Günü atlatmanın sevinciyle ve bir terslik olmamasına şükürler ederek evime doğru yürüyordum. Yol epey uzundu aslında ancak şikâyet etmek için bir sebep bulamıyordum şuan. Telefonumun şarjı vardı ve ben müzik dinleyerek yürümeyi çoğu şeyden daha çok seviyordum. Havada yürüyüp hayal kurmak için hiç fena bir hava değildi. Bugün günlüğüme yazacağım çok şey vardı. Her gün yazıyordum ancak bugün daha bir içten yazmanın vakti gelmişti sanırım. Yaşanan olumsuzluklar kelimeleri bile geçiştirmeme sebep olmuştu ancak bunu daha fazla sürdüremezdim. Adeta kendi yazma ve anıları saklama kuralıma ihanet etmiş gibi hissetmiştim.
İyi ya da kötü tüm anıyı muhafaza ederdi günlüklerimin sayfaları. Hayatımda hiçbir şeyi kabullenmeme durumu içine sokmamıştım kendimi. Bu benim için her zaman durumları kötüleştirirdi, gerçekleri kabullenmeyi ertelemek insanı yorar hatta bir yerden sonra gerçekliğinden kopartırdı. Bunu bir kez tecrübe etmiştim. Sonu pekiyi değil, toparlanması oldukça uzun süren bir süreçti. Bir kez daha yaşamak istemediğim bir tecrübeydi.
Telefonumun kulaklığını takıp, kapüşonumu da başıma geçirdikten sonra dünyanın sesini kısıp müziğin sesini sonuna kadar açtım. Bu özgürlük gibiydi, dünyayı susturabilmek tamamen kişisel bir özgürlüktü. Bir yerde yaşama tutunmamı sağladığını bile söyleyebilirim.
Sert esmeyen rüzgârın bir hırçınlığı yoktu. Yüzümü ve saçlarımı yavaşça okşayıp geçerken, seyrek şekilde yere düşen sarı ve turuncu kurumuş yaprakları da sürekli yerlerinden ediyordu. Buna gülümseyerek bakıyordum, güz en sevdiğim mevsimdi ve bunun kolay kolay değişeceğini sanmıyordum. Alışkın olduğum bir serinliği vardı, ıslanmayı tercih ettiğim yağmurları ve romantizme yorduğum bir turuncu ile kızıl arasında gidip gelen görünümü.
Kulaklığımdan kulağıma yayılan müzik damarlarımı dolaşıp zihnimi buldu. Düşüncelerim ilham ile dolarken bu ilhamın gece saatlerinde de devam etmesini diledim. Günlüğüm ile içten bir buluşma yapmak için sabırsızlanıyordum.
Zamanın nasıl geçtiğini anlamasam da yürümeye başlayalı epey bir vakit olmuş gibiydi. Güneş en tepeye çıkmıştı ben yürümeye başladığımda ama şimdi batmaya yelteniyordu. Bacaklarımın yavaştan ağrımaya başladığını hissetmeyi bekledim ama beni şaşırtarak böyle bir şey yaşamadılar. Bunu fırsat bilerek yanımdan geçen taksilere aldırmadan yürümeye devam ettim. Müzik değiştikçe ruh halim de değişiyordu. Bunu kontrol edememek ve ritmin kucağına kendimi bırakmak bana ruhani bir zevk veriyordu adeta. Bunu engelleyen şey ise telefonumun çalmaya başlamasıydı. Cebimden çıkarttığım telefonun ekranına bakınca arayanın Selin olduğunu görmüştüm. O an anımsamıştım ki, onu bana gelmesi için planlamıştım ve büyük ihtimalle dersi benden erken bitmişti ancak bana geldiğinde beni evde bulamamıştı. Sinirli olmalıydı ve daha da sinir olmadan telefonu açmaya karar verdim.
“Efendim?” dedim ürkek bir ses ile.
“Neredesin? Okuldan çıktın mı?”
Okuldan çıktın mı diye bir soru yöneltince bana henüz gelmediğini anlayarak derin bir nefes aldım ve sakin bir şekilde iç rahatlığı ile konuşmaya devam ettim. Yürüyüşümü bir ağırlaştırmıştım. Ayağıma takılan bir taşı, ayakkabımın burnu ile iterek yolumun üzerine koyuyor ve her seferinde daha da itiyordum yumuşak şekilde.
“Evet, çıktım. Neden sordun? Eve mi yaklaştın yoksa?”
“Hayır, eve gitmiyoruz. Planda bir değişiklik oldu ve seni de haber vermek için aradım.”
“Nasıl yani? Ne değişikliği? Bir şey mi oldu yoksa?”
“Dur hemen panik yapma. Son günlerde yaşananlar yüzünden ben de iyice paranoyaklaştım ancak Ersan aradı ve Hayat Bahçesi’nde buluşmamız gerektiğini söyledi. Bizimle konuşmaları gereken bir şey varmış. Daha doğrusu bize söylemeleri gereken bir şeymiş.”
“O ne demek oluyor ki şimdi acaba?”
“Bir bilsem…”
“Sence kötü bir şey midir peki?”
“Bilmiyorum ama sanmam. Ersan’ın sesi neşeli geliyordu ve arka plandan da Göktuğ ve Sarp’ın kahkaha atmaları geliyordu. Neyi söyleyeceklerse güzel bir şey söyleyecekler sanırım.”
Selin’in sesi biraz tatsız geliyordu. İlk açtığımdan beri konuşmasından anlayabiliyordum. Söyleyeceklerini bitirince sormak için yer bulmuştum.
“Selin, sen iyi misin?”
Derin bir nefes aldı ve geri verdi. Duraksamasından bir şeyler olduğunu anlamıştım. Ne ile ilgili onu bilmiyordum. Çok geçmeden de söylemeye başlamıştı.
“Annem aradı.”
“Uzun zaman sonra mı?”
“Sayılır. Pek hoş şeyler söylediğini söylemek mümkün değil.”
“Baban ile ilgili miydi?”
“Annem beni başka bir şey için arar mı sanıyorsun?”
“Bu konuda yorum yapmıyorum biliyorsun. Araya da bilir… Bir gün”
Son iki kelimeyi oldukça kısık şekilde söylemiştim. Selin’in annesi evden gitmekte ne kadar haklı olursa olsun onun da kendine göre Selin’e karşı hataları vardı. Sorumluluklarını yerine getirmek yerine kendine çok iyi bakıp gezmeyi tercih eder ve en küçük şeyde de evi terk edip giderdi. Bu onun için bir nevi kaçma yönteminin en basit ve sebepli şekliydi. Neden bulduğu an giderdi ve uzun bir süre dönmezdi. Döndüğünde de dönme sebebini bir türlü bulamazdı Selin. Tek bildiği şey babasının alkol içip sarhoş olmasının annesinin sürekli evi terk etmesinden daha masum olmasıydı. Babası o sarhoşluğa rağmen bazen Selin’i sever ve öyle sızıp kalırdı. Bu durum, kurak bir arazide ender bir çiçeğin açması gibi mucizevî gelirdi Selin’e ve o da mutlu olmaktan geri kalmazdı.
“Eve geri gelmeyi düşünüyormuş yeniden. Artık evimiz denilen yeri kısa süreli gelip ziyaret edip gittiği bir akraba evine döndürdü.”
“Bu durumu umursamamayı öğrenmen gerekiyor biliyorsun değil mi? Yani bunun hakkında seninle yıllardır konuşuyoruz ancak bir çözüm yolu bulamadık. Alıştığını bile söylemek mümkün artık. Tek çaremiz umursamaman olarak kalmış gibi görünüyor.”
“Haklısın ve zaten sanırım artık eskisi kadar etkilemiyor bu durum beni. Artık önemsemiyorum. Babamı gitmesinden sorumlu tutarak bağırıp çağırıyor ardından beni çok özlediğini söyleyerek eve döneceğinin bilgisini veriyor ve akşamına onu evde görüyorum. Çok fazla kalmıyor en azından, resmen onsuz bir düzen oluşturduk ve ben artık o geldiğinde bu düzen bozulacak diye endişe ediyorum. Sanırım biricik annem biraz psikolojimi ezip geçti.”
“Bu durumda bile kelime şakası mı yapıyorsun yani?”
“İzahı olmayan durumun mizahı olurmuş… Ağlatmıyor bari güldürsün. Zaten şaka gibiydi ben sadece şimdilerde gülmeyi öğrendim bu şakaya.”
“Sen neredesin peki?”
“Ben biraz yakınım Hayat Bahçesi’ne. Senden önce orada olmuş olurum. Bizimkiler büyük ihtimalle çoktan oraya geçmişlerdir. Sanırım alkol de alacaklar bu gece. Doğrusu planlarım arasında olmasa da bu gece ben de biraz içsem hiç fena olmayacak. Ya sen?”
“İlaçlarım yüzünden çok kısa sürede beni sarhoş eder ama biraz içmekten bir zarar gelmez diye düşünüyorum. Madem herkes içecek o zaman kendimi tutmama gerek yok. Hem sürekli içmiyoruz zaten öyle değil mi? Anlamadığım bir şey var ama. Hem iyi bir şey söyleyecekler hem de alkol alıyorlar. Kutlama gibi geliyor kulağa. Bekledikleri bir haber var mıydı bildiğin? Cevabını bekledikleri bir şey?”
“Anımsamıyorum ama Ersan bana böyle bir şey söylese kesin bilirdim. Daha önce söylediğini sanmıyorum böyle bir şeyi.”
“Anladım. O halde Hayat Bahçesi’nde buluştuğumuzda ne olduğunu hep birlikte öğreneceğiz demek ki! Orada görüşürüz. Taksiye binip geleceğim.”
“Orada görüşürüz!”
Telefonu kapattıktan sonra kulaklığımı da çıkarttım ve ikisini de cebime koydum. Yanımdan sık sık geçen taksilerin olması bugün şansıma iyi olmuştu. Bir tanesini durdurdum ve bindim. Adresi tam olarak bilmediğim için haritalardan bularak gösterdim ve yol boyunca doru yeri göstermiş olmak için dua ettim. Kapının önüme geldiğimizde neyse ki doğru yeri gösterdiğimi anlayarak bir kez daha şükür ettim.
Taksiden indim ve kafenin girişinden içeriye girdim. Gözüme ilk takılan kişi Sarp’ın yanında duran Yeliz olmuştu. Son yaptığı şeyden sonra gerçekten içimde dizginleyemediğim bir kin ile dolup taşmıştım ona. Şimdi o burada olduğu gerçekten sevgili gibi davranmam gerekiyordu Göktuğ’a. Sarp, Asel’e bunu söylememizin de yalan olduğunu Yeliz’ e çıtlatmış mıydı çıtlatmamış mıydı bilmiyordum ama tehlikeye atmayacaktım. Bu yüzden biraz daha samimi davranacaktım, sebebini de sorar ise şayet Göktuğ durumu açıklardım. Bunda da bir sakınca görmüyordum. Ersan ve Selin her zamanki gibi yan yanalardı ancak Ersan bugün Selin ile ekstra ilgileniyor gibiydi. Anlaşılan Selin olanları Ersan’a anlatmıştı.
Geldiğimi fark edince Göktuğ kollarını bana doğru açtı. Bu hareketi neredeyse klasikleşmişti ve ben bunun klasikleşmesini fark edince daha mutlu olmuştum. Ben de kollarımı iki yana açıp ona doğru koştum ve sarıldım. O da normalde sarıldığından daha sıkı sarılmıştı.
“Bugün çok mutlu gibisin?”
“Bugün üzülmek için tek bir nedenim bile yok!”
Sevinci öyle yüksekti ki hızını alamamış ve beni yanağımdan sert bir şekilde koklayarak öpmüştü. Etkisinde kalmayı tercih etsem de bu hareketin beni etkilediğini belli etmemeyi tercih ettim ve elimde yanağımı tutarak sadece ona gülümsemeyi tercih ettim. Yaptığı şeyi yaptıktan sonra fark etmişi ve o da eliyle ağzını kapattı ve ikimizde birbirimize bakıp kahkaha atmaya başladık.
“Özür dilerim, birden oldu!”
Fısıldayarak konuşmuştu. Ben ise bunun için özür dilediğini duyunca daha çok gülmüştüm ve ben de kendimi tutamayarak ona yeniden hafifçe sarıldım.
“Böyle şeyleri problem etme nasıl olsa erkek arkadaşımsın…”
Cümlemi ben de fısıldayarak kurmuştum ve hemen ardından yine ikimiz birlikte kahkaha atmıştık.
“Demek öyle ha? Peki bunu sen istedin!”
Karşımda eğildiğini görmem ile diz kapaklarımın arkasını bir kolun sarmaladığını hissetmem aynı anda olmuştu. Beni omzunun üstüne aldığında, omzu karnıma baskı yapıyordu. Gülmemi tutamadığım için bahçedeki tüm masalar bize bakmaya başlamıştı. Bazıları kınıyor bazıları ise gülümseyerek bu anın güzel olduğuna kanaat getiriyordu.
Ayaklarım yeniden yeri bulduğunda rahatlayabilmiştim ve derin bir nefes aldım. Birbirimize bakıp kahkaha atmayı ihmal etmemiştik. Güzel anlar yaşatıyordu ve sanırım giderek ona karşı olan hislerim son hızda artıyordu. Bu iyi miydi? Kötü müydü bilmiyordum ama bunun bende yarattığı şeyi seviyordum. Anlamlandıramasam da seviyordum.
Herkes masanın etrafında yerini alında ben ve Göktuğ yine yan yana oturmuştuk. Timuçin Abi ise masanın başındaki tek kişilik yerine oturmuş ve gelirken de alkol şişelerini getirmeyi unutmamıştı. Herkes içeceğini bardağa koyup önüne alınca artık sormanın vaktinin geldiğini düşünüyordum.
“Neyi kutladığımızı söylemeyecek misiniz acaba? Kimseden ses soluk yok.”
Ersan, Sarp ve Göktuğ birbirlerine bıyık altı gülümsemeleri ile bakınca Selin, Ersan’ın karın boşluğuna dirsek atmıştı.
“Söyleyelim beyler, yoksa Selin beni burada temiz bir dayaktan geçirecek.”
“Peki, o zaman” dedi Sarp ve olduğu yerde sırtını dikleştirdi. Nefes aldı ve tek celsede söyledi.
“Bir müzik şirketi ile anlaşma imzaladık ve şarkılarımızı satın almaya karar verdiklerini ve işlemleri başlatmak için kısa sürede görüşmek istediklerini söylediler!”
Duyduğum şeyin sevinci ile önce ağzım sonuna kadar açılmış bir şekilde Selin’e baktım. O da aynı şekilde bana bakıyordu. Şaşkınlığın etkisindeyken henüz Göktuğ’a yönelen bakışlarım yerini kocaman bir mutluluk sarılmasına bırakmıştı.
“Buna inanamıyorum! Tebrik ederim, sonunda hayallerinize kavuşacaksınız demek!”
Selin, benim aksime kimseye aldırmadan çığlık çığlığa Ersan’a sarılıyordu. Hepimiz buna kahkaha atarak tepki göstermiştik. Yeliz ise erkek arkadaşının dudaklarına yapışmış ve ardından sarılmıştı. Her ne kadar sinsi olduğuna içten içe inansam da Sarp ile ilgili tüm konularda Yeliz’in göz bebeklerinin içi gülümsüyordu.
Hepimiz arka arkaya kadeh kaldırmıştık. Tüm alkol türleri neredeyse midelerimizde birbirine girmişti. Davranışlarımı seçebilme aşaması giderek bulanıklaşırken masadan kalktım ve Göktuğ’u da masadan kaldırarak peşimden sürükledim. O kadar uzun zamandır alkol içiyorduk ki saat epey geç olmuş ve Timuçin Abi de zaten bahçeyi olduğu saatten daha erken kapatmıştı. Masadaki diğer herkesinde kafası güzel olduğu için kimse bizi umursamıyordu.
Her ne kadar sarhoş olsam da Göktuğ’un henüz sarhoş olmadığını benden daha dengeli adımlar atmasından anlayabiliyordum.
Salıncaklardan birine kendimi oturtunca o da diğer salıncağa oturdu ve bana uzun uzun bakmaya başladı.
“Buraya seni neden getirdiğimi bilmiyorum bile ama yalnız kalmak hoşuma gidiyor. Seninle yalnızlaşabilmek…”
Söylediğim şeyleri kontrol edemiyordum, aklım bunun farkında olsa da dilim durmak istemiyordu ve kalbim sürekli fazla cesaretli cümleler kurmak için çarpıyor gibiydi adeta.
“Bunu ben de seviyorum ama kötü olan bir şey Alin…”
“Nedir o?”
Biraz düşündüm, bulamıyordum. Belki de kendi açımdan baktığım için kötü olabilecek hiçbir şey gelmiyordu aklıma. Bu yeterince mümkündü. Benim ona hissettiklerimi o bana hissetmek zorunda değildi. Bu da onu zorluyor olabilirdi.
“Ben sana alıştım… Bunu kontrol edemiyorum ve bu canımı çok sıkıyor. Seni her an yanımda istiyorum adeta. Her saniye yanımda olmanı arzulamamı engelleyemiyorum ve aklım hep sende. Gece yatarken en son düşündüğüm ve sabah kalktığımda ilk düşündüğüm şey sensin…”
Sarhoşluğun etkisi ile acaba tüm bunları aklımda ben mi uyduruyorum diye düşünüyordum ama buna pek ihtimal vermek istemedi kalbim. Tüm bu söylenenlere inanmak için adeta yanıp tutuşuyordum.
Yüzüm onun yüzüne ve kahverengi gözlerine daha da yaklaşırken bu hareketin sonucunu az çok tahmin edebiliyordum. Onu öpmek üzereydim, üstelik ilk yaklaşan da bendim dudaklarına. Bunu anlaması uzun sürmemişti. Benim sarhoş dudaklarım ona ağır ağır yaklaşırken beklemekten sıkılmışçasına yüzümü iki elinin arasına aldı ve beni kendisine doğru çekti. Dudaklarındaki alkol dudaklarıma bulaştığında iki katı sarhoş olmuştum. Islak dudakları, dudaklarımı nemlendirmişti. Gece birden güne dönmüş adeta kalbim bu ışık ile kamaşmıştı. Tüm parmak uçlarım uyuşurken yaşadığım şeyin gerçekliğinde kalmak için sonsuzluğu tutmaya çalışıyordum.