Arkadaşları ile bir kafe de oturan Veronica, yeni aldığı kitapları büyük hevesle gösteriyordu. Üç kız da kitap aşığıydı. Emily ve Melanie sadece okuma konusunda iyi olsa da arkadaşlarının yazma konusundaki yeteneğine hayranlardı.
“Ver, inanamıyorum resmen kitabın ilk baskısını bulmuşsun.”
Ellerini ağzına kapayıp şaşıran Emily’e göz deviren Melanie “Tatlım, onun Arthur ve Alexander ve de Liam gibi koruyucuları var. İlk baskıları bulmak onlar için zor değil. Üstelik babası ve amcası da işin içindeyse şaşmamak lazım.” değip kıkırdadı. Birbirlerine bakıp sırıtırken bu defa göz deviren elinin altındaki kitabın kapağını okşayan Ver’di.
“Bu konuşmayı başkası duysa ne anlar bilmiyorum ama sanki sizlerin kitaplığında birçok birinci baskı yokmuş gibi bana şaşırmaktan vazgeçin. Biliyorsunuz ilk baskıları toplamak gibi bir hobim var. Diğerleri sadece bana yardım ediyor.”
Onlar konuşurken kafenin kapısından bir grup girdi ve hemen iki masa ilerilerindeki boş yere oturdular. Grup içinde dikkat çeken ve bundan memnun olan bir kişi vardı. Jane Alger. Büyük Alger restoran zincirlerinin tek veliahtı ve üçüzlerin liseden yakın arkadaşları. Hala ara ara görüştüklerini biliyordu Veronica ve kızda sevmediği bir yanın olduğunu her fırsatta dile getiriyordu. Ona göre kız fazla kusursuz ve yapmacıktı. Sanki fabrikadan mükemmel olmak için üretilmiş ve piyasaya sürülmüştü.
Gözlerini masadan çeken genç kız arkadaşlarına dönüp “Kalkalım mı?” dediğinde sanki ekşi bir şey yemiş gibi yüzü buruşmuştu. Eve gidip odasına kapanmak ve aklında dolanıp duran kurgusunu yazmak istiyordu.
Emily “Ver, bebeğim iyi misin rengin soldu?”
Melanie “Bence de. Kalbinde ağzı mı var canım iyi görünmüyorsun?”
Genç kız “Sadece gidelim lütfen.” dediğinde gözleri istemsiz diğer masaya kaymıştı. Fark edilmeden gitmek tek arzusu olmuştu ama bu isteği bir anda yüzünü onlardan tarafa çeviren Jane’nin gözlerindeki kendini beğenmişlik bastırmaya yetmişti. Bir anda tüm bedenindeki gücün çekildiğini hissedebiliyordu. Kız resmen bir vampir gibi hayat enerjisini emmişti. Lakin onu daha da yerle bir eden kapıdan içeri girerken saatini kontrol eden ve telefonunda bir şeyler yapan Alexander olmuştu. Saniyeler sonra o grubun masasına yaklaşıp herkesle selamlaştı ve Jane’in yanağına sıcak bir öpücük kondurdu. Aynı saniyelerde Veronica’nın telefonuna bir bildirim geldi. Bu mesaj sesi Alex’e aitti. Herkese özel ses ayarlamıştı çünkü.
Telefonu zorlukla avucuna aldı ve ekranı açtı. Mesaj ikonuna tıkladığında okuyacaklarına hazır olmak için derince bir nefes aldı.
“Kıvırcık, bugün seninle okuldan sonra kitapçıya gidecektik ama şirkette küçük bir işim çıktı. Bu nedenle gelemiyorum. Hafta sonu telefi edeceğime söz veriyorum. Seni seviyorum ufaklık kendine dikkat et.”
Kirpik uçlarından bir damla yaş yanağından süzülüp telefonun ekranına damladığında derince aldığı nefes boğazına düğüm olmuştu. Sol yanı incecik sızıların evi olmuştu yine. Aşık olduğu kişi bunu bilmese de onu ekmişti. Üstelik yalan söyleyerek yapmıştı bunu. Şirkette işi yoktu. Sadece arkadaşları ile buluşmak istemişti. Özellikle yan yana oturduğu Jane ile samimi sohbete çoktan dalmış verdiği sözü başından savdığını düşünme zahmetine girmemişti.
Arkadaşının eline uzanıp telefonu aldı ve onun gözü yaşlı baktığı yere gözlerini çevirdi. Sonra mesajı okudu ve irislerini irileştirip yeniden Alex’in tarafına baktı. Dudaklarından çıkan “Siktir” küfrüne engel olamamıştı. Emily’nin tepkisine Melanie de “Bence de iki kere siktir” sözleri eklenince masalarına çok ağır bir hava çöküverdi. Veronica hiç kımıldamadan öylece karşı masayı izledi. Yanakları ıslansa da dudaklarında acısını haykıran bir tebessüm misafir olmuştu. Kalbi çok acıyordu. Acı elle tutulur gözle görülür kıvama gelmişti. Bir yanı acımazdı. Gerçekleri hiç durmadan duraksamadan kendisine haykırıyordu.
“Ne bekliyordun ki? Sen daha on altı yaşındasın üstelik de hastasın. Kalp bulunmazsa öleceksin. Hiçbir şey yapamıyorsun. Onun hayatına yetişemeyecek kadar acizsin. Koşmak istesen beş adım sonra yere yığılmaktan başka ne yapabilirsin ki? Sana iyi davranıyor seni seviyor ama sadece o kadar. Onun için Abby ya da Vanessa’dan farkın yok. Hatta hastalıklısın diye ekstra müsamaha gösteriyor. Acıyor belki de sana. Zavallı kalbin ona aşık oldu diye onun da seni seçmesini bekleme.”
İşte uzanıp masadaki peçete ile yanaklarını kurulayıp kitaplarını çantasına koymasına ve tüm bunları büyük bir yıkılmışlıkla yapmasına neden olan sözleri yine kendi kendine söylemişti. Kimse onun gibi birini sevmezdi. Sadece acırdı. Mecburi iyi davranır üzmekten kaçınırdı.
Konuşmakta zorlansa da “Kalkalım mı?” dedi yeniden boğuk bir tonla. Kızlar başını salladı ve hesap için garsonlardan birine el ettiler. Melanie hesabı öderken Emily şoföre çıkacaklarını haber verdi. Çantalarını omuzlarına geçirip koltuklarından kalmış üç beş adım atmışlardı ki oldukça sinir bozucu bir ses “Ah Veronica sen de mi buradaydın tatlım? Fark etmemiştik bizimle bir meyve suyu içmek ister misin?” dediğinde yüzü çıkış kapısına sırtı onlara dönüp kız kaskatı kesildiğini hissetti. Ama kimseye zafer yaşatmayı planlamıyordu. Acısını içinde yaşayacak eve gidince kalbi acıyana kadar ağlayacaktı ama şimdi hafif omuzlarını dikleştirdi ve geri döndü. Yüzünde serin bir gülümseme vardı. Alexander ona bakarken rengi kaçmış ne diyeceğini bilemeyerek öylece yüzünü izliyordu. Gayet sakin mesafeli ve duru bir tonla “Teşekkür ederim Jane ama biz içeceklerimizi içtik. Sizin masanıza gelip kalabalık yapmamıza gerek yok. Nihayetinde size göre biz daha çocuğuz ve muhabbetiniz bizi sıkabilir.” dedi.
İrisleri bu defa Alex’e döndüğünde onun yerinden kalktığını ve “Kıvırcık ben-” diye açıklama yapmaya çalıştığını fark etti. Ona da benzer bir gülümseme gönderdi.
“Sorun yok Deniz, keşke arkadaşlarınla buluşmak için benimle gelemeyeceğini açıkça söyleseydin en azından güvenim sarsılmazdı ama boşver önemsiz konular bunlar. Ben gitmem gereken yerlere gittim. Size iyi eğlenceler.”
Arkasını dönmesi ile genç bir garsonun ona çarpması bir oldu. Sıcak kahve hemen göğsünün altından karnına dökülünce acı içinde çığlık attı. Tepsisi devrilen delikanlı hemen özürler dileyip ona yardım etmek isterken arkadaşları da iyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Alexander ise “Kıvırcık!” diye bağırıp hemen kızın yanına geldi ve kolunu tutup kahve dökülen yerlerden elbisenin kumaşını uzaklaştırmaya çalıştı. Lakin aldığı yanıt onu şaşırtmaya yetmişti.
“Benimle ilgilenmene gerek yok Deniz, lütfen arkadaşlarının yanına dön. Başımın çaresine bakabilirim.”
Genç adamın tuttuğu kolunu usulca elinden kurtardı ve tüm kafenin dikkatini çekmeyi başardığı için kendine kızarak arkadaşları ile kapıdan çıkıp kaldırım kenarında onları bekleyen araca doğru ilerledi. Veronica, aynı saatler içinde genç adama iki kez Deniz demişti. Alexander'in Türk ismini ona çok kırgın olduğu zamanlar kullanırdı. Bu çok nadir olsa da şimdi çok kırılmıştı ve içi teninden daha çok acıyordu.
Arkadaşları yol boyunca onunla konuşmaya çalışsa da sadece “İyiyim merak etmeyin” diyor ağzından başka bir sözcük çıkmıyordu. Sonunda evlerinin önüne geldiklerinde Veronica indi ve el sallayıp bahçeye girdi. Emily telefonunu eline alıp hemen Vanessa’ya durumu özetleyen bir mesaj attı. Bu belki arkadaşının hayatına müdahaleydi ama kızın tek kelime etmeyeceğini çok iyi biliyordu. Onu seviyordu ve üzülmesi isteyeceği son şeydi.
Alexander ise giden kızın ardından bakarken yanına gelen Jane “Merak etme, eve gittiğinde gönlünü alırsın. O küçük kız kardeşin gibi Alex sana küs kalabileceğini sanmıyorum. Ayrıca ne olmuş canım bahane uydurduysan. Doğduğundan bu yana ona çok fazla ilgi alaka gösteriyorsunuz ve bu onu kendine güvensiz yapıyor. Biraz daha serbest bırakın ve hayatı öğrenmeye başlasın. İnan bana bu onu daha güçlü yapacak.” değip elini koluna koydu ve gülümsedi. Genç adam ikilemle kalmış gibiydi. Evet, kıvırcık doğduğundan bu yana bir fanusun içinde büyümek zorunda kalmıştı. Korumak için hep kısıtlamış mutlu olsun diye her dediğini yapmışlardı. Yine de ona Deniz değişini ve gözlerindeki kederi aklından çıkaramıyordu. Normalde onunla kitap almak için iki toplantısını erkene almıştı ama yolda arkadaşları arayınca Jane de ısrar edince kendine göre beyaz bir yalan uydurmuştu ama o da elinde patlamıştı. Kalbinde küçücük bir sızı hissetti. Sanki bir el sıkıştırıp duruyordu ve kan pompalanmasına izin vermiyordu. Nefes almak istedi. Gözlerini kapatıp başını eğdi ve oflarcasına soluğunu bıraktı. Gözlerini açtığında yerde bir parlaklık fark etti. Eğilip parlaklığa uzandığında bunun kıza on beşinci yaş gününde hediye ettiği ince pırlanta bileklik olduğunu anladı. Zinciri kopmuştu. Avucunda sıkıp doğrulurken diğer arkadaşlarının da ısrarı ile yerine oturdu. O andan sonra çok fazla sohbete kendini veremedi. Aklı hala kederle parlaklığı sönen irislerdeydi.
Genç kız eve geldikten hemen sonra odasına çıkıp duşa girdi. Karnındaki sızlayan yeri ılık suyla temizlerken kendini ne kadar da sıktığını yeni fark ediyordu. Omuzları çökerken dudaklarından ilk hıçkırık kaçıverdi. Elini ağzına kapayıp ikincisini engellemek istedi ama sonra vazgeçti. Suyu biraz daha açtı. Annesi ya da ablasına ağlarken yakalanmak istemiyordu. Tepesinden akan suyun altında bir süre omuzları sarsılarak ağladı. Acımaya başlayan sol göğsünü avucu içine alıp sıkarken dişlerini birbirine girmek ister gibiydi.
“Senin yüzünden. Sen iyi olsaydın onun karşısında bir şansım olurdu. Bu kadar aciz ve savunmasız olmazdım. Kimse bana acımazdı. Neden iyi değilsin he neden? Her şeyime engelsin tüm heveslerime katil. Sen benim kalbimsin neden düşmanım gibi davranıyorsun ki. Onu seviyorum. Küçük olsam da onu seviyorum işte ama görmüyor. Gözünde küçük hasta ve korunmaya iyi davranılmaya muhtaç bir çocuktan başka bir şey değilim. Lanet olsun.”
Yere fayansa oturup dizlerini göğsüne çekti ve nefes almaya çalıştı. Acıyan kalbine rağmen nefes alıp yaşamak için çabaladı. Bir kez daha yüzüne vurulmuştu gerçekler. Biraz daha açılmıştı onunla arasındaki uçurumlar. Ruhu acıyordu ötesi var mı? Sevgisi bir yana güveni de zedelenmişti. Bahane uydurmasa anlardı. Üzülürdü yine ama onu anlar ve tamam derdi. Zorlamazdı. Neden yalanı seçmişti ki? Bundan söyle bir şeyler söylediğinde nasıl inanacaktı? İçinde hep bir ‘Acaba?’ olmayacak mıydı? Titremeye başladığını fark ettiğinde ağlamayı bıraktı. Düşünmeyi kendine yasaklayıp sessizce kalktı durulandı ve suyu kapadı. Odasındaki ecza dolabından bir krem alıp bornozunu giymeden kızaran kısma sürdü ve kuşağını gevşekçe bağlayıp odasına geçti. Üzerini giyindiğinde masasına geçmişti ki kapısı tıklandı.
“Gel” dedi pürüzlü sesiyle. Sesi ağladığı için tarazlı çıkmıştı ve gözleri kızarmıştı. İlacını ağzına atıp suyunu yudumlarken annesinin ona şefkatle bakan yüzü ile gülümsedi. Bu kadına aşıktı. Babasını ayrı annesini apayrı severdi. Kıvırcık saçlarını küt kesimle omuzlarının biraz üzerine çıkarmış kadın yılların verdiği ağırlıkla olgunluğun her yanını kuşatmasına izin vermişti. Evladının durumu ise ömründen ömürler alıp götürüyordu.
“Aşkım annem.”
“Güzel kızım, sen iyi misin?”
Laura telaşla kızının dibinde bitip dikkatle gözlerine yüzüne bakıyor onu baştan ayağa tarıyordu. Korku artık bildiği ve yıllardır baş ucunda olan misafiri gibi yine kurulmuştu koltuğuna. Uzanıp kadının elini tutan kız “İyiyim annecim merak etme telaşlanıp tansiyonunu oynatma lütfen. Sadece yorgunum biraz bir de kızlarla kafeye gittiğimizde ufak bir kaza oldu. Üzerime kahve döküldü ama yine korkmuyorsun çünkü yıkandım ve krem sürdüm.” dediğinde “Ne? Kahve mi? Yandın mı? Veronica tanrı aşkına neden gelir gelmez haber vermedin? Aç lütfen nereye döküldü durumuna bir de ben bakmalıyım çok yansa bile sen üzmemek için söylemezsin.” diyen kadın kızının tişörtünün etekleri tutmuş çekiştiriyordu.
Genç kız bir kez daha annesinin ellerinden tuttu ve onu durdurdu.
“Yapma anne, bana kendimi aciz hissettiriyorsun. Ben ilaç sürdüm ve inan yanık bile değil sadece kızarıklık. Bak.”
Bu defa kendi sıyırdı tişörtünü ve ilaç sürdüğü yeri gösterdi. Laura ise canı yana yana bakmıştı evladının kızarmış tenine. Üstelik sözleri ciğerine oturmuştu.
“Kızım ben-” demişti ki onu armut koltuğuna oturtan kız “Biliyorum annem, benim için çok endişelisin ama çocuk değilim artık. Büyüyorum ve yaşadığım süre içinde aciz korunmaya muhtaç biri olarak kalmak istemiyorum. Seni babamı ailemizi çok ama çok seviyorum lakin etrafıma sardığınız cam fanusu biraz olsun kaldırın ki nefes alabileyim. Normal bir insan gibi hissetmeyi özlüyorum çoğu zaman. Az da olsa bunu anlamama yardım edin ipek böceği misali kozamda kalmam için beni zorlamayın.” derken dizleri üzerine çökmüş yanağını sıcak güven dolu avuçlara yaslamıştı. Bir süre sessizce anne kız ağladı. Laura onu ne kadar bunalttıklarının farkındaydı ama korkuyordu. Her geçen sene de biraz daha çoğalıyordu korkusu. Lanet listede evladının ismi vardı ama kalp bulunması en zor organlardan biriydi. Ne yapacaklarını onu nasıl yaşatacaklarını şaşırmışlardı.
Sonunda onu daha üzmek istemeyen Veronica “Anne bu akşam için yaprak sarma yaparmısınız? Canım çok çekti de” diyerek sevimlice sırıttığında kaşları çatılan kadın sahte bir kızgınlıkla “Tarım onu yapmak çok zor, üstelik baban ve Andrew amcandan tencereyi saklamak imkansız” değip kıkırdadı. Yanağını öpen kızına sarılıp kaşağına dudaklarını bastırarak odadan çıkarken cebinden telefonu çıkarmış ve Menekşe ile Agatha’ya mesaj atmıştı. Lakin yine de kadın biliyordu. Kızı çok üzgündü ve her üzgün anında olduğu gibi sevdiği yemeklerden biri olan sarmayı istemişti. Kalbi acıdı. Evladının canının yanması gibi onunda sol yanında göçükler oluştu.
“Hanımlar, yaprak sarma yapmamız gerekiyor. Acil durum.”
****
Andrew ile kış bahçesinde kahve için Menekşe telefonuna gelen mesaj sesi ile irkilse de hemen baktı. Okuduğu satırlardan sonra ise kahkaha atmadan edemedi. Adam ise geçen yirmi altı sene olmasına rağmen bu kahkahaya yeniden aşık olduğunu biliyordu. İstemsiz yüzünde aşk dolu bir tebessüm belirirken “Ne oldu? Mesaj atan kim?” dediğinde ayağa kalkan kadının yanına gelişini ve dudaklarına bacaklarını titretecek bir öpücük konduruşunu zevkle karşıladı.
Geri çekilen Menekşe “Veronica yaprak sarma istemiş. Laura acil durum dedi.” değince bu defa kadının içini yakan kahkaha adamdan gelmişti. Elbette kahkahasını yarıda kesense dudaklarına bastırılan dudaklardı. Biri ellisine yeni girmiş diğeri elli sekizindeydi ama aşkları da tutkuları da hala ilk zamanlardaki gibiydi. Sadece daha olgun daha değer bilen bir hale bürünmüşlerdi. Geri çekilen kadın “Destek ekip olarak gidiyorum bende ama lütfen tencereden ve mutfaktan uzak dur” dediğinde yüzünü çoktan kadının boynuna sokan adam derince bir nefes alıp dudaklarını ezberlediği tene mahkum ederken mırıldandı. Sesinde koyu bir şehvet arzu aşk ve tutku vardı.
“Sarma konusu yine Veronica’nın işi ama biraz bekleyebilir. Benim yapraktan önce sarmam gereken bir karım var. O iş biraz bekleyebilir.”
Sonrasında kış bahçesindeki geniş koltukta kucağına iyice çektiği kadına her zamanki gibi aşkla sahip olmak kalbini patlatma kıvamına getirmişti adamı. Dokunuşları, tenine değen dudakları ve derinlerinde yok olan benliği ikisini de sağlam bir zirve söz veriyordu. Nefes nefese hala birbirlerinde yok olurken adam kadının gözlerine bakarak inlercesine fısıldadı.
“Bu, bu çok fazla kalbime. Menekşe'm, seni öyle seviyorum ki doymam, buna alışmam, nefesimde nefesinin olmadığı bir an imkansız benim için. Kokundaki her bil dalganın, güzel kalbinin, teninin mahkumuyum kadın.”
Vuruşları sertleşirken ona hala zayıf olan bedeni sayesinde istediği gibi sert karşılıklar verebiliyordu. Alnını alnına yaslarken nefesleri karışıyor dudakları birbirine sürtünüyordu.
“Sev, beni hep çok sev Andrew. Bil ki sen beni hep daha çok sevdikçe benim de aşkım tutkumda artıyor. Tenime tek hükmedensin, aşık olduğum adamsın. Beni hem tüketip hem de yeniden şehvetle tutkuyla var edensin. Seni seviyorum az geliyor bana adam az geliyor.”
Dudakları birleşti. Yaşlarına rağmen hala iyi olan cinsel hayatları ve hazları buzları eritecek kadar ateşliydi. Dakikalar sonra nefesleri kesilircesine ikisi de tükendi. Birbirlerine yine ve yeniden karıştılar. Dudaklarında ise tembel birer tebessüm vardı.
Kadınının omuzuna başını yaslayan adam onun kıkırdadığını hissediyordu.
“Neden gülüyorsunuz Bayan Walker?”
Sorusu kadını daha da güldürürken onun naif sesi kulaklarına melodi gibi geliyordu.
“Biz galiba seksen yaşımıza da gelsek bu tutkuya sahip olacağız. Tanrım, tüm gücümü aldın Andrew kolumu kaldıracak halim yok.”
Bu defa ikisi de gülüyordu. Bir saat sonra Menekşe yanında evlerinde çalışan Türk aşçı Meral ile soluğu Laura’da almıştı. Türkiye'den gelen kargolar içinde bidonlara konmuş üzüm yapraklarını bir güzel önce suya koyup tuzunu azaltmışlar ardından da Meral’in yaptığı iç harcı ile sarma işlemine girişmişlerdi.
Meral, son Türkiye ziyaretlerinde Agatha’nın ortaya attığı fikir sayesinde geri dönüşte onlarla gelmiş yüksek bir maaşla Walker’ların evinde yaşamaya başlamıştı. Özellikle Türk yemeklerine merakları ve lezzetlerinden ötürü buna ihtiyaç duymuşlardı. Ayda en az iki hafta çeşit çeşit Türk yemekleri pişiriliyor bir araya gelip yiyorlardı. Yaprak sarma Veronica için özeldi. Çünkü ne zaman morali bozuk olsa ya da üzülse sevimli bir yüzle annesinden ister ve tüm aile onun için bir araya gelip neşelenmesi konusunda çabalarlardı. Yine öyle olacağa benziyordu.