Son olarak giydiğim toz pembe kısa çiçekli elbiseyle aynadaki yansımama bakıyordum. Aralarında bana en çok yakışan da bu oldu. Rüzgar'a göstermek için kabinden çıktım. Etrafta görünmüyordu. İhtiyaç olduğunda olmaz zaten! Karşıdaki çalışan çocuklardan biri bana doğru ilerliyordu. Ona aldırış etmeden etrafta Rüzgar'ı arıyordum. Ona arkam dönük olduğundan göremiyorum. Belime değen elle arkama döndüm. "Fermuarı tam çekememişsiniz." korktuğumdan cevap veremedim. "Buralarda yeni olmalısın seni hiç görmemiştim. Ve üzerindeki de çok yakışmış bence almalısın." suratına taktığı gülümsemenin altında yatan güveni görebiliyordum.
Gözlerindeki egoist tavır benim sinirlenmeme yetmişti bile. Rüzgar daha ortalıkta görünmüyordu. "Konuşamıyor musun güzelim?" eli yanağıma giderken bu özgüveni nerden buluyordu acaba.
Kitlenmiş gibiydim. Hareket bile edemiyordum. Aldığım nefes ciğerlerime ulaşmadan geri dönüyordu. Elimde hissettiğim bir şeyle kendime geldim. Sanki beni güçlü tutuyordu. Ondaki tüm güç bana geçiyordu. Çocuğun gözlerine baktığımda bana değilde biraz gerimde olan bir şeye bakıyordu. Yada elimi tutan elin sahibine. Yanağıma uzattığı eli uzun ve güçlü bir kol tutup geri savurdu.
Gözlerimi bile kırptığımdan emin değildim ama elin sahibine dönüp baktım. Rüzgar çocuğa öfkeyle bakıyordu. Kaşları çatılmış ve çenesi gerilmişti. Mavi gözleri büyümüş ve koyulaşmıştı. Bana bu gözlerle baksa eminim korkup kaçardım ki çocukta aynısını yaptı. Arkasına bile dönmeden gözden kayboldu. Elimden çekince ona döndüm. Banada öfkeyle bakıyordu ama çocuğa olduğundan daha hafifti. Ama ilk ben ona çıkıştım. "Sen elimi tutma cesaretini nerden buluyorsun?" elimi hızlıca çekmeye çalıştım ama güçlü parmakları elime gömülürcesine sıkıydı. Parmaklarımın morarmaması mucize olurdu.
Aramızdaki mesafeyi tek adımla kısaltıp gözlerime baktı. "Benim evimde yaşayacaksan bir erkek arkadaşın olmamalı."
"Evimde yaşayacaksan iyi giyinmelisin, evimde yaşayacaksan temiz olmalısın, evimde yaşayacaksan erkek arkadaşın olmamalı! Doğruya ben senin hizmetçin değil kölenim!" çatık kaşları havalanırken gözlerindeki tek duygu öfke. Ağır konuştuğumun farkındayım ama yaptığının farkına varmalıydı. Onun cevabını beklemeden elimi elinden kurtarıp kabine ilerlemeye başladım. Kolumu kavrayan elle arkamı döndüm. Rüzgar duygusuzca bana bakıyordu. Öfkesi dinmiş gibi görünse de içinde hala olduğunu biliyordum. Hislerini saklamakta ustaydı resmen ama ben onun gibi beceremiyorum.
"Tamam git konuş çocukla. Umrumda mı sanıyorsun? Şimdi bunu da bela et zaten serserinin teki." kolumu bırakıp devam etti. "Ben dışarda bekliyorum alacaklarını al, ne yapıyorsan yap. Başıma dert açma yeter!" cevabımı beklemeden elbiselerin arasında kayboldu. Ben ne anlatıyorum o ne anlıyor? Üzerimdeki elbise gerçekten güzel olsa da hiçbir şey almadan mağazadan çıktım.
Rüzgar ileride telefonla konuşuyordu. Geldiğimi fark etmediğine eminim çünkü telefonda ne konuşuyorsa önemli olmalıydı. "Tamam iki gün sonra getireceğim." karşıdaki bir süre konuştuktan sonra Rüzgar telefonu kapattı. Arkasını dönünce beni fark etti. Aldırış etmeden asansöre ilerledi. Bende peşinden gittim. "Neden bir şey almadın?"
Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Bana bakmıyordu bile. Çenesinin kasıldığını yandan bakarken bile fark ediliyordu. Üst kata basınca daha burada olacağımızı anladım ama ben yorulmuştum. Gidelim desem bile gitmezdi. Asansörün kapıları açılınca bu katta kafelerin ve restaurantların olduğunu fark ettim. Her yerde beyaz ve pembe hakimdi. İlerideki küçük ama şirin bir pastaneye ilerleyince peşinden adımaldım. Masalardan birine geçince karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum. Çalışanlardan biri siparişleri almaya geldi. Rüzgar menüye bile bakmadan kola ve pasta istedi. Tabi fikrimi sormadan benim yerimede sipariş vermişti.
Sesiz bir şekilde pastalarımızı yiyip tekrar yola çıktık. İkimizde konuşmuyorduk. Benim için daha iyi. Zaten pek konuştuğu yok, konuşunca da tersliyor. Eve gittiğimizi sanarken aslında başka bir yere gidiyorduk. "Nereye gidiyoruz?"
Cevap bekler gibi bakmama rağmen sesi bile çıkmamıştı. Ara sokaklardan birine girdik. Bu sokak bana biraz tanıdık geliyordu ama nerden. Eski yaşadığım yani babamın evinden en az 300 kilometre uzaklıktaki yeri nerden tanıyacağım. Araba yavaşlamaya başlayınca Rüzgar'a döndüm. Kaşları çatılmış ve habire gaza yükleniyordu. Arabanın direksiyonuna vurup inledi. "Olamaz."
"Araba mı bozuldu?" kafasını evet anlamında salladı. Gerçekten şimdi mi? Hava buz gibi zaten. Arabadan inip ön kapağı kaldırdı. Biraz inceledikten sonra tekrar arabaya binip anahtarı kontağa yerleştirip çevirdi. Hafif sesler çıksa da sesi tekrar kesildi. Cebinden telefonunu çıkarıp ekranı açmaya çalıştı.
"Harika bir bu eksikti." telefonu cebine attıp bana döndü. "Şarjım bitmiş telefonun yanında mı?
"Telefonum yok benim." bilmiyor muydu gerçekten? Arabanın kapısını açıp dışarıya çıktı. Bende peşinden indim. Yolda ilerlemeye başlayınca onun yaptığını yaptım. Gerçekten bu çocuk aptal. Çocuk dediğim 22 yaşında felan. Bu soğukta yürümek tam bir aptallık. "Nereye gidiyoruz dedim sana!"
Arkasını dönüp bana baktı. "Taksi bulabileceğimiz bir yere."
"Bu soğukta yürüyecek miyiz gerçekten?" sorduğum sorunun ne kadar aptalca olduğunu anlayınca kendime bir not düştüm. 'Bir daha cümlelerini düşünerek ve mantıklı seç!'
"Araba tamir etmeyi biliyorsan yürümeyiz."
Cevap vermeden peşine takıldım. Üşüdüğüm için kollarımı kendime sardım. Her nefes verdiğimde soğukla buluşan sıcak nefesim beyaz bir duman oluşturuyordu. Soğuk hava ciğerlerimi yakarken burnumun uyuştuğuna eminim. Kafamı kaldırıp Rüzgar'a baktım. Soğuktan burnu hafif kızarmış ve üzerindeki kabanına dahada sokulmuştu. Omuzlarını kaldırıp ensesini soğuktan korumaya çalışıyordu. Kafamı yer eğip yanında ilerlemeye devam ettim. Duyduğum tanıdık sesle kafamı kaldırdım. "Hayal!" sesin geldiği yöne baktığımda gördüğüm kişiyle duraksadım. Ayaklarım sanki yere yapışmış ayrılmıyordu. Rüzgar'da sesin geldiği yöne baktı. Bize doğru yaklaşan Göktuğ'un yüzündeki pis sırıtış bana geçmişimi hatırlatıyordu.
Evet! Şuan beni bu hale getiren kişi karşımda duruyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. "Yeni sevgili demek." tiksinircesine Rüzgar'a baktı.
"Göktuğ! S-sen..." diyecek bir şey bulamıyordum. Rüzgar, Göktuğ ismini duyunca bana döndü.
Göktuğ yanıma gelip kolumdan tuttu. Bana dokunduğu eline tiksinircesine baktım. "Daha hiçbir şey bitmedi Hayal! Kaçınca seni bulamayacağımı mı sanıyordun? Beni terk edişinin intikamı büyük olacak ve şu yanındaki zübbe!" Eliyle Rüzgar'ı işaret etti. Rüzgar ellerini yumruk yapmış kendisini sıkıyordu. Tırnaklarının kenarı beyaza dönüşürken öfkelendiği gözlerinden okunuyordu. Kolumdaki eli dahada sıkılırken canımın yandığını biliyordum ama bu acı içten gelen pişmanlık duygusuydu.
Göktuğ hala ikimize bakıp, yüzüne yapıştırdığı sahte sırıtışla cevap bekliyordu. "O benim sevgilim felan değil. Üstelik şu haline bak zübbe olan sensin." alayla kahkaha atıp tutuğu kolumdan ben kendine çekti. Aramızda en fazla yarım adım vardı. Nefesin deki alkol kokusunu alınca gece eve geldiği hali gözümün önünde belirdi. Miğdemin bulanmasıyla yüzümü buruşturdum.
"O zaman benimle gelebilirsin Hayal!" kolumdan tutup beni çekmeye başladı. Rüzgar'ın hiçbir şey yapmaması sinirlerimi altüst ediyordu. Kolumu çekip ondan kurtarmaya çalıştım ama gücüm yetmiyordu. Kurtulamıyordum. Tekrar aynı şeyleri yaşayıp, yapmamam gereken bir şey yapmaktan korkmam içime işlerken gücüm tükenmişti. Tam pes edip peşinden gidecekken Rüzgar kolumdan tutup tek hamlede yanına çekti. Ona büyük bir minnet borcum oldu. Aslında ona çok şey borçluyum.
"Adın Göktuğ mu her neyse benim olan bir şeyi asla alamazsın!" dediği şeyle ona döndüm. Neydi bu şimdi? Onun olduğumu söyledi ama ne anlamda?
"Hayal senin mi?" kaşlarını çatıp bana doğru geldi. "Baban bunu öğrenince senden daha da nefret edecek. Anneni hiç söylemiyorum zaten. Tabii kadın tek kızını kaybetti. Senden ne kadar nefret ediyordur." suratına yumruk geçirmeyi her şeyden çok istiyordum ama benim yerime bunu Rüzgar yaptı. İstemsizce ağzımdan çıkan çığlığı elimi ağzıma kapatarak engelledim.
"Kapa çeneni! Seni öyle bir döverimki konuşamayacak hale gelirsin. O zaman söyle söyleyebiliyorsan!" tehdit dolu cümlesinden sonra kolumdan tutup uzaklaşmaya başladık. Göktuğ yerde kahkaha atıyordu.
"Sen kendini ne sanıyorsun? Korkacağımı mı sandın?" daha büyük kahkaha atarken Rüzgar öfkeyle arkasını döndü. Daha fazla onu görmek istemiyordum. Dayak yemesi hoşuma gitsede suratını görmeye tahammül edemiyordum. Onun kolunu elimle kavramdım. Yalvarır gibi bakınca çatık kaşları normale döndü.
"Rüzgar lütfen gidelim." kafasını sallayınca yola dönüp devam ettim. Elim hala kolunda olduğundan bir şey yaparsa diye hazırda bekliyordum.
Karşıma çıkması sadece canımı yakmakla kalmadı yaptığım hataların üzerine bir kat daha ördü. İntikam alacağım derken ciddi miydi acaba? Yapabilir miydi? Rüzgar okadar tehdit etti umarım yapmaz. Babama değilde anneme üzülüyorum en çokta. Tek geride bıraktığıma üzüldüğüm annem oldu. Baba sevgisini göremesemde annem hiç yerini aratmadı. Yaptığı her şeyle yetti bana. Gülümsemesi bile beni huzurlandırıyordu. Gülerken ki o gözleri. Gözlerimi annemden aldığımı söylerlerdi. Tek fark benimki boş ama annemin ki dünyalara bedel. Ela gözlerini hatırlayınca aynada her baktığımda gözlerime bakmama sebebimi anladım. Onu görmekten korkuyorum. Özledim ama korkuyorum. Beni eskisi gibi sevmemesinden yada daha kötüsü nefret etmesinden. Hayatta en çok değer verdiğim insanı da, değmeyecek biri için ter ettim.
Rüzgar yol boyu ağzını dahi açmadı. Yarım saat yol yürüdükten sonra sonunda bir taksi bulup eve gelmiştik. Kapıyı açıp içeri girdik. Bir açıklama beklediğini biliyorum ama anlatacak cesaretim yok! Üzerimizdekileri askıya asıp salona geçtik. Arada bir baktığımda hep başka şeylerle ilgileniyordu. Bir bahane bulup yanından uzaklaşmak istiyordum. Ne kadar tok hissetsemde onun aç olduğunu düşünüp mutfağa ilerledim. "Nereye?" sesindeki boşluk beni yutuyor gibiydi.
"Mutfağa."
"Aç değilim. Otur şuraya konuşalım." ciddi olduğunu anladığımda tekrar yerime döndüm. Kanepe oturup kollarımı dizlerime koydum. Ellerimi birbirine bağlayıp Rüzgar'a baktım. O da bana bakıyordu. "Söylemen gereken şeyler var. Anlat şimdi."
Neden başlayım bilmiyorum. "Ben anlattıktan sonra sende sorularımı cevaplayacaksın."
"Anlaşma yapmanın sırası değil."
Haklıydı ama o benim hakkımda ki her şeyi öğrenecekse benim de hakkım vardı. Şuan bunu tartışmayacağım. "Göktuğ'un babasıyla benim babamın ortak şirketleri var. Bağlar güçlensin diye beni kullandı ve onunla sevgili olmamı istedi." kendime gülüp devam ettim. "Hangi baba kızını kullanır ki? Benim babamda böyleydi işte işi düştükçe kızıydım. İlerleyen zamanla ister istemez Göktuğ'u sevmeye başladım. Sonra babamın yaptıklarına dayanamayıp evden kaçtım." gözlerimin dolmasını sağlayan anılarımı anlatmanın bu kadar zor olacağını tahmin edemiyordum. Kendimi serbest bıraktım. Zaten çoğu şeyi biliyordu. Eminim bundan sonra ona muhtaç olduğumu bildiğinden dahada yüklenecek üzerime.
"Devam et." sesindeki soğukluk içimi ürpertmişti.
"Gidecek yer olmayınca Göktuğ'un yanına geldim. O da beni buraya getirdi. Ailemden uzakta akrabalarımın olmadığı bu şehre. Onun evinde bir hafta kaldım sonunda onun gerçek yüzünü görünce..." hıçkırıklarım kelimelerimi kesiyordu. Nefesim kesilirken Rüzgar yanıma gelip elini omzuma koydu.
"Ne yaptı sana o piç." ağzından ilk defa küfür duymama rağmen şaşıramıyordum bile.
"Bana dokunmasına izin vermiyordum. Ama o daha fazlasını istedi." kafamı kaldırıp tam gözlerinin içine baktım. Mavi gözleri koyulaşmıştı. Duygu yoktu, bomboş. Aynı benim bedenim gibi. Göz yaşlarımı silip devam ettim. "Onun beni öpmesine bile izin vermiyorken o benden daha fazlasını istedi." bunun söylediğime inanmıyorum ama daha fazla tutamadım kendimi. Dolmuştu ve yardıma ihtiyacım vardı.
"Sana dokundu mu?"
Hayır anlamında kafamı salladım. "İstedi ama izin vermedim. Y-yapamam ben. Ne kadar sevsemde aşık değilim. O babamın yanında iyi ama o bir haftada içinde iğrenç yüzünü gösterdi. Tanıyamıyorum onu. Canımı tek yakan şey annem." anne kelimesini duyunca gözlerindeki buğulanmayı gördüm.
"Peki senin annen?" kendi konumu saptırıp onun hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordum. Daha fazla benim hakkımda konuşursak ağlamamı durduramazdım.
"Öldü." sesinin titremesini gizlemeye çalışsa da anlamıştım.
"Neden?" gözlerine baktığımda bana bakmıyordu. Başka bir yere odaklanmış sanki onu görmemi istemiyor gibiydi.
Nefesini kesik alıyordu. Ağlıyor muydu? Bana baktığında gene aynı suratı takınmıştı. Bomboş ve gözleri hala buğuluydu. Ama hissiz gözleri bunun üzerini kapatıyordu.
"Yarın üzerine düzgün bir şeyle alacağız ve bundan kaçışın yok!" lafı değiştirdiğine göre söylemek istemiyordu. Ne kadar merak etsemde üstelemeyecektim. Acaba neden öldü ve babası ne yaptı da bu kadar borca girdi?