10.BÖLÜM

2114 Words
Her şey bir yana, yaptığı plana ve benim de bunu onaylamama hayretler içerisinde kalsam da başka şansım yoktu. Selin’in sinsi kollarına kendimi bırakmış, zaten istediği şeyin hayalden çıkıp, numaradan da olsa, gerçekleşmesine izin vermiştim. Göktuğ’a bunu söylediğimde arkasından hemen zorunda olmasam ondan böyle bir şey istemeyeceğimi ardı ardına sıralayacağımı kendime hatırlatıp sürekli kendimi sakinleştiriyordum. “Evet, hoş geldiniz hanımlar.” Göktuğ, duşunu almış üzerini değiştirmiş ve o zamana kadar da bizi beklettiği için özür dilemişti. Karşıma oturduğunda ne söylemem gerektiğini bilmiyordum ve görünüşe göre Selin’de durumu nasıl izah edeceğinden pek emin değildi. “Konuşacak mısınız?” diye yeniledi Sarp, merak etmişti. “Konuşacağız ama neresinden başlamamız gerektiğinden emin değilim. Aslında beynimin içinden düşününce her şey çok basit ama dilime sökünce çok saçma ve sanki aşırı fedakârlık gerektiren bir şeymiş gibi geliyor.” “Alin, içinden üçe kadar say ve söyle. Bir şey hakkında fazla düşünürsen yapmazsın.” Haklı olabilirdi. Eğer düşünürsem yapmazdım, bunca zamanda böyle olmuştu. Üzerin çok düşündüğüm hiçbir şeyi yapamamıştım ve üstüne üstlük deli cesaretiyle atıldığım hiçbir şeyden de pişman olmamıştım. 1… 2… 3… Derin bir nefes alma anı. “Benimle sevgili olman gerekiyor Göktuğ!” Gözlerimi sımsıkı kapatıp kurduğum bu cümlenin ardından sessizleşen ortamın neden sessizleştiğini daha net görmek için kapattığım gözlerimi araladım.  Sarp ve Göktuğ şaşkınlık içinde bana bakıyordu. Anlamadığım şey ise Selin’in şaşkınlık içinde bana bakıyor olmasıydı. “Niye öyle bakıyorsun ki bana şimdi? Sanki burada yeni öğreniyorsun ve sanki bu fikri sen önermedin bana Selin.” Gözlerini devirdi. “Hayır, sevgili arkadaşım. Böyle bakma sebebim bunu böyle bu şekilde önünü arkasını anlatmadan söyleyeceğini hiç düşünmemiştim. Bu biraz şaşırttı beni.” Selin ile aramdaki muhabbeti bölen kişi Göktuğ olmuştu. O an bölünene kadar onlarında burada olduğunu bir anlığına unutmuştum ama kendime gelmem uzun sürmemişti. Bunları nasıl açıklayacağımı düşünüyordum bir yandan da. “Sen bana az önce çıkma teklifi etmedin diye düşünüyorum çünkü ‘olur musun’ demedin ‘olman gerekiyor’ dedin. Konu nedir? Anlatacak mısınız?” Bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı nasıl anlamıştı bilmiyorum ama anlamıştı. Her şeyi baştan anlatmak zorunda olduğumu biliyordum. Ondan bunu istiyorsam her şeyi baştan sona kadar detaylı şekilde anlatmam gerekiyordu. Derin bir nefes aldım ve anlatmaya başladım: “Yaklaşık iki senemi bir kişiye verdim, neredeyse ona âşık olduğumdan emindim. Her şey çok güzel gidiyordu, ailem artık onu tanıyor ve görüşmemiz konusunda beni kısıtlamıyordu bile tamamen aileden biri gibi olmuştu geçen sürede. Evet, bazı sorunları ve şımarıklıkları vardı ancak bunu onun evin tek oğlu olmasına ve ailesinin varlıklı olduğundan dolayı istediği her şeye kolay ulaşmasına yoruyor ve bazı rahatsız edici davranışlarını görmezden geliyorum. Hata ettiğimi çok sonradan anladım. Birine meğer ilk hatasında bunun kötü bir şey olduğunu ve bundan hoşlanmadığını söylemen gerekiyormuş. Ben bunu çok sonradan fark ettim. Giderek hatalarını büyüttü, bunu zamana yaydığı için uzun süre geçiyordu üzerinden ve öyle hata yapıyordu. Meğer bu yüzden yaptığı hatalar gözüme batmıyormuş ve affedebiliyormuş ancak bu şekilde arka arkaya düşününce onu nasıl uzun süre hayatımda tuttuğuma hâlâ inanamıyorum. En son yaptığı hata ise ilişkimizin tamamen bitmesine neden oldu. Onu bir başkasıyla mesajlaşırken yakalamıştım. O an için elinden almadım telefonu çünkü yine kılıfına uyduracağını artık öğrenmiştim. Uyumasını bekledim ve ardından telefonunu kurcaladım, mesajlarını ilişkimiz boyunca hiç kurcalamamıştım hatta telefonuna bakmamıştım bile. Buna güvendiği içinde telefonunun şifresini hiç değiştirmemişti… Bu kadar da emindi işte aptal olduğumdan.” Biraz duraksadım, gözlerimin dolmaya başladığını fark ettiğimde başımı önüme eğdim. Bu şekilde görülmek istemiyordum, güçsüz, aptal ve tamamen kandırılmaya dünden hazır biri gibi görünmek istemiyordum. Tüm bunların bana yapılmasına izin veren ve tüm bunlara uygun zemin hazırlayan bendim, şimdi de sanki tüm suç karşı tarafınmış ve ben de çok suçsuzmuşum gibi oturmuş burada üzülüyordum. Konuyu bitirmem gerekiyordu, anlatmayı bitirmeliydim. Kendimi toplayıp her şeyi halletmeli ve sonunda da Doruk’tan kurtulmalıydım. “Mesajlarında bir kız ile aşırı samimi konuşmalarını okudum. Tepki vermemeliydim ya da sabah uyandığımızda bir şeyleri gördüğümü, anladığımı belli etmemeliydim. Sezerse eğer kurnazlığını konuşturup yakalanmasını olanaksız hale getirirdi. Buluşacakları yeri kendi telefonuma not aldım, eve çok uzak bir yer sayılmazdı. On beş dakika uzaklıktaki pansiyonda bir oda tutmuşlardı. Ben de pansiyonu tutup direkt yan odasını sadece bir saatliğine kiraladım…” “Sonra da onları bastın değil mi?” Onaylarcasına başımı salladım Sarp’a. Göktuğ kaşlarını çatmış ve sinirli şekilde beni dinliyordu sadece. “Şimdi de, beni kaybetmesinin büyük bir hata olduğunu söyleyip benimle yeniden birlikte olmak için çabalayacağını söylüyor ancak sorunumuz şu ki; çabalama kısmındaki anlamda biraz sorun yaşıyoruz.” “Ne gibi?” diye sordu Göktuğ mimiklerindeki kızgınlığı bozmadan. “Şöyle, çabalamak için benim okuduğum şehre gelip kafe açıyor ve bunu bana söyleyip ne yaparsam yapayım yanımda olmasına engel olamayacağımı söylüyor bana.” Göktuğ bir hiddetle oturduğu yerden kalktı, elinde tuttuğu saç havlusunu yumruğunun arasında boğdu. Bu halinden biraz olsun ürkmüştüm. Selin dahi onu uzun zamandır tanımasına rağmen bu halini ilk kez görüyor olmalıydı ki o da şaşırmıştı. “Anlamıyorum! Sanki tüm istediklerini yapabilirler ve bu zarar verdikleri insanlar onlara değer veriyor diye yaptıkları tüm hataları her zaman sineye çekerler sanmalarını anlamıyorum. Bunu anlamlandırabilmek için gerizekalı olmak lazım çünkü bu durum sadece bir gerizekalıya mantıklı gelebilir zaten! Üstelik birde çabalamak ile taciz etmeyi karıştırıyor!” “Göktuğ, sakin olur musun? Şuan her ne kadar direkt geldiği gibi çocuğu öldürmekte istesem bir şey yapamayız. Bırak da kızların planını dinleyelim.” Göktuğ pencerenin önüne gidip camı açmış, derin derin nefesler alıyordu. Buna bu kadar sinirlenmesini Asel’in olayına bağlıyor ve onunda aynı şeyleri yaşamış olmasına yoruyordum. “Evet, hadi anlatın bakalım ne yapacağız?” Sarp bize doğru dönüp ne yapacağımızı sormuştu. Selin ise planın ana beyni olduğu için işleyişi o anlatacaktı. Ben de ona bıraktım zaten bu görevi ve Göktuğ’un sinirlendiğinde nasıl gözüktüğüne odaklandım. Boynundan fırlayan damarının aynısından alnın tam ortasında çapraz şekilde de vardı.  Elini yumruk yapıp sıktığı için kol boyu uzanan damarları ben buradayım diye bağırıyordu. “Doruk ile Alin’in arasına bir duvar örmemiz gerekiyor. Alin istemese de Doruk bunu yapmaya devam edecek, reddetmek işe yaramıyor emin olun denedik. Ancak karşısında Alin’in ait hissettiği ve birlikte olduğu biri olursa eğer Alin’in artık ondan vazgeçtiğine ikna olur ve vazgeçer diye düşünüyoruz. Çünkü Doruk bunu biraz da Alin’i hâlâ cepte bildiği için yapıyor. Ona göre gururunu kırdığı küçük kız sadece gurur yapıyor…” Selin olayı çok güzel anlatmıştı. Göktuğ’dan ise düşündüğümden daha hızlı bir cevap almıştık. “Olur, seninle sevgili olurum.” Hepimizin kafası Göktuğ’a doğru dönünce o da bizim buna şaşırmamıza anlam verememişti. “Neye şaşırıyorsunuz Allah aşkına! Elbette tamam diyeceğim böyle bir durum da neden hayır diyeyim ki?”                                                                   *** Karar verilmiş ve numaradan da olsa Göktuğ artık benim sevgilim olmuştu. İnanamasam da bu böyleydi ve Doruk geldiğinde Göktuğ benim onun karşısında elimi tutacaktı ve belki de… Öpecekti bile! Bunu düşününce kalbim kıpır kıpır oluyordu, en kötüsü ise heyecan ve mutluluk harmanlanıyordu sanki bunu hayal ettiğimde. “Tamam, o halde bana sevip sevmediğin şeyleri söyle. Seni tanıyayım belki bunları kullanıp eski sevgilin bizi görüyorken daha romantik gözükebilirim.” Biraz düşündüm, sevmediğim ve sevdiğim şeyler sorulduğunda aklıma gelmiyordu ancak çok fazlalardı. “Öncelikle ve en önemlisi olarak tüylü şeftaliyi yiyemem, ağzıma dahi süremem hatta dokunamadığım da oluyor bazen…” Büyük bir kahkaha atmıştı, bunun ona garip ve komik gelmesi de bana garip gelmişti çünkü bunu çoğu insan yaşıyordu. “Tüylü şeftaliden nefret ediyorsun… Peki, o zaman eve alınan tüm şeftaliler tüysüz olacak. Tamamdır başka?” “Yaz aylarından nefret ederim, fazla terli fazla pis ve fazla yapış yapış hissederim. Kışı daha çok severim ama en sevdiğim mevsim sonbahardır.” “Dökülen yaprakları ve serin havayı seviyorsun anlaşılan… Gerçi yağmurda kafanı ıslatmandan anlamalıydım.” Gülümsemiştim ancak benim de onun hakkında bir şeyler öğrenmem gerektiğini anımsayınca gülümsemeyi durdurup işaret parmağımı kızar gibi yapıp ona doğru salladım. “Demek benim bütün zayıf noktalarımı öğrenip sen hiçbir şey söylemeyerek savunma kalkanını indirmeyeceksin ha? Buna izin verir miyim sanıyorsun, anlat bakalım sıra sende.” Biraz düşündü ama onun da düşünmesi uzun sürmedi. “Hep kitap okuma alışkanlığı edinmek istemişimdir ama hiçbir zaman beceremedim. Örümceklerden çok korkarım, büyük küçük fark etmez. En sevdiğim renk siyah değil mordur, duvara yapılan çizimlere bayılırım, fotoğraf çekilmekte çok zorlanırım çünkü poz veremem. Baharatlı şeyler yiyemem çünkü midem hemen yanmaya başlar…” Saydı… Saydı… Ben ise dinledim, yanımızdaki tüm nesneleri karanlığın içine gömdüm ve sadece onu aydınlıkta bırakıp dinledim. Giderek kendimi kaptırıyordum ve bundan da asla kendimi alıkoymaya çalışmıyordum. O benim en güzel koyuvermişliğim ve olağan dışı olağanlaşarak gerçekleşenimdi. Şarkı sözü yazan parmakları, kelimeleri hızlı söyleyen dudakları vardı. Bir kez öpsem, yıllanmış şarabı tek başıma içmişçesine beni sarhoş edecek olan o dudakları… “Evet, hadi bakalım basit şeyleri saydığımıza göre bana en büyük hayalini söyle. Bunu gizleyemezsin çünkü artık kız arkadaşımsın!” Odaklandığım yerden kendimi kurtarıp kendime gelmeye çalıştım, biraz zaman aldı ancak Göktuğ ona ve dudaklarına dalıp gittiğimi anlamadı. “Yazar olmak.” Birden söylemiştim, ağzımdan birden çıkmış ve buna ben bile anlam verememiştim. “Gerçekten mi? Peki yazıyor musun bir şeyler?” diyerek hayretler içerisinde sormuştu. Hoşuna gittiğini ise gözlerinin parlamasından anlayabiliyordum.  Gülümsedim ve onun gülümsemesine de eşlik ettim. “Hiç yazan bir sevgilim olmamıştı.” Dediğinde ise daha büyük kahkaha atmıştım. “Benim yaptığım pek meziyet sayılmaz aslında, ben kurgu yazalı uzun yıllar oldu ve onu da bir yayınevine hiç göndermedim ama güncel olarak deneme tarzında yazarak günlük tutuyorum.” “Nasıl yani? Gün içinde yaptıklarını mı edebileştirerek yazıyorsun?” Bu söylediği beni kahkahalara boğmuştu, söylediği şeyi hayal edince yapılması komik bir durumdu hatta ortaya çıkan metinlerde epeyce komik olabilirdi. “Hayır elbette, gün içinde hissettiğim duygularımı edebileştiriyorum sadece ve belli günlerde bana böyle hissettiren olayları anlatmışımdır. Onlar da çok özel, anlamlı ya da beni yıkan olayların olduğu günlerdir…” Biraz duraksadı, bana doğru biraz yaklaştı ve dudaklarının kuruluğunu gidermek için dudaklarını yaladı. Bir şeyi sorup sormamak arasında gidip geldiğini çok net şekilde görebiliyordum. Adeta kıvranıyordu merakta karşımda. Ona bir az cesaret vermek ve kolaylık sunmak adına ben yardımcı oldum. “Hadi sor ne merak ediyorsan. Böyle kıvranmana gerek yok.” “Bak emin misin? Benden günah gider.” Gülümseyerek soruyordu ancak sorusunu sorduğunda ikimizin de gülümsemesi yüzünden akıp gitmişti. “Aldatıldığını öğrendiğin gün ne yazdın günlüğüne?” Durdum düşünmeme gerek yoktu ama durdum. Ne yazdığımı net şekilde hatırlıyordum çünkü bu yazdıklarımı öyle bir hayal kırıklığı içinde yazmıştım ki ömrüm boyunca belki de unutamayacaktım. “Hayal kırıklığını sayfaya nasıl işlersin biliyor musun?” “Aslında biliyor olabilirim. Sayfalarla aram iyi diyebilirim. İkimizde duygularımızı yazıyoruz ama farkımız var. Ben melodik yazıyorum sen ise olduğu gibi…” “O zaman sana bu durumu şöyle söylemeliyim; çok kırıldığın bir gün yaptığın şarkının sözlerini unutabilir misin?” “Hayır, unutamam.” “İşte böyle bir şey tam olarak, o gün yazmakta böyle bir şeydi. Cam kırıklıklarını çıplak elle toplamak, kırılacağını bildiğin halde bir bardağı tezgâhtan aşağıya itmek, bayatlayacağını bildiğin halde ekmek poşetinin ağzını açık bırakmak gibi… Yazınca o günü ölümsüzleştireceğimi biliyordum, yazdığım her harfin meydana getirdiği kelimeleri, o kelimelerin oluşturduğu cümleleri unutmayacağımı biliyordum ama… Yazdım. Bazı gerçekler kabul edilmeli, çünkü gerçekliğinden korktuğun kâbusları yenmek için sen gerçekliğe taşımalısın bazen çünkü büyümenin en hızlı yolu budur ya da kabullenmenin.” Gözlerinin içine daha derin baktım. “Başkasının bilerek kırdığı bardağın cam kırıklarını çıplak ellerinle toplamamayı, ağzını başkasının açık bıraktığı poşetin içindeki bayatlamış ekmeği yemek zorunda olmadığını anlarsın böylece. Hatalar temelinde yapan kişiye aittir, çünkü bir başkasının çukuru bir başkasının çukurudur. Benim atlamak zorunda olduğum hendek değil.” Uzun bir süre duraklayıp gözlerimin içine baktı. Sanki tüm yüzümü süzüyor gibiydi, utanmıştım ancak kafamı çevirmedim ya da gözlerimi kaçırmadım. Cesaret dolmuştu sanki damarlarımın içine. “Sana şimdi söyleyeceklerimi iltifat değil de gerçekleri söylediğimi bilerek kabul etmeni istiyorum. Hayatımda daha önce böyle anlamlı cümleler kuran bir kadınla karşılaşmamıştım. Sınıflandırmak doğru değil, hayatımda daha önce böyle anlamlı konuşan kimse olmamıştı demek daha doğru. İçten içe de böyle cümleler kurmak, böyle anlamları konuşmaların içine sığdırmak için büyük acılar çekmek ve hayatı çözmek zorunda olmanın da gerçekliği ve senin bunu yaşamış olduğunu anlamak beni üzüyor.” Kollarını hafifçe açıp ona sarılmamı istediğini belli ederek yüzüme baktı ve gülümsedi. Bekletmedim, hayat onun kollarının arasındaki sevgi için beni oldukça uzun bir süre bekletmiş gibiydi çünkü. Kendimi kollarının arasına bıraktım o an için. Kokusu olduğu gibi burnumdan içeriye girerken daha derin nefesler aldım ve kokusunu içime daha derin çektim. “Hayat acımasızdır bunu ikimizde iyi biliyoruz ama eğlenmeye ve kalan tüm güzel günleri olduğu gibi gülümseyerek geçirmeye engel değil Alin. Sen çok mutlu ve umutlu olan bir kızsın. Hayatın seni bu denli boş leyler ile geri dönüşü olmayan şekilde üzmesine ve kırmasına izin verme.” “Basit konular demek öyle mi? Aşk ne zamandır basit bir konu oldu?” “Doruk’a aşık değilsin Alin, eğer aşık olsaydın onu geri döner dönmez affedersin. Böyle bir plan için karşıma bile gelmezdin benim. Sen sadece hayal kırıklığının getirdiği acıyı ve geride bıraktığı etkinin korkusunu içinde taşıyorsun. Bu aşk değil, bu yanılmanın getirdiği içsel utanç ama dediğin gibi… Bir başkasının çukuru bir başkasının çukurudur, senin atlamak zorunda olduğun hendek değil…”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD