kurban olsun sana tüm kahveler," dediğinde gülüştük. Açık kalan kapıyı kapadığımda, gözleri geceden kalan uzun dikdörtgen sehbanın üstündekilere takıldı ve dönüp bana baktığında gözlerinde yine hüzün vardı.
"Eve dönmek istersen çıkış yapalım hemen," dediğinde aklıma bay hayalet geldi. Dün gece bir ara ona trip atmıştım sanırsam, basıp gitcem yarın diye.. sanki onunda çok umrundaymış gibi.
"Yok, madem eğlenmeye, kafa boşaltmaya geldik, aynen devam, sadece şeey!"
"Kimse bir şey bilmiyor, sadece senin biraz rahatsızlandığını söyledim, aşırı heyecandan bağırsakların bozuldu, tamam mı?"
Yine bir çözüm bulmuştu ve rahatlamıştım. Bana acıyan, üzgün bakan gözler görmek istemiyordum.
"Kahvaltı yapalım şöyle en güzelinden," dediğinde başımla onayladım ama önce bir duş almalıydım.
"Duş alayım be canım, kendime geleyim, inerim aşağıya yanınıza."
"Tamam, ben gidiyorum o zaman, geç kalma tatlışkom," dedi ve oyalanmadan çıkıp gitti.
O gidince dönüp yatağa baktım. Ne zaman ve nasıl gitmiştim ki o yatağa?
Hatırladığım kadarıyla benim röntgenci ile tek kişilik kavga ediyordum. Ayaklarım beni kameranın olduğu köşeye götürdü. İçimden bir his, orda olduğunu ama o masada uyuyup kaldığını söylüyordu.
~ ~ BAY HAYALET~ ~
"Heey! Orda mısın?"
"Heeeey!"
Uzaktan gelen bu sesi duyduğumda gözlerimi araladım ve tekrar kapadım.
"Heeeyy! Ölüm uykusuna mı yattın be adam? Uyansana!"
"Ya bi rahat ver be! Sabah sabah dır dır dır!"
Ne diyorum ben ya?
Hızla doğruldum. Bana sesleniyordu ve ben odama döndüğümde içmeye devam etmiştim, gördüğüm kadarıyla da masada sızıp kalmışım.
Hem de ben! Masanın üstünde duran şişeye baktığımda şaşırdım. Hangi ara bitirmişim?
"Sanada günaydın," diye ters ters söylendim alnımı ovarken..
Sessizliği dikkatimi çekti ve elimi alnımdan çekerken ona baktım. Gerçekten hayalet görmüş gibi bakıyordu kameraya.
"Noluyor ya? Uyan dedin, uyandık işte! Offf kesinlikle bir kahve içmeliyim," dediğimde gerinmeye başladım. Bütün kaslarım tutulmuştu ve gözüm bir an ekrana takıldığında, onun donmuş gibi hala bana baktığını gördüm.
Bir an görüntü mü dondu diye düşündüm ve yüzünü zoom yaptım. Yoo, nefes alıp veriyor, görebiliyorum. Ne oldu ki bu kadına?
"Ömür? İyi misin sen ya?"
"Sen benim adımı biliyosun da, sen kimsin ya?" dediğini duyduğumda hatırladım ve kafamdan aşağı kaynar sular döküldü bir anda.
Ses sistemini açık unutmuştum ve beni duymuştu. Aman Tanrım!
"Yakalandın!" dedi ve pis pis sırıttı.
Sinirimi bozdu sabah sabah. Artık, sesimi de duymuştu, geriye bir tek beni görmek kalmıştı ama tabiiki böyle bir şey olmayacaktı.
Ne diyeceğimi bilemedim, haklıydı, yakalanmıştım. Özür mü dileseydim acaba?
"Noldu? dilini mi yuttun? beni izlemeye cesaretin varda konuşmaya yok mu, korktun mu? Özgüven eksikliğin mi var senin ha?"
Hiç uğraşma küçük hanım! Beni tahrik etmeye çalışıyor, hoş bunu da iyi başarıyor. Madem beni sabah sabah o pis sırıtışınla sinir etmeyi başardın, sıra bende... sana o çok istediğin cevapları vermeyeceğim. Biraz da sen sinir ol bakalım seni çok bilmiş!
"Hımmm! Çok beklersin... senin neyine sinir olayım be! Neyse, dün gece umarım, saçmalamamışımdır.. biraz kafam bozuktu," dediğinde aklımdan geçenleri okumuş olmasına hem şaşırdım, hemde daha çok sinir oldum, tutamadım kendimi ve bir anda kaçtı kelimeler dudaklarımdan.
"Onu biliyoruz çok bilmiş."
Bastı kahkahayı. Kahretsin! Hemen kapadım sesi. Artık kendime sinir olmakla meşguldüm.
"Kızma o kadar kendine, neyse! Dün geceki dostluğun için teşekkür ederim... gitmem lazım...görüşürüz," dedi ve bir iki adım attı, durdu, dönüp gözlerinde tuhaf bir şüpheyle bana baktı.
"Sen o olamazsın dimi?" diye sorduğunda şaşırdım. Kimden söz ediyordu ki ve o her kimse, öfkelenmeye başladığımı hissediyordum.
Kim sandı ki beni?
Bir an ses sistemini açıp, sormak geldi içimden. Aklımda bir sürü düşünce sıralanmaya başlamışken, "neyse ya... kapa artık o kameranı.. bu kadar saygıyı hak ediyorum," dediğini duyduğumda, söz dinleyen bir çocuk gibi güç düğmesine uzandı parmaklarım ve kapadım ekranıda.
Beni şüphe içinde bırakırken, yerimden kalktım. "kim bu ya kim?" diye söylenirken bende duşun yolunu tuttum, tıpkı onun gibi.
* * *
~ ~ ÖMÜR~~
Kızlarla buluşup, kahvaltı salonuna indik. Her biri tek tek halimi, ahvalimi sordu ve ben, rol yapmayı başararak, anlattım işte motoru bozduğumu.
Kahvaltı salonuna bayıldım. Üç tarafı kocaman camlarla kaplı ve dışarının manzarası harika. Bildiğim kart postal gibi ya!
Hava çok güzel belli. Güneş, mart ayı...
hımm! Mart ayı evet, biz bu ay evlenmiştik dimi? Hüzün bastı yine içimi ama yok, izin yok bundan sonra hüzne hayatımda! Unut... bırak şimdi bunları düşünmeyi, ertele! Bak etrafına ve anı yaşa!
Zorda olsa ana döndüm yine...camdan yanağıma vuran güneşin tatlı sıcaklığını hissedebiliyorum ve bu da ana dönmeme yardımcı bilmemdende olsa.
Asıl görmek istediğim lapa lapa yağan kardı ama ne demişler; umduğunla değil, bulduğunla yetin! Ehh bende öyle yapıyorum şu an zaten.
Başımı kaldırıp havaya baktığımda, o pırıl pırıl koyu maviliğin üstünde öbek öbek, pufuduk bembeyaz bulutlar, öyle güzeldi ki bir an elimi uzatıp, dokunasım geldi.
Hep merak etmişimdir, bu uçsuz bucaksız maviliğe iliştirilmiş gibi duran aslında dikkatli bakıldığında çok yavaş hareket ettiği fark edilen, birazda güneşin etkisiyle parlayan ve göz kamaştıran pamuk şeker kıvamındaki bulutlar, acaba içinde kaç ton su barındırırlar?
Bazende hayal ederim onları kocaman bir duş başlığı gibi ve işte içinden gözyaşı gibi akıttığı o damlalar, aslında yağmur damlalarıdır... ahh bulutlar, bulutlar.. keşke benim ruhumda sizin gibi özgür olabilse... gökyüzünden aşağılara kayan gözlerim, ilerdeki üzeri karla kaplı, çatı çatı gökyüzüne yükselen dallarıyla, devasa çam ağaçlarına takılıyo bir süre sonra.
Güneş, bembeyaz karın üstünde milyonlarca minik pırlanta gözler oluşturmuş ve pırıl pırıl parlamakta.
Kahvaltımızı yapıp, bir an önce bu güzellikle buluşmayı istiyorum dışarda.
Kızların gülüşmesiyle, dikkatim onlara dönüyo. Onları güldüren ne ki diye baktıkları yöne baktığımda, bizim bay 9.Henry'i görüyorum, elinde tabağıyla, self servis uzun mu uzun, üzeri çeşit çeşit kahvaltılıklarla dolu masanın yanında.
Ayhhh çok lazımdı şimdi.
Hem sözüm var kendime, en kısa zamanda geçiricem yumruğumu gözlerinden birine. Aklıma o dokunuşu geliyo, tam da ense köküme!
Gıcık herif! Sözde kibar ama benim isteğimin dışında bana dokunma hakkını bulabiliyo kendinde.
Bay hayalet öyle mi ya? Kapa kamerayı dediğimde, biliyorum ki kapatıyo beklemeden.. acaba ikisi aynı kişi olabilir mi ve gerçekten aynı kişilerse ben ne yapacağım peki? * * * * *