Bölüm 1 Uludağ'a Yolculuk..
Evimde kös kös oturmuş, sigaramı tüttürüyodum. (bu arada sigara sağlığa zararlıdır dostlar ;))
Can sıkıntısı, kalp yorgunluğu el ele vermiş, ruhumun taa üstünde çılgınlarca tepiniyolardı.
Boş gözlerle, üçüncü kattaki evimin kapalı balkonundan gördüğüm kadarıyla aşağıya, trafiğe kapalı caddeye bakıyodum.
Bu soğuk havada insanlar neyin kafasını yaşıyolardı acaba? Hani iyi bir şeyse bende alıyım ondan bir tutam, bardak, kadeh artık her neyse.
Baktıkça şaşırıyodum. Vay arkadaş, bu kalabalıklar neyin koşturmacasının derdindeydiler, oysa bana bakınca ne kadar da durağan günlerden geçiyodum. Sanırım, bende bir tuhaflık vardı...evet, evet...garip olan bendim, kesinlikle bendim.
Daldığım o gereksiz düşüncelerimden, telefonumun o sevdiğim müziği yükselmeye başladığında kopuverdim. "He canım," dememle "yesinler anam canım demeni, hemen hazırlanmaya başla! Uludağ'a gidiyoz," dedi benim çılgın eski görümcem. 'Hönk'
"Hayırdır kızım rüyanda mı gördün,Uludağ ne alaka?"
"Saçmalama bee! Kaç gündür kafamın içinde cirit atıyodu bu fikir, fena mı gider acık kafa dağıtırız iki gün, maskeli beşler olaraktan.."
"Sen ciddisiiin!" dediğimde gerçekten şaşırmıştım ve onun offlayan nefesi kulağıma çarptığında ciddi olduğunu nihayet anladım.
"Hadisene be! Kaldır o kıymetli kıçını da valiz hazırla!"
"Kızım iki gün için ne valiz hazırlıcam, sırt çantası yeter bana. Ne zaman gidiyoz, ne kadar vaktim var?"
"Hımmm... bir saat, sadece bir saatin var, hadi kapadım, görüşürüz." "Tamam," dememe fırsat bile tanımadı çılgın.
Uludağ haa! Daha önce hiç gitmedim. En fazla eteklerinde bir yerlere, oda aile dostlarımızla gitmişliğimiz, alabalık yemişliğim vardı. Iyyğğ! Birden ağzımda o yosunumsu tadı belirdi. Hiç sevmediydim, bu saatten sonra sevmeye niyetimde yok.
Soruyom kendime, gitmek istiyom mu peki? Kocaman bir "hayır" bana el sallıyo, yinede küçük kiler gibi ıvır zıvırı tıktığım delikten, sırt çantamı çekip alıyom.
Offf ya! Bir ara buraya el atmalıyım, çıkrıkçı çarşısına dönmüş anasını satıyım. Hoş, hayatımda bir anda öyle olmadı mı? Neyse..şimdi bunları düşünmeyeceğim. Hah! Başladık yine yüklemleri düzgün kullanmalara. Düşünmicem yerine düşünmeyeceğim...hımm. Bak, bak! Şu nezakete bak! Gözünü sevem senin Türkçem, yani seveyim! * * *
BİR SAAT SONRA...
"Ya kaysana biraz öteye bee!"
"İyi be! kaydık işte. Yalnız bak bana öyle kilolu muamelesi yapmayın, valla fena bozuluyorum, bilesiniz ha!" Söz verdim kendime...iki gün boyunca mümkün mertebe asil Türkçemizi düzgün kullanacak, konuşacaktım. Bakalım ne kadar başarılı olacağım? Hehe..ben bu düşüncelere dalmışken, "yok ama, cidden zayıfladı bu kız bu aralar," dedi Nuray'ım.
Canım benim, kendisi bizim minnoşumuz, dokunsan kırılacak biblomuzdur.
Gel gel sarışınım, yeşil gözlerinden muhabbet kaptığımızdır o. Çokta kibarızdır. Yani benim gibi hanzonun yanında.
"Yaa Ömür, ne bokuma arkaya geçtin ki sen, gelsene öne be!" diyen, başkan dediğimiz Ceren, aslında en neşelimiz, iş bitiricimizdir. Her şey onun elinden, dilinden, aklından geçer, yolunu bulur. Ben zaten salmışım kendimi dibine kadar. Biliyorum, bu iki günlük kaçamak birazda benim için. Kafamı boşaltmam, rahatlamam için.
Hoş bende kendimi anlamış değilim ya. "Kızım, Ümit abla önde rahat etsin diye geçtim arkaya," dediğimde, apartmanın kapısında belirdi en gencimiz, yetmişine merdiven dayamışlığıyla hepimize taş çıkaranımız. Araca yanaşıyor ve arka kapıyı açıyor.
"aaa hayatta önde oturmam ben, bu kız sinirlendimi basıyo gaza, banada basıyolar valla! in bakim Ömür!! Hade naş, ön tarafa!"
Ahhaha, iyi bakalım, emir büyük yerden! İnip arkadan, geçtim hemen öne. Ceren, herkese bakıyor ve "tamam mıyız?" diye soruyor ve tüm kızlar "evvveeett!!" diye bağırıyoruz, ardından birbirine karışan şen kahkahalarımız aracın içinde taklalar atıyor. "Hadi bismillah," ehh besmelemizide çekip, nihayet yola koyuluyoruz.
"Ümit abla, rahat mısın sen arkada?" diye soruyor başkomutanımız Ceren'imiz.
"Çok rahatım hemde çocuğum, merak etme!" diyor bembeyaz saçları mor şampuanla hafif lila olanımız, güler yüzlümüz, bilgemiz.
Allah başımızdan eksik etmesin, dert dinleyenimiz, akıl verenimizdir. Eskilerin değimiyle arada tutar tam bir Osmanlı kadınlığı, şart şurt, ondan sorulur.
"Ya Cero, açsana bi halay ya...valla daraldım bu hafüf müzikten be!" Atlıyorum hemen.."Emine kız, arabanın içinde halay çekmeyeceksin değil mi can can...yoksa yola mı dizeceksin bizi inci taneleri gibi? Ne alaka halay bacım ya?
Dikiz aynasından bana baktığını görüyorum. Niye öyle hayalet görmüş gibi bakıyor ki? "Kız sen ne içtin? O nasıl konuşma öyle beyzadeler gibi? cekler, cikler... özüne dön laa!"
Allah Allah! Bir tek o fark etti Türkçemi. İlginç! Neyse, arada izin vereyim bari kendime. "Ya boşver sen benim konuşmamı da soruma cevap ver! Başlamıcan dimi halaya?" dememle flash bellekten bir zurna taksimi yükseliyor.
Oyy oyy Eminem, gülüyor, "bana diyene bak! Halay başladığında sende hanım hanımcık oturuyosun zaten! Benden önce fırlıyon be! Unuttun mu zilli?" veeee zurna bitti, Yurtseven Kardeşler sahnede! Oy oy Eminem, mutfağı müthişimiz, yardımsevenimiz, eli çok çabuk olanımız, halay başımız,arkada tepinmekte! "La bi yavaş, dizlerin böbreklerimi öpüyo durmadan."
Tey,tey,tey!... çekilir mi arkadaş Bursa'ya kadar ya! Çektim harbiden de. Ama olsun.
Keyifli, bol kahkahalı ve bol böbrek döven halaylı bir yolculuktan sonra akşamın, iyiden iyiye çöken karanlığında nihayet Uludağ'ın zirvesine yakın otele giriş yaptık.
İki oda tutulmuş, biri üç, diğeri iki kişilik. Resepsiyonda yoğunluk var.
İş bitirici, her türlü teçhizata sahip kameraman Cero kelle, resepsiyonda bekliyor. Eyvahlar olsun, o uzun, french boyalı tırnaklı parmaklar, bankoya tıklamaya başladı bile.
Dönüp, bana bakıyor. Oldukça geniş ve kalabalık lobide kendimize oturacak yer bulduğumuza şükretmişken, bana baktığını görünce ok gibi fırlıyorum yerimden. Gidiyorum yanına. Kaş, göz işareti.. anlamı, "hayırdır?" Uffluyor. "Yoğunlarmış, acık beklicekmişiz," "neyin beklemesi bu?" diye düşünsemde ses çıkarmıyorum.
Amman gerilmesin abisi kılıklı.. şuna bak şuna! Mimikleri bile aynı. Gören gülüyor sanır ama sadece sinirden diş gösterme merasimi.
O tek kaş sakın kalkmasın! Valla tırsıçıyom o biçim. Adamın gırtlağına dalarsa ben hiç ayıramam. Belalım benim. Kulağına eğilip, "sakin ol gözünü seveyim, tuvalete gitmem lazım, valla patlıcam şimdi!" diyorum. "Ok bacım, git sal siktiğimin otelinin wcsine," diyor öfkeli öfkeli. Haaah! Küfürde geldi, ortalık birazdan evlere şenlik.
Gitmem lazım, biraz daha kalırsam wc ye değil, olduğum yere salacam nerdeyse yav!
Gözlerim, wcnin yerini yakaladığında, dönüp bizimkilere bakıyorum. Emine yakalıyor bakışlarımı ve görüyor tedirginliğimi, anlıyor. Başıyla onaylıyor beni ve belalımız olay çıkarmasın diye soluğu onun yanında alıyor. Ohhh çok şükür! Bende koşturuyorum wcye.
Ohh dünya varmış, büyük nimetmiş arkadaş şu işemek diye sevinip, içten içe şükür dualarına başlamışken, hooop! kaldık mı karanlıkta?
Neyse ya, jenaratör devreye girer elbet şimdi diye düşünürken, bekliyorum. Yooo, hiçte bir şeyin devreye girip, çıktığı yok anacım ya!
Tüü Allah kahretsin! Çantada kızların yanında kaldı, telefonda içinde...yanımda olaydı iyiydi, fenerini açardım bari. Tıklıcaktım, açıcaktım ne güzel, önümü görecektim bari. Valla hiç uğraşamıcam sizinle yüklem kardeşler, şimdi hiç sırası değil.
Offf ya! Ne karanlık arkadaş, göz gözü görmüyor resmen. Zar zor toparlanıp, çıkıyorum tuvalet kabininden.
El yordamı, lavabo, musluk, sıvı sabun, havlu kağıt, çöp buluyorum. Dönüyorum, temkinli adımlarla kapının olduğu yeri tahmini bulup, nihayet dışarı çıkıyorum. Hala çok karanlık. Hay lanet! Ne diye jenaratör devreye girmedi ki?
Tam bir adım attım ki höhh bee! Çarpıştım biriyle. "Çok pardon! karanlık olunca..." diyorum biraz mahçup. Kadından ses çıkmıyor.
Neyse ya, bir adım sağa gidiyorum, yine çarpışıyoruz. ehh birde solu deneyeyim diyorum, bir adım sola kayıyorum. Yok anacım, gene çarpışıyoruz. Görende vals yapıyoruz sanır.
Geriliyorum ister istemez. "Bir müsade etseniz de geçiversem hanfendi!" diyorum biraz sinirli.
"O beyfendi olacaktı!" diyor bir ses küstah küstah! Yolunu mu şaşırmış bu da ya? Ve karanlıkta kulaklarıma çarpan bu ses, sanki dublaj sanatçılarından birinin sesi gibi. Duyunca irkildim aynı anda.
"Öyle mi beyfendi?" diyorum, bu "beyfendinin" üstüne basa basa, hatta canını çıkara çıkara.
"Evet öyle, hanımefendi!" diyor bana.
Hımm, harf düşmesi yapmadı. İlginç! Töbe töbe! Takıldığım şeye bak.
"O halde siz sabit kalın, ben geçeyim," diyorum. İyice gerilmeye başladım mı ne?
"Pekala, bekliyorum!" dediği an, nedense Orhan Veli'nin o çok sevdiğim şiirinin, belkide en sevdiğim mısrası düşüyor aklıma.
"Öyle bir zamanda gel ki, vazgeçmek mümkün olmasın!"
ve o, bekliyor, ben bir an durup, sadece o insanın içine işleyen, kulağını esir alan sesini duyduğum, yüzünü göremediğim yabancının yanından basıp, gidiyorum.
İçimden bir his, 'arkandan bakıyor, artık neyi görecekse bu zifirlikte!' diyor.
Hafif loş olan lobiye girdiğimde, pat elektirikler geliyor...hay Allahım ya! ve aklım tabii ki Ceren'de.. * * * * *