Yemek odasına giren kızla başını kaldıran Fahrettin’in sanki bu kadar güzel olacağından haberdarmış gibi bilmiş yüz ifadesini suratından eksik etmedi. Zekeriya bile şaşırmıştı oysa çünkü Aysima az biraz maskülen takılan bir kızdı. En azından tanışma anlarında öyleydi ama şimdi basit bir elbise içinde bile oldukça kadınsıydı.
“Ben bekletmedim değil mi?”
Fahrettin kucağına peçetesini sererken “Hayır küçüğüm geç otur lütfen. Ayrıca elbise yakışmış gri tonları güzel taşıyorsun” diyerek iltifat etti. Aysima gem iltifattan hem de adamın sürekli küçüğüm demesinden rahatsızlık duyduğundan yerinde kıpırdandı ve ilk oturduğu sandalyeye kendini bıraktı.
O da tıpkı Fahrettin gibi kucağına peçetesini sererken oldukça kibar görünüyordu. İçten dışa doğru kaşık çatal ve bıçak kullanımını biliyordu. Ya da nasıl oturması gerektiğini.
Fahrettin’in çorbasından bir yudum alıp kaşığı kenara koyduğunda “Bizim dünyanın davranışlarına aşinasın. Bu güzel ve daha kolay ilerlemene yardımcı olacaktır.” Dedi.
“Üniversite okurken malzeme ve harçlık için restoranlarda ya da akşam davetlerinde part time garsonluk yaptım. Mezun olana kadar da bu devam etti. Gördüğümü kapmışım demek ki.”
“Güzel. Çalışkan azimli ve tuttuğunu koparansın. Peki sana sunduğum teklifi düşündün mü?
Aysima zurnanın zırt dediği yere geldiğini hissettiğinde dudaklarını peçete ile sildi ve bardağından suyunu bitirene kadar içti. Ardından derin bir kaç soluk aldığında adamın grilerine irisleri döndü.
“Düşündüm. Kabul de ediyorum ama bir şartım var.”
Tek kaşı kalkan adam “Söyle bakalım neymiş bu şart.” Derken gelecek şeyi bekliyordu.
“ Dediğinize uyacak ve gerçek bir evlilik olsun diye sonradan bana baskı yapmayacaksınız ve olur da boşanma olursa sizden tek kuruş istemiyorum. Kendi işimi kurmam için yardım ederseniz de sizden aldığım yardımı geri ödemeliyim.”
Zekeriya gözlerini patronuna diktiğinde vereceği cevabı merak ediyordu çünkü ona kimse bu zamana kadar böylesi bir taleple gelmemişti. Hatta başka bir kıza teklif etse o kızın defalarca patronunun altına yatacağını adı gibi biliyordu. Aysima farklıydı.
“Demek istediğin evlilik sözleşmesi mi?”
“Evet, yani siz öyle diyorsanız adı buysa.”
“Dediğinin adı evlilik sözleşmesi ve eğer bunu istiyorsan kabul. Evliliğin sadece kağıt üzerinde kalacağına dair madde ekletiriz ve bunu ihlal edersem yüklü miktar tazminat alarak boşanırsın ama inan bana sana o gözle bakıp yaklaşacak kadar gücüm yerinde değil. Belki yirmi sene önce olsaydı düşünebilirdim.”
Fahrettin’in bunu söylerken sinir bozucu bir kahkaha atmıştı ve Aysima göz devirmemek için kendini zor tutuyordu. Yaşlı adam kahyasına seslendi.
“Zekeriya, avukatları çağır gelsinler. Evlilik sözleşmesi de hazırlasınlar. Evliliğin kağıt üzerinde kalacağına ve bunun ihlali benim tarafımdan mümkün olursa beş milyon doları karşı tarafa ödemek ve boşanmak durumlarının netliği açısından madde eklesinler. İki saate burada olacaklar. Kesin talimatımdır.”
Aysima adamı dinlerken beş milyon dolar tazminat lafı kulaklarında defalarca kez çınladı. Suyunu kenardaki surahiden yeniden doldurup içtikten sonra “Beş milyon dolar mı?” Dedi.
Fahrettin “Az mı? O zaman on milyon dolar yapalım biz onu.” Değince yeniden içtiği su genzine kaçınca deli gibi öksürmeye başladı. Dudağının ucu alay eder gibi kıvrılan adam “Helal helal. Merak etme küçüğüm, sözleşme ihlali mümkün olmayacağı için istersen elli milyon dolar yapabilirim tazminat miktarını. Rahat ol. Hadi yemeğini ye.” Dedikten sonra etinden bir parça kesip ağzına attı ve rahatça çiğnedi.
Zekeriya ise “Tamam efendim. Hemen haber veriyorum” dedikten sonra yemek salonundan ayrıldı ve avukatları arayıp söyleneni aynen iletti.
Aysima birkaç lokmayı zorla yuttu. Düşüncelerden aptala dönmüştü. Yemek faslı bitip oturma salonuna geçtiklerinde kapının kenarına vuran bir koruma “Efendim istediklerinizi getirdim” dedi. Aysima emanet gibi çöktüğü koltukta olan biteni izlerken birkaç paketi gelip yanına bırakan adama şaşkınlıkla bakıyordu. İkisi baş başa kaldığında Fahrettin gözleriyle işaret etti.
“Onlar senin.”
“Nedir bunlar?”
“Bence sende açıp bakabilirsin ben yaşlı bir adamım küçüğüm fazla yorma beni.”
Aysima adamın dediğine göz devirip paketleri açtı. Birinde telefon kutusu vardı. Eline aldığı an “Yok artık” demekten kendini alamadı. Gördüğü şey son model bir cihazdı. Oldukça pahalı ve sayılı kişilerde bulunan.
“Ama bu çok pahalı.”
“Hadi ama küçüğüm Fahrettin Türkoğlu’nun eşi klasik ucuz markaları kullanamaz herhalde. Yeni hattın içinde ve benim üzerime. Nikahtan sonra kendi üzerine alabilirsin istersen. Hadi diğer paketi de aç.”
Aysima, diğer paketi açıp hediye kutusu şeklinde olan kutuyu açtı. İçinden çıkan araba anahtarı ile gözleri bir kez daha kocaman oldu.
“Bu da ne?”
“Araba anahtarı.”
“İyi de biz daha evlenmedik ve ben kabul ettiğimi söylemedim.”
Fahrettin bilmiş bir tavırla “Kabul etmesen şart sunmazdın küçüğüm. O yüzden birbirinize oynamayalım. Kağıt üzerinde dahi olsa benim karım olacaksan her şeyin en iyisine sahip olmak zorundasın. Araban nikahtan sonra kimlik işleri hallolduğunda üzerine yapılacak. Bu arada da sürücü kursuna gidip ehliyet alacaksın. Her şey tamam olduğunda aracın hizmetine hazır olacak. Kimliğin üzerinde mi?”
Genç kız aklına gelen şeyle gözlerini büyüttü. O kadar şeyi çok çok kısa bir sürede yaşamıştı ki kaybettiğinin yeni farkına varıyordu. Allahtan ezberinde vardı.
“Ben galiba kaybettim.”
“O zaman önce avukatlar nüfus dairesinden randevu alsın ve kimlik yenileme yapalım sonra da nikah işlemleri için gerekli evrakları hazırlasınlar. Bu süreçte sende odanı istediğin gibi dekore eder, eve alışır ve eksiklerini tamamlarsın. Tahmini beden ölçüne göre ben bir şeyler aldırdım ama gerisi sende.”
Sertçe yutkunan kız sessizce başını salladı. Sanki onun hayatı şekillenmiyordu da izlediği filmin kadın karakterinin hayatı değişiyordu. Yarım saat kadar sonra kapı çaldığında gelen dört adet avukattı. Sözleşme hazırlanmış genç kıza okunmuş ve imzalar atılmıştı. Kimlik için kayıp başvurusu yapılmış, güçlerini kullanarak ilk sıradan mesai saati bitmeden hemen işlemler yapılmıştı.
Akşam karanlığında malikaneye geldiğinde genç kız sanki üzerinden tır geçmiş gibi hissediyordu. Akşam yemeği sonrası odasına çıktı ve yatağa uzanıp tavanı izledi. Kaç gün olmuştu ona takıntılı abaza ile konuşup içki satalı? Peki babasıyla kavga edişinin üzerinden ne kadar süre geçmişti? Vicdanına yenik düşüp hayatı bu noktaya geleli geçen süre kaç saatti? Hayat göz açıp kapayana kadar değişebiliyordu. Şu an tam da bunu yaşıyordu. Yetmişine merdiven dayamış bir adamın kâğıt üzerinde karısı olacaktı. Şimdiden birkaç yıl çalışsa bile alamayacağı bir telefonu, sürmesini öğrendiğinde emrine verilecek arabası, kendine ait daha önce yaşadığı ev kadar büyük odası ve daha Allah bilir neleri olacaktı. Büyükçe aldığı soluğu bırakırken yana döndüğünde komodinin üzerindeki kırmızı büyük cüzdan çantayı fark etti.
O kadar dikkatsizdi ki odaya geldiğinde bunu fark etmemişti. Kaşları kavislenirken doğruldu uzanıp aldı. İçini açtığında beş ayrı bankanın kartları sıra sıra dizilmişti. Yanaklarını balon balığı gibi şişirirken poh diye soluğunu bırakıp yataktan kalktı. Cüzdanı komodinin üzerine geri bırakıp dolabını açtı ve içinden kendine alt üst polar pijama takımı çıkardı. Banyo da üzerini değiştirip odaya geri döndüğünde ışığı kapayıp yatağa girdi. İnce yorganı kafasına kadar çektiğinde birkaç yıl uyumayı istiyordu. Gözlerini kapayıp uyumaya çalıştı. Yarım saat sonra bunu başaramadığında eskiden yaptığı şey aklına gelince alt dudağını ısırdı. Madem bu evde kalacak hanımı olacaktı istediği gibi davranabilirdi. En azından öyle umuyordu.
Odadan çıktığında telefonu elindeydi. Üstelik telefon kutsunun olduğu çantadan bir de kulak içi kulaklık çıkmıştı. Çok istemişti birkaç ay önce böyle bir şeyi ama fiyatını duyunca hemen çıkmıştı mağazadan ama şimdi o bile elinin altındaydı. Bluetooth ile bağladığı kulaklığın tekini takıp yeni indirdiği müzik uygulamasından istediklerini telefona indiriyordu. Merdivenleri indiğinde sağa sola bakındı ama ses yoktu. Fahrettin’in de uyumaya gittiğini düşünüp mutfağa geçti. Çalışan kadın tezgahı siliyorken onu görünce “Bir şey mi istediniz Aysima Hanım?” dediğinde gerilse de “Şey, bana sürülebilir çikolata ve pötibör bisküvi verebilir misiniz acaba?” deyip bekledi. Kadın şaşırsa da kızın istediklerini verdi ve geri çekilmeden önce çatak ve bıçak da bıraktı.
Sandalyeye oturan kız iki bisküvi arasına çikolata sürüp kıstırarak yerken yüzündeki keyif her şeye değerdi. Bu tadı çok seviyordu. Belki de çift kapaklı buz dolabında daha iyi ve pahalı tatlılar vardı ama o bundan asla vazgeçmeyecekti.
O gece istediği kadar yiyip yatağa gittiğinde maraton sabahına başlamıştı. Önce kahvaltı yapıldı. Ardından nüfus dairesine geçildi. Kimlik işlemleri halledildi. Nikah için bilgiler kullanılırken, Türkoğlu butiklerinden birinden farklı farklı elbiseler ve gece kıyafetleri alındı. Çantalar, daha fazla ayakkabı ve odası için istemese de birkaç biblo. Üstelik çok lüks bir pırlantacıya gidildiğinde Aysima’ya onlarca çeşit pırlanta yüzük gösterildi. Öyle bir yüz ifadesine sahipti ki yüzüne ışık tutulan tavşanla aynı görünüyordu.
Malikaneye geri döndüklerinde Fahrettin önden girip salona geçti. Kendini koltuğa bırakan kız “Bedenimi hissetmiyorum.” diye mırıldandığında “Merak etme. Nikahtan sonra Karayiplerde bir balayı olacak. Orada istediğin kadar dinlenebilirsin.” diyen yaşlı adamla gözleri kocaman açılan kız “Ne balayı ya?” dedi. Sesi hafif cırlar gibi çıkmıştı.
“Korkma küçüğüm. Sen kıyıdaki evde tek başına keyif yapacaksın. Benim işim var onları halledeceğim. Sadece giderken ve geri dönüşte özel uçakta karşı karşıya olacağız. Rahat ol.”
Soluğunu bırakan Aysima “Ama benim pasaportum yok ki?” dedi. Fahrettin ona ciddi misin der gibi bakarken ellerini teslim olmuş gibi kaldıran kız “Tamam bir şey demiyorum ve odama geçiyorum.” değip kalktı ve kendini sürükleyerek merdivenleri çıktı. Odaya girdiğinde cam kenarına yerleştirilmiş masayı görünce duraksadı. Çok şık bir çalışma masası ve çizim masası resmen ona bakıyordu. Üstelik masanın üzerinde sandık şeklinde bir kutu vardı ve çeşit çeşit kağıtlar yan kısımda paket paket duruyordu.
Hızla ilerledi ve masaya eli değdiği an kalite kendini belli etti. Sandık gibi kutuyu açmaya başladığında ise gördüğü her renk kalemle gözleri doldu. Birçok küçük çekmece vardı ve çektikçe bir rengin neredeyse elli farklı tonu sıralanmıştı. Biraz daha açtığında sandık iki kısma açılmış ve belki de bin tane kalem gözlerine ışıl ışıl görünüyordu. Üniversitedeyken internetten çok araştırır fiyatları yüzünden vazgeçerdi. Maddi durumu iyi olan arkadaşları ailelerinin aldığı çizim masalarını gösterir kolaylığından bahsederlerdi. Şimdi en iyisi ellerinin altındaydı. Gözleri doldu. Annesi aklına geldiğinde hemen boğazı düğümlendi. Üzerini değiştirip rahat bir şeyler giydikten sonra saçlarını kurşun kalemlerden biriyle topuz yapıp hemen sandığı masadan indirdi.
Koltuğa oturduğunda önüne aldığı kâğıda uzun süre baktı. Annesinin bir tane bile resmi yoktu. Babası öldükten sonra hepsini yakmış yok etmişti. Ne kadar da ağladığını dün gibi hatırlıyordu. Onun için hep zor olan ilk çizgiydi. Resim konusunda da iyiydi çünkü ona doğuştan gelen bir yetenekti çizim. O ilk çizgiyi attığı an gerisi geldi. Kaç dakika ya da saat geçti bilmiyordu ama son kalem darbesiyle annesinin karakalem portresi kâğıttan ona bakıyordu.
Gözünden düşen bir damla yaş çenesinden akıp giderken boğazına birikmiş yumruyu yutmakta çok zorlandı. Parmakları resim üzerinde dolanırken “Anne, annem benim” diye mırıldandı. Günler geçip giderken evde kıyılan nikah ile artık Aysima Türkoğlu oldu. Üzerindeki özel dikim beyaz elbise saçlarındaki inci taç ve parmağındaki pırlanta yüzük ve farkında olmadan boynuna geçirilmiş pranga. Odasındaki duvarda ise özellikle beğenip aldığı çerçeve içinde annesinin resmi yüreğinde en derinlerde korkular.