2

1295 Words
Gümüş, gece söylediği altıncı şarkının bitmesiyle elindeki gitarı kenara bıraktı. Ayaklanırken ortalığı inleten alkışlar yüzünden şaşkın değildi. Ne zaman sahneye çıksa aynı şey oluyordu. Kendi aralarında uğuldayarak konuşan, gülen topluluk suskunlaşıyor, şarkı bitene kadar arada çıkan beğeni dolu sesler dışında tüm sesler duyulmaz oluyordu. Yüzünde her zaman olan ifadesizliğiyle kenara doğru yürüdü. Sahteden gülüşler üretebilen bir insan değildi. Yüz ifadesi çoğu zaman bir ruhu olduğundan şüphe edilecek kadar duygusuzdu. Barda elindeki buzlu suyu yudumlayan arkadaşını gördüğünde hafif bir baş selamı verdi. Ayşe, arkadaş oldukları için yine herkesten çok alkışlıyordu onu. Gümüş, bunun gereksiz olduğunu, yapmaması gerektiğini söylemişti. O zaman, Ayşe sadece eline eşlik eden dilini devreden çıkartmış, ıslık çalmaz olmuştu. Yine de deli gibi bir tutkuyla onu desteklemekten geri kalmıyordu. Gümüş, isminin hakkını verecek soğuklukta, tıpkı bir Ay gibiyken; Ayşe Güneş’ti, girdiği her mekana ışık getiren, enerjik ve pozitif bir insandı. Liseye başladığında Gümüş’ün hiç arkadaşı yoktu. Ayşe ise pek çok arkadaşa sahipti. Her lisede olduğu gibi onlarınkinde de gözdeler vardı. Gözde öğrencilerin kraliçesi Ayşe’ydi. Zaman geldi, arkadaşım dediği insanlar kuyusunu kazdı, hakarete uğradı, aşağılandı. İşte o zaman Gümüş, kenarda oturmayı bırakıp ayaklandı ve ona vuran kızın saçlarına asıldı. Haksızlığa, hele ki bir kıza kalkan ele tahammülü yoktu. Ayşe, o günden sonra arkadaş çevresinde sonunda sadece Gümüş kalana kadar dört yıl süren bir ayıklama işine girişti. Gümüş tarafından defalarca azarlanmasına, kovulmasına rağmen inatla onunla kalmaya devam etti. Gümüş’ün tek arkadaşıydı. Onun sorunlarının bir kısmını, Gümüş’ün anlattığı kadarını biliyordu. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın kalenin son duvarını yıkamamış, arkadaşının asıl problemini öğrenememişti. Ayşe’nin dikkati, Gümüş patronun yanına gidip gecenin ücretini alırken yanına yaklaşan adam yüzünden dağıldı. Uzun boylu, sevimli bir yüze sahip ve oldukça yakışıklıydı. Yanına yaklaştığında koyu yeşil gözlerini seçebilmişti. Duruşu ve tavırları dikkatini çekince gülümsedi. “Selamlar!” derken bir yandan da hala patronuyla konuşan Gümüş’ü süzüyordu. Birkaç gündür işe devam etmediği için sorun çıkacağından korkmuştu ama ortada bir sorun var gibi gözükmüyordu. “Selam!” Rahatlayarak ona cevap veren adam yüzünden başını çevirdi. “Çok iyi sesi var,” dedi adam arkadaşını işaret ederken. “ama biraz tuhaf. Garip bir yüz ifadesi var. İnsan merak ediyor. Ne düşündüğünü, neye üzüldüğünü...” Ayşe gülümseyerek “Arkadaşım hakkında düzgün konuşun bayım!” dedi. Konuşurken azardan ziyade, ona katılır gibi bir tavrı olduğu için adam sırıttı. “Arkadaşın mı? Dışarıda şarkı söylüyor mu? Mesela bir partide? Ona göre bir işim var.” “Nasıl bir parti? Aslında gitmez ama bu aralar paraya ihtiyacı var. Belki onu ikna edebilirim.” “Paraya ihtiyacı mı var? Teranların kızı değil mi o?” “Şişt, deli gibi bağırmayın lütfen, duyulmasını istemiyor. Ayrıca siz nereden biliyorsunuz?” “Daha önce karşılaşmıştık. Bir davette. Yoksa gazetelerde falan hiç denk gelmedim.” “Doğrudur, tanınmayı sevmiyor. Siz de onu gördüğünüzü unutursanız sevinirim.” “Tamam, sakin! Kimin kızı olduğu umurumda değil. Ben sadece uzun zamandır yurt dışında olan bir arkadaşım için doğum günü partisi düzenlemeye çalışıyorum. Lütfen onu ikna edin. İstediği parayı verebilirim. Tek yapmasını istediğim şey iki, bilemedin üç şarkı söylemesi. Bir de doğum günü şarkısını söyleyecek.” “Nerede bu parti?” Adam adresi bardan aldığı bir kağıda karalayıp uzatırken Ayşe, gözlüğünü ve şapkasını takmış olan Gümüş’e yeniden bir bakış attı. Konuşması bitmiş, parayı cebine sokuşturuyordu. Onun, tanımadığı bir adamla konuştuğunu görünce yine kızacaktı. Acele etmesi gerekiyordu. “Parayı peşin isteriz. Bu arada adınız neydi?” “Eren, sizin?” “Ayşe ben, Alacaların kızıyım.” Alaca dediği anda kızın ailesinin kim olduğunu anlayan Eren, saygıyla gülümsedi. Ayşe’nin babası Tamer Bey, saygın bir kanal sahibi aynı zamanda ünlü bir gazeteciydi. “Memnun oldum Ayşe Hanım. Ne kadar ister Gümüş Hanım?” “On bin yeterli.” “On bin mi? Bu kız assolist falan mı? Abartmayalım. Beş bin yeterli bence.” “On bin, bir kuruş aşağı olmaz.” “Beş bin, on yedi yaşındaki bir velet için çok bile. Ailesi burada çalıştığını bilmiyor, muhtemelen patronu da küçük bir çocuk çalıştırdığından habersiz.” “On yedi olduğunu da nereden çıkarttınız?” “Biliyorum diyelim,” diyen Eren, onlara doğru yaklaşmakta olan kızı yeniden süzdü. Ayşe’ye döndüğünde doğru anımsadığından emindi. Bir hafta kadar önce babasının yanına uğradığında Gümüş’ün babası, Murat Teran da oradaydı. İkisi arasında geçen bir konuşmaya şahit olmuş, o sırada adamın kızını evlendirmek istediğini duymuştu. Normalde bu tarz diyaloglar ilgisini çekmezdi, damat adayının içeri girerken gördüğü Bahri Terzi olması ona ilginç geldiği için duyduklarını net bir şekilde anımsıyordu. Bahri, pis işlerle uğraşan bir aileden geliyordu. Servetlerini nasıl yaptıklarını herkes biliyordu ancak ispatlanmış bir suçları olmadığı için kimse ses çıkartamıyordu. Kulak misafiri olduğu bir diğer şey de kızın henüz reşit olmadığıydı. “Siz bana şantaj mı yapıyorsunuz?” Ayşe gözlerini kuşkuyla kısmış, kollarını göğsüne bağlamıştı. “Pazarlık diyelim.” Konuşmanın son kısmını duyan Gümüş, “On bin. Peşin! Beş bin şimdi. Beş bin oraya geldiğimde. İster ödersiniz, ister gidip kendinize sigara ve alkol yüzünden sesi bayatlamış, şarkısının yarısını unutan, buruşuk bir assolist bulursunuz. Beni ya da arkadaşımı bir kez daha tehdit ederseniz de ölürsünüz. Bu arada patronum ne yaptığının farkında. Şikayet etseniz de sorun olmayacaktır. Tanıdıkları var, anlarsınız ya?” dedikten sonra tıpkı arkadaşı gibi kollarını göğsünde birleştirdi. Eren, kızın tavrını görür görmez hafifçe gülümseyip elini cebine attı. Cüzdanından çıkarttığı kredi kartını alıp kasaya ilerledi. Dakikalar sonra elinde bir deste parayla geldi. “On bin. Size güveniyorum Gümüş Hanım. Yarın akşam tam sekizde. Adresi arkadaşınıza bıraktım.” Giderken Ayşe’ye göz kırpmış, bu hareketi Gümüş’e parasını alıp defolmasını söyleme isteği uyandırmıştı. Ayşe’ye ufak bir bakış attığında hemfikir olmadıklarını görmüş, o yüzden giden adamı ifadesiz bir yüzle süzmeye başlamıştı. Adam kapıdan çıktıktan sonra ona dönen Ayşe, Gümüş’ün onaylamaz bakışlarıyla karşılaşınca uzun, siyah ve dalgalı saçlarını elinin bir hamlesiyle geriye ittirdi. “Ne var ya? Çok yakışıklıydı. Ne yapayım?” diyerek Gümüş’ün parayı ceplerine tıkıştırmasını izledi. “Sen öyle diyorsan...” diyen Gümüş, yorum yapmaktan kaçınmıştı. Her zamanki gibi neşeyle konuşan arkadaşı koluna sarıldığında onunla birlikte dışarı çıktı. Yürürken ertesi gün için ne giyeceğini düşünüyordu. Adamın verdiği adres şehrin diğer ucundaydı. On binden hariç, taksi ücretini de istemediğine pişman oldu. “Sence taksi Uncalı’ya ne yazar?” diyerek Ayşe’den fikir almak istedi, çünkü Ayşe fazlaca gezmeyi seven bir tipti. Şehirde girip çıkmadığı sokak yoktu. “Seni ben götürürüm. Ve merak etme, tam sana uygun bir elbisem var.” “Gerek yok.” Arkadaşına daha fazla yük olmak istemeyen Gümüş, kullanmadığı elbiselerine el atması gerektiğinin farkındaydı. Murat Bey’in aldığı hiçbir şeyi giymiyordu. Kıyafetler fazla cüretkar, ben buradayım, diye bağıran elbiseler olduğu için çoğunun etiketine dahi dokunmamıştı. Bir yıldır onlarla davetlere katılmıyordu. İki gündür aç, üç gündür odasına kapatılmış olma sebebi ise cumartesi gecesi katılmayı reddettiği bir davetti. Davet, baş belası olan Bahri’nin evinde olduğu için özellikle katılmamıştı. Adam barda çalışmaya başladığından beri yakasına sülük gibi yapışmıştı. Etrafında sürekli zemheri zürafası gibi dolanıp duruyor, Gümüş’te kusma isteği uyandırıyordu. Murat Bey, adamın ona gösterdiği ilgiden memnundu. Muhtemelen para koparma çabasındaydı. Belki yeni bir ortaklık, belki de sponsorluk işi vardı. Gümüş böyle şeylerle ilgilenmiyor, önemsemiyordu. Yıllardır ilk defa bir amacı vardı ve o amaç uğruna çok çalışmıştı. “Ooo, Gümüş! Bugün gelmişsin. Sultanım, bir haber verseydin çiçek falan gönderirdik. Olmadı ama böyle.” Bahri’nin kaypak, kalın sesini duyduğunda teninden bir ürperti geçti. Adamın sesiyle bile midesi yerinden oynuyordu. Asabı bozulduğu için de normalde kullanmadığı argo kelimelere başvuruyordu. “Sen o çelenkleri ananın mezarına koy. Hiç olmazsa biraz sevap kazanmış olursun.” “Senin o nazlarını yerim. Köpeğin olayım gezdir beni!” diye bağıran Bahri, yine ayakta güçlükle duruyordu. Gümüş, adam yere serildiğinde etrafında insan olmamasını umdu, çünkü bir doksana yakın boyu, yüzün üzerinde kilosu ile üzerine devrildiği kişinin nefesini çok rahat kesebilirdi. “Köpeklere alerjim var benim. Özellikle kuduzlarından uzak duruyorum.” “Pantolonun olayım giy beni Gümüş!” Çıkıştaki korumalara güvenen Gümüş, arabaya yaklaşmışken arkasından böğüren ayıya daha önce Ayşe’den duyduğu cümlelerle cevap vermeden edemedi. “Ben ona her gün iki bacağımı sokuyorum. Sen dayanabilecek misin?”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD