Gümüş, siyah gözlü adamın bakışlarından bir an önce kurtulmak için kendini alışveriş merkezinin içine attı ve acıyan ayaklarının çığlıklarına aldırmadan Ayşe’yi aramaya başladı. Bir süre sonra tüm mağazaları dolaşmış, çevredekilerin acayip bakışlarına aldırmadan dükkanlara girip çıkmış ama arkadaşına ulaşamamıştı. Ayağına katlanamadığı için mola vermek amacıyla kendini tuvalete attığında musluğun yanında öylesine fırlatılmış gibi gözüken bir çanta fark etti. Tuhaf derisi ve sık sık görülemeyecek rengi ile çantayı bir bakışta tanımıştı.
“Ayşe? Neredesin?” diye bağırıp kapısı kapalı kabinleri yoklarken Ayşe, sondan seslendi.
“İyi değilim. Yediğim bir şey dokundu sanırım. Tuvaletten çıkamıyorum” deyip inledi.
“Bir şey ister misin? Yardım lazım mı?”
“Yok, istemem. Sadece biraz daha burada kalmam gerekecek sanırım. Çantam hala orada mı?”
“Evet! Ne lazım?” Gümüş, ünlü bir markaya ait olan çantayı açıp arkadaşının isteyeceği şeyi söylemesini bekledi.
“Bir şey istemiyorum. Cüzdanım ve telefonum hala içinde mi diye merak ettim. Bir saattir içerideyim ve çok fazla kişi girip çıktı.” Ayşe’nin sesi boş tuvalette yankı yapıyordu.
“İçinde. Her şey yerinde görünüyor.” Onu sakinleştirmek için seri hareketlerde cüzdanını açtı. Hesabı ödedikten sonra cüzdana tıkıştırdığı parası da olduğu gibi duruyordu.
“Kenarındaki göze bak. Adresi oraya koymuştum. Şimdi çıkarsan ancak yetişirsin. Ben sonra yanına gelirim. Beni bekleme. Geç kalacaksın yoksa.” diyen Ayşe, haklı olsa da onu bırakmak istememişti.
“Kalmamı ya da Ebru Teyze’ye haber vermemi istemediğinden emin misin?” diye kısık sesle sordu. Ebru Hanım, artık çalışmıyor olsa da eskiden fırtına gibi bir muhabirken, kanal sahibi olan Tamer Bey ile tanışıp evlenmiş, bunun sonucunda da sevgili arkadaşı Ayşe ortaya çıkmıştı.
“Gerek yok!” Tuvalete başkaları da girmişti. Çantasını ne yapacağını bilemeyerek adresi aldıktan sonra kapattı. Ayşe kapıdan çıktığında yüzü solmuştu.
“Ben biraz dinlenip gelirim. Sen kendine dikkat et tamam mı?” diyen Ayşe, çantasına uzanmadan önce eline köpük alıp bol bol yıkadı. Yüzünü de yıkadıktan sonra çantasını aldı. İçinden çıkarttığı antibakteriyel jelle ellerini ovaladıktan sonra biraz da olsa mutlu gözüküyordu. Kalabalık yerlerdeki tuvaletlerden nefret ediyordu ve bir saat içerde kalmak onu hasta değilse bile hasta etmenin eşiğine getirmişti. “Eve geçip kıyafetlerimi değiştirmem lazım. Kendimi mikrop yuvası gibi hissediyorum,” dediğinde Gümüş anlayışla başını salladı.
“Başımın çaresine bakarım. Sen merak etme.”
***
Gümüş, taksiye binmekten nefret ediyordu. Şehrin bir ucundan diğerine taksi ile yolculuk etmektense ekstra nefret ediyordu. Taksimetrede yazan rakam her arttığında yüzü istemeden değişiyordu. Sonunda verilen adrese geldiğinde ücreti verirken, Ayşe’nin doğru tahmin etmiş olduğunu gördü.
Ev, büyükçe bir bahçeye ve aynı ölçüde gösterişli bir kapıya sahipti. Kapı, girip çıkan araçlar sebebiyle sonuna kadar açılmıştı. Araçlarla ilgilenen iki görevli harici güvenlik görevlisi falan yoktu. “Bu iyi,” diye mırıldandı ve kapıdan içeri yavaş adımlarla ilerlemeye başladı. Ayakkabılar daha hızlı yürümesini imkansız hale getirmişti. Yol boyunca çıkartıp biraz dinlendirmeyi amaçladığı ayakları şişmiş, araçtan inmeden önce giymeye çalıştığı ayakkabılara güçlükle sığmıştı.
Girişten eve kadar olan yol, en fazla otuz metre kadardı. Ona, üç yüz metreden daha fazlaymış gibi gözüktüğü için yoldan çıktı ve yolun iki yanında uzanan çimlere geçti. Bu şekilde eve olan mesafeyi epeyce azaltmış olacaktı.
Bahçedeki sık ağaçların arasından tökezleyerek ilerlemeyi başardı. Kapıya yaklaşınca kendini limon ve turunç ağaçlarından güç bela kurtarıp düzlüğe çıktı. Bahçe yeterince aydınlatılmadığı için bulunduğu yer karanlıkta kalıyordu.
Çimen üzerinde ilerlerken eline aldığı ayakkabıları ayağına giyebilmek için aydınlık tarafa yürümeye başladı. Beş kişilik bir gurup az ötede sarhoşluğun getirdiği gevşeklikle tartışıyor, taşkınlık yapıyordu.
Birkaç adım sonrası yüzlerini seçebildiğinde olduğu yerde kalakaldı. Bunlar, alışveriş merkezi önünde peşine takılan, bir fahişe olduğuna inandırdığı adamlardı. Yola çıktığından beri ilk defa korkuyla yutkunmak zorunda kaldı.
Onlara fark edilmeden uzaklaşıp binaya girmek için acele adımlar atarken ayakkabı giyme işini es geçti. Tam başarmak üzere olduğu anda içlerinden birisi Gümüş’ü fark etti. Hızlıca yanına gelip koluna yapıştı.
“Bakın ne buldum?” Konuşurken dilinin dolaşması erkenden içmeye başladığının göstergesiydi. Üzerindeki açık yeşil gömlek, teriyle yarı yarıya ıslanmıştı. Kendini ondan kurtarmak için çırpınsa da başarılı olamadı. İri bir adamdı ve çok güçlüydü. Yaydığı koku ve içinde yükselen korkuyla birlikte midesini ayaklandırdı. Gözlerini irice açıp, yardım isteyeceği sırada amacını anlayan adamın alkol kokan parmakları ağzını buldu. Onu kendine yaslayıp diğerlerine çevirdiğinde ortalık hareketlendi. Islık çalan Gökhan, sendeleyerek yanlarına geldi ve saçını parmakları arasına alıp ovuşturdu. Başını çekip ondan kurtardığında sırıttı.
“Göründüğü kadar yumuşakmış.”
Bir başkası elini çenesine atacağı sırada yanlarına biri daha geldi. Diğerlerinin aksine gayet bilinçli ve kendinde gözüküyordu. Uzun boylu ve yapılıydı. Uzun parmaklarını sarı saçlarından geçirirken bakışları bir şey arar gibi bahçeyi tarıyordu, Gümüş ve onun etrafını çevirmiş grubu fark edince kaşı çatıldı. Bir an onları süzdü. “Sen doğum günü için ayarlanan kız mısın?” dediğinde, Gümüş beklemeden başını salladı. Yaptığı bu hareket, adamın onu diğerlerinin elinden çekip almasına yetmişti.
“Kıza dokunmayı kesin! Sizin için burada değil, Mert için geldi,” deyip kızı önüne kattı. Gökhan denen adam, yeni gelen sarışını dinlemek hoşuna gitmediği için bileğine asılıp “Önce biz biraz eğlenseydik?” dedi. Sarışın adam, Gümüş’ü çekip arkasına itti. Üzerine gelen ilk kişiye de sağlamından bir yumruk attı.
“Partiden kovulmak istemiyorsanız adam gibi eğlenin. Kızdan uzak durun.”
Diğerlerinin sayıca üstün olması onu korkutmuyor gibiydi. Gökhan ve grubu, Gümüş’ün korkuyla beklediği gibi adama saldırmak yerine seslerini kesip geri çekildiler.
Onlar gerilerken sarışın adam Gümüş’ü şöyle bir süzdü. Bir an sanki onu tanımış gibi kaşlarını çattı ve durakladı, sonra düşüncesini saçma bulmuş gibi başını sağa sola salladı. Gözleri yeniden ve baştan aşağı Gümüş’ü süzerken bakışlarından bir şeyleri beğenmediği belliydi.
“Kıyafetler kötü. O kadar para verdik, bari masum gözükecek bir şeyler giyseydin.”
“Kıyafetle ilgili bir şey söyleyen olmadı. Ayrıca istediğimi giyerim. Sonuçta işi kıyafet yapmayacak değil mi?”
Karşı çıkışından sonra kızı yeniden bir gözden geçiren adam, “Oo, bayağı hırçınız!” dedi.
Bu tavır ve konuşma karşısında Gümüş geri adım attı.
“Bu sizi ilgilendirmez. Ayrıca artık iş falan yok. Böyle bir ortama geleceğimden habersizdim!” diyerek arkasını döndü.
İlk adımını atmadan biri daha geldi.
“Kız bu mu? Mert gelmek üzeredir. Hadi çabuk.”
Sarışın alayla “İşi yapmayacağını söylüyor,” dedi.
Sinirle “O zaman paramızı ver!” dedi ikinci gelen.
Gümüş iki dev adamın söyledikleri karşısında kalakaldı. Parayı geri vermeye niyeti yoktu. O paraya ihtiyacı vardı!
“Yanımda hiç para yok. Eğer beklerseniz bir arkadaşla gönderirim,” diyerek sıyrılmaya çalıştı.
İkinci adam hafifçe gülümseyip üzerine gelirken “Para kalsın. Bu saatten sonra nazlanmanın gereği yok. Başkasını bulmamız için de çok geç. Zaten geciktik. Eren, Mert’i daha fazla oyalayamaz,” dedi.
Eren, bu işi başına saran adamdı. Mert denilen herifle yakın arkadaş oldukları, ona çok değer verdiği belliydi. Gümüş, aldığı paranın hakkını her zaman verirdi, onun da parasının karşılığını almaya alışık olduğunu fark etmişti. Şimdi onu ekerse peşini bırakmayacağı kesindi. Bir karar vermesi gerekiyordu. Kısa bir süre ciddiyetle düşündü ve başını salladı. İşi yapacaktı. Kapıya yöneldiğinde biri kolunu yakaladı.
“Sen oradan girmiyorsun. Yan kapıdan içeri girip kimseye görünmeyeceksin.”
“Tamam,” diyen Gümüş, itişip kakışırken düşürdüğü ayakkabıları eline aldı. Onlarla birlikte eve girdi ve kimseyle muhatap olmadan üst kata çıktı.
Parti kalabalıktı. Tek eksik müzikti. “Muhtemelen beni bekliyorlar,” diye düşündü. Ne de olsa şarkıcı kız oydu!
Koridorun sonuna gelene kadar yürümeye devam ettiler. Bu sırada sonradan gelenin telefonu çaldı. Açar açmaz karşısındaki ne dediyse yürümeye başladı ve Gümüş’ü sarışınla yalnız bırakıp gitti. Giderken “Lanet olsun? Nerede?” diye bağırıyordu.
Gümüş, neyin ters gitmiş olabileceğini düşünemedi. Umurunda da değildi. İstediği tek şey bir an önce Ayşe’nin gelmesi, onu bu cehennemden söküp almasıydı. İşi bittikten sonra bile başına geleceklerden endişe etmeye başlamıştı.
Odanın kapısını açan dev cüssesini kenara çekip onun içeri girmesini bekledikten sonra yatağın üzerine serilmiş krem tonlarındaki sade ve uzun elbiseyi işaret etti.
“Bunu giy, yüzündeki makyajı sil, saçın idare eder, burada bekle!” diyerek kapıyı kapattı.
Gümüş, elbiseyi avucunda toplayıp kafasına fırlatmak için peşinden gittiğinde kapının kilitlenmiş olduğunu fark etti. Tekrar tekrar denese de açamamış, odada kapana kısılmıştı. Bağırtılarını kimsenin duyduğu yoktu çünkü evi inleten bir müzik çalmaya başlamıştı. Bir süre daha çaresizce çırpınıp durdu. Kimsenin onu duymayacağını anladığında sakinleşmeye çalıştı. Telefonu şarjı bittiği için kapanmıştı.
Bu lanet olası işi yapacaktı! Başka kurtuluşu yok gibi gözüküyordu. Yere fırlattığı elbiseyi alıp kapısı açık duran banyoya gitti. Üzerindekileri seri hareketlerle çıkarttı. Zenginler ve onların tuhaf isteklerini sorgulamayı yıllar önce bırakmıştı. O kadar saçma şey görmüştü ki doğum gününde şarkısını masum bir kızın söylemesini isteyen bir züppe ona çok da abartı gelmemişti. Önce yüzünü yıkamayı düşünse de sonradan fikir değiştirdi. Oda gerçekten sıcaktı ve ter içinde kalmıştı. Leş gibi olduğunu birinin söylemesine gerek yoktu. Duşun altına geçip saçlarını ıslatmamaya dikkat ederek yıkandı. Çıkıp dolabı karıştırdı ve temiz bir havlu bulup kurulandı. Sonra da aceleyle giyindi. Yüzünde kalan son makyaj kırıntılarını yıkadığında uykusuzluk yüzünden iyice koyulaşmış gözaltı morlukları ortaya çıktı. Aynadaki soluk yansımasını süzerken bile esnemeye başlamıştı.
Odaya geri döndüğünde klimanın kumandasını buldu. Klimayı açıp odayı arşınlamaya başladı. Odadaki dolapları karıştırdı. Neredeyse boş askılarda birkaç takım erkek kıyafeti dışında bir şey yoktu. Tüm çekmeceleri karıştırıp yedek anahtar aradı ama öyle bir şey de bulamadı. Geniş yatağı, yatağın altını hatta yatağın yanındaki komodinde duran vazoyu bile taradı. İşe yarar bir şey bulamayınca hayal kırıklığı ile yatağa çöktü. Kaçmasına imkan yoktu, kapana kısılmıştı!
Bir saate yakın süren arama sonunda odadan tek çıkışının geldiği yol olduğunu anlayınca yatağa oturdu. Bir süre sonra sıkılıp uzandı ve çok geçmeden uyuyakaldı.