Nikahtan üç gün sonra akşam yemeğinde Fahrettin “Küçüğüm iki gün sonrası için valizini hazırla. Eksiklerini al. Balayına çıkıyoruz.” dediğinde boğazına kadar yükselen tedirginliği küçük bir öksürükle yok etmek istedi. Ardından “Fahrettin Bey, benim bir adım var ve lütfen bana adımla seslenin.” diye sakince konuştu. Elindeki çatalın tuttuğu sapını sıkıyordu.
Yaşlı adam kıza dikkatle bakarken başını salladı.
“Sen nasıl istiyorsan öyle olsun bakalım Aysima Hanım.”
Bunu söylerken sesindeki küçük alay kırıntıları burnundan nefes alan kızın daha da gerildiğini gösteriyordu. Yemeğe devam ettiklerinde sessizlik masaya yıkılıp kalmıştı. Korumalardan Fatih içeri girip “Patron sipariş ettikleriniz geldi.” dediğinde elindeki büyük çantaları gösterdi. Aysima merakla bakarken “Çıkabilirsin.” diyerek korumayı gönderdi.
“Aysima, çantalar senin.”
“Benim?”
“Evet senin. Artık çizimlerini daha rahat yapabileceksin.”
Aysima kalkıp masanın diğer tarafına geçtiğinde paketleri açtı. Gördüğü markalarla gözlerini kocaman açtı. Aslında şaşırmaması gerekiyordu ama alışamamıştı.
Gördüğü Apple MacBook ve tabletle nefesini tuttu. Yaşlı adamın yanına kadar gelip masumca bakarak “Teşekkür ederim Fahrettin Bey” dedi. Yaşlı adam ona ilk defa babacan bir ifade ile gülümsedi. Elini uzatıp “İyi o zaman öp bakalım amcanın elini. Hak ettim bu kadarını da değil mi?” dediğinde soluğunu bırakan kız eğilip adamın elini öptü ve başına koyup tebessüm etti.
Yemek sonrası çantaları alıp odasına çıktığında yatağın üzerine koyup önce Macbook’u açtı. Kendi mail bilgileri ile aktif hale getirdi ve kendine göre ayarladı. Aynı şeyi tabletine de yapıp gidecekleri yeri biraz araştırdı. Genelde sıcak olmasıyla ince kıyafetlerle valiz yapması gerektiğine karar vermişti. Mayo da alması gerektiğini anladığında sabah kalktığında şehir merkezine inmeliydi.
İşlerini halledince üzerini değiştirip yatağa girdi ve uyumaya başladı. Gözlerini kapadığında uyku onu teslim almıştı. Sabah kalkıp kahvaltıya indiğinde Fahrettin’e “Bugün şehir merkezine inmem lazım bir sorun olur mu?” dedi. Yaşlı adam elindeki gazetesinden başını kaldırmadan “Korumalarla elbette gidebilirsin. Bunun için izin alaya ihtiyacın yok sadece gideceğim diye bilgi vermen yeterli” demekle yetindi. Dudaklarını birbirine bastıran kız taze sıkılmış portakal suyundan içerken sessizleşti. Alışacaktı elbette ama zaman alacaktı. Kaç gündür neler neler olmuştu ve tamam demişti buna da tamam diyebilirdi. Aklına çete ve babası geldiğinde yutkundu. Yüzü iyiden iyiye düşerken “Şu çete işinden ve babamdan bir haber var mı? Hala beni mi arıyorlar?” diyerek adamın dikkatini çekmeye başladı.
Fahrettin ise gazetesini muntazam bir şekilde katlayıp kenara koyduktan sonra gözlerini kıza dikti. Ciddi ve katı bir ifadesi vardı. Grileri şöyle bir kızın kahvelerine saplanırken “Çete hala peşinde. Yağlı bir av kaçırmalarına neden oldun çünkü ve düşmanlarımda anlaşma yaptıkları için hırslılar. Evini en son dağıtmışlardı ya bununla yetinmeyip yakmışlarda. Üstelik içinde baban varken. Anlayacağın artık baban yok ve adamlar da hala peşinde ama korkma. Benim yanımda değil sana zarar vermek yüz metre yakınına gelemezler.” diyerek cevapladı.
Duyduklarından sonra donup kalan Aysima kaşlarını çatmak istedi ama dolan gözleri buna engeldi. Babası ölmüştü. Doğru dürüst sevgi görmediği ama her defasında bir kez saçını okşasın diye kedi misali ayak diplerinde dolandığı adam artık yoktu. Yutkundu. Dudakları aralansa da tek kelime etmedi. Bacaklarında güç bulduğunda usulca masadan kalkıp bahçeye çıkmak adına yemek odasında bulunan büyük camlı kapıya doğru ilerledi. Yağmur yağıyordu ama umursamadı. Elleri titrerken kapıyı açıp dışarı adım attığında sol gözünden irice bir damla yaş yuvarlanıp çenesinden yere düştü. Ayakları bu defa çimlere değdiğinde diğer yaşlarda göz bebeklerinden firar etmişti. Korumalar genç kızı gördüğü an arkasını dönerken her zamanki gibi kollarını kendine sarıp bedenini sıktı.
O çocukluğundan bu yana kendine sarılmaya kendini teselli etmeye alışmıştı. Sonunda dizlerinde derman kalmadığında yere oturdu. Islanıyordu lakin ruhu alev alevdi.
“Neden?” diye fısıldadı.
“Neden beni sevmedin baba? Ben sana ne yaptım da istemedin hiç? Bir kez olsun ellerin dokunmadı saçlarıma ya da ben ardımda babam var diye niye güvenemedim sana? Neden baba? Kabahatim neydi? Senin kızın değil miydim? Kendi kanına nasıl düşman olabildin? Ben şimdi neden sana değil de kendi kaybolmuş çocukluğuma ağlıyorum?”
Bir süre kendi kendine ağladı. Sardığı kollarını daha da sıktı. Onu izleyen Fahrettin’in grileri buz gibiydi. Hiçbir zaman bu cinayetin esas azmettiricisinin nikahlı karısı olduğunu bilmeyecekti. Biraz daha ıslanıp kendi kendine kaldığında yaşlı adam Zekeriya’yı gönderdi. Genç kızın omuzundan tutan adam “Aysima Hanım hasta olacaksınız lütfen kalkın” diyerek uyarıda bulundu. Kollarını kendinden çeken kız dudakları titrerken kalktı. Büyük bir soluk alıp tek kelime etmeden odasına geçti ve duş alıp üzerini değiştirdikten sonra yatağa girip gözlerini kapadı. Şu an hiçbir şey umurunda değildi. Sabah olduğunda resmen üzerine ölü toprağı atılmış gibiydi.
Kahvaltıya inmediğinde bu Fahrettin’in dikkatinden kaçmadı. Zekeriya'ya “Git bak” derken sesindeki soğukluk elle tutulur cinstendi. O sırada telefon çaldığında salondan çıkmadan telefonu yaşlı adama veren Zekeriya gitti. Telefonu cevaplayan Fahrettin ise katı duruşuna devam ediyordu.
“Baba. Nasılsın? Orada her şey yolunda mı?”
“Yolunda merak etme. Sen yapman gerekenleri yaptın mı? İtalyan’lar bize itaat edecek mi?”
Burnundan solup alıp verdiğini duyduğu oğlu ile bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.
“Alkan neler oluyor?”
Dişlerini sıkan adam babasına hesap vermekten hoşlanmasa da şimdilik buna mecburdu.
“Adamlar kendilerinden olmayan kimseyi içlerine almıyorlar. Yer edinmemiz ve en önemlisi bize itaat etmeleri için daha sağlam adımlar gerekecek. Senden bu konuda müsaade istiyorum çünkü bazı şeyleri kan akıtmadan halledemeyeceğim. Ciddiye alınmak istiyorsam ciddi adamlardan birkaçını aradan çıkarmam gerekiyor.”
Fahrettin bunu tahmin ediyordu zaten. Eski sağlığı yerinde olmadığı için oğlunu göndermişti. Gözleri büyük camlı kapıdan bahçeye sabitlenirken “İstediğin kadar adam etrafında olacak. Oradaki iki eski dostumu da sana yönlendireceğim. Altı ay içinde bu iş bitmeli Alkan.” dediğinde genç adam babasının sesindeki o aşağılama ve keskin tonu alabiliyordu. Bu sinirlerinin iyice gerilmesine neden oldu çünkü Türkiye de en az babası kadar korkulan ve iş bitiren bir adamdı. Kendine ait şirketi ve aynı zaman da iki üretim fabrikası vardı. Yeraltında ise kendine özel iki kulübü vardı. Biri stiprizdi. Diğeri ise altında kirli işlerin döndüğü ve genellikle ünlülerin tercih ettiği dışarıdan çok elit ama içeride her türlü pisliğin döndüğü bataklık yuvasıydı.
Telefonu kapayan Fahrettin birkaç görüşme daha yaptı. Ardından kahvaltı masasına geçtiğinde yüzü kireç gibi olan ve gözleri solgun Aysima kısaca “Günaydın” değip yerine oturdu. Hemen servis yapıldı ama üç zeytin az da peynir dışında ağzına bir şey sürmeyen Aysima yeniden odasına çıkacaktı ki “Odana çıkma seninle gideceğimiz bir yer var” diyen yaşlı adam durmasına neden oldu.
Geri dönen kız “Eğer sorun olmazsa daha sonra gitmemiz mümkün mü? Kendimi iyi hissetmiyorum.” dedi. Başını sağa sola sallayan adam “Sonra gidebilecek olsak şimdi söylemezdim. Üzerini değiştir. Gideceğimiz yere uygun giyinirsen sevinirim. Yüzünü de az biraz renklendir. Elbise yerine pantolon ceket takımlarından birini de seçebilirsin. Bir saatin var.” diyerek resmen yapacağı makyajdan giyeceği kıyafete kadar belirleyerek direktif verdi. Daha doğrusu emir verip arabanın kumandasına basarak yemek odasından çıktı.
Aysima sertçe yutkunurken Zekeriya sanki her gün aynı şeyi yaşıyormuş gibi “Gelin lütfen ben size birkaç fikir verebilirim.” dediğinde dişlerini sıkmaya başlayan kız burnundan soluğunu bırakıp “Gerek yok ben hallederim Zekeriya Bey.” deyip yere sert sert basarak yürüyüp odasına çıktı.
Odaya girdiğinde kapıyı kapayıp “Egoist ruh hastası. Bir de emir veriyor. Göt, ben sanki bilmiyorum.” diye homurdanırken dolabın kapağını açıp şöyle bir göz gezdirdi. Gri ile siyah takım arasında kalsa da siyahı tercih etti. İçinde beyaz ipek gömlek ve boynuna da kravat yerine papyon tarzı ama kurdeleyi de andıran birleşim yerinde irice bir pırlantanın olduğu aksesuarı tercih etti. Ayakkabı olacak siyah stiletto alırken yatağın üzerine koydu ve banyoya girip hızlıca duş aldı. Saçlarını kurutup elektriğini aldıktan sonra sıkı bir at kuyruğu yaptı ve bedenine tam oturan giysilerini giydi. Ayna karşısında makyajını yapıp kulağına pırlanta küpesini taktığında şöyle bir baktı. Makyaj masasının üzerinde duran özel tasarım yüzüğünü de parmağına takıp kendi görüntüsüne kaşlarını çattı.
Aslında çok hoştu. Masküler duruşu hoşuna gitmişti ama bunun için emir yerine rica cümlesi duyabilirdi. Çantaları içinden zarf çanta seçip telefonu cüzdanı ve kulaklığı koyup odasından çıktı. Kapıyı kapatırken annesinin resmine bakıp “Bana şans dile anne” diye fısıldadı.
İnce koridoru geçip merdivenleri inerken topuklu ayakkabı eziyetine içten içe küfretti. Hangi kadın bu eziyeti gülerek karşılayabilirdi ki. Evet estetik görünüyordu lakin resmen Çin işkencesi gibiydi.
Büyük salona girdiğinde onu bekleyen Fahrettin de üzerini değiştirmiş lacivert çizgili takımını ve siyah gömleğini giymişti. Kollarını hafiften iki yana kaldıran kız “Nasıl olmuş efendim gideceğimiz yere uygun mu?” derken sesinde sinir bariz biçimde belliydi. Yaşlı adam şöyle bir süzdüğü kıza onaylar biçimde başını sallarken “Çıkalım” dedi.
Gittikleri yerin bir kumarhane olduğunu bilseydi sinirli değil tedirgin olabilirdi.
İTALYA ...
Alkan, kaldığı malikanenin üst katında büyük balkonda otururken içtiği puro’nun külünü dökerken yanına gelen adam “Patron Türkiye’den haber var.” dedi.
“Söyle.”
“Fahrettin Bey evlenmiş.”
O sıra dudaklarına götürdüğü içkiyi yudumlayan Alkan duyduğu şeyle ağzına dolan sıvıyı püskürtürken “Ne saçmalıyorsun lan sen?” diye kükredi.
“Korumalardan biri haber verdi patron.”
“Kayıtlara bakın. Resmiyette olan bir değişim var mı? Aklını kaçırmış olmalı bu adam. Ölmesine günler kalmış derdi bir kadının bacak arası mı?”
Dişlerini sıkarken hangi servet avcısından kurtulması gerektiğini düşünüyordu. Babasıyla evlenecek olan kadının aşk gibi saçma ve olmayan bir duyguya sığınmış olması olasılığına sadece gülerdi. Ama en büyük merakı ve kafasını kurcalayan konuysa babasının zihninde dönen tilkilerdi.