Bölüm 7: Atlas

1022 Words
"Büyük anne, Luna kendisi geldi biliyor musun?" dedi Atlas bu açıklama hayati bir önem taşıyormuşçasına ve Cadı'nın sorgular sert bakışları karşısında tedirgin bir halde.  "Prenses Luna!" diye uyardı cadı Atlas'ı. O keskin bakışları bana döndüğünde aniden yumuşadı Cadı'nın.  "Luna artık dönmemelisin kızım, annenin dünyasında tek başına tehlikedesin, buraya gelip gitmen dikkat çekiyor, hele ki kendi büyünle, ama senin burada olduğunu tahmin etmeleri çok zor. Bir sürü kral sever var sonuçta." dedi sanki açıklamalarının her kelimesi benim alışık olduğum dünyanın sözcükleriymiş gibi.  Ama anladığım kadarıyla bile o çirkin cadıya sarılabilirdim, çünkü artık yetimhanede kalmayacağımı söylüyordu, bunun için ölmeye bile razı olabilirdi insan. O kadar yalnızdı ki yetimhanedeki çocuklar, sıcak bir yuva, gerçek anneleri ve babalarıyla olmayacaksa bile, onları anlayan bir anne baba için her şeyi verecek durumdalardı. Ben de kesinlikle onlardan biriydim, sıradan bir yetimhane çocuğuydum. Tabii başıma son gelenleri saymazsak. Bunların gerçek olduğuna beni ikna edebilecek tek şey babamı görmekti. Atlas hala kızarmış bir suratla köşede oturuyordu. Prenses'im diye bana farklı davranılması yeterince komikti zaten ve Atlas'ın verdiği bilgiler çok aydınlatıcıydı, ona kesinlikle teşekkür borçluydum bu kadar iyiliğine karşılık. Sınıf arkadaşlarımın yüzlerini getirmeye çabaladım teker teker ve bana prenses diye seslendiklerini düşündüm, yüzüme aptal bir sırıtış yerleşmişti ve cadı da Atlas da benden bir cevap bekler gibi şaşkın halde yüzüme bakıyorlardı.  "Tamam burada memnuniyetle kalırım" dedim cadıya sonra da gidip Atlas'ın yanına oturdum.  "Sen okula gidiyor musun Atlas?" diye sordum Atlas'a. Burasının nasıl bir yer olduğunu anlamak istiyordum bir an önce. Ve nedense garip bir şekilde Atlas'ı tanımam gerektiğini düşünüyordum.  "Sekiz yaşımdayken okula başlamıştım. Ama sonra savaş yüzünden okullar kapatıldı. Karlık son sınıfları teker teker avlıyor , kendine katılmayı kabul etmeyenleri öldürüyordu. Beni büyükannem eğitmek zorunda kaldı. Ben bir melezim, annem bir su perisi, babamsa büyücü. Güzelliğimi annemden yeteneklerimi babamdan almışım." dedi asasını gururla göstererek.  "O şeye bakabilir miyim?" dedim heyecanla.  "Asama mı.. Şeyy ...Tabii" dedi elini nasıl uzatması gerektiğini bilemeyerek acemice, bir prensese asa uzatırken bile farklı bir tavır takınılması gerekiyordu anlaşılan. Halbuki endişelenmesine gerek yoktu ki, bütün bu olan bitenler hakkında benim hiç bir fikrim yoktu.  Elime aldığım basit bir tahta çubuktu, nesi özeldi ki bunun bu kadar. Farkında olmadan elimi salladım, birden masanın üstündeki bardak bir fareye dönüştü ve ciyaklamaya başladı. Farelerden ödüm kopardı benim, çığlığım farenin çığlığını bastırırken bir şok da Atlas'ın söyledikleriyle yaşadım.  "Bir ay uğraştım ben o fareyi çevirebilmek için" diye isyan etti Atlas. Bir ay boyu hangi akıllı insan bir fareyle uğraşırdı ki? Ama daha garip olanı, cadının bana hayranlık dolu bakışlarıydı. Etrafımda ciyaklayan bir fare varken, herhangi birine hayranlık besleyebileceğimi kesinlikle düşünmüyordum.  "Prenses Luna, ilk büyüsünde tersine büyü kullanıyor, harika" dedi ışıltıyla.  Ne yaptığımı gerçekten bilmiyordum ama övülmek çok hoşuma gitmişti.  " Sahi Atlas annenle baban nerede?" diye sordum, biraz yüzüm kızarmıştı övülmenin verdiği coşku ve utanç karışımıyla, konuyu değiştirmek için ilk aklıma geleni sormuştum ve elbette ki buna çok pişman olmuştum.  Atlas başını öne eğdi ve yumruklarını sıktı. Sonra ona zorla öğretildiği çok belli olan bir cümleyle devam etti.    " İkisi de kral sever olarak gururla öldüler.." gözlerindeki acı, o anne babanın olmayışının eksikliği, o yarım kalmışlık bana fena halde kendimi hatırlatmıştı.    Bir şey diyemedim yine de, benim babam için bir çocuğun anne ve babasını kaybetmesi çok acıtmıştı canımı. Ailesiz kalmanın ne demek olduğunu en az onun kadar biliyordum.  "Gel sana odamı göstereyim" dedi Atlas ben suskunluğumda kaybolurken ve mutfak olduğunu sandığım kapıyı açıp önümde uzanan sarmal merdivene tırmandık. Soldaki kapıdan içeri girdik ve o an bu dünyayı sevmeye başladığımı hissettim. Odanın içerisinde bir sürü gezegen dolaşıyordu. Sonra yerde konuşan bir oyuncak vardı ama beni görünce "Prenses Luna" diye bağırıp masanın altına kaçtı. Bu nedense beni çok güldürmüştü. Masanın üstü maket gezegen parçalarıyla ve kitaplarla doluydu. Pencerenin önünde kocaman bir teleskop vardı ve yatağının tam üstünde sarı duvarların arasında kapkara bir poster: babamın posteri! İşte babam tam karşımda kapkara gözleriyle duruyordu, gerçekten vardı!  " Odan çok güzelmiş" dedim. "Otursana" dedi ve aynı anda asasını salladı, eşyalar kenara kaçarken tavandan yumuşacık iki koltuk indi.  "Kaç yaşındasın sen Atlas?" dedim elime zeka küpüne benzer bir şeyi alarak ve bir yandan incelemeye koyularak.  "15" dedi.    "Peki burada büyücüler kaç yaşında işe başlarlar?" diye sordum ve küpün aniden bir kuşa dönüşmesiyle irkilip yere yuvarlandım. Atlas elimden tutup kaldırırken bir centilmen gibi aynı zamanda sorumu cevaplamaya çalışıyordu ama odasındaki her hayvanı eski haline getireceğimi düşünüp bir yandan somurtmayı da başarıyordu. Özür dilercesine sırıttım yüzüne bakıp ayağa kalktığım an.  "Eskiden eğitimine göre eğitim yaşı da değişiyordu, örneğin büyülü bir dükkan açacaksan 15 yaşına kadar okuman yeterli, ama iksir ustası olacaksan yirmi üç yaşına kadar gitmen gerek. Tabii artık aileler çocuklarına kendi mesleklerini öğretmek zorunda oldukları için hazır olduklarında işe başlıyorlar."  "Peki sen ne olacaksın?" dedim başka bir şeye dokunmamaya özen göstererek.  "Savaşçı" dedi.  "Savaş hep sürmeyecekmiş ya Atlas, o zaman ne olacaksın?"  "Kraliçemizi korurum.. Şey tabii kabul ederse.." Atlas bunu söylerken utanmış ve kızarmıştı.  Tek utanan o değildi, ben de kıpkırmızı olmuştum. Bana bu kadar inanan hiç kimse olmamıştı hayatımda. Üstelik Atlas'ın hep yanımda olacak olması fikri aniden içimi ısıttı.  "Bir kraliçenin senin gibi sadık ve akıllı bir dosta mutlaka ihtiyacı olacaktır" dedim.  Ne zaman bu dünyaya gelsem tuhaf düşünüyordum, tuhaf konuşuyordum kendi sözlerime şaşırdım. Ama Atlas'ın ağzı kulaklarındaydı ve en az benim kadar kızarmıştı. Prenses sözcüğünü duyunca gülmeye başlayan ben, Kraliçe olmaktan bahsediyordum. Kendi kendime gülmeye başladım, Atlas da utanç havasının dağılmasına sevinerek gülmeye başladı.   Geceyi geçirmem için bana bir oda verdiler. Oda evin tek gerçek bir ev gibi temizlenmiş düzenli yeriydi herhalde. Bir kütüphane vardı, üstünde değişik alfabelerle yazılmış kitaplar dizilmişti. Evdeki diğer kitapların aksine hepsinin tozu alınmıştı ve parlıyorlardı. Bir çalışma masası vardı eski ahşap bir masaydı ama özenle üstündeki kağıtlar, tüy kalemler hizalanmıştı. İki tane koltuk çalışma masasının önünde duruyordu. Yatak ise nasıl bir malzemeden yapıldıysa, üzerine uzanıldığında insan bulutların üzerinde gibi hissediyordu kendini. Mavi parlak bir kumaştan yastık kılıfları vardı ve sanki yastığın ve çarşafın üzerinde yıldızlar yanıp sönüyordu. Hastane ve yetimhane yataklarından sonra sarayda gibiydim. Deliksiz uyumuşum. Uyanıp odamın kapısını açtığımda Cadı karşımdaydı.  "İksiri tamamladım, Prenses..." dedi, onurlu bir ifadeyle. Sanki kralına hizmet etmiş bir şövalye gibi dik durmayı da başarmıştı. Bense ne diyeceğimi bilmiyordum kral ya da prenses olmadığım için hiç. Ama içimden bir ses bundan sonra olacağım şeyin bu olduğunu söylüyordu. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD