Gümüş, o güne kadar tatmadığı, hissetmediği değişik ama güzel duygular hissediyordu. Birisi dudaklarını öpüyor, onu heyecanla titretiyordu. Nefesi sıklaşırken üstündeki ağırlık hissiyle memnun bir mırıltı çıkartıp dudaklarını araladı.
Adamın dili ağzını talan ederken, öpüşmenin bu kadar güzel olmasına hayret etmişti. Ona karşılık vermeye başladığında dudakları serbest kaldı ve sıcacık ağız yeniden boynunu buldu. Hissettiği temasın getirdiği yoğun hislerle inleyerek ince parmaklarını uzattı ve adamın saçına doladı.
Yumuşak, parmaklarına rahatça dolayabileceği kadar uzun saçları çekiştirip onu kendine bastırdı. Bir rüya, nasıl bu kadar gerçekçi olabilirdi? Adamın elleri bacaklarını iki yana itip de kendini ona tamamen yasladığında hissettiği sıcaklık bile öyle sahiciydi ki... Teni alev alev yanarken yutkunup kirpiklerini kırpıştırdı ve kör edici bir ışıkla karşılaştı.
Gözlerini araladığında ilk gördüğü şey, üzerindeki adamdı. Boynuna eğildiği için yüzünü görememiş, sadece parmaklarını daldırdığı sıcak çikolata rengindeki saçlarını seçebilmişti. Üstünde birisi vardı ve onu öpüyordu!
Neler olduğunu anlamaya çalışırken korkuyla nefes aldı ve tamamen ayıldı! Gerçekten de bir adam vardı!
Elini hızla saçından çekip onu itmek için omzuna götürürken panikle bir çığlık attı.
Çığlığı duyan adam, ne olduğunu anlamak için başını kaldırdığında göz göze geldiler.
Bu oydu! Alışveriş merkezinin önünde arabasına yaslanmış, sigara içen adam!
Gümüş, o gün ona bakıp dudaklarını süzerken anlık da olsa kollarında olmanın, onunla öpüşmenin nasıl bir his olacağını düşünmüştü. Artık biliyordu, muhteşemdi!
Korkuyla, “Sanırım işlediğim günahın bedelini bu şekilde ödüyorum!” diye düşündü.
“İn üstümden!” deyip altında çırpınırken, adam dişlerinin tamamını göstermeyen sinirli bir sırıtmayla karşılık verdi.
Ona vurduğu bileklerini iki yanına sabitleyip, kendini ona bir kez daha bastırdıktan sonra kız, ikinci çığlığı atarken dudağına yapıştı. Güçlü dudaklar, ezici bir sertlikle ince dudaklarını kavrayıp yavaş ama hoyratça okşarken hisleriyle boğuşuyordu. Korku, heyecan, arzu...
Hepsi birbirine girmiş, vücudu tam bir alarm durumuna geçmişti. Tek yapabildiği şey tepkilerini kontrol etmeye çalışmaktı. Arzu, diğer hisleri ötelemeye başladığında karşılık vermemek için dudaklarına kilit vurup tüm gücüyle çırpınmaya başladı.
Adamın ağırlığı karşı koyabileceğinden fazlaydı, çabaları ise nafile!
Bileğini tutan, dudaklarını kavramış ve kendini tüm ağırlığı ile bastıran adamın narin vücuda uyguladığı güç eziciydi. Üstelik dudakları, ne yaptığını öyle iyi biliyordu ki dakikalar geçerken Gümüş, istemese de gevşediğini hissetti. Çırpınmayı kesti, nefes almayı unuttu ve gözlerini kapattı. Dudaklarını araladığında adam öpüşünü derinleştirdi. İki bileğini birden sol eline alıp sıktıktan sonra boynunu öpmeye başladı. Bundan sonra olacaklara engel olamayacağını bilen Gümüş, ağlarken sessizce hıçkırdı.
“Bırak beni!” diye inledi nefes alabildiğinde.
Adam dediklerini duymamış ya da önemsememişti. Kendini sevişmeye kaptırmış, geri kalan dünyaya kapamıştı. Dudakları, alevden bir iz bırakarak kızın göğsüne kaydığında Gümüş, başını eğdi. Gördükleri kalp krizi geçirmesine sebep olacakken uzun parmaklar, belini ve göbeğini nazikçe okşayarak elbisenin eteğine kaydı. Gümüş, eteği yukarı doğru itilirken son bir çabayla yeniden çırpındı.
“Ne olur bırak!” diye yalvarmaya başladı. Sesiyle birlikte tüm vücudu titriyordu. Nefesi kesiliyor, ağzı çöl gibi kavruluyordu. Dudakları kurumuştu, sık sık aldığı nefesleri şiddetle dışarı verirken göğsü hızla inip kalkıyordu.
Adam “Yeter artık!” deyip açığa çıkan tenine beğeniyle bakarken çırpınmaya ve bağırmaya devam etti.
“Biri bana yardım etsin! İmdat!”
“Yeter dedim, abartma!”
Azarladıktan sonra tekrar dudağına yapışmıştı. Bu kez ele geçirmesi öncekinden uzun sürmüştü, çünkü kız tam olarak kendindeydi. Yine de tüm direncini kırana kadar öpmeyi sürdürdü.
Gümüş’ü masum ve tecrübesiz gibi rol yapması için tembihlenmiş bir fahişe zannediyordu. Odaya girmeden evvel Eren tarafından bu konuyla ilgili alay konusu olmuş, içeri girer girmez kızı evden göndermeyi kafasına koymuştu. Ne var ki misafir olarak iki gündür kaldığı odaya girdiğinde yatakta uyuyan kızı görünce fikrini değiştirmişti.
İlk gördüğü andan beri aklını kurcalayan kız, sere serpe yatağında uzanırken yanına gitmek ve ona dokunmak için büyük bir istekle kavrulmasına rağmen onun para aldığı için orada olması canını sıkmıştı. Kendisine ihanet eden hislerine karşılık sinirlenmiş, kızı uyandırmak için omzunu tutmuştu. İlk temas, ilk hisler… Sadece minik bir öpücük demişti kendine engel olamayarak ve kendisinin de ne zaman olduğunu bilmediği bir andan sonra ipin ucu kaçmıştı.
Aldığı zevk Gümüş’ün kafasını karıştırıyor, tanımadığı bir adamın ona dokunduğunu unutturuyor, beynini uyuşturuyordu. Tecrübesizliği yüzünden kendini nasıl savunacağı hakkında bir fikri olmadığını sanıyordu, hissettiklerinin tecrübeyle alakası olmadığını bilmeden.
Adamın eli kor gibiydi, geçtiği her yeri yakıp kanını tutuşturuyordu. Dudakları göğsüne yeniden eğildiğinde şansını bir kez daha denedi.
“Başın belaya girecek. On yedi yaşındayım.” Teninde hissettiği sıcaklıkla başını eğdiğinde, adamın uzun parmaklarının iç çamaşırının lastiğinde olduğunu görmüştü. “Yapma!” diye inledi.
Onu duymazdan gelen adam, çamaşırının lastiğini tutarken utançla gözlerini kapadı ve parmakların ufacık hareketiyle hemen geri açtı.
“Lütfen dur!” deyip tekrar inlediğinde gözlerini bulan koyu kahveler, kısılan göz kapakları arasında siyah birer elmas gibi parlıyordu. Onun itirazlarına karşın sinirlenmiş gözüküyordu.
“Artık rol yapmayı bırak, fazla uzattın!” derken sesi boğuk ve kısıktı. Yatağın yanına uzandı, çekmeceden aldığı bir deste parayı avucuna sıkıştırdıktan sonra sırıttı ve üzerindeki elbiseyi tek bir hamlede yırttı. Teninin açığa çıkmasıyla utanca boğulan kız, gözünü kapadığında ona dokundu. Uzun, sıcak parmaklar göğsünde, kaburgalarında ve göbeğinde usulca gezmeye başladı. Gümüş, işte o saniye hemen bir şey yapmazsa sonrası için çok geç olacağını anladı.
“Rol yapmıyorum, yemin ederim ki on yedi yaşındayım!”
“Bu vücutla on yedi olduğuna inanmamı mı istiyorsun?” Alev almış gözleriyle onu baştan ayağa süzmüştü.
“Bu masum kız ayaklarını bırakabilirsin. İkimiz de kim olduğunu biliyoruz, değil mi?”
“Yemin ederim küçüğüm!” dese de gülümseyip üzerine eğildi ve ellerini bırakıp sutyenini çekiştirdi. Askısını kenara kaydırıp tüm omzunu ortaya çıkarttı.
Gümüş, onun dilinden dökülen kelimelerin anlamını çözdüğünde, gündüz karşılaştığı adamın o konuşurken neler duyduğunu anımsadı ve neden bu şekilde davrandığını anladı.
Onu bir sokak kadını sanıyordu! Parasını aldığı sürece vücuduna ne yapıldığına karışmayan, vücudunu sermaye edinmiş bir kız!
“Hem senin sandığın gibi değilim, ailem zengindir. Beni bırakırsan sana çok fazla para vermelerini sağlarım. Lütfen bırak! Paranı da istemiyorum!” dediğinde adam sakin sesiyle, “Verdiğim para az mı geldi? Sabaha istediğin miktarı alırsın. Sakin ol!” deyip belini kavradı. ısrarcı dudakları kızın dudaklarıyla bulup kısa süre sonra yeniden diri göğüslerine doğru indi. Göğsünün ucunu ağzına alıp yavaşça emerken kızın hafif hafif inlediğini duyuyor, kalçasını oynatarak kızın bacaklarının arasındaki sıcaklığa kendini bastırıyor, onun da kendisi gibi zevk aldığını anlamasını bekliyordu.
Önce bir göğsü, sonra diğeri adamın dili ve dişleri tarafından ele geçirilmiş Gümüş, nefesini tutmuş, hissettiklerinin şokuyla kasılıp kalmıştı.
Adam dilini kızın şahane göğüs ucunda gezdiriyor, onları canlandırıp hafifçe dişledikten sonra dudaklarının arasından ağzını doldurmak ister gibi içine çekiyor, emiyordu.
Yaptığı şeye kendini adamış, kızın söylediklerini duymuyor, onun vücut dilini okuyor, altında kıvranmasından sevişmek için hevesli olduğunu varsayıyordu. Bu heves onun iştahını en az kızın pürüzsüz, yumuşak teni kadar kabartıyordu.
Kızın diri göğüslerinin ağzının içini doldurmak istercesine kabarması, göğüs uçlarının dikleşmesi, onu hissedebilmek için kalçasını yavaşça hareket ettirip kendine sürtünmesi... Bacaklarını aralayarak onu daha yakınına davet etmesi...
Gümüş, adamın maharetli parmakları kalçasının birini avuçlayıp kasıklarına yaslayarak yavaş yavaş hareket etmeye başladığında gözlerini kapadı. Dudaklarını dişleyerek kendine gelmeye ve aklını toparlamaya çalıştı.
Adama söylediklerinin onu, başladığı işten vazgeçirmeyeceğini fark ettiğinde son kozunu oynadı.
“Bu yaptığını ailem duyduğunda seni mahvedecek. Teranların biricik kızına dokunan adamı sağ bırakmasını beklemiyorsun, değil mi?” diyerek daha güçlü ağlamaya başladı.
Ne yaparsa yapsın, adamın güçlü tutuşundan kurtulamıyordu. Çırpınmaları işe yaramadığı için hareket etmeyi kesip yumruklarımı sıktı. Gözlerini sımsıkı kapatıp, dişlerini sıkarak her şeyin bir an önce olup bitmesini beklemeye başladı. Aklını dinlemeyen vücuduna söz geçirmek epeyce zor olsa da en azından adam göğüslerini iştahla emerken, parmaklarıyla göğsünü yoğururken ya da bacağının arasına uzandığında tepkisiz kalmayı başarmıştı.
Adamın parmakları yavaşça içine doğru girdiğinde, onu ıslatmaya başladığında, canı da yanmıştı. Acıyla zevk karışımı hislere karşı koymak için dişlerini öyle sıktı ki çenesini bir daha açamayacağından endişe etti.
Kısa bir süre sonra, içinde ritmik hareketlerle gezinen ve bacaklarının arasındaki nazik bölgeleri okşayan parmaklar uzaklaştı, Göğüslerini emen, belini ve kaburgalarını öpücüklere boğan ateşten dudaklar son kez dümdüz göbeğinin etrafında dolandı, uzaklaştı. Kalçasını şekillendirmek ister gibi avuçlayıp sıkan, ara ara bacaklarında gezen parmaklar çekildi ve durdu. Üzerindeki ağırlık hafifledi. Adamın fikrini değiştirip onunla yeniden sevişmeye başlamasından korkan Gümüş, avucunda sıktığı desteyi yatağa fırlattı. Aceleyle çekilip, yırtılmış elbiseyi göğsünde topladı ve çıplaklığını biraz da olsa gizlemeye çalıştı.
Geri çekilip yataktan çıkması saniyeler sürmüştü. Bir eliyle sıkıca elbiseyi tutarken yataktan yatağın ucunda duran komodinden kaptığı vazoyu kavradığı gibi fırlattı.
Adam, başına doğru hızla gelen vazodan tam zamanında eğilip kurtuldu, sonra çattığı kaşıyla kızı süzmeye başladı. Bu bakışlar, az önceki arzulu bakışlardan farklıydı.
Soğuk, uzak, umursamaz görünen ama derinliğinde kaybolabileceğiniz türden gizemli bakışlardı. Ne düşündüğünü ele veren tek mimiği dahi yoktu.
Yüz hatları sert, çenesi sinirle sıkılmış yüzünde kıvrılan dudakları, yine sağ yanağında derince bir çukur oluşturmuştu. Zayıf yüzünde belirgin hatlarıyla birlikte bu çukur ona ölümcül bir çekicilik, güzellik katıyordu.
Kaşında küçük bir yara izi vardı ama bu bile çekiciliğini tamamlar nitelikteydi. Ondan bir şey almak yerine yüzünde yaşanmışlık ve karakter katıyordu. Vücudu kaba değildi, oldukça uzun boyluydu. Kolları ve sırtı spor salonunda yapılmadığı belli zarif, abartısız ama güçlü kaslarla çevrilmişti. Tamamen Gümüş’e döndüğünde karnı ve bacaklarını kaplayan kasları da utanmadan sergileyen rahat bir pozisyona girmişti.
Az önce yaşadıkları sıcak anların şahidi olan ince bir ter tabakasıyla ve çok az tüyle kaplı olan göğsü, sakin duruşunun aksine hızla inip kalkarken, yaşananlardan en az kız kadar etkilendiğini ortaya koyuyordu.
“Sen, doğru mu söylüyorsun?”
Konuşurken hala inanmakta güçlük çektiği o kadar belliydi ki hayretinin buğulu, kısık sesine yansımasını engelleyememişti. Sesinde hayal kırıklığının yanında Gümüş’ün tam olarak kavrayamadığı bir şey daha vardı, sevinç gibi...
Kız, titreyen sesini güçlü tutmaya ve utançla kızaran tenini önemsememeye çalışarak “Yemin ederim! Ben öyle birisi değilim.” diye atıldı.
Bir yandan da, titremiş bacaklarının onu yarı yolda bırakmasından endişe ederken, kilitlememiş olmasını umarak kapıya doğru gerilemeye başlamıştı.
Adam, yatakta bağdaş kurup onu süzmeye devam ederken sakin gözüküyordu.
Gümüş’se etkilendiği güzel vücuda bakmamak için onunkine diktiği gözlerini kırpmaya bile korkarak kapıya ulaşmıştı.
“Sana inanmamı nasıl beklersin? Adamlarla pazarlık ettiğini duydum, istediğin parayı da!” Adam bunları diyerek ayaklandı. Sesi bile güzeldi; boğuk, sakin, derinden geliyordu.
O ayağa kalkınca kapının kulpunu tutan kız, aceleyle çevirdi ve titreyen elleriyle kapıyı açmayı denedi, kilitli olduğunu anlayınca açıklamaya başladı.
“Adamlar, beni öyle zannedince minik bir oyun oynamak istedim. Çünkü fikirlerini değiştiremeyeceğimi biliyordum. Polis vardı, insanlar vardı! Bana bir şey yapamayacaklarını biliyordum. Sadece olaysız bir şekilde onlardan kurtulmak istedim. Bilerek o kadar çok para söyledim! Veremeyeceklerini tahmin etmiştim. Tek şanssızlığım senin beni duymuş olman! Yemin ederim doğru söylüyorum. Hepsi oyundu!”
O, kapıyla uğraşırken yatağa yeniden oturan adam, bacaklarını aşağı sarkıtıp sigarasına uzandı. Paketten aldığı sigarayı uzun parmaklarıyla dudaklarının arasına yerleştirdi. Sakince çakmağı çakıp derin bir nefes alırken bile kızı baştan ayağa incelemeye devam etti.
“Sana neden inanayım ki? Paramı alıp kaçmak istiyor olabilirsin.”
“Paranı falan istemiyorum. Yalan söylemem için bir neden yok!”
Adam sessizce, sinirle gülerken kalın, kıvrımlı dudaklarının arasından yeni bir duman bulutu kurtuldu.
“Dedi, yalan söyleyen küçük kız.”
Tam cevap vereceği sırada yaslandığı kapı gürültüyle çalmaya başladığında zaten korku içinde olan Gümüş, sıçradı.
“Gümüş! İçeride misin?” diye bağıran Ayşe’nin sesiyle içine bir rahatlık çöktü.
Omuzları düşerken aceleyle bağırdı. “Buradayım!”
Ayşe “İyi misin?” diye sorarken “Kapıyı açsana pislik herif!” diye bir yandan da yanındakini dövüyordu.
Çıkan pat küt seslerinden, dışarıdakinin çantayı kafaya yediğini anlamak zor değildi.
“Dursana kızım, içeriden kilitlenmiş, açamıyorum” diyen sinirli ses, Eren’e aitti.
Gümüş’ü içinde bulunduğu saçma duruma iten anlaşmayı yapan adama!
Dışarıda ona yardım edecek kişilerin olduğunu bilmek, Gümüş’ün kendine güvenen biraz da hırçın tavrına yeniden kavuşmasına yetmişti.
“Açsana kapıyı! Az sonra ailem de burada olur! Onlar geldiğinde başına gelecekleri sen düşün.”
Adam, aheste aheste içtiği sigarasını küllüğe söndürdükten sonra pantolonunu alıp giyerken, çenesiyle banyoyu işaret ettiğinde kımıldamadı.
“Böyle mi çıkacaksın?” dediğinde kendine geldi. Anında üstündeki parçalanmış elbiseyi sıkıca tuttu ve koşturarak elbisesini buldu.
Aceleyle üzerini giyinirken kapıyı yarı yarıya kapattı. Onun ne yaptığını görmek istiyordu, bu kez de banyoya kilitlenme riskini alamazdı. Elbisesini giyene kadar Ayşe kapıyı yumruklamaya devam etti.
Dışarıdan gelen bağırışları kendini güvende hissetmesine sebep oluyordu. Gözlerinden düşen son damlaları kurulayıp banyodan çıktığında adamın da giyinmiş, kapıyı açmakta olduğunu gördü.
Kapı açılır açılmaz üzerine atlayan arkadaşı, halini görünce yanındaki Eren’i sinirle ittirdi. “Ne oldu? Ne yaptılar sana?” Kolları arasında tuttuğu kızın dağılmış halini gördüğünde bir şeyler döndüğünü anlamıştı.
Onun sorusu Gümüş’e yaşadıklarının ne kadar gerçek olduğunu bir kez daha anlattı. Bir kabus ya da rüyada değildi, tüm olanlar gerçekti!
Yaşadığı onca acıya rağmen bu olay gözlerinin yeniden yaşlarla dolmasına sebep oldu. Ağlamaktan sessiz kaldığı saniyelerde neler olduğunu kavrayan Ayşe ile birlikte içeri giren Eren, onlara kocaman açtığı gözlerle baktı. Sonra telaşını gizlemeye gerek görmeden arkadaşına döndü.
“Odana Gümüş’ü mü getirmişler? Geri zekalılar!”
Mert sessiz kalınca, sesini yumuşatıp ağlayan kıza elini uzattı. “İyi misin?”
Gümüş, uzatılan eli tahammülü kalmadığı için sinirle ittirdi ve Ayşe’nin kollarından sıyrılarak geri çekildi. O kapıya doğru gerilerken Eren yine arkadaşına döndüğünde yeşil gözleri irice açılmıştı. Tamamen paniklemiş, biraz da ürkmüş gözüküyordu. Bakışları bir kıza bir de sakince dikilip onu süzmekte olan arkadaşına gidip geliyor, yaptığı basit bir hatanın nelere yol açabileceğini düşündükçe kendine kızıyordu.
Saygın bir ailenin kızını, adı asla kötü işlerle anılmamış başka bir saygın ailenin oğlunun kucağına atmıştı. Belki de henüz reşit bile olmayan bir kızın...
Gazetelerde çıkacak haberleri, işlerini ve aile şereflerini bir kenara itmiş, kızın ne kadar korkmuş ve kötü hissediyor olabileceği gibi düşüncelere hızlı bir dalış yapmıştı.
Arkadaşını tanıyordu, onun kimseye zorla bir şey yapacağını da sanmıyordu ama kız küçüktü. Yaşın küçük olduğu durumlarda istek söz konusu değildi. Adı ister sevişme, isterse başka bir şey olsun, suçtu! Hızla akan düşünceleri mantık süzgecinden geçmeden diline dökülmüştü.
“Kıza dokundun mu yoksa? Mert? Dokunmadığını söyle! Oğlum, bu işin şakası yok, hapse gireriz! Daha reşit bile değil.”
Ayşe, olanları az çok kavramıştı. Öfkeyle “Sadece şarkı söyleyecek demiştiniz!” deyip çantasını, Eren ve diğerinin kafasına geçirmek için kaldırdı.
“Şarkı mı?” diyen Mert’e cevap vermek yerine, koridora çıktı Gümüş, odada kalmaya devam edemezdi.
“Doğum günü şarkısını söylemek için çağırmıştım!” diyen Eren, saçını karıştırıp kızın ardından bakıyordu.
“Ailesinin zengin olduğunu söylemişti,” dedi Mert anlamaya çalışarak, kızın ne kadar yalan ne kadar gerçek konuştuğu hakkında bir fikir edinmeye çalışıyordu.
“Öyle zaten!”
“Ne diye buraya geldi o zaman?”
Gümüş, elini saçından geçirirken sabrı taşmış bir şekilde, “Paraya ihtiyacım vardı!” diye bağırıp kimin göreceğini ya da duyacağını önemsemeden içeri daldı.
Ona hala inanmıyor oluşu çileden çıkmasına yetmişti. Küfretmeye alışık olmadığı için böylesi bir durumda bile zarafetini koruduğundan habersizdi. Vücudu, sinirle onun üstüne yürürken bile narindi.
Bu tavrına karşılık adam, hiç korkmuş gözükmüyordu ama kız bacağının arasına tekmeyi geçirince hissettiği şiddetli acı ve şaşkınlıkla iki büklüm oldu.
Gümüş, adam kıvranırken, ona şokla bakan Eren’i ve yaptıklarını hayretle izleyen Ayşe’yi önemsemeden atılıp Mert’in yataktayken zorla eline tutuşturduğu desteyi aldı. Eren’in neden şaşkınca baktığını düşünecek ya da orada daha fazla kalacak sabrı kalmamıştı.
“Bu da bende kalıyor! Az kalsın yapacağın şey yüzünden hak ettim sanırım.”
Odadan yeniden çıkarken bileğine yapıştığı Ayşe’yi de sürükledi. Birkaç metre sonra Ayşe’nin önderliğinde geldiklerinden farklı bir yoldan ilerlediler.
Evden çıkmadan önce müzikle kendinden geçmiş gibi dans eden kalabalığın içinden geçtiler. Titreyen Gümüş, tüm bunların farkında değildi, yürürken ayaklarını hissetmiyordu bile. Dışarı çıktıklarında ileride gördüğü çöpe doğru koşturdu ve sinirle sıkıp durduğu parayı, tüm gücüyle içine fırlattı. Mert denen adamın parasını alacağına ölürdü, daha iyi! Çöpe düşen paraya bakarken Ayşe yeniden yanına geldi.
“Çok mu korktun?”
Gümüş, derin bir nefes aldı. Hayatı boyunca onca şey yaşamıştı, çoğundan ağlamadan, üzüldüğünü bile belli etmeden sıyrılmayı başarmıştı.
Soğuk maskesi daima ardına sığındığı bir duvardı ancak Ayşe’nin sorusuyla dağıldı. Hıçkırdı, sonra tekrar hıçkırdı ve omuzlarını sarsacak güçte bir ağıt tutturdu.
Sessiz ağladığı sırasında güçlükle “Niye bu kadar geç kaldın?” diye fısıldamıştı.
Sarılmayı sevmediğini bilse de böyle bir anda yapabileceği en iyi şey olduğunu bilen Ayşe ona sarıldığında, kendini tutmayı da maskesini de bir kenara attı.
“Adresin yazılı olduğu kağıdı sana verince evi bulmam zaman aldı,” deyip sırtını sıvazladı Ayşe. Etrafı ve onlara dönen bakışları gördüğünde ise hala güvende hissetmediği için “Özür dilerim. Hadi bu cehennemden bir an önce gidelim!” dedi.
Olanlarla daha sonra ilgilenecekti. Yeşil gözlü züppeden tam olarak neler olduğunu öğrendiğinde… Tabii Gümüş kendine geldiğinde, yine kabuğuna çekilmez ve olanları onunla paylaşırsa adamla konuşmasına gerek kalmayabilirdi. Eve son kez bakıp arkadaşını arabasına yönlendirdi. Bu durumda onlarla tekrar görüşmek son istediği şeydi.