Zaman su gibi akıp gidiyordu. Tatil dönüşü yeniden uçakta bir araya gelen sözde karı koca malikaneye geldiklerinde hayatlarında bir koşturma başlamıştı. Fahrettin, soğuk grileriyle genç kızı izliyor, kafasındaki tilkilerin biri birbirine değmiyordu.
Aysima ise öyle bir hırslanmıştı ki kazandığı her kuruşu hak etme peşindeydi. Anlaşma yaptıkları butiğe yeni çizimler yollarken dikimi için özel bir tekstil atölyesi bile kurulmuştu. Elbette oraya sıradan bir atölye demek doğru olmazdı çünkü Fahrettin’in en iyi terzileri kalıpçıları ve kumaşçıları yer alıyordu.
Bazı durumlarda şık tarzını konuşturan genç kız davetlerde kocasının yanında boy gösteriyordu. Görenler elbette genç kızın derdinin para mal mülk olduğunu düşünüyor konuşuyordu ama hanımefendi tavrı herkesi büyülemeyi de başarıyordu. Şimdilerde maskülen bir tarz oluşturmuştu kendinde. Kısa saçları küt kesimdi. Renk seçimi yapmamıştı. Doğal renginde devam ediyordu. Bolca pantolon ceket ya da büstiyer gömlek takımları dolabında yer alıyordu. Seviyordu. Rahat da hissediyordu. Hele malikane etrafında sabahları koşuya falan başlamıştı ki bu daha da dinç olmasına yetiyordu.
İyiydi yani alışıyordu elinin altında her şeyin olmasına. Evlendiği tarihten itibaren geçen süre beş aya tekabüldü. Nisan ayına girmişlerdi. Bahar için yetişmeyen ilk koleksiyonu yaza kendini gösterecekti.
Kulağında kulaklık elinde kalemler çizim yaparken sosyal medyadan yine bildirim gelmişti. Umursamadı. Tatilde kendini paylaştığı günden beri binlerce mesaj almıştı. Hatta bazıları konuyu abartıp butiğe kadar gelme cesareti gösterebilmişti.
Saat epey geç olduğundan gözleri yanmaya başladığında kalemi bıraktı. Onun için uyku saati gelmişti. Üzerinde içerisi sıcak olduğu için kalçası ile diz boşluğu arasına kadar uzunluğu olan bir şort ve askılı badi vardı.
Odadan çıktığında ev sessizliğe bürünmüştü. Bu alaycı bir gülüşe neden olmuştu çünkü korumalar harici evin yaş ortalaması elli üzeriydi. Mutfağa girip kendine dolaptan meyve suyu aldığında bardaklara baktı ama hemen yeni yıkanmış ve kurulanıp yerleştirilen kadehleri görünce çocukça bir hevesle vişne suyunu boşalttı ve eline alıp kalçasını tezgaha dayadı. Ardından aklına gelenle sesini kalınlaştırıp “Onu beğenmedim küçüğüm diğerini giy. Hazır ol küçüğüm kumarhaneye gidiyoruz. Davet var küçüğüm sana güveniyorum.” diyerek Fahrettin’i taklit etti. Kıkırdarken meyve suyundan bir yudum içti.
Kendi kendine “Ruh hastası kaçık ihtiyar” dediğinde homurdanma gibi çıkmıştı sesi. O sıra bir ses duydu. Daha doğrusu anahtar sesi. Kaşları çatılırken hırsız diye düşündü ama kapıdaki korumaları ve evin güvenlik durumunu düşününce saçma geldi. Lakin yine de çok güvenmek istemiyordu. Kadehi masaya bırakıp çıplak ayakları taşa değerken mutfaktan çıkıp koridora geçti.
Büyük, iki kapaklı kapı açılırken nefesini tuttu. Karalık ortama açılan kapı ile dolan ay ışığı renk verirken gözlerini kıstı. Büyük oldukça da iri bir adam kapıdan girdiğinde korumalardan biri “Valiziniz efendim” dedi. Tekerlekli ve geniş valizi kapı kıyısına bırakıp gözden kaybolan koruma ile adam kapıyı kapadı ama eli kulpta kaldı.
Kızın varlığını hissetmişti. Bu nedenle hareketleri bir tık sertleşirken döndüğü yerdeki duvarda olan ışık düğmesine dokundu. Bir anda aydınlanan ortamla gözleri kısan kız ışığı açan adama bakmaya başladığında gözlerine inanamadı. Resimlerde gördüğünden daha heybetli, yakışıklı ve sert duruşluydu.
Alkan, ona büyümüş gözlerle inceleyen genç kıza şöyle bir baktı. Belli olan vücut hatları süt gibi beyaz teni, kısa ama yakışmış olan saçları ve yüzündeki masumiyetle karışık heyecan ilk izlenimleriydi.
Birkaç büyük adımda genç kıza yanaşan genç adam sordu. Aslında kim olduğunu bildiği halde. Belki de o olmasa bu gece yatağını süsleyecek kadına.
"Sende kimsin?"
Genç kız ne diyeceğini başta bilemedi. Çünkü gördüğü griler daha başkaydı. Ateşi harlı, hareleri canlıydı. Babası da iri bir adamdı ama oğlu ondan daha da kalıplıydı. Başını kaldırması gerekmişti yüzüne bakabilmek için ki bu da kendini küçük hissetmesine neden olmuştu. Soruya karşılık kısık bir tonla “Aysima” dedi ama adamın anlamak ister gibi gözlerini kısmasıyla yeniden kendini tanıttı. Biraz tuhaf bir karşılaşma ve tanışmaydı. Sonuçta ona bakan bu adam üvey oğluydu.
Bu düşünce iç sesinin okkalı bir küfür savurmasına neden olurken isyan etmesini de şaşkınlıkla izledi.
“Bundan üvey evlat olmaz. Tanrım, adam resmen günahın elle tutulur hali. Sahi o tişörtün altındaki kaslar nasıl da tutulur. Böyle sert sert. Offff. Kızım sendeki de ne şans he. Git bunakla evlen ama üvey oğlun savaş tanrısı Ares gibi çıksın.”
Başını usulca sağa sola sallayıp iç sesinden kurtulan kız daha anlaşılır bir sesle kendini tanıttı.
"Ben Aysima. Babanızın eşiyim."
Duyduğu tek şey adamın dişleri arasından hırsla ve nefretle "Siktir" değişiydi. Bir de griler koyulaşmışa benziyordu. Kurt adam misali beden değiştirip üzerine saldıracakmış gibi dursa da etrafına yaydığı parfüm kokusu ağız sulandıran cinstendi.
"Aklını mı kaçırdı bu adam?"
Genç kız anlamaz gözlerle karşısındaki adama bakarken boğazının kuruduğuna, nefesinin göğüs kafesine az geldiğinde yemin edebilirdi. Bir çift gri gözün kendi sıradan kahvelerine saplanmasına dizleri titredi. Korkmadan da edemiyordu çünkü bu adam ona hem parçalayacakmış gibi bakıyor hem de tüm bedenindeki kanın kasıklarına toplanmasına neden oluyordu. Sadece bakışlarıyla zirveye ulaştırabilecek olan o adam kocasının oğlu Alkan Türkoğlu'ydu. Mobilya tasarımcısı ve karanlığın lordu.
Aysima gözlerinden kopan irislerin bedenini incelemesine şahit olurken kafasına dank etti. Üzerinde şort ve askılı badi vardı. Badisi crop tarzı olduğundan göbeği de açıktaydı. Yanakları kızarırken Alkan’ın yüzündeki buruşmayı sonradan fark etti.
“Babamı nasıl kandırdığın belli oluyor.”
Genç kız duyduklarının doğruluğundan emin olamadı. “Anlamadım?” derken göz deviren adam “Anlamaman normal. Sonuçta beyinden çok satılık bir et parçasısın.” dediğinde irisleri büyüyen kız “Ne dedin sen?” dedi. Elleri iki yanında yumruk olmuş sinir beyaz tenini daha da kızartmıştı.
“Kızım senin anlama kıtlığın mı var? Her dediğime anlamadığını belli eden karşılıklar veriyorsun.”
Aysima burnundan solurken kuyruğu dik tutma adına “Yok benim anlayışım da yerinde aklımda ama senin konuştuğun mağara adamı delini bilmediğimden emin olmak istiyorum. Ha bir de kendini bilmezlik var işin içinde o zaman dil anlama kapasitem daha da zorlanıyor.” dediğinde inadı olmasa çoktan ardına bakmadan kaçıp gitmişti.
Ardından göz devirip arkasını döndüğünde bu adamla aynı evde nasıl yaşayacağını düşündü. Odasına çıkıp kapıyı kapadığında hala duyduğu cümlelerin etkisindeydi. Satılık et parçası demişti. Oysa o değil biriyle evlenmek tek derdi yaşamak olan bir kızdı. Başına gelenleri ve babasının teklifini bilse belki de böyle demezdi ama Fahrettin’in tek şartı oğlunun da diğer herkes gibi evlenme şartlarını bilmemesiydi. O yüzden yüzüne bir yumruk atıp siktir git diyememişti.