Bölüm 6: Varisin Kaderi ve Prenses Luna

2204 Words
Hastanedeki odama döndüğümde kapı hala oradaydı. Kralın varisi diye sayıklarken, bu sefer bayılmadığımı, kanamadığımı sağ salim odama döndüğümü fark edip yatağıma girdim.  Kapı silinir gibi kaybolmuştu. Boynumdaki kolyeye bakarken, varisin sonunu öğrenmek için sonsuz bir istek duyuyordum içimde. Ve uyuyamıyordum, hemşireler geliyordu, Doktor Serhat geliyordu ama harika durumdaydım. Yine de ani tuhaf hastalıklarım nedeniyle beni bir türlü hastaneden taburcu edemiyorlardı. Kafamın içinde bir hastalık gibi büyüyen sorular da yüzümün tuhaf bir ifadeyle bakmasına neden oluyordu sanırım. Sürekli tansiyonumu ölçmeye geliyordu yüzümü gören.  Yetimhanenin yatakhanesinde altı kız kalıyorduk, bu yüzden ben de oraya dönmek istemiyordum. Üstelik şu canım istedikçe ortaya çıkan tabakların sayısı artmıştı. Yetimhanede olduğundan çok daha yerindeydi konforum. En azından bu sır çözülünceye kadar bir yere gitmek istemiyordum.  Öğleden sonra yine uyuyakalmışım... Rüyamda sürekli onun kara gözlerini görüyordum. Uyandığımda ise birisi odama girmiş, perdelerimi açmış, harika yemekler bırakmış ve odaya harika bir çiçek kokusu sinmişti. "Kesin o doktor Serhat yapıyor bunları benim için" demiştim. Bana neden bu kadar güven verdiğini açıklayamadığım gibi, neden bu kadar şey yaptığını da açıklayamazdım elbette.  Daha hava yeni kararmış olmalıydı, gökyüzünde hala güneşin çizgilerini görmek mümkündü.  Birden gene kapı belirdi ortada. Ne yapmam gerektiğini artık biliyordum, pencerenin önündeki kapıdan, cadının kulübesine geçivermiştim işte.  Ama cadının yerinde 15-16 yaşlarında bir çocuk duruyordu. Sapsarı saçları gelişigüzel uzamıştı ve yeşil gözleri insanın içini ısıtıyordu, tabii bir an için cadının ona dönüşmüş olabileceğini düşünüp geriledim istemsizce.  "Merhaba, ben Atlas" dedi gülümseyerek, tam cevap verecektim ki, cadı elinde otlarla içeri girdi.  "Sana daha erken olduğunu söylemiştim Atlas!" Dedi cadı.  "Ama onu görmek istedim büyükanne!" Diye cevapladı çocuk.  "Ne zaman söz dinlersin ki zaten, savaşın ortasına düşebilirdi, başına her şey gelebilirdi..."  Cadı o çirkin dişleriyle bana döndü.  "Sen hazır mısın kızım?" Diye sordu. Neye olursa hazırdım artık, hiçbir şeyin cevapsız kalmadığı bir hayat yaşamak istiyordum, cevapsız sorularla dolu on üç yılıma inat.    Başımı sallamakla yetindim, hala Atlas'a bakıyordum. Ne kadar normal ve sevimli göründüğünü düşünüyordum cadı nineye inat.  Kendimi sarayda bulacağımı zannederken, İzmir'de bulmuştum. Az ötedeki tabela okla "Seferihisar-İzmir" yönüne on kilometre kaldığını gösteriyordu çünkü. Tam da sahilde tek başına bir adam duruyordu, güneş ilk ışıklarını gösterirken bu sahil kasabasına adam yerde bir şey fark etti. Eğilip eline mavi taşlı kolyeyi aldı. Özenle aldığı kolyeyi topladığı deniz kabuklarının arasına koydu ve gülümseyerek ilerledi. Birden karanlığın içine düştüm... Yine kara gözleri gördüm.  Kendimi biraz daha büyümüş Prens'in odasında buldum. Kızıl saçlı bir kadın odasında oturmuş, umutsuzca ona bakıyordu.  "Leo, lütfen biraz daha makul ol. Yüzyıllardır varis böyle seçiliyor, babana bu şekilde karşı çıkamazsın!"  "O zaman kaçarım, saraydan kaçarsam kaderim de beni takip edemez" diye bağırdı Prens, gözlerindeki karanlığın içinde kırmızı kırmızı öfkeler çakıyordu.  "Bunu babana ben de söylemedim mi sanıyorsun. Endişelenmememi çünkü kaderinin seni her şekilde bulacağını söylüyor. Küçük bir kızken kimse yüzüme bakmazdı, şimdi herkesin hayranlıkla baktığı kraliçeyim. Kader diye gerçekten var ve ne kadar önemli biriysen bunu değiştirmek o kadar imkânsız Leo!"  "İmkânsız, kendine acıyan insanların bahanesidir anne!" Dedi Prens Leo kararlı ve öfkeli bir tonla.  Kadın bir şey söyleyecek gibi oldu ama sustu. Oğlunu durduramayacağını biliyor gibiydi, zamanı ya da kaderi durduramayacağı gibi...  Leo odasını turlamaya başladı kadın sessizce odayı terk ederken. Kocaman bir kütüphanesi vardı, ahşap kütüphanede daha önce hiç görmediğim tuhaf yazılar ve kitaplar vardı, tavanda yıldızlar yanıp sönüyordu ve kocaman bir ay vardı, oda ışıkla değil bu ayla aydınlanıyordu. Odanın bir köşesinde bordo renkli bir minderde bembeyaz bir kedi uyukluyordu. Leo ahşap çalışma masasının üstünde duran bakır kâseyi eline aldı. Sonra kütüphaneden kalın bir kitap alıp içini karıştırmaya başladı. Bir karar vermişti, onu uygulayacak büyüyü bulmaya çalışıyor gibiydi. Yoktan bir dolap var oldu, Leo kapağını açıp içinden birkaç ot, toz, mavi bir sıvı alıp bakır kâseye koydu. Sonra kâseye üfledi. Bir ateş yanmaya başlamıştı, ateş büyüyor ve odayı sarıyordu. Yanacaktım, yanacaktı... Bir çığlık attım ama tek gördüğüm kapkara gözleriydi, karanlıkta kaybolduk...  Çamurun üstünde buldum kendimi. Leo da az ötemdeydi. Önümüzde siyah bir araba durdu. İçinden bir çocuk indi.  "Yağız annene seni sekiz'de alacağımı söyle!" Seslendi adam çocuğa.  Sonra karşıdan bir genç kız geldi, Leo ona bakıyordu. Siyah araba hareket ederken bütün suyu onun üstüne sıçrattı. Ağlayacak gibiydi ve yaklaştıkça kadının bana ne kadar benzediğini fark ettim ve tuhaf bir sıcaklık hissettim içimde.  Kızın çantasını almıştı "Ben size yardım edeyim" dedi kararlı bir ses tonuyla.  Sonra yürüdüler. Ansızın kız durdu. "Adınız ne, bana yardım eden birinin adını sormadan geçmek istemedim..."  Bir an durdu bizim Prens, sonra elini uzatıp "Ben Yağız" dedi. Öğrendiği tek isim buydu bu yeni dünyada. "Ben de Selin" dedi gülümseyerek. Kendi gülümsemesine şaşırmış gibiydi kız.  Birden yine karanlığın içinde kayboldum. Kız biraz daha büyümüştü, Leo da öyle.  "Hamile misin?" dedi Leo sevinçle, birbirlerine sarıldılar. Görüntü yine karardı, bizim yetimhanenin az ilerisindeki sahildeydi Leo, burayı biliyordum... Yanında tuhaf görünümlü bir adam vardı.. Biraz yaklaşınca bu adamın Kral  Orestes olduğunu fark ettim.  "Kaderinden kaçamazsın demiştim.” dedi Kral bir an için krala karşı ben de öfke duydum, bunca yolu “Ben sana demiştim.” demek için gelmiş olamazdı.    "Kaçtım ya işte, başka dünyadan bir kadınla evliyim, ondan bir çocuğum olacak ve bir kere bile dönüp o kolyeyi aramadım." Dedi Leo, olgunlaşmış ancak hala çocuksu bir zafer pırıltısı gözlerinin karanlığını aydınlatıyordu.    "O kolyenin sahibi zaten senin karın" dedi Kral hüzünle gülümseyerek.    Leo ilk defa öfkelenmişti.    "Bunlar yalan!" diye bağırdı. Arkasına bakmadan, hızlı adımlarla dar bir sokağın arasında gözden kayboldu.  Leo evine gelmişti ve ben de arkasından sürüklenmiştim. Kadın çok şık gece mavisi bir elbise giymişti ve harika bir sofra hazırlamıştı. Kapıyı açar açmaz sarıldı kocasında, boynunda kolyesi duruyordu ve göz alıcı biçimde parlıyordu.  "O kolyeyi kim verdi sana?" dedi öfkeyle. İçeri girmişti birilerini görmeyi umut eder gibiydi, hazırlanan sofrayı gördü. Yıkılmış bir halde sandalyesine oturdu.  "Özür dilerim işte zor bir gündü. Kolye mi aldın kendine çok hoş duruyor diyecektim."  "Hep takardım eskiden ama sonra özel bir gecede takmak istedim, o kadar... Babam vermişti, yıllar önce. Eve geldiğinde topladığı deniz kabuklarının arasındaydı ve gözlerime çok yakışacağını söyledi."Konuşurken sesi titremişti, kocasının anlamsız öfkesini çözememişti. Leo yerinden kalkıp sımsıkı sarıldı karısına.  Görüntü yine karardı, yine sahildeydik, Leo karların üstünde diz çökmüştü.  " Bana bir şey söyle, onun yaşaması için.. Onu kurtarmam için birşey söyle!" Artık çocuksu bir tavrı kalmamıştı. Çaresiz, yıkılmış, kaderinden kaçmayı başaramamış zavallı bir adamın yakarışlarıydı sözleri.  "Kurtaramazsın Leo! Bu senin..."  "Kaderimi reddediyorum, bu benimle değil onunla ilgili, ölmesine izin veremem." Dedi çaresizce. Bir çıkış yolu arıyordu, olmadığını, olmayacağını bile bile.  Kral acıyla oğluna baktı, bunları biliyordu çok uzun zamandır, ama acıyı görmekle yaşamak farklı şeylerdi. Biri film izlemek gibiydi, öteki ise ölmek gibi...  "En azından kızını kurtarabilirsin Leo.. Savaş başlamak üzere... Eğer onu rüyaya karşı gelerek saraya getirir ya da onun yanında kalırsan er ya da geç ikinizi de öldürürler. Ama benimle gelir ve savaşta destek olursan, kızın seni bulacak... Artık bana inanıyor musun Leo?"  Leo'nun gözleri büyüsünü yitirmiş gibiydi. Acıyla karları yumrukladı ve sonunda başını salladı. Onunla gidecekti. Aniden ayağa kalktı ve aksi yönde koşmaya başladı... Kralla gitmiyordu evine gidiyordu.  Eve geldiğinde Selin eski püskü bir defter bulmuş, onu inceliyordu. O defter benim defterimdi, bana bırakılan günlüktü, her şey masal olmaktan çıkıyordu, hayal dünyamın bile ötesine geçmiştik çoktan. Hep bildiğim bir hikâyenin anlatılması gibiydi ama defterin gerçekliği kendimi düşlerden sıyırmama sebep olmuştu. Orada olmadığım halde yere çöktüm, annemin dizlerine kapanarak ağlamaya başladım. Sarıldım, kokladım ve o aniden karnını tuttu.  "Bir şey mi oldu" diye sordu Leo.  "Bilmem bir şey hissettim, tuhaftı, her neyse, bütün gece çalıştın? Çok çalışıyorsun dinlenmek ister misin?"  " Tekrar gitmem lazım işe. Çok önemli bir proje var. Ama önce seni ve Luna'mızı görmek istedim." Dedi acısını saklamaya çalışan zoraki bir gülümsemeyle.  "Yapma, kız olduğunu nereden biliyorsun?" Diye mırıldandı Selin ama keyfi yerine gelmişti.  "Baba hissi" diyerek gülümsedi Leo. O gülüşün içinde saklanmış yaraları vardı.    "Öyle bir şey yok!" Dedi Selin kahkaha atarak.  Leo, bir daha hiç sarılamayacağını bildiği karısına sarıldı. Kahkahası kulaklarında sonsuza dek kalacaktı. Bu aşk kalbinde ölene kadar taşınacaktı. Ama artık Selin olmayacaktı... Yıllar sonra Luna diye belki de Selin’e benzeyen güzel bir kız çocuğu gelip yaralarını saracaktı. Bu düşüncelerle evden çıktı. Ben de mavi kapıyı gördüm... Hikaye mi bitmişti, bu kadar mıydı? Annemi daha çok görmek istiyordum ama mavi kapı dışında her şey kararmıştı, gitmek zorundaydım.    Hastanedeki yatağıma döndüğümde titremekten bayılmak üzereydim, gerçek miydi bütün bunlar? Ya da aklımı mı yitiriyordum? Her şeyi doktora anlatmalı mıydım? Kesinlikle delirdiğimi düşünecekleri açıktı. Mavi kapının dışında her şeyin karardığı oda birden güneşin ışıkları ile dolmuştu. Ben oradayken zaman da akıp gidiyordu belli ki, bütün bunların düş olup olmadığını anlamak için ne yapmam gerekirdi?  Doktor Serhat ben bunları düşünürken içeri girdi.  "Günaydın Luna, çok iyi görünüyorsun, biz de seni taburcu ediyoruz bugün!" Dedi neşeyle. Bu adam sürekli neşeli ve güler yüzlü olmaya programlanmış bir robot gibi görünüyordu şimdi gözüme ve söylediği şeyden hiç hoşlanmamıştım.  İstemiyordum, o ise bunu anlamamıştı ki hala gülümseyerek bakıyordu bana.  Öğleden sonra bir yetimhane görevlisi beni almaya geldi. Başım önde hayallerime veda etme zamanı gelmişti. İyileştiğime göre artık o hayalleri göremeyecektim.  Yetimhaneye gittiğimde yastığımın altına baktım. Günlük hala oradaydı. Ona sarıldım, gördüklerim ona sarıldıkça daha da gerçek oldu. Annemin gözyaşlarına dokundum... Mürekkebin dağıldığı yerlerde elimi gezdirdim. On üç senedir bilmediğim, tanımadığım bir anneydi ama düşlerimde hep gülümserdi, şimdi on üç sene sonra, yalnızlığımın karanlığında ilk yapabildiğim gerçek şey annemin gözyaşlarına dokunmak olmuştu.  Gece olmuştu, yatakhanedeki herkes uyuyordu. Bense başımı cama dayamış buz içindeki İstanbul'u izliyordum elimi istemsizce gezdirdiğim günlük sayfaları sanki karanlığın içindeki tek ışığımdı. Babamla kralın konuşmalarını düşündüm, buradan çok uzak da değillerdi. Şimdi kaçsam, o sahile gitsem bir yol bulur muydum? Gerçekten o saray neredeyse oraya gitmek, babamın hayatta olup olmadığını görmek istiyordum. Elimdeki gerçekler adının Yağız olduğunu söylüyordu, gerçekmiş gibi görünen düşlerim ise adının Leo olduğunu söylüyordu. Masallarla gerçekler birbirine karışmıştı.   Birden mavi kapı önümde belirdi, az daha soluğum kesilecekti. Odadakiler uyanır diye korkumdan, koşturarak hiç düşünmeden geçtim içinden.  " Hey biraz yavaş ol, gezegen maketimi yıkıyordun!" Dedi cadının torunu.  Atlas yine karşımdaydı ve önünde yuvarlak küreler uçuşuyordu, havada uçuşan bir şeye maket mi diyordu?  "Büyükannen yok mu?" dedim soluğum düzelir düzelmez.  "İksir için ot toplamaya gitti, bu sefer ona benim yapmadığımı söyler misin?"  "Neyi?"  "Seni.. Ben getirmedim, kendin geldin."  "Öyle mi?"  "Evet düşünmüş ve gelmek istemiş olmalısın. Varislerin ve kral çocuklarının çok fazla büyü gücü olabiliyor." dedi omuz silkerek.  Bütün hikâye gerçekti demek, o gördüklerim...Hissettiklerim... Camın önünde uyuyup yeni bir düş görmüyorsam tabii...  "Babamın sarayı ne tarafta?" dedim, artık onu görmeliydim. Sanli O’nu görürsem bunun bir düş olmadığını anlayacaktım. İnsan gerçekten babasını görüp görmediğini de anlardı herhalde.  "Savaş alanının diğer tarafında. Oraya öylece gidemezsin, büyük annem aylardır bu iksir için çalışıyor..."  "İyi de neden babam gelip beni almıyor?" Dedim masal olduğunu kanıtlayacak bir açık bulmuş olmanın heyecanıyla.  "Rüyanın kaderini dinleyerek büyümediğin belli oluyor, onu senin bulman lazım. Biz kral severler de bunun için uğraşıyoruz. Sana da yardım edip, bu savaşı kazanmaya çalışıyoruz."  Soracak çok fazla soru vardı ve ben nereden başlayacağımı bilmiyordum.  "Savaş kiminle peki?"  Atlas yerinden kalktı, eski püskü ahşap kütüphaneden oldukça yıpranmış bir kitap alıp okumaya başladı.  "Senin babanın babası, yani Kral Orestes aslında tahtın gerçek varisi değilmiş, çünkü Kral Ares'in üç oğlu varmış, Kayra, Mergen ve Bürküt. Kayra en büyük oğulmuş, çok güçlüymüş ama bir o kadar sessiz, sessizliği her an karanlığa dönüşebilirmiş, Mergen çok deli doluymuş, eğlenceye, ava, müziğe düşkünmüş, bir kral gibi asla savaşamazmış. Bürküt de çok iyi savaşçıymış, ama çok kavgacıymış, yırtıcı bir kartaldan farkı yokmuş. Kader günü gelip çatmış, kral rüyayı görmüş, sabah kalktığında yanındaki eşine rüyayı gördüm demiş. Ama kanun bu ya, rüya ilk varise anlatılacak. O varisi çağırana kadar boşboğaz kraliçe oğullarına rüyanın görüldüğünü söylemiş. Oğulları daha gün kararmadan kavgaya tutuşmuşlar. Kral oğulları dururken Kral Orestes'i huzuruna çağırınca, dedikodular başlamış. Kimi kralın oğullarının kavgasına kızıp rüyayı değiştirdiğini söyler. Kimi Orestes'in güçlü büyülerle krala sahte bir rüya gösterdiğini. Üç kardeş de bu dedikodulara inanmış, düşmüşler varisin peşine. Tıpkı rüyadaki gibi, hepsi bu yolda ölmüşler, hem de varise dokunamadan. Bazıları Orestes'in büyülerinin bunu yaptığını söylemişler. Olan olmuş, kader yaşanmış Varis on altısında kral olmuş. Kayra son ölenmiş. Arkasından Kral Ares can vermiş. Kayra'nın karısı da karnındaki bebekten habersiz kayıplara karışmış. Ormanın derinliklerinde Karlık adını verdiği bebeği, intikam ve kinle büyütmüş. Karlık büyüdükçe güçlenmiş, babasının bıraktığı karanlığı bulmuş. Sonunda çıkmış Orestesin karşısına, Kral Leo babasının yanına dönünce birlikte savaşmışlar, ancak Karlık Kralı öldürmüş, böylece Prens Leo tahta geçmiş. Karanlık büyümeye devam etmiş. Karlık ormanda büyüdüğü için birçok ırkı kandırmış. Mesela Demirkıynaklar..."  Atlas kitabı kapatmış, belli ki defalarca okuduğu hikâyenin geri kalanını ezbere anlatmaya koyulmuştu.  " Demirkıynak da ne?" dedim.  "Her kılığa girebilen, korkunç sesler çıkararak insanların delirmelerine sebep olan, çok pis kokulu kötücül bir yaratıktır. Sudan çok korkar. O göründüğü anda akarsu veya göle giren insanlara bir zarar veremeyeceğine inanılır. Ormanlarda yaşayan bu varlık, demir tırnaklı, demir burunludur.  Sonra hırtıklar da var tabii, onlar da suda yaşar, üst kısmı insan, alt kısmı hayvandır, bedeni tüylerle kaplı, ayakları ters kötücül cinlerdir. Karakuralar var sonra, pis elleriyle dokundukları anda ciğerleri sökerler. Buna benzer yaratıklar işte, tabii bu saçma hikâyeye ya da Karlık'ın gücüne inanan büyücüler de var. Ama aslolan yaratılış efsanesidir büyücüler dünyasında, varis tahttakinin rüyasıyla gelir."  Ağzım açık bir şekilde dinliyordum Atlas'ı. Bu canlıların İstanbul'da hiç görülmediğine emindim. Bir keresinde yetimhane bizi Belgrad Ormanları'nda pikniğe götürmüştü. Su kemerleri ve üstünde yüzen nilüferlerle aklımda kalan orman kesinlikle çok daha sempatik bir yerdi. Karakula mıdır nedir onlardan bir tane görseydim daha o gün aklımı kaçırırdım herhalde. Yaşlı cadının içeriye girmesiyle yerimden sıçradım, kafamın içindeki karmaşayı daha da çözülmez hale getireceğini düşünüyordum nedense bu yaşlı cadının.         
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD