Kurtulmayı düşünemeyecek kadar çok battım. Ölmeyi dileyecek kadar çok yokum. Aydınlığı göremeyecek kadar çok karanlığın içerisindeyim. Bilmediğim yollara girip hayatımı bırakıp gittim. Hataların insana ders vermesi gerekmez mi? Yokluğa sürükleyip bir başına bırakması ve geri dönüş yollarımı kapatması normal mi?
Yatağıma uzanmıştım. Etraf karanlıktı. Benim hayatım gibi. Kolumun teki başımın altında tavanı seyrediyordum. Beynim düşüncelerle savaşırken bedenim çökmüştü. Nereden güç alacağımı veya nerden tutunacağımı bilemesemde kendimi inandırmaya çalışıyorum. Sebebi olmadan yaşamaya ve sonunda iyi olacağıma inanmaya çalışıyordum. Beynim bunu gülerek karşılasa da kalbim soğuk kanlılığını koruyup olacakları bekliyordu. Kalbimde hissettiğim yara iyleşmedi ama genişlemedi de.
Yolun sonunda aydınlık olmamasına rağmen ciğerlerim yanarcasına koşuyorum. Belki yeni bir yol çıkar yada beni aydınlığa götürecek biri.
Düşünmek beni dahada yoruyordu. Yataktan kalkıp aşşağıya indim. Her adımda gıcırdayan parkelerin Rüzgar'ı uyandırmaması için dua ederken parmak uçlarımda ilerliyordum. Merdivenlerin sonuna gelince kanepeye oturup televizyonu açtım. Sesini kendim bile zor duyana kadar kıstım. Bir kanalda durdum. Korku filmlerini oldum olası severim. Kanepeye uzanıp filmi izlemeye başladım ama aklımı bir türlü filme veremiyordum. Rüzgar benim ona hizmet etmememi istesede sürekli emir veriyordu. Ne yaptığını anlayamıyorum. Birde Arya var. Acaba ne soracaktı? Niye sözünü kesti ki?
Miğdemden gelen sesle istemsizce güldüm. Uzun süredir doğru düzgün bir şey yemedim. Canım pek bir şey istemese de mutfağa ilerledim. Dolabı açıp içindekilere baktım. Aklıma annemin yaptığı kurabiye geldi. Tarifini sadece ikimiz biliyorduk. Gelen misafirler ikram ettiğimizde hep tarifini sorarlardı. Annem bir şey diyemeyince ben atılırdım lafa. 'Annemin emeği ve sevgisi var ondan bu kadar güzel. Yoksa normal bir kurabiye işte.' aklıma gelince gözlerim yanmaya ve her zamanki gibi burnum sızlamaya başladı. Görüşümü bulandırmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapadım. Ağlamak istiyorum ama güçsüz görünmekte istemiyorum. Gözümden akan tek damla yaşı elimin tersiyle sildim. Düşüncelerimi ve duygularımı bir kenara bırakıp kurabiyeye odaklandım. Malzemeleri uzun çabalarım sonucu bulup masaya bıraktım. Derin bir kap alıp malzemeleri karıştırıp yoğurmaya başladım. Önüme düşen saçlarımı geriye atıp devam ettim. Fırını ısınması için açtıktan sonra kurabiyelere şekil verip bir tepsiye sıraladım. Bulduğum çikolatayı küçük parçalara ayırıp birkaçının üzerine koydum. Renkli şeker süslemelerinde kalanının üzerine serpiştirdikten sonra fırına koydum. Onlar yavaş yavaş pişerken duvardaki saate baktım. Saat 4 kahvaltıya üç saat var daha. Açık bıraktığım televizyona tekrar döndüm. Film daha bitmemişti.
Kurabiyeler pişince tepsiyi çıkarıp kurabiyeleri bir tabağa koymaya başladım. Karnım zil çalıyordu ve soğumalarını bekleyemezdim. Birkaçını elime aldım ama tabi elim yanınca tekrar bıraktım. Kurabiyeleri yemek masasına bırakıp yeni bir tabak aldım. İçine birkaç tane kurabiye koydum. Dolaptan aldığım meyve suyu şişesini de elime alıp televizyonun başına geçtim. Kurabiyelerden birini elime aldım. Bir ısırık alıp tadına baktım. Anneminkiler kadar güzel olmasa da iyilerdi. Meyve suyu şişesini açıp susuzluğumu giderene kadar içtim. Merdivenden gelen tok sesle irkildim. "Gecenin bu saati ne yapıyorsun sen?" uykulu sesi gülümsememi sağlamıştı.
Arkamı dönüp ona baktım. Üzerinde hiçbir şey yoktu ve altında da şort vardı sadece. Saçları dağılmış ve uykulu gözlerle bana bakıyordu. Birazda öfkeli tabi. Okadar uğraşmıştım uyanmasın diye. "Biraz acıkmıştım ve uykum kaçmıştı da." ürkekliğim sesimden anlaşınca ekledim. "Bir sorun mu vardı?"
Gözlerini devirip yanıma ilerledi. Elimdeki tabakta kalan kurabiyelere ve bana baktı. "Sen mi yaptın?" kafamı salladım. Ağzım dolu olduğu için konuşamadım. "Güzel kokuyor." yanıma oturup tabaktan bir tane kurabiye aldı. Bir ısırık aldıktan sonra bana baktı. Ağzındakileri bitirmeye çalıştı. "Başka var mı? Umarım hepsini yememişsindir!"
"Masada var yiyeceksen al." utandığımdan bakamıyordum. Hala üstü çıplaktı ve onun umrunda değildi. Bu soğukta çıplak geziyor.
Televizyona odaklanmış açtığım filmi izliyordu. Bir yandan da kurabiyenin son parçasını ağzına attı. Yandan bakılınca bile sert yüz hatları belli oluyordu. Mavi gözleri karanlıkta ışıldıyordu. "Ne bekliyorsun? Getirsene kurabiyeleri."
Hiçbir şey demeden ayağa kalkıp mutfağa ilerledim. Masadaki tabağı alıp salona girdim. Tabağı önüne bırakıp tekrar yerime oturdum. Hala gözü filmdeydi. "Vişne suyu getir." sesi sert değil ama emir doluydu. Oturduğum yerden tekrar kalkıp dolaba ilerledim. Birde ona hizmet etmeyecekmişim. Emir kuluyum resmen! Dolaptan vişne suyunu bir bardağa boşaltıp salona döndüm. Bardağı uzatınca kafasını kaldırıp bana baktı. Kafasını iki yana sallayıp önündeki masayı işaret etti. Bardağı masaya bıraktım. Sanki alıp kendisi koysa olmuyor!
Kurabiyelerim bitince onun elindeki tabağa baktım son iki tane kalmıştı. Ben daha doymamıştım ama Rüzgar kurabiyeleri bitirecekti. Elimi tabağına uzatınca gözlerini televizyondan ayırıp bana baktı. Kurabiyeye uzattığım elimi geri çektim. Tabağı masaya bırakıp ayağa kalktı. Tabaktan bir tanesini elime alıp ısırdım. Rüzgar ilerlemeye başladığını ayak seslerinden anlamıştım. Mutfağın kapı sesinden sonra kurabiyenin kalanını da ağzıma attım. Dolap gıcırtısından sonra tekrar salona girdi. L kanepenin diğer ucuna oturdu. Filme bakmaya devam ettiğimden göz ucuyla Rüzgar'a baktım. Elinde bir şişe vardı. Ne olduğunu karanlıkta ilk kavrayamasam da bira şişesi olduğunu anlayınca istemsizce paniğe kapıldım. Aklıma Göktuğ'un yaptığı geldi. Her akşam sarhoş bir şekilde eve gelişi. Ona baktığımı anlayınca elindekini masaya bırakıp bana baktı. Her halimden korktuğum belli oluyordu. Bana acırcasına bakınca miğdemde ve en çokta kalbimde hissettiğim sızı bir kat daha artmıştı. Geçmişim aklıma her gelişinde aynı şeyin olmasından nefret ediyorum. Gene burnumda aynı sızıyı hissedince istemsizce yumruklarımı sıktım. Şuan ne yapmam gerektiğini tam olarak kestiremesemde o sarhoş olmadan buradan uzaklaşmam gerektiğini biliyordum. Ona baktığımdan beri sadece bir yudum almıştı birasından. Kafasını geriye yaslayıp yüzünü sıvazladı. Kasları gerilirken kol kaslarıda ortaya çıkmıştı. Bu kadar büyük kasları olduğuna göre kim bilir ne kadar güçlüdür.
Ayağa kalkıp merdivenlere yönelecekken aynı tok sesle bana seslendi. "Hayal!" sesinde o kadar çok soru vardı ki istemesemde arkamı dönüp ona baktım. Gözlerinin üzerimde olması beni rahatsız etsede diyeceği şeyi merak etmiştim. "Otur." söylerken sesindeki sakinlik tüylerimi ürpertsede bu saatten sonra hiçbir şey benim canımı yakamaz. Tek korktuğum şey Göktuğ gibi olması. İstemediğim ve yapamayacağım bir şey istemesi. "Hayal otur dedim sana!" ne kadar istemesemde oturdum. Onun her hareketini dikkatle izlerken yapacağı her hamleye nasıl karşılık vereceğim hakkında aklımda kurgular yapıyordum. Kalbim göğsümü delercesine atarken sadece yutkunmakla yetindim. "Bana anlatman gereken bir şey var mı?"
Bunu bilmesini istemiyordum. Neyi ima ettiğini biliyordum ama anlatıp tekrar yaşamak istemiyordum. Aklıma ona soru sorduğumda ki tepkisi geldi. "Birbirimize soru sormayacaktık."
Bana gülerek karşılık verdi. "Bugün bana sorduğun soruya cevap verdim. Sıra sende ödeşeceğiz."
"Tamam. Benim size anlatacak bir şeyim olduğunu sanmıyorum. Her şeyimi araştırmışsınız zaten." lanet olsun pot kırdım gene. Şu aptal çenemi bir türlü tutamıyorum. Bana ilk anlamamış gibi baksada neyden bahsettiğimi anlayınca kaşları çatıldı. Öfkelenmiş gibiydi.
"Sen benim odama girip dosyalarımı mı karıştırdın? Başka ne gördün?" ayağa kalkınca bende kalktım. Üzerime gelmeye başlayınca korksamda geri çekilmedim. Kalbim daha da hızlanırken gözlerindeki öfke, boyun eğmediğim için daha da büyürken benden cevap bekliyordu.
"H-hiçbir şey. Sadece ismimi görünce merak ettim." yalan söylemek zorunda kaldım. Ona babanın borcunu ödediğini öğrendim diyemezdim. Sınırı aştığımın farkında olsam da asla geri adım atmam. Bana inanmamış gibi baksada gözlerindeki öfke birazda olsun azalmamıştı.
"Yalan söylemiyorsun umarım. Çünkü sonuçlarına katlanırsın!" uyarı dolu sesinden sonra merdivenlere ilerledi. Olduğum yere çivilenmiştim sanki. Bir süre sonra kapı çarpma sesinin ardından kendimi kanepeye bıraktım.
Artık ağlamamak için kendimi tutamıyorum. Gözlerimin dolmasını görüşümün bulanıklaşmasından anlamıştım. Kendimi serbest bıraktım çünkü ağlamamak için kendimi sıkmaktan başım ağrımaya başlamıştı. Öne doğru eğilip yüzümü elimle kapattım. Hıçkırıklarımı durdurmaya çalışsamda işe yaramıyordu. Her hıçkırıkta kesilen nefesim ciğerlerimi yormaya başlamıştı. Aldığım her nefes kalbime bıçak gibi saplanıyordu. Kanepeye uzanıp dizlerimi kendime çekip cenin pozisyonu aldım. Nefesimin kontrolünü sağlayamıyordum. İsteğim dışı ağzımdan kaçan hıçkırıkları engelleyemiyordum.
Elimle ağzımı kapattım ama göz yaşlarıma engel olamıyordum. Yaşadıklarım çok fazla. 19 yaşındayım ve yaşamamam gereken bir sürü şey yaşadım. Bunların sorumlusu babam! Benim bu halde olmamı sağlayan da babam. Ben onun tek çocuğuyum ve sanki hiç olmamışım gibiydi. Ona boyun eğmeyip istediği gibi bir evlat olmadığım için bana yaptıkları ve beni dövmesi. Hangi baba haklı olduğunu bildiği halde, kendi parçasından olan kızını rezil edip canını yakar ki? Dövdüğü için canım yanmıyor beni rezil edip aşağıladığı için ve gerçek babalık yapmadığı için.
Ne kadardır ağladığımı bilmiyorum. Bitkin düşen bedenim ve ağlamaktan yorulan gözlerimi kapamamak için kendimi zorluyordum. Kalkıp odaya gidecek halim bile yoktu. Kanepenin üzerindeki yastıklardan birini kafamın altına çektim. Uykum var ama uyumak istemiyorum. Uyumamak için beynimi uyandıracak şeyler düşünmeye çalışsamda hiçbir işe yaramıyordu. Sonunda pes edip gözlerimi kapadım. Bedenim kendini yavaş yavaş uykuya bırakırken son hissettiğim şey üzerime bırakılan yumuşak cisim. Sıcaklığıyla beni uykuya çağıran ve bedenimi saran o hafif cisim.