Gümüş, kapı önünde durmuş, anahtarla kilidi kurcalıyordu. Sebepsizce bu eve geldiği ilk günü anımsadı. Belki de nedeni, çocukluğundan anımsadığı ilk anı olmasıydı. Öncesini çok fazla anımsamıyordu, yakın zamana kadar. Kırık dökük birkaç görüntü vardı ancak anlamlandıracak kadar birleştiremiyordu. En net anımsadığı şey, şu an uğraştığı kapıdan içeri girişleriydi.
Murat Bey ve eşi Gamze, onu yurttan aldıklarında dört yaşındaydı. Sarı saçları artık beline kadar uzanıyordu ve yaşıtlarının arasında göze çarpan bir sevimliliği vardı. Hepsinden daha büyük gibi gözüküyordu. Uzun değildi, sadece bebeklik kilolarından çarçabuk kurtulmuş, çocuksu daha zarif bir vücuda kavuşmuştu. O zamanlar, onu seçme sebeplerinin bu olduğunu bilmiyordu. Eve her zaman yakalanmadan girmeyi başarırdı. Her seferinde yüreği ağzına gelse de odasına sessizce geçmek hiç bu kadar zor olmamıştı. Kapıda duran güvenliği atlatmak için on dakika kadar beklemiş, adam bir türlü gitmeyince duvara tırmanmak zorunda kalmıştı. Duvardan inemediği için atlamış, poposunu kırmakla yüzleşmiş, hepsinin üstüne penceresini açmadığını fark etmişti. Kapıdan içeri girdiğinde ise Murat Bey onu yakalamış, sorguya çekmeye başlamıştı. “Hepsi de bizi oyalayan o sarhoş herif yüzündendi.” diye düşünmüştü. Bahri’den kurtulmaları zaman almıştı. Bahri, pantolon ile ilgili lafından sonra hepten atarlanmış, onu sürüklemeye kalkmıştı. Gümüş, “İyi ki yanımda Ayşe vardı, o olmasaydı ne yapardım bilmiyorum!” diye mırıldandı o anları düşününce. Sarhoşlardan nefret ediyordu. Neden bilincini kaybetmek, beyin hücrelerine ve kendilerine zarar vermek için bu kadar uğraştıklarını anlamıyordu. Anlamayacaktı da... Bildiği tek şey, sarhoşların dengesiz ve aptalca şeyler yapan insanlar olduğuydu.
“Nerede kaldın sen?” Murat Bey’in alkol kokan nefesi yüzünü yalayıp geçince midesi bulandı. Yüzünü ekşitmesi için bağıran kaslarına inat, her zaman yaptığı gibi başını dikleştirip, Murat’a deli gülümsemelerinden birini bahşetti.
“Bilmem. Gezdik işte.”
Şımarık cevabı, adamın alkol yüzünden parlayan çelik mavisi gözlerinin daha da parlamasına yol açtı. Sesi, geceyi umursamadan bir ton daha yükseldi. Gümüş’ün ne dediğinin önemi olmadığı o gecelerden birindelerdi. Uslu bir şekilde evde uyuyor olsa bile adam onu uyandırıp sataşacaktı. Biliyordu, adam ona vurmaktan keyif alıyordu; sözlü tacizlerden, diğerlerinden... Tam da bu sebepten, “Bu saate kadar mı?” dediğinde ukalaca cevap vermeye başladı.
“Tam olarak bu saate kadar gezmemiş olsaydım kapıda yakalanmazdım sanırım.”
Eli havaya kalkınca anında gerileyip vuruş mesafesinden uzaklaştı. Ona ne kadar uzak durması gerektiğini öğreneli çok olmuştu. Sivri dilini kendisine saklaması gerektiğini de biliyordu, yine de onu sinir etmekten aşırı keyif alıyordu. Çünkü şimdilik ona karşı yapabileceği tek şey buydu.
“Sen,” dedi adam, kelimelerini güçlükle toparlayarak. “...cezalısın.”
“Aç kalacağım, üç gün odamdan dışarı çıkmayacağım vesaire vesaire… Biliyorum.” diyerek ilerlemeye çalışan kızın omzuna yapıştı. Parmakları canını yakıyordu. Kız, buna da alışıktı. Adam bu kez fazla içmişti. Güçsüzleşmişti. Kolayca ellerinden sıyrıldığında peltek sesiyle yeniden bağırmaya başladı.
“Hayır, minik fare... Odana gitmiyorsun. Odanda saklanmak senin için ceza olmaktan çıktı. Senin için daha güzel fikirlerim var.” deyip bir adım attı ve yüzüne tokadı yapıştırdı. Kızın başı, tokadın şiddetiyle savrulurken adamın eli yeniden havaya kalkmıştı. Kız, bileğini tam zamanında yakalayıp savurdu ve geri çekildi.
“Küçük fare karşılık mı verdi?” diyen karısı Gamze’nin kişilikten uzak, çocuksu ve masum sesi aralarında yankılandı. Koridorda belirdiğinde Murat Bey’in dikkati dağılmış, Gümüş de bundan faydalanarak az da olsa kendini toplamayı başarmıştı.
“Bu son çırpınışları, gemisi batıyor,” dedi Murat. Sesi bu kez daha düşük perdeden çıkmış, karısını gördüğü andan itibaren yumuşamıştı. Onun sahte tavırlarına alışık olan Gümüş, yüzünde yer eden gülüşten ne kadar tiksindiğini düşündü. Yerli yersiz gülümseyen insanlardan sırf Murat’ı anımsatıyor diye huzursuz olur, uzak dururdu. Samimiyetsiz olduklarını düşünürdü.
Gümüş, saçını savurup onlara yaklaşan karısına dönerken kendini biraz da olsa toplamayı başarmış Murat Bey’den biraz daha uzaklaştı. Gamze, ona bakarken yüzünden hiç eksik olmayan aşağılayıcı bakışlarını takındı. “Aslında başına devlet kuşu kondu. Yüzüne vurmamalısın hayatım. Onun için kendini yormana değmez,” deyip ondan tiksindiğini belirten ifadesiyle vücudunu süzdü. Söylediklerine anlam yüklemeye çalışmadı Gümüş, zira çoğu zaman aptalca konuşurlardı. Gamze, kocasına sarılıp onu umursamadan öpmeye başladığında bu gecelik onunla işlerinin bittiğini anladı. Oyalanmadan arkasını dönüp odasına doğru koşturdu. Onların iğrenç sevişmelerini izlemek gibi bir hevesi yoktu, olmamıştı. İçeri girer girmez adeti olduğu üzere kapıyı defalarca kilitledi. Asla kilidi açık unutmazdı. Murat Bey’in, o gece yarısı uyurken yatağının başında belirmesi korkusuna ihtiyaç duymayacak kadar kabuslarla meşguldü. Penceresine bıraktığı poşeti almadan önce cebindeki paraları kutuya koymuştu. Üstündekilerden kurtulup şort ve atletten oluşan pijamasını giyip yatağa oturdu ve poşetten çıkarttığı bir bisküviyi kemirerek tavanı izlemeye başladı.
***
21 Haziran 2017
Sabah yine kan ter içinde, telefonumun vızıltısıyla uykusundan kopmuş, nefeslenmeye çalışırken gözü yine kapıya gitmişti. Gece bıraktığı gibi olduğunu görünce ayaklandı. Telefonunu şarjdan alıp aramaya cevap verdi. Ayşe’den başka kimse aramadığı için arayana bakmasına gerek yoktu.
“Gümüş, öldün mü?”
“Öldüm, sana da diğer taraftan cevap veriyorum Ayşe!”
“Ooo, formundasın demek, İyi iyi. Bugün sıra bende! Topuklu günümüz. Ona göre giyin. Yarım saate oradayım.” Sesi, Gümüş’ün bezmiş sesiyle alakasız bir cıvıltıdaydı.
Ayşe, topuklu cici terlikler, etekler ve makyaj seviyordu, kız gibi takılmayı demek daha doğru olurdu aslında. Gümüş de dikkat çekmeyen şeylerden hoşlanıyor, genelde spor ve siyah ağırlıklı giyinmeyi tercih ediyordu. Topuklulardan da nefret ederdi ama aralarında bir anlaşma vardı. Birlikte takılırken alakasız gözüküp fazla dikkat çekmemek için her seferinde birinin tarzına uygun giyiniyorlardı. Bu kez onun gibi giyinmesi gereken Gümüş’tü çünkü Ayşe, bir önceki gece spor giyinerek sırasını savmıştı.
Gümüş esnemekte olduğundan cevap vermeyince Ayşe, yanlış anlayıp korkuyla, “Hey, cezalı mısın yoksa?” diye sordu. Gümüş, sonunda esnemeye ara verebildiğinde “Hayır. Hazırlanıyorum,” deyip telefonu kapadı.
Banyo ve kıyafet işi epeyce zaman alacaktı, Ayşe ile alışveriş ise daha çok. Dolayısı ile yeniden hazırlanmak için yeterince zamanı olmayacaktı. O yüzden akşam aldığı iş için gereken elbiseyi bir çantaya tıkıp merkezde bir kuaföre gitmeyi düşünerek banyoya geçti. İşi bittiğinde dolabı karıştırırken daha önce hiç giymediği mürdüm renginde bir elbise keşfetti. Bu elbise gündüz giyilebilecek cinstendi. Uzun elbiselerle yürümeyi beceremediği içinse biçilmiş kaftandı. Hepsinden önemlisi onu giyerse akşam için yeniden hazırlanmasına gerek kalmazdı. Üzerine deneyip nasıl olacağını görmek istedi. Giyip aynaya baktığında ise yüzünü buruşturdu. Albenisi istemediği kadar artmıştı.
Her zaman Ayşe’den daha sönük gözükmeye çalışırdı. Bu sayede erkekleri kendinden uzak tutmayı da başarırdı ama bu elbiseyle onun yanında epeyce dikkat çekeceğine şüphe yoktu. Kısa, bacaklarını açıkta bırakan ve tüm vücuduma oturan elbise onu olduğundan daha büyük göstermişti. Yirmilerinde gibi gözüküyordu. Elbisenin öyle bir kesimi vardı ki göğüslerinin bile olduğundan bir iki beden daha büyük gözükmesine sebep olmuştu. Rengi, tenini yumuşatmış ve ona yakışmıştı. Dolabı yeniden karıştırıp başka kısa elbise bulamayınca üstündekiyle kalmaya karar verdi. Ayağına topuklularını giyip saçlarını kuruttuğunda ise korna sesini duydu, Ayşe gelmişti. Aceleyle saçını arkasına savurup kapıya koşturdu.
***
Sahildeki kahvaltılarından sonra yakındaki alışveriş merkezine geçmişlerdi. Merkez, sahille üniversite kampüsün arasında kalıyordu. Yeri itibariyle oldukça kalabalıktı. Gümüş kalabalık olduğu için pek sevmese de favori Ayşe’nin favori mekanlarından biriydi. Ayşe her zaman olduğu gibi onu sakızlı dondurma ve waffle sözü vererek ikna etmişti. Kahvaltının üstüne midesine bolca şeker dolduran Gümüş, kıyafet satan her mağazaya girip çıkan Ayşe’ye ayak uydurmakta zorlanmıştı. O mağazaları talan ederken saçlarını fönletmiş ve işini çarçabuk bitirmişti. Yarım saattir olduğu yerde dikilmekten ayakları olması gerekenden çok daha kötü hale gelmişti. Yeni topuklusu, daha önce giymediği için ayağını sıkmış ve derisini berelemişti. Yürüdükçe sıyrılan deri yüzünden canı öyle çok yanıyordu ki dolanıp onu aramak yerine dışarı çıkıp alışveriş merkezinin hemen yanındaki parkta oyalanmayı seçmişti. Banka oturup ayağını uzattı ve koşturan, eğlenen çocukları ve kampüsten çıkıp nefes almak için alıveriş merkezine akın eden üniversitelileri izlemeye başladı. Çocukların şen sesleri, tatlıca esen rüzgar ve uykusuzluk bir araya gelince ne zaman dalıp gittiğini bile fark edemedi. Gözlerini açtığında güneş batmak üzereydi. Hava turuncu, kırmızı karışımı bir renk cümbüşü içindeydi ve çoğunlukla gölgelerle kaplanmıştı. Ayaklanıp kısa eteğini düzelttikten sonra merkeze doğru yürümeye başladı. Çocuklar gitmiş, etraf ıssızlaşmıştı, itiraf etmese de ürkmüştü. Parktan çıkarken bir gurup gencin ona seslendiği duydu, arayı açmak için adımlarını hızlandırdı ama topuklu ile istediğini başaramadı. O hızlanınca onlar da iştaha gelip koşturmuş, kısa sürede ona yetişmişti. Biri kolunu yakaladığında korkuyla elinden sıyrıldı.
“Korkma güzelim. Niyetim sana zarar vermek değil.”
“Ne istiyorsunuz?” deyip ürperen kollarını göğsünde birleştirdi Gümüş.
Adam, “Sadece seni!” dediğinde kaşını çattı. “Hey, parası neyse veririm merak etme. Sadece ne kadar olduğunu söyle.”
Adamın onu bir fahişe zannetmesine sebep olacak ne yaptığını düşünürken kaşlarını çattı. Kırıtmamış, aşırıya kaçan bir makyaj yapmamış, onunla göz teması bile kurmamıştı. Tek yaptığı parkta oturup kıkırdayan çocukları izlemekti. Ona parayla çalıştığını düşündürtecek tek bir hareketi olmamıştı. Sadece güzeldi ve açık giyinmişti ancak elbisesi bulundukları şehrin sıcağında herkesin giydiğinden daha açık sayılmazdı. “Beni çoktan kafasında bir role oturtmuş ve ne dersem diyeyim öyle olmadığıma inanmayacak!” diye düşündü, haklıydı!
Etrafa şöyle bir bakıp henüz ortalığın tenhalaşmadığını fark edince biraz rahatlamış, köşede park halinde duran polis arabasını görünce ise korkusunu yenmişti. Burada ona zarar veremezlerdi. Tek sıkıntı, bağırıp yardım isterse güvendiği polisin devreye girip Murat ve Gamze’ye haber verecek olmasıydı. Onlar işin içine girdiğinde akşama gideceği parti işi yatabilirdi. Bu duyulursa bir daha iş bulamazdı, güvenilirliği iki paralık olurdu ve ceza alırdı. Bu sıralar evde tıkılıp kalma gibi bir lüksü yoktu. Çarçabuk beş genci ve koluna yapışanı inceledi. Diğerleri alelade giyinmişlerdi ama koluna yapışan onların cüzdanı olduğunu ortaya koyacak kadar kaliteli giyinmişti. Üzerindekiler usta bir terziden çıkmıştı. Kumaşı göründüğü kadar iyi değildi. Saati ve kolyesi dışında takısı yoktu. Muhtemelen gözüktüğü kadar zengin değildi. Aklında beliren fikri detaylıca düşünmek için ayrılmış bir zamanı yoktu.
“Evet, ne kadar istiyorsun?” deyince onu yeniden süzdü. Adamın ne kadar verebileceğinden emin olamadığı için ütopik bir tutar istemekte karar kıldı. Kulağına yaklaşıp aklına gelen ilk rakamı söyledi. Adamın yüzünde beliren ifadeyi gördüğünde bir kez daha anladı, o parayı vermesine imkan yoktu.
“Hey, bir gece için mi?” Adamın yutkunmasını keyifle izledi. Ve onu ve diğerlerini ağzı açık bırakan o cümleyi söyledi. “Saati yüz bin. Gece değil.”
Geriye çekilirken “Değerdi, senin için değerdi” diyen adam, arkadaşlarının yanına döndüğünde rahat bir nefes aldı. Giderlerken ara ara dönüp bakmışlar, kendi aralarında çevirdikleri muhabbete Gümüş’ü konu edindiklerini gizlemeye bile gerek görmemişlerdi. Yüksek sesle konuşmalarından sadece ona teklifi yapanın ismini öğrenebilmişti; Gökhan. Az kalsın başını belaya sokacaktı ve onu deli gibi korkutmayı başarmıştı. “Allah cezanı versin Gökhan!” diyerek başını çevirdi. Biriyle göz göze geldi ve kalakaldı.
Koyu kahve ya da siyah, rengini seçemediği derin gözleriyle ona bakıyordu. Esmerdi. Güneşte yanmış birinin bronzluğuna değil doğal bir esmerliğe sahipti adam. Göz altlarında yorgunluk belirtisi olan hafif morluklar vardı. Uykusuz gibi, hastalık atlatmış gibi… Böyle bir adamın hasta olacağını hayalinde canlandıramayınca uykusuz olmalı, diye düşündü. Kendisi morlukları çoğu zaman gözlükle saklardı. Bugün de Ayşe’nin verdiği kapatıcıyla gizlemişti. Aşırı derece uykusuzdu. Parktaki kestirmesi dişinin kovuğuna bile yetmemişti. Karşısındaki adama bakarken uykusuzluğundan tamamen sıyrıldığını hissetti. Tüm hücreleri alarma geçmişti.
Gözleri kesiştiğinde adam, rahat bir tavırla yaslandığı son model araçtan sırtını ayırdı, hafifçe doğrulup sigarasını yere atarken kaşını kaldırdı. Uzun boyluydu, giydiği topukluya ve boyu bir seksene yaklaşmış Gümüş’ten bile uzundu. Alnına düşen uzun siyah saçları rüzgarla geriye savrulurken oldukça yakışıklı görünüyordu.
Onu baştan aşağı süzen bakışları karşısında, Gümüş kendini çıplak gibi hissetti. Bedeninden bir ürperti geçip giderken üşüdüğünü sandı. Ellerini kollarına atıp sıvazlarken hareket etmek için bir hamlede bulunamıyordu. Nutku tutulmuştu.
Adam, bunu fark etmiş gibi dolgun dudaklarını sağa doğru kıvırdı ve bu hareketiyle sadece sağ yanağında derin bir gamze oluştu. Sert, bir sanatkarın usta ellerinden çıkmışçasına mükemmel yüzü kızı süzerken daha da sertleşmiş, çenesi kasılmıştı. Eğlenir gibi gözüküyordu ama ürkütücüydü. Yüzündeki en güzel şey gamzeydi. Hayır, en güzel yeri sağa doğru kıvrılan dudaklarıydı. Gümüş, çekimine kapıldığı adamın yaşını tahmin edememişti ancak kendisinden epeyce büyük olduğunu anlayabilmişti. İnce uzun parmakları olduğunu, gömleğinin altından bile belli olan kaslarıyla aynı anda fark etti. Sade bir yazlık takım giyen adamın üstündeki kıyafetler zenginlik kokuyordu. Duruşundaki bir şeyse parayı pek takmadığını söylüyordu. Gümüş böylelerini daha önce defalarca görmüştü. Zenginliğin içine doğanlardı adam. Sevmediği, uzak durduğu tiplerden… Yine de sadece bir an için onun uzun parmaklarıyla ince belini kavrayıp kendini sardığını, kıvrımlı dudakların kendisininkini örttüğünü düşündü. Daha önce kimseyle öpüşmemiş, öyle bir arzusu olmamıştı, ancak şimdi merak ediyordu. Böyle bir adam tarafından öpülmenin nasıl bir his olduğunu merak etmişti. Adamın gözleri parlayıp dudağı daha çok kıvrıldığında aklındakileri okumuş olmasından korkarak yutkundu. Yüzü düşüncelerinin ve bakışların etkisiyle yanıyordu. Beyaz teninin boynuna kadar kızardığından emindi. Sert duruşa rağmen utangaç ve tecrübesiz bir kızdı. Böyle anlarda ne yapacağını nereye bakacağını kestiremezdi ki böylesi bir anı daha önce yaşamamış, kimseden böylesine etkilenmemişti. Adam yere attığı yarım sigarasını ayağı ile ezerken de tuttuğu nefesini bırakıp başını eğdi. Onunla göz temasını kesmek oldukça zor olmuştu ama sonunda başarmıştı.