YAZARDAN…
Dün yaşananların ışığında Göktuğ ve Alin duygularını dizginlemek konusunda zorluk çekiyorlardı. İçlerindeki mutluluk dolup taşsa da kalplerine, ikisi de birbirine mesaj atmaktan çekiniyordu. Dün yaşananlar ardı ardına içilen alkol bardaklarının sonucunda gerçekleşmişti. Şimdi ayık kafa ile ikisi de birbirinin ne hissettiğinden ve ne düşündüğünden emin olamıyorlardı. Bugün buluşmaları gerekecekti ve bunu biliyorlardı. Alin sabah erken saatlerde okula gitmiş ve ders saatleri tamamen bitene kadar hocalarına odaklanmak yerine dün gece Göktuğ’u öpmesine odaklanmıştı. Bazen öyle çok dalgılaşıyordu ki, hocanın konuşmayı ne zaman bitirdiğini fark etmiyordu bile.
Birkaç kez eline telefonu almış ve Göktuğ’a mesaj atmak için yeltenmişti ancak yazdığı her şeyi defalarca yenileyip yeniden sildi. Ona ne yazması gerektiğini bilmiyordu ancak onun da dudaklarına karşılık verdiğini hatırlıyordu. Her ne kadar alkolün etkisinde olsa da Alin bu hamleyi büyük bir arzunun ve alkolün etkisinde kalarak yapmıştı, bir nevi bunu yaşamayı istemişti. Göktuğ’un ise ne düşündüğü konusunda pek emin değildi. O dakikadan sonrası konusunda da neler yaşandığını bilmiyordu.
Son dersinin bitiminde Selin’i aramayı akıl edebilmişti. Belki o bir şeyler biliyordur diye düşünüyordu. Ersan ile bir şeyleri konuşmuşlardır diye tahmin ediyor hatta bir nevi bunu umut ediyordu. Telefonu yeniden çantasından çıkartıp eline aldı ancak bu sefer Selin’in numarasını çevirdi.
Okulun önünde beklerken bir ayağının tabanını büyük bir stres ile yere arka arkaya vuruyordu. Telefon çalıyordu ama henüz açan yoktu. Derste olup olmadığını bilmiyordu ancak henüz ders saatlerinde konu işlenmediğini bildiği için derste olsa bile bunu pek önemsemedi ve açmamasına rağmen defalarca aradı. Aklına derste olmasının dışında uyuyakalmış olma ihtimali de geliyordu ve bu daha yüksek bir ihtimal gibi gözüküyordu Alin’e, durmadan aradı bu yüzden.
En sonunda telefon açılınca derin bir nefes alıp vermişti keyifli bir şekilde.
“Neden ısrarla arıyorsun? Dersteydim.”
“Konuşmamız gerek çünkü!”
“Alin, ne oldu? Yani ne olmuş olabilir bu kadar stres içinde seni bırakan?”
“Dün geceye dair çok az şey anımsıyorum. Sen benden daha fazlasını hatırlıyorsundur eminim. Dün gece neler oldu anlatacak mısın?”
Selin önce keyifli bir kahkaha atmıştı. Arkadaşının eline düştüğünü anlayınca da dostane bir sinsilik sardı keyifli şekilde dört bir yanını. Belli ki ne yaptığından pek emin değildi.
“Bu seni çok keyiflendirdi sanırım!” dedi Alin sitem edercesine. Selin’in bu kadar kahkaha atmasının altında rezil olabileceği olaylar yaşandığının vurgusunu alıyordu. Sitemkârlığı bir nevi bunaydı ancak durum pek sandığı gibi değildi elbette.
“Evet, aslında keyiflendirdi çünkü bu kadar streslendiysen gerçekten pek bir şey hatırlamıyorsun demektir. Gerçi hatırlasan yine streslenir miydin yoksa rahat olur muydun ondan da pek emin değilim.”
“Anlatacak mısın artık?”
Selin, Alin’in Göktuğ ile öpüştüklerini ve sadece işin bu kısmını hatırladığını biliyordu bundan emindi. Bu detayı hatırlamasaydı hiçbir şekilde streslenmeyeceğinden de emindi. Zaten tüm endişesini de dün geceye dair sadece bunu hatırlaması ve geri kalanını hatırlamaması meydana getiriyordu. Arkadaşı ile daha fazla eğlenmek istemedi Selin, belli ki biraz daha uğraşırsa şayet onu kızdıracaktı ve bunu istemiyordu.
“Öpüştüğünüzü hatırlıyorsun öyle değil mi?”
Selin, bunu hatırlayıp hatırlamasını teyit etmek için soruyordu. Alin, utanmıştı ancak en yakın arkadaşından bunu saklayacak da değildi. Elbette söyleyecekti.
“Hatırlıyorum, zaten o andan sonrası yok ki aklımda. Bu yüzden gerildim ya zaten.”
Tahmininin doğru çıkmasına sevinmişti Selin.
“Endişelenecek bir şey yaşamadınız merak etme. Zaten neredeyse hemen öpüştükten sonra Göktuğ’un kucağına oturdun ve ona sarılarak uyuyakaldın. Yani seni eve getirdiğimizde uyuyordun. Yeliz’i de yanına bıraktık ve herkes kendi evine dağıldı.”
“Sızdığımı söylüyorsun yani öyle mi?”
“Sızmasan ve başka şeyler olsa sence bunu senden saklar mıydım? Sence buna izin verir miydim sorusunu sormak daha mantıklı hatta!”
“Tamam, evet haklısın. Bunu böyle düşünmek benim hatam ama ne bileyim. Bir an endişelendim. Kaldı ki endişelenmek konusunda da haklıyım. Çocuğu öptüm! Onun dudaklarına yapıştım! Şimdi yüzüne nasıl bakacağım?”
“O seni dün gece yatağına yatırdıktan sonra sana gayet sevecen bir şekilde bakıyordu. Hatta dudaklarına doyamamış gibi de bakıyordu. Emin değilim, iki bakış arasında gidip geliyorum düşündükçe o anı…”
“Bugün buluşacağız, gerçekten nasıl yüzüne bakacağım Selin. Bana bir çözüm yolu gösterecek misin?”
Selin, Alin’in bu denli endişelenmesine ve kendisini strese sokmasına pek fazla anlam veremiyordu maalesef. Göktuğ ve Alin’in birbirlerinden hoşlandıklarını onları çok az da olsa tanıyan herkes kolayca anlayabilirdi. İkisi de bunu reddediyor ya da birbirlerine adım atmamak için herhangi birçok geçersiz olaydan sebep bulup çıkarıyor ve atılabilecek tüm kolay adımların üzerini ustaca örtüyorlardı. Bu kadar gereksiz sebepleri nasıl mantıklı sebep olarak gösterebildiklerini bazen oldukça merak ediyordu Selin.
“Sizin bu anlamsız geri duruşlarınız beni çok geriyor biliyor musun? Birbirinizden hoşlandığınız fazlasıyla belliyken neden ikinizden biri adım atmıyor da sürekli aynı yer de ya da bir adım geride duruyorsunuz?”
“Ne demek istiyorsun?”
“Alin, bu kadar salak bir kız olmadığının ikimizde farkındayız bence. Göktuğ’dan hoşlandığını ikimizde biliyoruz hatta bunu bence Yeliz bile biliyor ve Yeliz bile Göktuğ’un senden hoşlandığını biliyor. Neden koşarak Asel’e anlattığını sanıyorsun ki? Elbette ki arkadaşına gidip Göktuğ ve senin arandaki çekimden korktuğu için koştu. Ona bunu anlattı ki ne yapacaksa hemen yapsın.”
“Göktuğ sence benden hoşlanıyor mu yani?”
“Bunu gerçekten soruyor olamazsın! Gerçekten bu kadar kör olamazsın!”
“Bunun körlükle bir alakası yok ben sadece bunca zaman fark etmedim ve hislerimin karşılıksız olacağını düşündüm hep. Yani iyilik içinde bana yardım ediyor ve bunun altında pek bir şey beslemiyor diye düşündüm. Bir nevi ben onu Doruk’tan kurtulmak için kullanıyorsam o da beni Asel’den kurtulmak için kullanıyor diye düşündüm.”
Selin gözlerini devirdi ve bitkinlik ile yol üstündeki banklardan birine oturdu ve çantasını omzundan çıkartıp yanına koydu.
“Bir şey önermem gerekirse arkadaşın olarak tek önerebileceğim şey var. O da; Gidip yeniden dudaklarına yapışman. Sevdiğini hissettirsen de o da senin gibi düşünüp sen bunu dile getirmediğin sürece şüphe içinde duracak. Bunu ikinizde birbirinize yapmayın ve gerçekten bir ilişkiye başlamak için kaçmaya bir sebebiniz yokken bırakın da dudaklarınız kavuşsun.”
Alin, Selin’in sözlerinden cesaret bulmuştu. Göktuğ’a karşı olan derin duyguları ve onunla birlikteyken geçirdiği güzel vakitleri anımsayınca onunla gerçekten bir ilişki yaşamak Alin’i çokta korkutmuyordu. Bunu yaşayabilirdi, bunu yaşamak onu gerçekten mutlu bile ederdi.
“O halde daha sonra görüşürüz.” Diyerek Alin telefonu kapattı ve fazla beklemeden Göktuğ’un numarasını çevirdi. Fazla düşünürse kendisini durduracağını biliyordu çünkü fazla düşünmek olumsuz ihtimalleri de görmeye yol açardı ve bu da insanı vazgeçtirirdi.
Telefon çalmasına kalmadan açılmıştı bile. Ama bu ilk konuşan Alin değil Göktuğ olmuştu ve nefesindeki düzensizliği Alin duyabiliyordu.
“Merhaba Alin, nasılsın? Ben de seni arayacaktım. Okuldan çıktın sanırım.”
“E-evet okuldan çıktım. Az önce Selin ile konuşuyorduk ve… Bak seninle dün gece hakkında konuşmam gerek.”
“Evet, benimde.”
Göktuğ’un olumsuz bir şey söyleyeceğini biraz olsun düşünmeye başlamıştı ki zihnine yeniden hatırlattı. Fazla düşünme, söyle gitsin!
“Göktuğ ben… Ben seni seviyorum. Bunca zaman seninle geçirdiğim hiçbir zamandan pişman olmadım ve dün seni öptüğüm için de pişman değilim. İster beni sevdiğini söyle istersen dün gece yaşananların bir anlık olduğunu söyle bu inan bana umurumda bile değil. Seni seviyorum ve bunu yaşamak beni dünyanın en mutlu insanı gibi hissettiriyor!”
Alin, bunları telefonda söylemek istemezdi ancak yüz yüze gelseler söyleyebileceğinden de emin değildi. En azından söyleyebilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyordu şuanda. Karşıdan gelecek cevabı beklemeye başlamıştı.
“Ben… Gerçekten benden hoşlanıyor musun yani?”
“Evet! Yani evet gerçekten senden hoşlanıyorum! Peki… Sen benden hoşlanıyor musun?”
Kısa bir sessizliğin sonunda Alin tam umutsuzluğa kapılacak iken cevap verdi Göktuğ.
“Evet, ben de senden hoşlanıyorum. Seninle geçirdiğim her dakika ve saniye benim için adeta kutsal diyebileceğim anlardan oluyor. Seninle görüşmediğim zaman seni özlüyorum ve buna ne kadar engel olmaya çalışsam da henüz başaramadım. Her anımda yanımda olmanı istiyorum, sana sürekli dokunabilmek ve sarılabilmek istiyorum. Bunu engelleyemiyordum ancak dün gece yaşananlardan sonra bunu asla engelleyememeye ve daha sık aralıklarla yaşamaya başladım. Sabahtan beri seni nasıl arayacağımı ve bunları nasıl söyleyeceğimi düşüyorum! Sen benden daha cesaretli çıktın neyse ki!”
Alin ve Göktuğ’un içi biraz olsun rahatlamıştı. Geriye sadece yüz yüze gelmek kalmıştı. İkisinin de düşüncesinde, her ne kadar birbirlerine bunu söylememiş olsalar da, artık sevgiliydiler. Alin, yürüdüğü yolda bunun mutluluğu ile dans ederek ilerlemiş, Göktuğ ise bunun mutluluğu ile annesi ile evin içinde dans etmişti. Göktuğ hayatında arka arkaya yaşadığı mutlulukların etkisiyle artık her şeyin yoluna girdiğini düşünüyordu ve bu onu her zamankinden daha da mutlu ediyordu.
Bir iki saat içerisinde herkes Alin’in evinde toplanmıştı. Göktuğ ve Alin düşündükleri gibi yüz yüze gelince utanmamışlardı. Aksine sanki uzun süredir zaten sevgili gibilermişçesine birbirlerine daha yakın davranıyorlardı ancak bu durum içlerinden biri olmaması gerektiği kadar rahatsız ediyordu. Herke kendi arkadaşını korumaya çalıştığı için ve herkes kendi arkadaşının haline üzüldüğü için Yeliz ‘de Asel’in durumuna üzülüyordu. Göktuğ ve Alin’in mutlu ve samimi hallerini gören Yeliz, Doruk’a ulama vaktinin artık geldiğini fark etmişti. Bir tek Doruk’un numarasını Alin’in telefonundan nasıl alacağını bulmak kalmıştı.
Hatırladığı kadarı ile Alin’in bir telefon şifresi yoktu. Ya gerçekten özeli yoktu ya da bunun içinde başka bir iş vardı. Pek emin olmamasının yanında bunun üzerine duracak zaman değildi zaten şifresinin olmaması içini kolaylaştırıyordu adeta.
Uygun zamanı bekledi belli bir süre ve bir şeylere odaklanıp dalıp gittiğini Sarp fark etmişti bile.
“Sen iyi misin?” diye sordu kız arkadaşına. Sarp onun bu halini çok masum bir şeye yorumluyordu. Günlerdir aralarında geçen tatsız mevzulara kız arkadaşının üzülüyor olabileceğini düşünmüş hatta bu nedenle kendisi de kız arkadaşına üzülmüştü. Ancak konu bundan çok uzaktaydı.
Yeliz, bu halinde bir anormallik olmadığını sadece okuldaki derslerin olması gerekenden erken başlaması nedeniyle çok yorulduğunu söylemiş ve adeta konuyu geçiştirmişti.
Göktuğ ve Alin kendilerini balkona attıklarında, Yeliz’de mutfakta şarjda olan Alin’in telefonuna gözünü kestirmişti. Ersan ve Selin televizyondaki favori dizilerinden birine yeniden başladıkları için olduğu gibi tamamen oraya odaklıydılar. Sarp ise telefonuna gelen mesajlara ve maillere cevap vermek ile meşguldü. Fırsatını yakaladığını düşünerek Sarp’a su almak için mutfağa gittiğini söyleyerek kalktı.
Balkonun kapısı açıktı, bu nedenle gerçekten dikkatli olmalıydı ve sürekli tetikte olarak etrafına bakarak bu işi halletmeliydi. Eğer gelecek olurlarsa geriye kapının sesinden bunu anlama ihtimali de yoktu artık.
Kendisine su doldururken içeride koltukta oturanların dikkatlerinin nerede olduğunu yeniden kontrol etti. Düşündüğü gibi herkes kendi işiyle ilgileniyordu ve bunu fırsat bilerek eline telefonu aldı ve tezgâhların alt kısmında tutarak kendi telefonunu da boşta olan eline aldı.
Rehber kısmına girerken stresten elleri titriyordu. Aldırış etmemeye çalıştı ve derin derin nefesler almaya odaklandı. Doruk’un ismini ve soy ismini bulunca kendi telefonuna kişi olarak kaydetti. Ve kendi telefon ekranını kapatarak cebine koydu. Hemen ardından da Alin’in tüm sekmelerini kapatarak aldığı yere yeniden koydu.
Bu işi bu şekilde dikkat çekmeden bitirdiği için mutluydu ve bir bardak daha su içmenin ona iyi geleceğini düşünerek kendisine bir bardak su daha doldurdu. Tam içerek bir yandan da mutfaktan çıkıyordu ki Alin’in telefonu yüksek ses ile çalmaya başladı. Geriye döndü ve Alin’in telefonuna ağır adımlarla yaklaşıyordu ki bir elin telefonun ekranına bakmasına fırsat kalmadan tezgâhtan aceleyle alındığını fark etti.
Alin, telefonu alıp kapattığında göz bebekleri büyümüş ve korkmuş şekilde Yeliz’in gözlerinin içine bakıyordu. Korkmuştu da! Yeliz’in görmesi ve bunun ne olduğunu sorması halinde her şeyi açıklamak zorunda kalmak Alin için bu güzel günü adeta bir kâbusa çevirebilirdi.
Tüm bunlardan tek etkilenen Alin değildi. Göktuğ’da geçmişten gelen aldatılma travması ile Alin’in bu hareketlerinden yeniden şüphe duymaya başlamıştı. Yine de ona bir şey soramıyordu, kendisinin söylemesini istiyordu çünkü artık Göktuğ, bir gerçeği öğrenmek için dedektifçilik oynayacak gücü kendisinde bulamıyordu. Alin’in bu gizemli tavırları ise onun içinde koca bir güvensizliğe yol açıyordu.
Alin, kendisini odasına atmış ve hemen arkasından masasındaki su şişesinden kendisine bir bardak su doldurarak yatağının altında tuttuğu kutudan ilaçlarını çıkartarak içmişti.
Yeliz ise o esnada evden çıkıyordu ve bir yandan da Doruk’u telefonla arıyordu. En sonunda telefon açıldığında Yeliz pek bir şeyi uzatmak niyetinde değildi.
“Sana mesaj atacağım saatte söylediğim yerde ol. Göktuğ ve Alin ile ilgili sana söyleyeceklerim var. Kim olduğumu gelince öğrenirsin…”
Cevap vermesine fırsat vermeden telefonu kapattı ve hemen arkasından Asel’in telefon numarasını çevirdi.
“Bugün müsaitsin öyle değil mi?” diye sordu telefonu Asel açar açmaz.
“Evet, neden soruyorsun?”
“Sana Doruk ile görüşeceğimiz zamanı beklemeni söylemiştim hatırlıyor musun?”
“Evet!” dedi büyük bir sevinç ile Asel.
“İşte o gün bugün… Doruk’u aradım. İkinize de anlatmam gereken şeyler var. Yeri ve zamanı sana mesaj olarak atarım. Elinden geldiğince zamanında gelmeye çalış…”
“Kötü bir şey mi oldu Yeliz?”
“Sizin için evet ama onlar için hayır. Gerçekten sevgili oldular ve dün ilk öpücüklerini verdiler birbirlerine… Kaybediyorsunuz ve bu Doruk’u değilse de seni mahvedecek.”