Yayılan yangının canımı yakmadığını anladığımda, kül olduğumu da fark etmiştim. Ateşin canımı artık yakamayışına mı sevinmeliydim? Kül oluşuma, bir şeyleri hissedemeyişime mi üzülmeliydim? Çok geç miydi? Erkenciliğin hamlığı mı beni böyle yapmıştı? Bilemiyorum. Derdim çözebilmekte değil doğrusu sevgili dostum, hayatın kalanını yokuş aşağı yuvarlanarak yaşamak beni eğer yormayacaksa ona da razı gelmiş gibi yorgunum bu aralar. Koyuvermişliğin pençe uçları etimi öyle bir asılıyor ki! Karşı koymak canımı yakarcasına muhtaç gibi koyuveriyorum kendimi yine koyuvermişliğe. Kendisiyle, kendisine hapsediyor adeta. Hesabı zor bir iç savaş bu. Elimdeki duygularla kazanabilmek şöyle dursun, savaşabilmek bile mucize.
Bir yerlere savurmuşum ruhumu, ya da Tanrı savurmuş. Bunu çaresizce kadere yormakta benim elimde esasen ancak ben böyle kolaya kaçmak, suçsuz yargılanma merakında da değilim elbette. Tek dileğim adil bir mahkemede, adil bir şekilde tüm bu yaşananların bana ‘hak ettin’ ya da ‘hak etmiyorsun’ şeklinde net ve mertçe söylenebilmesi. O da olmuyor, olmuyor tabii. Yalanların batırdığı dünyayı dürüstlük mahveder, hiçbir yalanı hiçbir doğru kurtarmaz. Bunu öğrendiğimde hâlâ çocuktum belki. Artık ne zaman çocuk olduğumu, ne zaman büyüdüğümü, büyümek zorunda kaldığımı da hesap edememeye başladım.
Hayatım ne zaman çıkmaz sokaklarıyla tanışmıştı? Birkaç kez günlüklerin sayfalarını karıştırsam bulurum, kodlarım belki. Belki kırmızı kalemler ile damgalarız tüm o anların yazdığı sayfaları… Ne gerek var deme şimdi hemen öyle, haklısın biliyorum; sanki az karalamışım gibi seni bir de kırmızı kalem ile sayfalarını damgalamaya kalkıyorum. Lakin elimden ne gelir? Yolunu kaybetmiş bir köklü ağacım ben, durduğum yerde dururum da köklerim söz dinler mi sanıyorsun? Benim sürgünüm zihnime sevgili dostum! Ne çileli bir sürgündür bilemezsin elbette, anıların yok nasılsa…
Dallanıp budaklanan köklerim uzanır tüm düşüncelerime. Beynimin içinde öyle bir yolculuğa çıkar ki! Durduramam, ne zaman durdurmaya yeltensem kırbaçlanır cesaretim ve artık bu çaresizliğe alıştım. Ağacın kökleri gezer zihnimde, hayallerime uzanır, felaket anılarıma uzanır, aileme uzanır… Yaşama ve ölüme uzanır… En çokta yaşama ve ölüme uzanır köklerim. En çok bu gerçeklikler de sürgünüm uzar. Her gece tıkılırım ve tam bir gece sürer sürgünüm. Güneşin doğması kaçırır her şeyi. Bunu da öyle iyiye yorma, rol yapmaya mahkûmdur mimiklerim benim, bu yüzden kovarım tüm hayal cellâtlarımı başımdan, tüm melekleri nöbete çağırırım güneş ile birlikte.
Unuturum bir anlığına, ölümü kafamın tam içinde taşıdığımı. Bir anlığına unuturum taşıdığım şeyin bana gün geçtikçe olan zararını… Onun da halini soracak olursan iyi sanırım, onun iyiliği benim kötülüğüme. Alarmlar da kuruyorum artık, her alarm sesi evde yankılanışında anne ve babam bir gerçekten tokat yemişçesine kızarıyor, üzülüyor, suratları bembeyaz olur… Buna henüz alışamadım işte, ölüme bile alıştım da onları öyle görmeye alışamadım.
Neden bu kadar kabullenmiş olduğuma gelirsek; hatırlamayacağımdan sanırım. Ölünce artık ölmüşsündür, derdin ve üzüntün, yasını tutmak toprağın üstündekilerin görevidir. Sen toprağa kendini emanet etmekle meşgulsündür, bir çiçeğe dönüşebilmek için en son kemiklerin olmak üzere erimeye odaklanmıştır tüm varoluşun. Belki de dünya için daha hayırlıdır bir çiçek olarak topraktan dirilmen… Belki kendin için…
Çok muammalarla dolu bir yaşamın tam ortasındayım, herkes için kalan süre net değildir elbette ancak benimki sanki daha bir şaibeli. Sakinleşiyorsun ancak böyle olunca. Sevincini yitirince, hırçınlığında gidiyor… Kızamıyorum artık, sinirlenemiyorum, yüzüm pek kolay gülmüyor. Bunu kafamdaki mi getirdi yoksa sevgili Doruk’un bir hediyesi mi? Onu da henüz anlamadım ancak ikisi de hayatımda aynı rolü üstleniyorlarmış, ben sadece birini kanatlı bir melek sanmışım…
Buralardan gideceğim sevgili günlük, üniversiteme gitmeme oldukça az kaldı. Bunu hissedebiliyorum, başka bir şehir eminim ki bana ilaç gibi gelecektir.
Aşk konusuna pek girme lütfen, umudum kalmadı zira bir kalbim de yok artık. İnançsız bir kul gibiyim aşka karşı, eğer bir Tanrı’sı var ise bağışlasın beni ancak inanacak bir kalbim artık kalmadı.
Yeniden aşık olmak için mürekkep ile sevişmiş birini bulmalıyım dostum, kalem ile konuşmayı öğrenmiş, şiir okumuş veya bir kez olsun zihninde şiir yazmış biri… Kendini okuyan birini bulmalıyım, kendini öğrenmiş birini, anlamlı bir şekilde gece ya da gündüz gökyüzüne bakan, yolun üstündeki kuru yapraklara basınca çıkan sesi seven, hâlâ gerçekten gülümseyebilen ve gülümsetebilen birini…
İmkânsız yani… Lakin hayat bu, beklenmedik şekilde getirdiği her şey kötü olmaz belki.