Mutluluğu aşkta aramak ne kadar aciz olduğumun göstergesiydi. Eğlenmek, gezmek yada müzik dinlemek dururken, aşık olduğun kişiyle olmak, onunla vakit geçirmek ve onun sesinin duymak seni mutlu ediyordu. Sesindeki o 'sana aşığım' tonunun kalbinden geldiğine inanırsın ama bir kalbi yoktur ki yada sana verebileceği.
Ne kadarda çabuk kanıp onu yaşama sebebimiz haline getiriyoruz. Oysaki yaşamayı aşka bağlasaydık herkesin sonu aynı biterdi kaybetmek. Hiçliğin ortasına düşmüş gibi yada nefes alamıyormuş gibi. Çünkü o senin hayatın, nefesin ve kalbindi kaybedince bomboşmuş gibi olursun. Sonra bir başkası yerini alır o tamamlar ama o da aynısını yapar ihanet eder. İnsan budur. Kalbini sadece eğlenmek için kullanır. Neden izin veriyoruz ki bize bunları yapmasına? Çünkü aşığız. Kalp nasıl kırılır ki? Küçük bir et parçası. Yaşam bağımız olan o kalp her fırsatta nasıl bu kadar çok kırılıp tamir edilebiliyor?
Kalbini sadece kendisini tatmin etmek için kullanan birisinin ne kadar şerefi olabilir ki? Kalbini mesken tutmuşken yolunu nasıl bulabilirsiniz ki? Her yolu kapatıp sadece kendinin olduğu yolu sana açan birisi ne kadar fedakar olabilir ? Aşk fedakarlıkken o sadece kendini düşünür. Kendi için yaşar ama biz onun için yaşarız.
Belimde hissettiğim sızıyla gözlerimi araladım. Güneş ışığı tam gözüme düştüğünden alışmam zaman aldı. Uyuya kalmıştım ve heryerim tutulmuştu. Üzerime battaniye örttüğümü hatırlamıyorum. Zorda olsa doğrulmaya çalıştım. Boynuma ve belime giren sızıyla istemsizce inledim. Gözlerimi ovuşturup duvardaki saati görmeye çalıştım. Hala uykum olduğundan gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Görüş açım netleşmeye başladığında ilk beynim algılamasa da saatin 12 olduğunu görünce apar topar kalktım. Rüzgar'dan gene azar işiteceğim anlaşılan.
Koşar adımlarla mutfağa ilerledim. Rüzgar'ı görünce bir adım geriledim. Bir elinde kahve fincan, diğer elinde telefonuyla bir şeyler yapıyordu. Üzerinde beyaz bir tişört ve altında da siyah pantolonuyla fiziğini tamamıyla önüme sermişti. Kafasını telefondan kaldırıp bana baktı. Üzerimde göz gezdirdikten sonra aynı hissiz suratına büründü. Hiç içtenlikle güldüğünü görmemiştim. Aslında en fazla tebessüm ediyordu oda alayla.
"Kahvaltı hazırla!" söylediği şeyle onu incelemeyi bırakıp dolaba yöneldim. Kahvaltılıkları masaya bırakmaya başladım. Aklıma ne yapacağım gelmiyordu. Dolabın içindekilere bakıp düşünüyordum. Aynı şeyleri yaparsam olmaz. "Bakmayı kes ve bir şeyler hazırla." bugünkü bana karşı tutumu sinirlerimi bozuyordu.
"Tost yapmamı ister misiniz efendim?" 'efendim' kelimesini söylerken tısladığımı anlamamak imkânsızdı. Yüzüne bakmadığım halde kaşlarını çattığına eminim. Omuzlarını silkip mutfaktan çıktı. Mutfağın salona bakan tarafındaki barmen masasına yaslanıp ne yaptığına baktım. Kanepeye oturup elindeki laptopu açtı. Kafasını bana çevirdiğinde hemen dolaba yöneldim. Onu izlediğimi görürse altından saçma sapan şeyler çıkarır.
Dolabın içerisinden peynir ve salam çıkardım. Masadaki tost makinasını çalıştırıp malzemeleri hazırlamaya koyuldum. Tost ekmeği olmadığından normal ekmekle yapmak zorunda kaldım. Tostlarıda hazırladıktan sonra masaya bıraktım. Bardaklarada meyve suyunu koyduktan sonra Rüzgar'a baktım. Laptopa odaklanmış aceleyle bir şeyler yapıyordu. "İşin bittiyse kahvaltı hazır."
Kafasını çevirmeden laptopu kapatıp ayağa kalktı. "İyi sen kahvaltını yap. Ben gidiyorum." şuan onun suratına sert bir yumruk geçirmemek için parmaklarımı avucuma gömercesine sıkıyordum. Madem gideceksin neden uğraştırdın ki beni? Kapıya yöneldi. Bir şey unutmuş gibi geri döndü. Açık olan mutfağın kapısından bana baktı. Gözlerimdeki öfkeyi anlamaması için aptal olması gerekiyordu. "Bugün geç gelirim. Masanın üzerine para bıraktım, ihtiyacın olursa market yakında zaten."
Kafamı salladım. Kapıyı kapatıp çıktı. Kapıdan gelen soğukla bir anda üşüdüm. Dışarı okadar soğuk mu? Masaya oturup yaptığım tostları yemeye başladım.
Meyve suyundan son yudumu alıp ayağa kalktım. Masayı hızlıca toplayıp bulaşıkları makinaya yerleştirdim. Makinayı çalıştırmayı bilmesemde annem biraz öğretmişti. Aklımda kalanlarla bir kaç düğmeye bastım. Makina çalışmaya başlayınca salona girip etrafı toparladım. Masanın üzerindeki parayı görünce ister istemez şaşırdım. Bir ailenin aylık gelirini üç gün içerisinde verdi. O kadar parayı hak etmiyorum ki. Asla kabul edemem bu kadar yüklü bir miktarı. Paraya çok ihtiyacım olabilir ama sadece hakkım olan parayı kabul edebilirim. Masanın üzerine tekrar bırakıp alt kata ilerledim. Merdivenleri inip bodruma ulaştım. Kenardaki düğmeye basıp etrafın aydınlanmasını sağladım. Bodrum fazla temiz değil ama oldukça düzenliydi. Normalde bodrum katları pis ve korkutucu olurdu. Üzeri büyük bir örtüyle örtülmüş piyanoyu gördüm. Annem piyano çalmayı çok sevdiği için bana da öğretmişti. Uzun süredir çalmıyordum. Yaklaşık iki yıldır.
Piyanonun üzerindeki çarşafı kaldırıp tuşların üzerindeki hafif toz birikintisini sildim. Beyaz piyano asaletiyle tuşlarına basılmayı beklerken bu bodrumda tıkılı kalmıştı. İçimi kemiren çalma içgüdüsüne boyun eğip kenarda duran sandalyeyi önüne çektim. Oturup tuşları inceledim. Annemin siyah piyanosu bunun yanında bir hiçti. Aklıma annemin hep çaldığı müzik gelirken notaları gözümün önüne geldi. Parmaklarımı tuşlara yerleştirip çalmaya başladım. Her bastığım tuşta çıkan sesler birleşerek annemin müziğini önüme seriyordu. Uzun süredir duymadığım müzik ruhumu dinlendiriken parmaklarım habire o tuştan o tuşa geçiyordu. Bedenimi ve sinirlerimi sakinleştiren o müzik, bana annemle anılarımı hatırlatırken göz yaşlarıma söz geçiremiyordum.
En çokta annemi özlemiştim. Bana merhametle bakan o gözleri. Ela gözlerimi delercesine bakışı. Saçımı okşadığı o şefkatli elleri beni bütün dertlerimden soyutlardı. Liseyi ilk bitirdiğim gün mezuniyet törenime babam yerine o gelmişti. Diplamamı almak için sahneye çıktığımda kimseye aldırış etmeden ayağa kalkıp alkışlamıştı. Annemi ilk o zaman ağlarken görmüştüm. En son ağladığını gördüğümde babamla olan kavgaları yüzündendi.
Babamdan nefret etsemde seviyorum çünkü ben onun tek çocuğuyum ve o da benim öz babam. Ne kadar benden nefret etsede gözlerindeki birazcık ta olsa evlat sevgisini görebiliyordum. Şimdi gözündeki ben bir evlat değilde önemsiz bir insan gibi. Evi terk ettiğime bir yanım pişman diğer yanım iyi ki yaptığımı düşünüyor.
"Bir notayı eksik çaldın." sesle ellerimi piyanonun üzerinden çekip arkamı döndüm. Rüzgar ellerini göğsünde bağlamış bana bakıyordu. Evde ne işi var? Sabah apar topar gitmişti. Notalarıda tam çalmıştım. Üstelik bu besteyi nereden biliyor ki? Annemin en sevdiği şarkının müziğiydi. "Bu müziği nerden biliyorsun? Piyanoyu iyi çaldığına göre uzun bir süre ders almış olmalısın."
"Evet annem öğretmişti. Çocukluğumdan beri çalıyorum. Ve bu müzik annemin en sevdiği."
Diğer sandalyeyi de yanıma çekip oturdu. Piyanoyu inceledikten sonra ellerini tuşlara yerleştirdi. Benim çaldığım besteyi çalıyordu. Ama daha güzel. Ellerini incelerken parmaklarının birleştiği yerdeki yara dikkatimi çekti. Sanki sert bir şeye vurmuş gibi. Kaşlarım çatıldı. Yüzüne baktığımda dudağının kenarındaki küçük yarayı gördüm. Kavga mı etmişti? Rüzgar ve kavga etmek! Doğru biraz kaba ama kavga ona göre değil gibi duruyordu. Tuşlara basmayı bıraktığında bana döndü. "Anladın mı şimdi?"
"Neyi?" bir anlık çıkışımla iç çekti. Onu izlemeye dalmıştım. Umarım anlamamıştır yoksa yanlış şeyler düşünür.
"Hangi notaya eksik bastığını?"
Bilmesemde kafamla onaylandım. Ayağa kalkıp sandalyesini aldığı yere bıraktı. "Başka bildiğin varsa çal."
"Bir sürü. Hangisini çalayım?"
Düşünürmüş gibi yapıp elini çenesine götürdü. Parmaklarıyla çenesini kavrayıp. İşaret parmağıyla ritim tutmaya başladı. "En sevdiğin hangisi ise onu çal."
Kafamla onaylayıp bildiğim müzikleri düşünmeye başladım. Annemin bana en son öğrettiği beste gelirken tam olarak notaları hatırlamıyorum ama annemede bu besteyi 4 yıl önce ölen teyzem öğretmişti. Ellerimi tuşlara yerleştirip çalmaya başladım. Aklıma teyzemin yaptığı geldi. Babam bana el kaldırdığında teyzem araya girmişti. Hatta beni okuldan alıp babamın yapmadığı şeyi yapıp parka götürürdü. 4 sene önce de evine giren hırsız onu öldürmüştü.
Notaları hatırlamasamda parmaklarım notaları anımsayıp basıyordu. Gözlerim dolunca tuşları bulanık görmeye başladım. Ellerimi kendimi ağlamamak için sıktığımdan titremeye başladı. Tuşlara basamayınca parmaklarımı çekip yüzümü sildim. Göz yaşlarımın akmaması için gözlerimi kırpmamaya çalışıyordum. Ne kadar çabalasamda bir damla göz yaşın yanaklarımdan süzülüp Rüzgar'ın bacağına düştü. Kafasını çevirip bana baktığında elimle yüzümü sildim. Kaşlarını çattığını fark ettiğimde ona dönüp baktım. Gözlerindeki duygu karma karışıktı. Acıma duygusunu görünce gözlerinde öfkemin kat sayısı arttı. Birisinin bana acımasından nefret ediyorum. Acınacak halde değilim daha ben.
"Bir sorun mu var Hayal?" sesindeki sakinliği garipsesemde aldırış etmedim.
"Ne olabilir ki?"
Tek kaşı yukarı kalkarken gülümsedi. Ama bu gülümseme farklıydı. Halime gülüyordu. Bir şey olduğu halde reddetmem komikti. Ayağa kalkıp kapıya yöneldim. Daha fazla sinirlenmeden ondan uzaklaşmak istiyordum.
Daha ne iş yaptığını, ailesin ve hayatındakileri hiç bilmiyorum oysaki o benim hayatımı araştırmış. Ben araştıracak halde değilim ama anlatmıyorda. Belki işe gidiyorum diye adam öldürmeye gidiyordur. Elindeki ve dudağındaki yarada adamı döverken olmuştur. Belki de... Ne bildiyim mafya felanda olabilir.
"Üzerine düzgün bir şeyler giy ve dışarıya gel." Anlamamış gibi bakınca devam etti. "Alışverişe gideceğiz."
"Niye?" kaşlarımı çatıp gözlerine baktım.
"Tek başıma yapmak istemiyorum ve taşımada yardım edeceksin." bir bu eksikti. Dışarı çıkmak istemiyorum. Ve çok soğuk. İstemesemde tembel adımlarla odama çıktım. Dolabı açıp kıyafetlere baktım. Mavi dar kot pantolon ve üzerinede örgü bir kazak giydim. Aynanın karşısına geçip kendimi inceledim. Göz altlarımdaki halkaları biraz kapatıcıyla kapatıp dudağıma hafif bir parlatıcı sürdüm. Masadaki saç fırçasıyla birbirine karışmış saçlarımı taradım. Aşşağıya seri adımlarla indim. Rüzgar sırtını duvara yaslamış kolundaki saate bakıyordu. Kafasını kaldırıp bana baktı. Ona aldırış etmeden askıdaki ceketimi üzerime geçirdim. O sırada kapıyı açıp dışarıya çıktı. Dışarıdan gelen soğuk beni şimdiden üşütmüştü.
Rüzgar'ın peşinden gitmeye başladım. Adımları çok hızlıydı. Aramız açılınca hızımı dahada arttırdım. İlerideki siyah ve tahminimce markası Porsche olan arabaya ilerledik. Kendi tarafındaki kapıyı açıp oturdu. Bende arabanın etrafından dolanıp diğer tarafa geçtim. Kapıyı açıp arabaya bindim. İçerisi Rüzgar'ın pahalı parfümü kokuyordu. Kapıyı sertçe kapattım. Rüzgar'da arabayı çalıştırıp sürmeye başladı. Madem araban var bana niye ihtiyacın olsun ki? Arabayı evin avlusundan çıkardı. Uzun bir caddeye ilerlerken her tarafta dublex villalar ve pahalı arabalar vardı.
Hızını arttırıp anayola girince tek eliyle arabayı kullanmaya başladı. Diğer eliyle de torpido gözüne uzanıp içinden sigara paketini çıkardı. Sigara içtiğini hiç görmemiştim. Paketten çıkardığı sigarayı dudaklarının arasına götürdü. Cebinden altın sarısı bir çakmak çıkarıp yaktı. Sigaradan derin bir nefes alıp dışarıya üfledi. Dudaklarının arasından çıkan duman garip şekiller olşturup havaya karıştı. Duman kokusu boğazımdan aşşağıya inerken ciğerlerimi yaktı.
Sigarasından son bir nefes daha alıp arabanın penceresinden dışarıya attı. "Göktuğ kim?"
Yönelttiği soru karşısında kafamı ona çevirdim. Nerden biliyordu ki onu? Tabii ya araştırdı. Eski sevgilim olduğunu da bilmesi gerekmez miydi? "Soru sormamamız gerekiyordu!"
Birkaç saniyeliğine gözleri bana değdirdi tekrar yola döndü. "Cevap ver!"Şuan susmak en iyisiydi. Bunu bilmesinin zaman değil. "Peki ozaman sen bana sor cevaplayım ve ona karşılık sende soruma cevap ver."
İyi bir teklif. Geri çevirirsem bir daha asla sorularımı cevaplamaz. "Kabul." arabasını kenara çekip bana döndü. "Beni tanımadığına rağmen neden işe aldın?"
Düşünmeden cevapladı. "Çünkü gazetede kayıp olduğuna dair haberi gördüm ve sen evime iş için geldin. İhtiyacın olmasa kimseye hizmet etmeyecek birisine benziyorsun. " anladığıma dair ses çıkarınca cevap beklermiş gibi baktı. Doğruya sıra bende.
"Göktuğ eski sevgilim." kaşını kaldırıp devam et anlamında baktı. "Sen kim olduğunu sordun ve bende cevapladım. Yeterli bence." derin bir nefes alıp tekrar arabayı çalıştırdı. Şehir merkezine girince trafik yoğunluğundan hızını azalttı.
Uzun bir araba yolculuğu sonunda çok büyük bir AVM'nin önünde durduk. Park alanında boş bir yere arabasını park edip indi. Bende onun peşinden indim. İçeri girince etraftaki insanların hepsi bize döndü. Rüzgar'ı tanıyor olmalılar çünkü ben buraya hiç gelmedim. Görevli kızlardan biri bize doğru ilerledi. Bana aldırış etmeden Rüzgar'a baktı. "Hoşgeldiniz Rüzgar Bey. Nasıl yardımcı olabilirim size."
Beni kolumdan tutup bir mağazaya götürdü. "Teşekkürler. Biz hallederiz."
Mağzaya girdiğimizde çalışanların hepsi bize döndü. Kızlardan biri hepsinden önce ayaklanıp yanımıza geldi. "Hoşgeldiniz."
"Hayal'e kıyafet seçmesinde yardım et." ne kıyafeti. Ben alışveriş derken yiyecekten kastettiğini sanıyordum. Kız kafasını sallayıp bana döndü.
"Rüzgar gerek yok." bana aldırış etmeden kıza gözleriyle elbiseleri işaret etti. Belimden iterek kıyafetlere yöneltti. Askılanmış elbiseler arasından mini pembe bir elbise çıkardı. Gözleri ışdıyordu. Kafamı iki yana salladım. Tekrar yerine asıp siyah dekolteli elbiselerden birisini çıkardı. Buna da kaşlarımı çatıp kıza baktım. Gözlerini devirip yerine astı.
Rüzgar'a baktığımda etrafını çevirmiş görevlilerden kurtulmaya çalışıyordu. Ona baktığımı görünce kızlara aldırmadan yanıma geldi. Ona yalvarır gibi baksam bile vaz geçmezdi. Kıza baktığımda siyah mini fileli bir elbise gösteriyordu. Ona da burun kıvırıp elinden alıp yerine astım. Rüzgar astığım elbiseyi tekrar alıp üzerime tuttu. Biraz inceledikten sonra kıza uzattı. "Bunu denesin." kız kafasını sallayıp kabine yöneldi. Elbiseyi kabine koyup girmek için perdeyi araladı.
"Rüzgar giymem ben onu hem ben elbise istemedim senden." arada bir iyi olsada bu iyilik değilki benim için. Alışverişten nefret ederim ben.
"Hayal kabine gir. Uzatmayı kes ve dediğimi yap." mecbur kabine girdim. Onun emirlerini yerine getirmek canımı yaksa da ne kadar kabul etmesem de ona gerçekten ihtiyacım var. Üzerimdekileri çıkarıp elbiseyi giyindim. Eteği çokta kısa değildi. Dizimi biraz geçiyordu. Kabinin kapısını aralayıp dışarıya baktım. Rüzgar görevli kıza bir kaç elbise uzatmış gülümsüyordu. Benim çıktığımı görünce yanıma yavaş yavaş geldi. Baştan aşşağıya beni süzerken kızarmayayım diye dua ediyordum. "Dön!" dediğini yapıp döndüm. Elindeki başka bir elbiseyi uzatıp kabini işaret etti. Oflayarak kabine ilerledim. Bu işkence ne zaman bitecek?