9. KABUSLARIN GÜCÜ

2193 Words
TÜRKİYE - VAKFIKEBİR Cenazelerin kalabalığı evlerinden çekildiğinden beri dört duvar daha sessiz geliyordu onlara. Nazmiye nene ve Ahmet Turan dede olmayınca sanki zaman yavaşlamıştı. Bir Asiye arada sırada abilerine bulaşıyor ve onu kovaladıklarında çığlıkları yankılanıyordu. Ramazan ayının ilk günlerinde Hatice Hanım iftar için yemek yaparken yangazlar da oturmuş Asiye’nin dersi için yardım ediyorlardı. Yaşadıkları kayıp sonrası bir süre yarışlara ara vermişlerdi. Sponsorlar onları sevdiği ve saygı duyduğu için izin kullanmalarını sağlamış, ikizlerde bu izni aileleri ile geçirmek için memlekete dönmüştü. Ahmet “Bak Asiye’m o soruyu yanlış yapmışsın doğrusu bu” dediğinde elinde kalemle yaptığı işlemi gösteriyordu. Ali biraz daha eğilip sayılara baktığında sağ elini alnına vurmadan edemedi. Küçük kız gözlerini irileştirmiş abisinin hatasına bakarken bu defa çözümü Ali yaptı. “Bak benim açlıktan beyin nöronları tatile çıkmış kardeşim. Çözüm o şekilde değil e haliyle gittiğin yol yanlışsa vardığın sonuçta da yanlış oluyor.” Göz deviren ikizi bir kez daha kuru dudaklarını dili ile ıslattı ve “Dedi matematik profesörü Ali Agah Benbilir. Yahu neresi yanlış. Bu kümelerin açılımı böyle değil mi? Hayır aynı öğretmenden aynı dersi gördük nasıl oluyor da benim çözümüm yanlışken seninki doğru oluyor.” dedi ve kaşlarını çattı. Sonra uzun konuştuğunu düşünmüş olacak ki nefes nefese kalmış gibi yüzünü buruşturdu. Ona tersçe bakan Ali kız kardeşini kolunun altına çekip sır verir gibi konuşmaya başladı. “Bak fındık kurdum, senin bu abin böyle konuşuyor ama matematik derslerinde uyuyup öğretmenden azar işitince homurdanan birisi. İşte yanlış sonuç çıkarmasının nedeni bu. Sen sen ol bir daha bu tembele matematik sorusu çözdürme.” Gözleri büyüyen Ahmet “Bağa bak ula sen kime tembel diğin he. Açturma ağzumi soyletme sırruni” dedi. Bilmiş bir edayla sırıtan ikizi yeniden kızın kulağına “Bak, nasıl da şiveye döndü. Az sonra bir sürü şey sayacak hepsi uydurma.” değince kızın kıkırtısı ikisini de bıyık altından gülmeye itmişti. Aslında tek dertleri tekne kazıntısını biraz olsun güldürmekti. O sırada içeri babaları Samet Bey girdi ve ikizleri es geçip kızının başına dudaklarını bastırdı. Ali ile Ahmet göz göze gelince başlarına geleceği az çok tahmin ediyorlardı. Yaşlı adam oturduğu gibi söylenmeye başladı. “Bu yaşıma geldim hala limanda gemiydi kumdu ben uğraşıyorum. İki oğlum var aslanlar gibi ama ikisi de motor tepesinden inip bir kere de baba biz bu işi yapalım sende emekli ol artık demiyor. Böyle olacağını bileydim yapardım bir çocuk daha en azından bana yardım ederdi. Asiye'm büyük olsa onu koyacağım işlerin başına ama fındığım daha çok küçük.” Daha ağızlarını açamadan bu defa amcaları Mustafa kapıdan girip selam verdi. Onun da iki oğlu vardı ve tam da yangazların kafadandı. Bir de beş yaşlarında Aysima’ları vardı ki büyümüş de küçülmüş tabiri tam da bu kız içindi. Aysima ikizlere aşık bire çocuktu. Babasından sonra sırayı onlar alıyordu. Tayfun ile Tarık daha lisedeydi ama ateş parçası gibi çocuklardı. “Hayırdır abi, yine vermişsin gazı kendine konuşuyorsun?” “Nasıl konuşmayayım kardeşim. Baksana birbirinin aynı koca oğullarım var amma velakin gemilerle ben cebelleşiyorum. Bugün müşterinin biri sayesinde tansiyonum horon tepti. Hayır ben sinirli adamım üstüne oruç ekleniyor oluyorum bir fıçı barut. Diyorum ki motor tepelerinde dolaşacaklarına işin başına geçseler beni emekli edip yaylaya gönderseler az da ben soluk alsam. Ama yok inadım inat mabadım iki kanat.” Samet Bey’in asıl takıldığı nokta başkaydı ve çaktırmıyordu. Evlatları ile içten içe gurur duysa da onlar için korkmaktan kendini alamıyordu. Araba bir ihtimal daya iyiydi ama motor işi şeytan işi geliyordu ona. Daha geçen sene Ali’si kaza geçirmiş üç ayda zor toplamıştı kendini. Canlarına zarar gelecek diye baba yüreği hop oturup hop kalkıyordu. Kardeşi “Abi sende haklısın ama ikisi öyle başarılı ki dünya çapında ün yaptılar. Hem ülkemizi hem de güzelim Trabzon’umuzu çok güzel tanıttılar. Maşallah aslan parçası her biri. Şimdi sen bu çocuklara işlerini bıraktırıp gemi başına geçirsen mutlu olurlar mı sanıyorsun. Bu koca kartalı küçücük kafese sokmak gibi bir şey. Bak, benim sıpalarda maşallah iyiler hoşlarda zannetmiyorum işlerin başına geçsinler. Senle bizim tek dalımız kızlar. Dua edelim de onlar büyüyene kadar canımız sağ olsun.” dediğinde istemsiz gülümsüyordu da. Hemen yanına gelip bacağına sarılan kızını kucağına çektiğinde “Değil mi babam, değil mi can parçam” diye saçlarını öpüp sarıldı. Tayfun ile Tarık ise kuzenlerinin yanına geçerken “Babam bizi amcan sizi iki dakika da harcadı gördünüz değil mi?” diye mırıldanıyorlardı. Ali ise “Gaz verme la gaz verme” diye homurdanıyordu. Akşam vaktine kadar amca çocukları bir arada vakit geçirdi. Mutfakta iki elti yemekleri hazır ederken abi kardeş koyu bir sohbete dalmıştı. Sonunda büyük masa kurulup herkes yerine oturduğunda kulaklar ezanda gözler önlerindeki hamsili pilavda ve karalahana çorbasındaydı. Tam top atışı duyuldu ezan başlıyordu ki bahçe kapısında Zühre belirdi. Üzerindeki yeşil elbisesi, saçlarını at kuyruğu yapmış hali yüzündeki o tedirgin aynı zamanda heyecanlı gülümseme görülmeye değerdi. Elinde üzerini beyaz bir bezle örttüğü büyükçe tepsi ile dikkatlice yürüyordu. Asiye onu ilk görenler arasındaydı. Neşeyle el çırparken “Zühre yengem geldi yaşasın” diye bağırdı. Okunan ezan ile besmele çekip su yerine çok sevdiği karalahana çorbasına dalan Ahmet’in öksürerek başını kaldırmasına ve boğulma noktasına gelmesine neden oldu. Hala deli gibi öksüren adam artık kızarmaktan morarmaya dönerken Ali gülerek sırtına vuruyor babası Samet Bey ise bıyık altı tebessüm edip çaktırmıyordu. Naif bir tını ile “Hayırlı akşamlar ve iftarlar. Şey, ben rahatsız ettim Hatice Teyze kusura bakma iftara yetişir diye börek yapmıştım. Onu getireyim dedim.” değince ayaklanan kadın kocaman gülümsedi. “Hayırlı akşamlar güzel kızım ne rahatsızlığı gel buyur otur hele. Ellerine sağlık evladım ne diye zahmet ettin. Hastanede zaten tüm gün imanın gevriyor.” “Olsun, nöbetim olmayınca eve erken geldim, gelmişken de bir şeyler yapmak istedim.” Gözleri genç adamın moraran ama hala sevda ile bakan gözlerine değerken kısıkça nefes aldı. Sonunda biraz olsun rahatlayan Ahmet ise yanındaki kardeşine bakıp gözlerini kısarken anasının sözleri ile kaskatı kesildiğini hissetti. “Maşallah evladım maşallah. Bu devirde senin gibisi zor bulunur kızım. Seni alan yaşadı benden demesi.” Yanakları kızaran kız sadece küçük bir tebessümü dudaklarına misafir ederken sırtı dikleşen Ahmet “Hayırdır ana kim alıyormuş Zühre’yi?” diye sorduğunda Ali sol eli ile yüzünü kapatıp bacağını kullanarak kardeşini dürtüyordu. Çok çabuk tufaya gelen ikizine birebir benzemese dna testi yaptırmayı düşünebilirdi. Hatice Hanım “Bilmem evladım, öyle ağzımdan çıkıverdi. Ama haksızmıyım çocuğum bak ne güzel kız. Mesleği elinde maşallah maharetli de. Ana babaya ataya saygıyı biliyor daha ne olsun değil mi?” deyince alacağı tepkiyi keyifle izlemeye başladı. O da evlatlarının yanında olmasını istiyordu. Tıpkı eşi gibi kendi de çok korkuyor her yarış zamanı bir şey olacak diye tansiyonu hop oturup hop kalkıyordu. Lakin içinde bir umut vardı. Ahmet sevdası için inebilirdi o motorun tepesinden. Bunun içinde seve seve Zühre kızı evine gelin kendine evlat edebilirdi. Samet Bey “Hadi evladım sen bize bakma eline sağlık buyur otur bak ezan da okudu beraber edelim iftarımızı” dediğinde bu konuyu uzatmayın demekti. Ahmet yerinden duramıyor sanki içine kurt kaçmış gibi kıvranıyordu. Zühre ise utançtan yanan yüzüne rağmen gülümsedi ve “Teşekkür ederim Samet amca ama eve insem iyi olacak. Babamı yalnız bırakmak istemiyorum. Başka bir gün inşallah” dedi. Kaşları çatılana adam “Tamam kızım ama böyle olmadı. Bari bir bardak su iç boğazın ıslansın eve kadar niyetli gitme.” dediğinde Hatice Hanım çoktan bardağa su koymuş kıza eline aldığı hurma tabağı ile ikram etmişti. Sonunda önündeki yemeğe bakmadan babasına dönen Ahmet “Baba hava kararıyor müsaaden olursa ben Zühre’yi eve kadar indireyim. Oradan da camiye geçerim.” diyerek ayaklandı. Başını sallayana adam “Doğru dersin oğlum. Hadi sen git biz de yemekten sonra kalkarız.” dedi ve ikisinin de birbirine kaçamak bakışlar atarak gözden kaybolmasını izledi. Önüne döndüğünde karısına hitaben “Bu böyle gitmez Hatice, bu çocukları baş göz etmenin zamanı geldi. Ben gün içinde Halim’in yanına uğrar ağzını ararım. Sen şimdiden hazırlıklara başla hayırlı işleri bekletirsen şeytan musallat olurmuş. Bir an önce kuralım çocukların yuvasını.” diyerek yemeğine döndü. Ali sessizce olan biteni izliyordu ama kardeşi içinde çok sevinmişti. Sonunda sevdasına kavuşacaktı. Üstelik ailesinin içindeki korkudan da haberdardı. Kaza sonrası evde olduğu dönemde konuşmalarına kulak misafiri olmuş yüreği acımıştı. Yaptığı işi çok seviyor özgürlüğü hissetmeye hiçbir şeyi değişmiyordu ama diğer yandan anne babasının içindeki korku onu düşünmeye itiyordu. Ahmet bir süre bir adım gerisinde yürüdüğü kızın yanına varıp ay ışığının aydınlattığı yolda elini tutunca başını kaldıran Zühre kıkırdadı. “Orada çok utandım.” Elini bırakıp kızın omuzuna kolunu atarak göğsüne çektiğinde başına dudaklarını bastırdı. Kokusunu içine çekerken binlerce şükrü tek bir soluğuna sığdırabiliyordu. “Fark ettim. Domates gibi oldun.” “Dalga geçme Ahmet, vallahi çok utandım. Bir şeyler biliyorlar farkındayım ama ilk kez bu kadar açık ettiler. Hele senin tepkilerin. Utancım üzerimde olmasa kahkaha atabilirdim.” Genç adam kızı biraz kadar kendine çektiğinde başını sağa sola sallamadan edemedi. “Nanam resmen ayarlarımla oynadı. Kadın hem güdümlü füze gibi terlik atıyor hem de elinde tornavida olmadan vidalarımı gevşetiyor. Boy Adile Naşit huy Rahmetli Nazmiye nenem. Çok tehlikeli valla sırtına levha asmak lazım ateşle yaklaşmayın diye.” Kendini tutamayan kız bu defa biraz daha sesli güldüğünde iç çeken Ahmet “Gülüşüne kurban olurum gyuliçkimi. Sen böyle hep sol yanımda kıkırda tamam mı? Bir adım ötemde nefes dahi alma.” dediğinde sesindeki aşk, sevgi, bağlılık, sadakat oluk oluk akıyordu. Basit bir seni seviyorum yetmiyordu. Satırlarca sevdasını dökmeyi istiyor her türkü de kendini buluyordu. Adımları yavaşlamış dudaklarında yine bir türkü misafir olmuştu. *** AMERİKA... Sessizliğin içine bir çığlık gibi düşen telefonun zil sesi herkesin yüreğine korkuyu daha beter salmıştı. Liam hemen cevapladığında önce kaşları anlık kalksa da ardından derinden çatıldı ve “Yaklaşmayın geliyorum” dedi. Telefonu kapadığında ona soran gözlerle bakanlara “Evin yakına bir araba bırakılmış.” diye açıklama yaptığında dışarı fırlayan ilk Alexander oldu. Peşinden koşanlar “Alex dur, tuzak olabilir” dese de kimseyi dinlemiyordu. Arthur kardeşine yetişmeye çalışırken tuzağa değil de Veronica’ya koştuklarını hissediyordu. Sonunda aracın yanına geldiklerinde camların karanlık oluşu içeriyi görmelerine engeldi ama bunun da çaresini bulmuşlardı. Kilitli kapılar yüzünden camları kırmaya çalıştıklarında aslında bagaja bakmaları gerektiğini fark edemiyorlardı. Sonunda camlar kırıldı ve kapaklar açıldı. Arka koltukça Veronica’ya ait giysiler vardı. Üzerine bolca kan bulaşmıştı ama kızdan eser yoktu. Kaşları çatılan aile üyeleri öfkeden delirirken Abby’nin gözleri aracın arka kısmına kaydı ve kapağın kıyısından yere damlayan kanı fark etti. Gözleri büyürken eli koru ile sol yanına gitmişti. “Bagaj” dedi parmağı ile işaret ederken “Bagajdan kan damlıyor.” diye adeta inledi. Erkeklerin hepsi bagaja yönelirken resmen elleri ve ayakları buz kesmişti. Birkaç zorlama sonrası kapağı kaldırdıklarında hemen yanlarında olan Laura ve Menekşe çığlık atarken Abby yanındaki Vanessa’ya sarılmış dehşete düşmüştü. Veronica çırılçıplak soyulmuş üstüne domuz bağı ile bağlanıp resmen kan banyosu yaptırılmıştı. Saçları yüzüne dağıldığı için gözlerinin açık mı kapalı mı olduğunu bilmiyorlardı ama şu an yaşadıkları en büyük duygu korku ve dehşetti. İlk atılan Mike oldu. Üzerindeki ceketi bir hışım çıkarırken sıkışan sol yanını görmezden geliyordu. Aklı durmuş mantığı ardına bakmadan kaçmış gibiydi. Kargaşa içinde olsalar da önce ipler çözüldü. Sonra bedeni evdeki çalışanlardan birinin getirdiği örtüyle örtülürken babasının kucağında hastanenin yolunu tuttu. Veronica ölmemişti. Yaşıyordu ama maruz kaldığı şey kabuslarının başlangıcı olacaktı. *** Olayın üzerinden bir ay geçti. Bu bir ayda hastanede kontrolleri yapılan kız eve getirildi ama sessizdi. Sanki konuşmayı unutmuş gibiydi. Emily bile kendine gelmiş okula devam etmeye başlamıştı ama Veronica sessizliği üzerine örtü gibi geçirmişti. Sadece çığlıkları duyuluyordu. Kalbi başına gelenlerden sonra biraz daha yorulmuş zamanı kısalmıştı. Psikolojik olaraksa çöküşün dibini görüyordu. Uyumak bile işkence gibi geldiğinde yanında ya annesi ya da ablası yatıyor tüm gece saçlarını okşuyor yanında olduklarını belli etmeye çalışıyorlardı. Yine böyle bir gece de gözlerini kırmızı bir odada açtı. Soğuktu. Bunu hissedebiliyordu. Genzine dolan kan ve çürük et kokusu midesini bulandırdığında eliyle ağzını kapamak istedi ama olmadı. Elleri duvardan sarkan iplere bağlanmıştı. Bedeni çıplaktı ve titriyordu. Gözleri olduğu yeri talan ederken ceset parçaları ve kan her yerdeydi. Bağırmak istediğinde sesi çıkmıyor gibiydi. Adım sesleri işitti. Sanki topuklu ayakkabı yere değil de onun beynine çivi çakıyormuş gibi sertçe yeri buluyordu. Gıcırtılarla karşısındaki siyah kapı aralandı ve içeri o kadın girdi. Yüzünü seçemiyordu. Sanki yoktu. Ama bir şeyi net görüyordu. Elinde tuttuğu kovayı. Geri kaçmak kurtulmak uzaklaşmak istedi lakin başaramadı. Ona birkaç adım daha yaklaşan kadın bir anda su çarpar gibi yüzüne ve bedenine kanı boca etti. Çığlık atmak için açtığı ağzına dolan demirimsi ekşi sıvı ile boğulduğunu düşündü. Hem öğürüyor kusmak için kendini zorluyor hem de nefes almaya çalışıyordu. İniltileri, çığlıkları, çırpınışları faydasızdı. O kurtulamıyordu. Kimse ona yetişemiyor, elini uzatıp bitti diyemiyordu. Boğazı acıdı. Aslında öyle yüksek sesle çığlık atıyordu ki uykusunun içinde ağzında hissettiği kan tadı tahriş olan boğazından geliyordu. Evin bahçesinde duran ve öfke ile çaresizlik karışımı bir duygu ile boğuşan Alexander ve Arthur dayanamıyordu. Mike odaya daldığında onu uyandırmaya ve sakinleştirmeye çalışan karısını ve kızını es geçip direkt yatağa oturdu ve çırpınan kızını tutup kucağına çekti. Onu çocukluğunda sakinleştirdiği gibi sırtını okşadı. Saçlarını öptü. Kulağına sevgi ve şefkat sözcükleri fısıldadı. O çığlık attı babası geçti kızım dedi. O çırpındı hemen yere dizlerinin üzerine çöken annesi acı içinde bitti kızın kurtuldun diye fısıldadı. Ablası yumruk olmuş ellerini tutup öpücüklere boğarken ağlamaktan omuzları sarsılıyordu. William ailesi çaresizliği iliklerinde kemiklerinde yeniden ve yine hissediyorlardı. Walker ve Hard’larsa nasıl yardım edeceklerini düşünüyorlardı. Geçen zamanda herkes Veronica ile o kadar dolu doluydu ki Liam ve Arthur’un durumu araştırdığını fark edemiyorlardı. Zaman ne kadar ileri sararsa sarsın bazı korkular asla geçmeyecek gibiydi. Kabuslar bir kez insanı yakasından yakaladı mı kurtulması imkansızlaşıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD