Günler birbirini kovalarken Aysima her fırsatta ona laf sokan adamdan çok sıkılmıştı. Oysa kendi evine gideceğini düşünmüştü. Şimdilerde evde olduğunda odasından çıkmıyor yemeklerde ise kısa süreli masada varlığını sürdürüp kış bahçesine geçiyordu. Hatta Fahrettin onun için dışarıdan içerisi görünmeyen ama içeriden dört bir yanın göründüğü camdan bir oda yaptırmıştı. Tıpkı çalışma odası tarzında döşetmiş ama bir yanına da elektrikli şömine kurdurmuştu.
Bunu gören genç kız o sevinçle sandalyedeki adama sarılıp yanağını öperken babasından hediye almış kız çocuğu gibiydi. Alkan bunu gördüğünde göz devirip dişlerini sıkmıştı. Aslında yaptığını fark eden Aysima da geri çekildiğinde suç işlerken yakalanan yaramaz çocuklar gibiydi. Fahrettin gür bir kahkaha atmış ardından da “Güle güle kullan küçüğüm. Artık aynı evin içinde saklambaç oynamaya gerek yok. Rahat rahat çizimlerini yaparsın. Kendi markan için çok çalışmalısın.” demişti.
Alkan duyduklarından sonra “Neden uğraşsın ki baba kendini sana yamamış. Hayatı kurtuldu zaten fazlasını istememesi lazım aç gözlü değilse” dediğinde kaşlarını çatan genç kız ellerini kavga etmeye hazırlanan teyzeler gibi beline koyup “Bana baksana sen. Yeter anladın mı yeter. Senin ne laflarını ne de şu saçma imalarını çekmek zorunda değilim. Beğenmiyorsan hoşuna gitmiyorsa siktir olup gidersin evden olur biter. Bende senin katnem sıfatına bakmaya hevesli değilim. Ruh hastası.” diye cırladığında Alkan anlık kaşlarını kaldırırken Fahrettin yeniden gülüp başını sağa sola sallıyordu.
Genç adam “Ha bir de çirkefiz diyorsun. Kenar mahalle gülü, varoş.” dediği an gözleri büyüyen Aysima “Hoşt köpek. Varoş muş, kenar mahalle gülüymüş. Sen nesin? İskandinav dükü mü?” dedikten sonra yaşlı adama döndü ve “Bu şırtan evden gidene kadar ben cam evde kalırım. Yoksa topuklu ayakkabı ile alnının ortasına nişan alacağım ve ıskalama olmayacak” dedi. Sert adımlarla kendine yapılan eve giderken ellerini yumruk yapan genç adam “Ben bunu boğarım” diye hırladı. Boğazından gelen kükreme gibi sesle duran kız omuzunun üzerinden yine “Hoşt. Kudurdun herhalde” dediğinde elini beline atan adam “Lan ben senin!” deyip peşine koşmasıyla kendini eve zor attı.
Kapıyı da kilitlediğinde rahattı çünkü açamıyordu. Alkan birkaç defa zorladı ama açamayınca cama doğrulttuğu silahı ateşledi. Fahrettin rahattı çünkü camlar kurşun geçirmezdi. Ekstra güçlendirilmişti. İki kez daha ateş etti ama sonuç alamayınca “Aklın varsa o kafesten çıkma çirkef. Yemin ediyorum mermi manyağı yapacağım seni.” diyerek bağıran adam hırsla eve doğru yürüdü ve gözden kayboldu. Genç kız korksa da artık yeter diyerek noktaya gelmişti. Yavru kediyi bile köşeye sıkıştırınca tırnaklarını çıkarıyordu. O sakin bile kalmıştı. Birkaç dakika sonra kapıyı açıp kafasını çıkardığında “Zekeriya Bey, bana giyecek ve yiyecek getirmeniz mümkün mü? O kuduruk bir yerden çıkıp moralimi daha fazla bozmasın” dediğinde gülen yaşlı adam arabasını eve döndürdü. Zekeriya ise “Tamam efendim. Hemen hazırlıyorum ve gönderiyorum” dedi.
Sağa sola bakınan genç kız korumalar hariç kimseyi göremeyince soluğunu bıraktı ve dışarı adım attı ve arabasına gidip çalışma çantasını aldığında yüzü gülüyordu. Kumandaya basıp arabayı kilitlediğinde arkasını dönmüştü ki çarptığı bedenle bir adım gerilemek zorunda kaldı.
Alkan ona tek kaşı havada bakarken gözleri büyüdü. Sertçe yutkunurken az önceki cesareti uçup gitmişti. Ona çok kızgındı. Üstelik bu kızgınlık sadece ettiği hakaretler veya laflardan değildi. Onun parlak grileri gergin havası ve etrafa yaydığı o erkeksi hava ruhuna ve de bedenine iyi gelmiyordu.
Bir kez daha yutkunduğunda sağa sola bakındı. Elindeki çantanın sapını sıkarken az sonra yapacağı şeyden sonra topuğuna sıkılabilirdi ama umurunda değildi. Cam eve kendini atarsa yırtmıştı.
Alkan ise kızın gözlerinin fıldır fıldır hallerini izliyor kendi kendine mırıldanmalarına şaşırıyordu. Gerçekten damarına basıldığında vahşi bir kedi olması anlık hoşuna bile gitse de bir kaşık su şu an onu boğmasına fazlaydı.
“Ne o, az önce kuduruk ruh hastası diyor ağzına geleni sayıyordun şimdi sustun. Ha bir de utanmadan beni kendi evimden kovma cüretini kendinde buluyordun. Şimdi de konuşsana.”
Sonunda derince soluyan kız adama hiç duymuyormuş gibi evden tarafa bakıp önce şaşırdı ardından da kaşlarını çatıp “O silahlı adam kim ya?” dedi. Alkan kızın dediği yöne baktığı an spor ayakkabısına dua eden kız olabildiğine sert biçimde bacağının baldır kısmına tekme attı ve koşarak cam eve doğru ilerledi. Tek dizinin üzerine çöken adam “Lan!” diye bağırırken hırsla elini beline atıp silahını çıkardı ama ateş edene kadar cam eve yetişen genç kız kapıyı itti. O sırada kulağının yanından geçen mermi ile çığlık atsa da adama dönüp “Ruh hastası manyak. O mermi götüne girsin” deyip hemen eve girdi ve kapıyı kapayıp kilitledi.
Alkan kapıya geldiğinde önce tekme attı ardından hırsını alamayıp bir şarjörü boşalttı ama tık yoktu. Aysima bir sağa bir sola volta atarken “Gitsene be manyak herif. Hayır bir de mermi sıkıyor. Boşa demiyorum ruh hastası diye. Katır gibi de inatçı. Dön aha öyle kuyruğunu kovalayan it gibi.” diye söyleniyor onun gibi ileri geri volta atan adama laf ediyordu. Onları odasının balkonundan izleyen Fahrettin önüne getirilen kahvesinden yudumlarken purosundan içiyordu.
Genç adam hırs yapsa da gelen telefon sonrası eve doğru “Senin bacaklarını kırmak bana farz oldu mahalle karısı.” diye tehdit edip gitti. Ellerini beline koymuş kız “Bak hala mahalle karısı diyor. Yarma, şırek tipli eşek.” dediği an bir an durdu. Kendine baktığı an göz devirdi. Ellerini belinden indirip büyük koltuğa oturdu ve bacaklarını uzatıp sırt üstü yattı. Tavan da camdı. Güneş usul usul batarken açık olan gök yüzünde yıldızlar beliriyordu. Bunu izlemek aşırı iyiydi.
İşlettiği kumarhanede çıkan sorunu halleden Alkan sonrasında bara geçtiğinde loca kısmında içkisini yudumluyordu. Demir direklerde tutunarak dans edenler eğlenen erkeklerin gözdesi olurken o sadece bir kişiyi düşünüyor ve düşündükçe sinirleniyordu. Baldırındaki acı sanki o anı hatırladıkça kendini gösteriyor damarını geçip giden kan adeta yakıyordu.
Her dakika su misali akıp geçiyor, güneş batıp doğuyor zaman su misali akıp gidiyordu. Günler haftalara haftalar aylara devir yaparken Aysima kendine ait alanda çok rahat etmişti. İstediği kadar çizim yapıyor bazen müzik dinleyip kendi kendine dans ediyor uyuyor uyanıyordu. Fahrettin her şeyi ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Tuvaleti duşu da cam evin içindeydi.
Alkan genç kızı yakalamak istedi ama çoğu kez ya babası engel oldu ya da genç kız sıvışıp durdu. Haziran ayının ilk haftası Fahrettin’in doğum günüydü. Bunu öğrenen genç kız çok uğraştı bir hediye bulmak için ama her şeye sahip olan adama ne alsa eksik kalacaktı. Bu nedenle aklına gelen şeyle gülümsedi. İşe koyulduğunda zamanı kısıtlıydı. Korumalardan Fatih’e lazım olan şeyi söyleyip almasını istediğinde bunun gizli olması gerektiğinin üzerine basa basa belirtti.
Büyük bir organizasyon hazırlanıyordu. Kendi çizimlerinden birini dikime sokan kız mutluydu. Sözde kocasının doğum gününde kendi tasarımını giyecek kimse ile pişti olma korkusu olmayacaktı. Ayrıca bu sayede meraklı kadınların sorularına maruz kalacak ve müşteri alanı oluşturacaktı.
Ayna karşısına geçtiğinde gördüğü görüntü ile gülümsedi. Mürdüm rengi elbise uzundu. Bacağı boydan boya yırtmaca sahipti. Eteği düz gibi görünse de gizli bir bolluk vardı. Bu da adım atarken eteğin havalanmasını ve hoş bir görüntü olmasını sağlıyordu. Göğüs kısmı straplez şeklindeydi ama sırtı bel oyuntusuna kadar dekolte vardı. Kumaşın göğüs kısmında bitimine kadar çok şık taşlardan şeritler bol bol dökümlü biçimde beyaz tene dökülüyordu. Saçları kısa olduğundan şekil vermesi kolaydı. Kuaför ya da makyöze gerek duymamış biraz zorlansa da kendine uygun makyajı yapabilmişti. Dudaklarındaki ruj elbisesine uygundu. Kışkırtıcı ama masum.
Küçük çantasını aldığında topuklu ayakkabısı ile boyu biraz daha uzamıştı. Hediyesi ise çoktan arabaya konmuştu. Cam evden çıkıp malikaneye geçtiğinde tedirgin olmadan duramıyordu. Bahçe kapısından girip salona adım attığında purosunu içen Fahrettin beğeni ile karısını süzdü. Yüzünde beliren o ifade doğru seçim olduğunu kanıtlıyordu.
Alkan salona girdiğinde genç kızla karşı karşıya kaldı. Grileri tepeden tırnağa süzdüğünde göğsünü yumruklayıp mağarasından çıkmak isteyen yabani adam varlığını belli ediyordu. Eli cebinde olduğundan yumruk yaptığını kimse görmedi ama bakışlarındaki o ateş Aysima için tehlike çanlarını her bir kuleden çalışıyordu. Fahrettin “Hadi çıkalım artık” dediğinde önden gitti. Arkasından ilerleyen Aysima koltukla Alkan’ın arasından geçmek zorunda kaldığında onun biraz daha bedenini sıkıştırdığını hissetti.
Kolu tutulduğunda sırtı genç adamın göğsüne yaslanmıştı çünkü topuklu yüzünden dengesi anlık şaşmıştı. Kulağına doğru verilen sıcak nefesle boğazı kuruyan genç kız dudaklarını soluk almak adına araladı.
“Mahalle gülüne göre oldukça iddialısın.”
Aslında buna kızması lazımdı lakin kalçasında hissettiği ve yabancısı olduğu sertlik kuru boğazına rağmen sertçe yutkunmasına yetti. Ayak parmaklarından saç uçlarına kadar sıcaklık onu yokladığında boğuluyormuş gibi hissediyordu. Belki de çoktan boğulmuş ölmüş ve sertliğin yanında ben buradayım diyen elin elbisenin üzerinden tenini yakmasını da hayal ediyordu. Sahi Alkan onu öldürmek isterken ne tür bir düşünce ile şimdi ereksiyonunu hissettiriyor onu tahrik ediyordu ki. Diğer soru, Aysima neden sözde de olsa üvey oğlu yüzünden bacaklarını birbirine bastırma isteğiyle yanıp tutuşuyordu?