Ölü bir sessizlik aldı Sinan’ı.. onca dikkat, aldığı bir sürü tedbir pusuya düşmesine engel olamamıştı. Otoparka gelen olay yeri inceleme ekibi herkesi uzaklaştırmış, sarı şerit içine alınan alanda hummalı bir çalışma başlamıştı. Savcı gelmeden cesetler olay mahalinden kaldırılamıyordu. Sinan’ın ve ilerde vuruldukları yerde öylece yığılıp kalan tetikçilerin silahlarından çıkan ve sağa sola sıçrayan kurşun kovanlarının yanına, sayıların yazdığı küçük sarı levhalar bırakılmış, tek tek hepsinin resimleri çekiliyordu.
Sinan’ın taşıma ve kullanma ruhsatlı silahına da el konulmuştu ama kimse ona dokunmuyordu. Gerekli emir, verilmesi gereken yerlere çoktan ulaşmıştı.
Çatışma sırasında sadece dizlerine ve karınlarına kurşun yiyen tetikçiler, her nasıl olduysa kafalarınada isabet almışlar ve oracıkta can vermişlerdi.
Yarım saat kadar sonra gelen savcı, yaptığı inceleme ve aldığı bilgiler dahilinde cesetlerin kaldırılması için gerekli talimatı verdiğinde, Sinan hâlâ bir köşede öylece dikiliyordu ve kardeşini cansız bedeninin sedye ile taşınmasını donmuş gözlerle izliyordu. Ruhu acı çekmeyi bırakmıştı.. artık bir ruha sahip değildi çünkü.
Telefonuna düşen mesaja bakan gözlerde ona ait değildi.
“Şimdi ne kadar ciddi olduğumuzu anladın mı? Bizi ketenpeleye getirecek puşt, daha anasının deliğinden çıkmadı. Candan can, kandan kan gider bundan sonra. Kardeşin için üzgünüz. Hedef sendin ama kendisini ateşe attı yavrucak!”
Hiçbir şey hissetmeyişi ne garipti? İnsan kardeşini kaybettiğinde canı yanmaz mıydı? Neden böyle hissizdi, ona ne oluyordu? Acı çekmesi gerekirken, ağırlaşmış aklı sadece bunları düşünebiliyordu.
Uzay boşluğundan dünyaya boş gözlerle bakıyordu sanki.
Yanında, yerde dizlerinin üstünde çöküp kalmış olan Arda’ya baktığındada hiçbir şey hissetmedi. Ne garip? Kendisi bir damla gözyaşı dökmezken, Arda hıçkırıklarla ağlıyordu.
İçinde yavaş yavaş filizlenen bir öfkenin, dağdan kopup gelen ve önüne her ne çıktıysa hepsini içine alıp yuvarlanan bir çığ gibi büyüdüğünü hissetmeye başladığında iç sesi ona, “sakin ol.. Arda’nın ne suçu var?” telkininde bulunuyordu. O öfkeyi bastırmak ne zordu.. bir suçlu arayan yüreğine ağır ağır acının gelip yerleştiğini hisettiğinde, dizlerinin bağı çözüldü ve Arda’nın yanına çöküp kaldı bir anda.
O garip hissizlik şimdi yerini dayanılmaz bir acıya terk etmişti. Titreyen elini Arda’nın çökmüş omuzuna koyduğunda, kendi elinin üstünde hissettiği o el buz gibiydi ama yinede Sinan’a ihtiyacı olan desteği vermek için tüm gücüyle parmakları can dostunun, sevdiği kızın abisinin elini sıkıyordu.
Togay abileri olaydan sonra kısa bir anlığına Sinan’a görünmüş olsa bile şimdi ortalarda yoktu.
Düşünüyordu Sinan.. bu işi yapanları düşünüyordu ve kardeşinin intikamını almak için acıyla kavrulmaya başlayan kalbinde kimbilir kaçıncı yemini ediyordu?
“Kalk abim, kalkta onun yanına gidelim.. korkar o yalnızlıktan,” dediğinde deli, acı dolu bir hıçkırık koptu aynı anda dudaklarından.
Aynı genç kızı tüm kalpleri ile seven iki genç adam birbirlerinden güç alarak ayağa kalktıklarında, aslında birbirlerinin yüzüne bakacak gücü bulamıyorlardı.
Sarıldılar kimsesiz kalmış gibi.. bedenleri sarsılırcasına ağlıyorlardı artık. Onları uzak bir köşeden izleyen mitçi abileri, gözünün yaşını silerken tüm öfkesiyle telefonuna sarıldı. Karşı hatta birkaç kez çalan telefon sonunda açıldığında hiç beklemeden söze girdi.
“Ahmet!.. size ihtiyacımız var!.. iki genci saklayacak bir ev ya da başka bir yer lazım bana.. sığınak müsait midir?”
“Elbette abi! Ne zaman alalım emanetleri?”
“Boğazkesen’e selamımı ilet.. dönsün Karaburun’dan! Bende yola çıkacağım yarın.. selametle!”
“Oldu bil abi.. selametle!”
Selamet midir, değil midir bu işin sonu bilmiyordu yılların kurdu Togay Candemir.. ama bildiği bir şey varsa, bu işin iyice onun lisanıyla boka saracağı idi..
~ ~ ~
“Babaaa.. ya babaaam!.. telefonun çalıyor, getireyim mi?”
“Hangisi Defnem?”
“İnce iş telefonun, bakıcan mı?”
Boğakesen Nejat, ince iş lafını duyduğu anda, eskilerin değimiyle tilki kulakları dikleşti anında ve kumsaldaki sandalyesinden hızla ayağa fırladı. Tedirgin olmuştu. Yılların tecrübesiyle, gelen bu telefonun hayra alemet olmadığını çok iyi biliyordu. Aynı anda tez canlı kızının koşarak kendisine doğru geldiğini fark ettiğinde avazı çıktığı kadar bağırdı.
“Kızım koşmaa! Delirdim mi sen ya?”
Aynı anda kendi söylediği cümleye başını sağa sola salladı. Deliye delirdin mi diye sorulur muydu hiç?
Grisi baskın mavilerini kısarak koşmayı son anda bırakarak sıcak, sarı kumlara bata çıka yürüyen karnı biraz çıkmış kızını izliyordu.
“Sinin bu kiz iç akillenmez be more?” diyen Totori’ye dönüp bakan namıdiğer Boğazkesen, kıvrımlı dolgun dudağının ucunda tatlı bir tebessüm kondurdu ve gülümsedi yılların eskitemediği dostuna.
“Doğru dersin be more.. bizi zaten akıllısı gelip bulmaz ki. Eh bizde vaktiyle çok deliydik.. benim kızımda bana çekmiş işte.”
Nefes nefese babasının yanına gelen Defne, alnında biriken terini silerken, diğer elinde tuttuğu telefonu sahibine uzattı.
“Ahmet amcam arıyor babam,” dedi ve derin bir nefes bıraktı. Otuz metrelik mesafeyi bile Karaburun sıcağında yürümekte zorlanır olmuştu. Nejat, telefona cevap verirken, sevmeye doyamadığı kızını, az önce kalktığı sandalyeye zorla oturttu. Defne’ye masadaki henüz buzluktan çıkardığı soğuk suyu gösterip, içmesini işaret ederken, “efendim yarenim, hayır olsun inşallah,” dedi. Sessizce Serdengeçti Ahmet’i dinlerken, o gür kaşlarını çattığının hiç farkında değildi ama bardağa doldurduğu soğuk suyu yavaş yavaş yudumlarken, babasını dikkatle izleyen Defne kız bunun farkındaydı. Belli ki yine bir şeyler olmuştu ya da olmak üzereydi ve birileri yine babasının yardımına ihtiyaç duyuyordu.
“Tamam anladım, bugün çıkarım yola.. görüşürsen selam söyle bizim çatlağa,” dedi ve kapadı telefonu.
“Bizde hazırlanırız baba. Anneme söylerim şimdi ben,” diyen kızına baktığında, Defne bu bakışların elbette ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu.
~ ~ ~
Al işte yine açtı mavi farlarını bana. Ya bir rahat yok şu adama. Artık emekli oldum, her şeyden elimi eteğimi çektim dediğinde nasıl sevinmiştim oysa, ama çok belli ki o işler her ne ise aslında bir çoğunu sır olarak mezara götüreceğini bildiğim işleri asla onun yakasını bırakmıyor, bırakacağada benzemiyor.
“Yav tamam anladım, otur oturduğun yerde diyorsun bana ama ben senden ayrı kalmak istemiyorum be babam!..” dediğimde, bana her dokunduğunda kendimi hep güvende hissettiren o güçlü, sıcacık iri eliyle başımı okşadı ve göz hizama kadar eğildi.
“Benimde hiç hoşuma gitmiyor deli kızım ama bazen bazı şeyler, bizi ayırabilir bir süreliğine ve bunun neden böyle olduğunu sorgulamaya başladığında aklına şunu getir iki gözüm!.. mevzubahis vatansa gerisi teferruattır. Bize ihtiyaç hasıl olmuştur, bizde basar gider görevimizi yerine getiririz!”
Yaptı yine yapacağını yıkılmayan ulu çınar. Söylediğinin üstüne ne denir ki şimdi? Yine telefona sarıldığında artık kimi arayacığını tahmin edecek kadar iyi tanır oldum canımın içi babamı.
“Selam yaren.. hazırlık yap sığınakta.. misafirlerimiz gelecek ve çok kıymetliler. Misket’i de ara, hazır bulunsun o da yanında.. ha Atmacam, geldiğimde senin şu büyük oğlanlada bir konuşalım bakalım.. benim döneceğimi ve onunla konuşacağımı bilmesin, tüyer yine. Aldırmasın elime kazma sapını.. hadi selametle. Sümbül’e de selam söyle!..”
Yine Boğazkesen modunda yav.. valla isterse beni falakaya yatırsın, Bora’da gidecek onunla.. asla yalnız bıraktırmam onu.
Ah babam ya ne olur sanki bizide götürsen, bok mu var götürmüyorsun ya!
“Kiiis, jannimoom.. kis ni yaparsin bu sicakta gunesin altinda be? Emmen geloorsun büraya.. aaa dili kis be!.. firlatip çikareccek cucugi kümsalde be moree!”
Anasını satıyım, millette bir tane kaynana olur, bende sürüsüne bereket! Sofia anam ayrı, annem apayrı, Necla teyzem ta İstanbul’dan telefondan yetişir, okur canıma.. ah tabii birde Bora beyimiz var tuzluk görevinde.. her boka maydanoz, her şeye tuzluk vazifesini layıkıyla yerine getirir. Ah babamı hiç demiyorum bile.
Lan ne güzel olanı biteni öğrenecek biraz aksiyon yaşayacaktım ya! Bana göre değil böle sessiz hanım hanımcık evde oturmak yav!..
“Tamam geloorum jannimom.. az hava alayım dedim ya,” dedim ama o kıstığı siyah gözlerinden asla söylediğime inanmadığını hemen anladım. Yemez tabii.. eski kulağı kesiklerden kim kalmış?..
~ ~ ~
İstanbul..
Formaliteden sorgu sual bitince, soluğu morgda aldım. Aldım da aldığım soluk mu yoksa kardeş koruyamamanın verdiği kor ateş mi ciğerlerime girip çıkan, ulaştığı her bir noktayı yakan kavuran hiç biliyorum ki.
Morg görevlisine, “Gözde,” diyebildim sadece.. kalbim yangın yeri.. nasıl bakacağım şimdi ben o yüze, nasıl bakarım ya!..
“Amman be abim, açar bakarsın işte çarşafın altından şirazesi kaymış yüzüme.. korkmayasın, ortlamam, korkutmam ben seni beya!” dediğini duyar gibiyim. Ağlarken yine güldürdü beni gök gözlüm.. ah o gözlerini bir daha açıp bakmayacak mı yani şimdi bu yalancı dünyaya?
Beni ele geçiren bu zalim düşüncelerin altında ezilirken, çarşafa uzanan morg görevlisinin elini havada yakaladım ve tüm gücümle sıktım.
Bibirine bastırdığım dişlerimin arasından, “sakıın!.. dokunma kardeşime!” dediğim an, görevli başını önüne eğip geri geri adımladı.
Elini bıraktığımda ise masasının başına gitti. Gözde’mi morgun o çelik uzun kasasına koymamışlardı. Otopsiye girmeden görmek istediğim için bekletmişlerdi. Bedenim ateşlerde yanıyordu ama onun bedeni artık soğumaya dönmeye başlamıştı. Bunu biliyordum. Beyaz çarşafını kavrayan parmaklarım, elektirik verilmişçesine deli gibi titriyordu. Canını yakacakmış gibi hissettiğim, bedenini gizleyen o çarşafı yavaş yavaş geriye doğru sıyırdığımda, kardeşimin yüzü karşıladı beni. Dokunmaya kıyamadığım yanakları hâlâ pembeydi ve gözlerinden şakaklarına doğru sızan gözyaşları, son kez bu dünyanın havasıyla temas ediyordu.
“Ah be güzelim, ah be ciğerimin köşesi.. ölmek için henüz çok gençsin sen.. neden kendini bana siper edersin beya? Hadi cevap ver bana.. bak senin gibi konuşurum bende be abim! Keşke geri dönebilsen bak bir daa iç kızmam sana. İçbir şey demem.. yaktın yüreğimi kardeşimiz Kemal gibi, yaktın kül ettin sende.. onur duyar bir yanım onun gidişi ile. Şehit abisi olmak kolay mı hiç? O onuru gururu taşımak hiç kolay değil.. acısı ayrı ağır, sorumluluğu ayrı ağır be kardeşim.. gittin mi şimdi sende onun yanına.. ikinizde yalnız bıraktınız beni.. daa annem babam bilmez gittiğini.. bilmesinler bir süre.. Togay abi, “bekleyelim birkaç gün oğlum, şimdi yakmayalım yüreklerini,” dedi. Vardır bir bildiği dedi şu yitik aklım. Vardır değil mi güzel kardeşim?
Biliyorum, dışarda Arda bekler, son kez sevdiğini görmek için sabırsızlıkla bekler.. çıkıp onu çağırmam, sonra da seninle yalnız bırakmam icap eder. Bilirim, sana söylemek istedikleri vardır onunda. Vedalaşmıyorum seninle.. çünkü yakındır kavuşmamız.. hemde çok yakın!”
~ ~ ~ ~ ~