Sabah her zaman olduğundan daha tedirgindim. Bugün Doruk buraya gelecekti ve beni akşam yemeğine davet etmişti. Kabl etmiştim ancak kabul etme sebebim tamamen yüz yüze konuşmanın daha etkili olacağını düşünmemdi. Beynimin başka bir köşesi eğer Doruk Göktuğ ile sevgili olduğumu öğrenirse bu sefer sadece bana değil, Göktuğ’a da zarar vermesinden endişeleniyordu.
“Biraz rahatlamayı mı denesen? Birazdan uyanacak çünkü sevgili ev arkadaşın ve gerçekten ona tüm bu olayları anlatmak istiyor musun?”
Selin, haklıydı. Halimden çok belliydi bir şeylerin yolunda gitmedi. Yeliz’e durumu çaktırmak istemiyorum çünkü ona bunu açıklamak çok ayrı bir eziyet olacaktı. Senden hiç böyle şeyler beklemezdim bakışlarına maruz kalmak istemiyordum.
“Tamam, doğru söylüyorsun. Sakin olmalıyı. Hem zaten belki bugün yoldan gelince çok yorgun olduğunu düşünüp akşam yemeğini erteler ve ben de düşünmek için daha fazla zaman kazanmış olurum.”
“Saçmalama Alin, Doruk’tan bahsediyoruz. Ben bile tanıyorum, vazgeçmeyecektir. Esnemekten ağzının ayrılacağını bilse de yine de asla ama asla senle baş başa yiyeceği akşam yemeğinden caymaz. Senin hatan bu yemek teklifini kabul etmekti.”
“Ne yapabilirim, yüz yüze de konuşarak şansımı denemek istedim. Belki bu şekilde ikna edebilirim bilemiyorum.”
“Bazen beynini kullanmıyorsun gibi geliyor. Zaten durum ya böyle ya da sen çok fazla iyimser yaklaşıyorsun tüm olaylara. Sence Doruk dediklerini bu şehre yerleştikten sonra onaylar mı? Eğer tamam diyecek olsaydı buraya taşınmadan önce yapardı bunu.”
Haklı olduğunu biliyorum ancak umut etmekten de başka çarem var sayılmazdı. Çaresiz şekilde sadece umuduma tutunuyordum.
“Asıl endişem Göktuğ’a zarar verebilme ihtimalinin çok yüksek olması. Sevgili olduğumuz yalanını ona söylediğim de o an gelen siniriyle geri dönüşü olmayan zararlar vermesini istemiyorum. Biliyorsun, gözü karardığında pek bir şeyi umursamıyor.”
Anlam veremez şekilde yüzüme baktı önce, ardından biraz sessiz kalarak düşündü. Zihninde Doruk’un ne kadar ileriye gidebileceğini tasarlamaya çalıştığını mimiklerinden anlayabiliyordum. Kestiremediği için o an olan endişesi bir anlığına yüzüne yansıdı ancak hemen ardından bir çıkış yolu bulmuş gibi rahatladı.
“Evet, haklısın. Doruk biraz tehlikeli biri ancak Göktuğ ve diğerlerinin de çok boş olduklarını söylemek mümkün değil. Doruk kendi şehrinde kendi çevresini arkasına alabilseydi bu kadar tehlike yaratabilirdi. O zaman ben de senin gibi korkardım ancak şöyle bir ayrıntı var ki burası sizin şehriniz değil. Burası Göktuğ’un kendini bildi bileli yaşadığı şehir. Yani demem o ki; pek bir şey yapabileceğini sanmıyorum.”
Biraz düşününce hak vermiştim. Doruk, bizim şehrimizde oldukça tehlikeliydi. Herkesi tanıyor ve herkesten kolayca bilgi alabiliyordu. O yüzden ona yalan söylemem olanaksızlaşıyordu. Nerede ne yaptığımı öğrenmesi çok az vaktini alıyordu ve bu çevre onun yakalanmasını, sırlarını açık etmesini de engelleyen çevreydi. Adeta kalabalık çevresi sayesinde kendi şehrinde koruma kalkanı altında gibiydi ama onu hiç kendi şehri dışında bu denli kıvrak ve her şeye hakimken hiç görmemiştim.
“Çalıştır saksıyı tatlım, eğer Doruk denerse bizimkiler de ne kadar ileriye gidebileceklerini denerler.”
Bu tehdit eder gibi üzerine yapışan tavrı kendisinin bile hoşuna gitmişti çünkü çıkış yolu bulmuştu bile. Üstelik bu çıkış yolunda eminim ki sevgili havalı bir rol oynuyordu. Ersan’a olayı anlattığında ben de yanındaydım. Yüz yüze anlatmak istese de Ersan annesinin hafif şekilde rahatsızlandığını ve yanında durması gerektiğini söylemiş gelmemişti. Bu nedenle telefondan anlatmış ancak Ersan olayı duyunca tepkisini göstermek için görüntülü aramış ve konuşmaya öyle devam etmiştik.
Dün akşam güzel dakikalar geçirmiştim. Göktuğ ile koyu bir sohbetin içinden gayet hafiflemiş şekilde çıkmıştım. Adeta konuşurken sadece konuşmamış tüm yüklerimizi ortaya koymuş ve onları orada bırakarak oturduğumuz yerden kalkmıştık. Bundan etkilenmiştim, sohbet ederken hafiflediğinizi hissettiğiniz çok az insan olur çünkü hayatınızda ve onları da fark etmeniz zaman alır.
“İnanamıyorum öğlen oldu ama hâlâ uyanmadı.”
“Bence oda da bile değil biliyor musun?”
“Bence odasında ama neden kalkmadığını bilmiyorum. Başka yerde kalsa bu başka yer Sarp’ın evi olurdu ancak dün biz oradan çıkana kadar hiç uğramadı.”
“Bilemiyorum, o zaman neden hâlâ odasından çıkmadı ki? Acaba rahatsızlandı mı?”
Selin omuz silkti.
“Umurunda değilmiş gibi davranma şimdi. Eğer rahatsız ise ve çıkmamasına rağmen ısrarla bakmazsak ben bile bize küfredebilirim Selin ve bilirsin ben hiç küfretmem.”
Dudak büzdü, can sıkıntısı ve memnuniyetsizlik ile olduğu yerde hafiften tepindi.
“İyi ya, bakalım. Ama söyleyeyim bak böyle önemsediğimizi anlarsa yüz bulur tepemize çıkar. Tecrübeyle sabittir.”
“Sızlanma Selin, sızlanma canım arkadaşım.”
İkimiz birlikte odasının kapısının önüne dikildik ve bir süre kapısını dinledik. Kulaklarımız kapıya yapışık değildi ama neredeyse temas edecek kadar yakındı kapıya.
“Ses yok.”
“Anlayabiliyorum Selin! Sorun da bu madem başka yerde kalmadı neden ses yok.”
Gözlerini devirdi.
“Kızım, sen bu kızı dün eve girerken gördün mü? Belki biz uyuduktan sonra çok geç saatte geldi. Şimdi biz kapıyı açınca uyanacak ve bize kızacak!”
“Aman! Kızarsa kızsın, sanki çok umurunda verdiğin tepkiler. Kıza bir şey olursa Sarp’ın ne kadar kızıp kırılacağını düşün o zaman.”
Keyifsizce durdu ve düşündü. Hak verdi ve aniden kapıyı tıklatıp bir iki saniye bekledikten sonra açtı kapıyı.
Biz evde yokken yatağı gelmiş o da kurmuş ve üzerinde ders çalışırken uyuyakalmıştı.
“Sanırım o hep evdeydi. Biz geç geldik ve o da bizim geldiğimizi duymadı. Sonra da ders çalıştı gece geç saate kadar ve işte sonuç.”
Fısıldayarak söylemiştim Selin2in kulağına bunu.
“Ne yani şimdi günah mı aldık diyorsun?”
“E sayılır sanırım.”
“Çok hoş, benimkiler yanmama yetmiyordu zaten. İyi oldu Yeliz’inkileri de aldığımız.”
Beni kolumdan tutarak odanın dışına çıkarttı ve kapıyı da yavaşça kapattı. Ardından beni kendi odama sürükleyerek sertçe yatağın üzerine oturttu. Anlık atak ile kıyafet dolabının önünde bitmiş ve kapaklarını açmıştı. Düşünerek, eli çenesini ovuştururken kıyafetlerime bakıyordu.
“Ne yapıyorsun sen? Söylesene?”
“Akşam ne giyeceğine karar vermeye çalışıyorum tabii ki de Alin. Başka ne yapabilirim.”
“Üzerine çok düşünmene gerek yok, normal bir şekilde giyinip gideceğim.”
İç çekişinden sonra askılıkları arka arkaya ayırarak baktı ancak içine sinen ve hayallerinde o kıyafeti bulamadı.
“Çocuk seni balık ekmek yemeye götürmez. Doruk’tan bahsediyoruz ve seni etkilemeye çalışıyor bu aralar. Eminim ki çok lüks ve pahalı bir restorana götürecek seni ve sen de gerçekten o klasik giyinmişken karşısında kot pantolon ve sweatshirtle mi oturacaksın?”
Haklı olması canımı sıkmıştı. Kendimi sırtüstü yatağımın üzerine sıvı bir su torbası gibi attım. Tüm kontrolümü kaybetmiş gibi hissediyordum. Hayatımın üzerinde egemenliğim yoktu adeta. Kurallara ve planlara daylı yaşıyordum yarısını, diğer yarısını ise olduğu gibi akışında… İki zıtlığın bir dengesi var mıydı bilemiyorum ancak bu denge beni oldukça yoruyordu.
Üstelik böyle şeyleri düşünmeme izin bile yoktu. Ne zaman böyle düşüncelere anlık dalsam bir şeyler oluyor ve benim bunları düşünerek belki de bir çözüm yolu bulabilmemi engelliyordu. Şimdi engelleyen ise belki de bu düşüncelerimi bölen şeylerin arasındaki en önemli şeydi. İlaç alarmım…
“Şu alarmı değiştirsen mi? Sesini sürekli duyduğumda daha da sinir bozucu bir sesmiş. Mesela komik bir şey koysan? Ne bileyim kahkaha sesi falan?”
Cevap vermeden ilaçlarımı koyduğum ve yatağın altına ittiğim kutuyu, yatağın altından asıldım. Çalışma masamın üzerinde duran su şişesinden bir bardak su doldurdum kendime ve hâlâ elbise arayan Selin’i izlemeye başladım. Suyum bittiğinde artık cevap verebilirdim.
“Alıştım artık sese, hem eğer değiştirirsem yadırgarım ve geri o ses yaparım. Öyle özdeşti ki bu hap kutusu sesleri ve tadıyla bu ses. Her duyduğumda ilaç farkındalığım tazeleniyor adeta.”
“Ne kadar güzel, kendini kodlamışsın. Keşke bir ara kendini güzel giyinmeye de kodlasan.”
“Haksızlık ediyorsun. Benim gibi giyinenlere göre oldukça güzel giyiniyorum. Hem ben sana diyor muyum? Sen de bana göre çok kokona tarzında giyiniyorsun.”
Birden elleri durdu, ağzı sonuna kadar açıldı ve kafasını birden şaşkınlık mimiği ile bana çevirdi. Bu haline kahkaha ile gülünce o da yavaşça gülmeye başladı ama şaşkın yüz ifadesi gitmemişti.
“Ne kadar hain bir arkadaş olduğunu daha önce söylemiş miydim?”
“Hayır ama teşekkür ederim. Senin kadar olmasa da biraz hainim evet.” Diyerek ona öpücük attım. O da konuyu uzatmak yerine yeniden dolabımdaki kıyafetlere odaklandı.
Katlananların en altından bir şey bulup asıldığında neyi ele geçirdiğini anlayamamıştım. Siyah bir şeydi ancak çok küçük gözükmüştü katlandığında ve benim katlandığında o kadar küçülen pek eşyam yoktu. Öyle olanları da katlansa dahi tanıyordum.
“Bu elimde tuttuğum umarım tahmin ettiğim şeydir.” Diyerek gözlerini kapattı ve iki eline alıp kıyafetin katının bozulmasını sağladı.
Kumaş parçası aşağıya doğru savrulurken ve düzleşirken ne olduğunu şimdi anımsamıştım. Bu Selin’in bana doğum günümde ekstra olarak gönderdiği elbiselerden biriydi. Elimde yüzümü kapattım.
“Hayır…”
“Evet! İşte tam aradığım parça; Arkası ip detaylı siyah elbise. Hem sade hem şık, tam akşam yemeğine giderken giyip gitmelik”
“Onu giymeyeceğim.”
“Evet giyeceksin!”
“Hayır giymeyeceğim!”
“Giymek zorundasın yoksa rezil olursun.”
***
Savaşı kaybetmiştim, Selin’in verdiği siyah elbiseyi giymiş, altına beyaz deri topuklu botlarından birini geçirtmiş ve üzerime de deri bir ceketimi giydirmişti. Saçlarımı ise hafif dalga yapmış ancak itiraf etmek gerekirse harika bir makyaj ile beni akşam yemeği yiyeceğim yere öyle göndermişti.
Restoranın kapısının önünce bekliyordum. Doruk beni alması için kendisi gelmemiş ancak bir taksi göndermişti. Bunu yapmasının sebebini az çok tahmin edebiliyordum. Arabada aylar sonra ilk kez görüşmek istemiyordu, beni uzun zaman sonra ilk gördüğü anın bir arabanın içinde olmasını istemiyordu.
İçeriye girip girmemekte kararsızdım, onunla bir akşam yemeği yiyecek kadar uzun süre oturabileceğimden emin değildim. Onu görmeye cesaretim olduğundan bile emin değildim. O simasını yeniden canlı şekilde önümde görünce biliyordum ki yine o gün aklıma gelecekti. Bunu engelleyemeyecektim. Yine de onu tamamen hayatımdan çıkartma şansı bu akşam yenecek olan akşam yemeği masasında geçecek olan konuşmada yatıyor olabilirdi. Bu yüzen tüm cesaretimi topladım ve elimde tuttuğum minik çantanın askısını sımsıkı sıktım. Bir çantadan dayanak aldığıma inanamıyordum!
Adımlarım içeriye doğru gitti ve giriş kapısından içeriye girdim. Çalışanlardan biri bana hoş geldiniz dedikten sonra üzerimdeki ceketi aldı ve beni masamıza götürmek üzere onu takip etmem konusunda bilgilendirdi. Cam bir kapıdan daha içeriye girince tüm masaların ortasında bir masada sırtı dönük şekilde oturan kişiyi ensesinden gözüken dövmeden tanımıştım. Doruk… Sevgili enkazımın nedeni olan depremin sahibi…
Adımlarımı sertleştirdim. Acılarımın yeniden canlanıp yüreğime batacağını zannederken meğerse çok yanılmıştım. Acılarım öfkeye dönüşmüş ve şimdi canlanarak beynime hücum ediyorlardı.
Yanına geldiğimizde beni fark eder etmez yavaşça ayağa kalktı, hemen arkasından bana masaya kadar eşlik eden çalışan yanımızdan ayrılmıştı. Gülümsemem mi gerekiyordu bilmiyordum ancak yapamıyordum. Mimiklerim çatık kaş kısmında takılı kalmıştı, gülümseyemiyordum ona. Beni baştan aşağıya süzdü, ben de onu.
“Çok güzel görünüyorsun… Seni böyle gördüğümüz anlar çok nadir olurdu genelde. Bu günü özel kıldığın için teşekkür ederim.”
“Özel kılmadım, Selin’in zoruyla giydim. Bir de böyle bir yere geleceğimizi düşündüğüm için bu şekilde giyindim, günün özel olmasıyla pek ilgisi yok yani anlayacağın.”
Yapmacık bir gülümseme savurduktan sonra benim için çektiğin sandalyenin üzerine otururken o da sandalyeyi masaya doğru itiyordu. Ardından karşıma geçmiş ve oturmuştu.
“Geldiğin için teşekkür ederim.”
Derin bir nefes alarak olabildiğince hızlı konuya girmek için tam zamanı diye düşünmüştüm. Bu kıyafette burada oturmakta beni çok rahatsız ediyordu.
“Umutlanmanı istemiyorum Doruk, telefonda seninle ne konuştuysam hala bunlar geçerli. Buraya gelme sebebim sana bunları yüz yüzeyken söylemekti. Bleki daha ciddiye alırsın ve ikna olarak vazgeçersin diye.”
Gülümsedi.
“Bence sen buradan benim vazgeçmeyeceğime ikna olarak gideceksin. Çünkü bu konuda netim ve ciddiyim.”
“Yaptıklarından sonra bunları bu kadar kararlı ve dik başlılıkla söylemeyi nasıl başarıyorsun? Hangi yüzle?”
“Yüzüm olmadığının farkındayım ancak seni kaybetmek istemiyorum. Benden ayrıldıktan sonra senin hayatımdaki o büyük boşluğunla yüzleştim ve inan bana bunun hayatımda yüzleşmek istediğim son şey olduğunu anlamam uzun sürmedi. Sadece bu kadar beklememin temelinde sinirinin dineceğini düşünmek vardı, uygun zamanı kolluyordum.”
“Hiçbir zaman uygun bir zaman olmayacak senin için Doruk, bunu aklına yazman gerekiyor. Aksi halde ikimiz içinde durum zorlaşacak. Burada iş yapmana tabii ki de engel olamam ya da buna karışmama ancak benden ve benim hayatımdan uzak dur. Bunu senden rica etmiyorum Doruk, bu senin yapmak zorunda olduğun bir durum.”
“Sen ve kişisel sınırların…”
Konuşmadı, belki de ikna olmuştu. Yüzü kararlılığını kırarken giderek sakinleşiyor gibi omuzları aşağıya düşüyordu. Onu izlerken, arkasındaki kadrajda duran, benim girdiğim kapıdan içeriye giren iki adet tanıdık yüz tüm dikkatimi dağıtmıştı. Selin ve Ersan hiç olmadıkları kadar şık giyinmişlerdi, Selin sanki eşi ile birlikte yürüyor gibi olgun görünüyordu. Ersan’ı ise hiç böyle giyiniyorken görmemiştim. Kısa kaşe bir mont, keten bir pantolon, klasik ayakkabılar… Selin yine yeteneğini konuşturmuştu. Yine de burada ne işleri vardı? Selin bana neden planın bu kısmından bahsetmemişti?
Masaya giderek yakınlaştıklarında bana kaşlarını kaldırarak hareket yapmış ve ardından da ‘endişelenme’ der gibi bir mimik yapmıştı.
“Ah! İnanamıyorum. Buraya mı geldin sen de?”
Sanki haberi yokmuş gibi davranınca ben de bozmamam gerektiğini bilecek kadar ona güveniyordum. Eğer ekstra bir şey yapıyorsa genel de doğru bir şey yaptığını düşünerek yapardı ve umarım bu seferde yanılmamıştır diye düşündüm.
“E-evet. Siz de mi bugün burayı tercih ettiniz?”
“Evet, ne hoş bir sürpriz oldu öyle değil mi?”
Ersan’a ise onaylayarak başımı salladım ve gülümsedim. Selin’in kafası yavaşça ve öfkeyle Doruk’a dönerken sinsi gülümsemesi yüzündeydi.
“Ne konuşacaksan hızlı konuş derim Doruk, arkadaşımın pek fazla zamanı yok bugün.”
“O nedenmiş? Ben başka bir planı olduğunu sanmıyorum.”
Doruk’un alaycı tavrı beni içten içe öfkelendirirken hiçbir şeyden haberim olmadığı için sesimi çıkartamıyordum. Nefesimi tutmuş olacakları izliyordum.
“Göktuğ’un burada seninle çok uzun süre oturmasına müsaade edeceğini sanmıyorum o da o yüzden.” Diyerek yanıt verdi Selin.
İşte şimdi tüm olaylar karışacaktı. Göktuğ söylenilen cümleyi yeni anlamıştı. Birden kendisine gelmeyi yeni akıl etmiş gibi silkelendi.
“Göktuğ da kim?” dedi önce Selin’e sonra bana bakarak. Ben tam cevap verecekken Selin araya atlamıştı.
“Kendisine sor ister kim olduğunu? Geliyor çünkü…”
Selin, giriş kapısını gösterirken, çenesinin dikliğinden zafer kazandığını anlayabiliyordum. O böyle düşünüyordu. Başım Doruk ile aynı anda giriş kapısına doğru gitti. Benim ceketimi alan çalışan Göktuğ’un uzun kaşe montunu sırtından alıyordu. Klasik ve spor arasında kalmış keten bir pantolon, boğazlı bir kazak giymişti. Ayağındaki siyah parlak ayakkabılar adeta temizliğinden dolayı göz alıyordu. Bileğine taktığı saatten yukarıya doğru uzanan damarlarını o kolunu yukarı kibarca sıvadığında görmüştüm. Dövmeleri yukarı doğru uzanıyordu… Kafasını kaldırıp bize baktığında saçını da her zamankinden daha farklı yaptığını görmüştüm. Adımlarını atarken gittikçe yakınlaşıyordu, gittikçe yakınlaştıkça boğazlının örtemediği yerlerden kendilerini gösteren dövmelerini görüyordum.
Masanın yanına geldiğinde, ayağa kalkmam için Selin beni Doruk görmeden eliyle dürtmüştü. Ben de kalktım ve hiçbir şey belli etmemeye çalışarak gülümsedim. Göktuğ’un ağzından dökülenler ise rüyalarımdan daha büyük bir hayal dünyası hissi yaratmıştı bende.
“Merhaba hayatım.”
Saçlarımın arasına bir öpücük kondurduktan sonra eli ile belimi kavramış ve Doruk’a dönmüştü.
“Sen Doruk olmalısın.” Dedi
“Evet, ben Doruk ama sen kimsin? Sen benim kim olduğumu biliyorsun ama ben senin kim olduğunu bilmiyorum.”
Doruk bunu söylerken öyle bir ego ile söylemişti ki sanki Göktuğ’un kim olduğunu bilememesi ama Göktuğ’un onun kim olduğunu bilmesi onu Göktuğ’dan daha önemli yapıyordu. Ancak Göktuğ’un verdiği cevap ile aynı anda yüzünün tamamen yapboz gibi dağılışını asla unutamayacaktım… Onu bir başkasıyla yakaladığımda nasıl gözüktüysem aynı gözükmüştü.
“Ben Göktuğ… Alin’in sevgilisiyim.”