Böyle bir duruma düşeceğimi biri bana günler önce söyleseydi eğer inanmazdım. Doruk ile yan yana gelmeyi hem düşünmüyordum hem de böyle bir pozisyonda kalabilmek benim karakterimdeki birine göre çok tersti ancak işte şuan burada yaşanıyordu. Göktuğ, elimi asla bırakmıyordu. Masanın üzerinde duran ellerimiz doruk’un gözüne sokarcasına masanın üzerinde tutuşmuş şekilde görünüyordu. Doruk’un giderek sinirlendiğinin farkındaydım. Selin, Göktuğ’u buraya getirerek belki de yanlış yapmıştı. Konuşmanın sonlarına doğru Doruk’un düşen omuzları buna ikna olduğunu gösteriyor olabilirdi ancak şöyle bir durum söz konusuydu ki artık Doruk için tüm olay rekabete dönüşmüş olmalıydı. Onu tanıyorsam bu durum hırs yapmasına sebep olacaktı.
“Nasıl tanıştığınızı çok merak ettim, Alin pek fazla insan ile kolayca samimi olamazda ondan soruyorum. Sizin ilişkiye başlamanız oldukça hızlı olmuş.”
Doruk, içten içe bu duruma inanmıyordu. Ben onu ne kadar tanıyorsam o da beni o kadar iyi tanıyordu ve kafasında taşları birleştirince durum çokta benim açımdan da onun açısından da mantıklı gelmiyordu ona. Ben, kimseyle bu kadar kısa sürede sevgili olmazdım.
“Sanırım siz ayrıldıktan bir hafta sonra tesadüfen bir görüntülü sohbet esnasında tanıştık.”
Göktuğ’un söylediği yalana inanamıyordum, acaba tüm bunları doğaçlama şekilde mi cuk diye oturtuyordu yoksa düşünülmüş müydü?
“Evet, Ersan ve Selin görüntülü konuşurken bizi de aldılar ve biz olay hakkında ortak şekilde konuşurken tanıştık. Ardından da sohbet epey ilerledi” diyerek onayladım Göktuğ’u.
“Görebiliyorum” dedi Doruk birbirine kenetlenen ellerimizi göstererek.
“Benim dinlediğime göre de Alin’i aldatmışsın Doruk. Bu tastik edeceğim bir durum değil ancak teşekkür ederim. Senin bu hatan onu bana getirdi.”
Göktuğ büyük oynuyordu, düşündüğünden daha büyük oynuyordu ve bu durum Doruk’u daha da tehlikeli bir hale getiriyordu. Doruk’un hırsı ve öfkesi genelde kördü, bu nedenle önüne ne çıkarsa her zaman çiğnemeye hazırdı. Yine de tepki veremiyordum.
“Alin’e bu kadar değer veren ve varlığına şükreden biri olmana zıt olarak fazla gevşeksin sanırım. Madem ona bu kadar çok değer veriyorsun, neden Alin’in benimle buluşmasına izin verdin?”
Gülümsedi ve ardından bana baktı Göktuğ. Önünde duran kadehten bir yudum şarap içtikten sonra elimi daha çok sıktı ve Doruk’un gözlerine odaklandı.
“Alin benim kız arkadaşım, komutlarımı dinlemesi gereken evcil hayvanım değil. Ayrıca durumu öyle güzel bir şekilde açıkladı ki hiçbir şüphe duymadım. Yine de haklısın, her insanın içinde biraz olsun kıskançlık her zaman egemenliğini korur. Ben o yüzden geldim ama…”
Arka çaprazımızda kahkahalar içinde yemeklerini yiyen ve birbirlerine aşk ile bana Ersan ile Selin’i gösterdi:
“Onlar buraya tamamen senden nefret ettikleri ve Alin’i senden korumak için geldiler. Ben gevşek değilim, bu durum konunun özünü bilene göre reddedilebilecek bir gerçek ancak sen Doruk, sen yüzsüzsün.”
Ses tonunun sakinliği adeta delip geçiyordu insanın ruhunu. Doruk’u en açık yarasından vurmuştu, tuz basılmaya müsait ancak dokundurtmadığı egosundan ve gururundan yaralayıvermişti. Bunu ben bile beklemiyordum anca yapmıştı işte ve artık Doruk tamamen pimi çekilmiş bir bombaydı, bunun farkındaydım. Odak noktası bundan sonra ben değil Göktuğ olmuştu.
“Sadece yaptığım hatayı kurtarmaya çalışıyorum, bunun neresi yüzsüzlük?”
Doruk çaresizce kendisini kurtarmaya çalışıyordu ancak yapamazdı. Oturduğu yerde giderek terlerken kendisini toparlayamıyordu. Kalkıp gitmek için sebepler uyduracaktı ve hatta fıldır fıldır dönerek kontak kurmaktan kaçan gözleri tam olarak ne söylemesi gerektiğini düşündüğünün en büyük kanıtıydı.
“Aldatmak bir hata değildir Doruk, hata sonucunun nasıl olacağını bilmeden yaptığımız ve kötü sonuçlanan eylemlere denir. Sen sonucunu biliyorsun ancak öğrenmeyeceğine güvenerek bu işe atıldın. Beklediğin gibi bitmedi ve beklediğin gibi bitmeyen bir şey daha vardı; ona olan sevgin. Ancak geç fark edilmiş sevginin de pek bir anlamı olduğunu düşünmüyorum.”
Göktuğ’un üzerinde o kadar büyük bir sakinlik vardı ki, elimi tutuşundaki sabit sıkılık biraz olsun bile değişmemişti. Buraya kavga çıkartmaya gelmemişti, onun karşısında sevgilim olarak durmak için bile gelmemişti, gerçek amacı bu değildi. Gerçek amacı buraya gelip onu sakin ses tonu ile oldukça keskin konuşarak gömmekti. Dağ gibi egosunu delip geçti ve Doruk’u o dağın arasındaki karanlık aralığa hapsetti adeta.
Doruk tam ağzını açacaktı ki telefonunun sesi kulaklarımı doldurdu. Telefonunu neredeyse ‘şükürler olsun’ dercesine ceketinin iç cebinden çıkarttı ve kulağına götürdü. Biraz sohbetin arkasından kalkacağını belirten cümleyi kurdu:
“Anladım, gelebilirim elbette. Bu gece halledilmesini istiyorum. İşim bitti zaten burada. Daha sonra da ilgilenebilirim.”
Son cümlesini Göktuğ’a bakarak kurmuştu ancak Göktuğ hafif bir tebessüm etmek ile yetinmişti. Çok akıllıca oynuyordu oyununu, öyle kusursuz oynuyordu ki bunu ben bile ondan beklemiyordum.
“Gitmeliyim, daha sonrasında daha iyi yerde karşılaşırız Göktuğ.”
“Bekliyor olacağım, umarım beni şaşırtırsın.”
“Emin olabilirsin, ben o baş yaran umulmadık taşım…”
Birbirlerine gülümsediler, Doruk ardından bana dönüp “görüşürüz” dedikten sonra gitti. Selin ve Ersan, Doruk’un gittiğini görmüş olacak ki anında yanımıza geldiler.
“Bu hayatımda yaptığım en iyi ve tek tiyatro oyunuydu!”
Ersan halinden öyle memnundu ki bunu yenilesek asla hayır demezdi.
“Gırtlağına yapışmamak için kendimi zor tuttum, ayrıca ne konuştuğunuzu anı anına duyamadığım içinde oldukça üzgünüm.”
Selin’in isyan ettiği şeyi duyunca kaşlarım istemsizce kalktı ve ona yöneldim.
“Neden bu kısımdan bana bahsetmedin? Resmen planın tümünden haberim yokmuş, sana inanamıyorum, ya her şeyi mahvetseydim? O zaman ne olacaktı?”
“Söylemeye fırsat kalmadı ayrıca bu fikir benden değil Göktuğ’dan çıktı. Yani her şeyi benden bilme şimdi, böyle şeyler bu ortamda bir tek benim aklıma gelmiyormuş. Durum karşısında ben de şaşkınım.”
Şaşırarak Göktuğ’un yüzüne döndü başım. Omuz silkti ve konuşmaya başladı.
“Ne yani? Gerçekten sevgilin olsaydım seni buraya gönderir miydim sanıyorsun yalnız başına? Ayrınca Doruk’u da görmek istedim. Zaten anladığım kadarıyla ben gelmeseydim ve beni görmeseydi senin bir sevgilin olabileceğine bile inanmayacak gibi görünüyordu.”
Haklıydı o yüzden hiçbir şey diyemiyordum. Derin aldığımı nefesi dışıma verirken önüne dönüyordum ki Ersan’ın gözlerinin baktığı noktayı bulmak için bakışlarının gittiği yönü takip ettim. Göktuğ ile benim kenetlenmiş ellerimize bakıyordu. Hâlâ bırakmamıştık ancak bu kesinlikle unuttuğumuz için ortaya çıkmış bir olaydı. Görünce aniden utanarak Göktuğ’un parmaklarının arasından elimi kurtardım. Ben elimi çekene kadar o da elimi tuttuğunun farkında değildi belli ki. İrkilmişti.
“Neyse ki bugünü de beklediğimizden iyi atlattık ha ne dersiniz?”
***
Hep birlikte her zaman gelinen Hayat Bahçesi’ne gelmiştik. Sarp ve Yeliz bizi burada bekliyordu. Daha öncede oturduğumuz masada oturmuşlardı. Yanlarına gidince Sarp ve Yeliz hepimizin üzerindeki kıyafetlere şaşırmış hatta hiç alışkın olmadıkları için Ersan ve Göktuğ’a kahkaha atmışlardı. Bu onların kötü görünmelerinden kaynaklı değildi sadece alışkın olmadıkları için komik gelmişti.
Sarp, Yeliz’e durumu açıklamıştı bizi beklerken ve Yeliz’de duruma hâkim olduğu için kimse ekstra bir açıklama yapmadan akşam yemeğinde neler olduğunu anlattı. Masadayken aşırı streslendiğim olayı şimdi anlatırken resmen gülmemi engelleyemiyordum. Acılar üzerinden zaman geçince komik bir anıya dönüşüyordu belli ki. Gerginliğim üzerimden giderken aklıma bir olumsuzluk gelivermişti ve ben de dile getirmekte fayda gördüğüm için hazır herkes buradayken söylemeyi tercih etmiştim.
“Yalnız şöyle bir durum var ki Göktuğ’un bizim yanımıza gelmesi ve bu tarz konuşması Doruk’u hırslandırmış olabilir. Masadan kalkarken de zaten tehditkâr bir şekilde konuşarak kalktı. Bir şeyler yapabilmesinden endişeliyim.”
“O kadar tehlikeli biri mi yani?”
Yeliz sorusunu sorarken biraz sorgular gibiydi, sanki bu durum ona tuhaf gelmişti ve biraz da belki böyle birinin varlığı onu ürkütmüştü. Beni de artık ürkütüyordu.
“Evet, sinirlendiğinde bir hayatı baştan sona mahvedecek kadar tehlikeli olabiliyor doğrusunu söylemek gerekirse” diyerek açıkladım durumu.
“Bize hiçbir şey yapamaz endişelenme, biz de çok kolay lokma sayılmayız. Üstelik bu zamana kadar da çok kolay geldik sayılmaz yani çok kolay devrilmeyiz.”
Sarp kendince içimi rahatlatmaya çalışıyordu bunun için ona içten içe minnettardım. Beni çok az süredir tanıyordu ancak yine de benim konumu dinliyor, ilgileniyor elinden geldiğinde yardım etmeye çalışıyor üzerine bir de içimi rahatlatıyordu. Gerçekten çok iyi arkadaşlardı ve dostlukları aile sıcaklığı veriyordu. Birinin başı dertteyse hepsi birlikte koşuyor ve yine hepsi birlikte çözüm bulmaya çalışıyorlardı. Bundan vazgeçmek zorunda kalmamayı diledim büyük bir tutku ile. Doruk’un bunu da bozmamasını dinledim büyük bir içtenlik ile her şeyi mahvettiği gibi bunu da enkaza dönüştürmemesini.
“Vay be, resmen nelere kalkışıyor adama bak. Gelip burada mekân açmakta ne bileyim.”
Yeliz hâlâ olaya inanamıyordu.
“Sana çoğu zaman hak vermem ama vallahi bu sefer haklısın. Çizgiyi baya aştı resmen”
Selin, Yeliz’ e hak verince herkes birbirleriyle göz göze gelip şaşırdığını belli etti. Selin şaşırdığımızı fark edince oturduğu yerde doğrulup kaşlarını çattı ve omuz silkti.
“Ne var? Doğru sözü inkâr edecek değilim herhalde. Şaka maka bir yana mekân açtı yani. Nedeni de Alin için çabalamak.”
“Benim için çabalamasına gerek yok çünkü bir yararı olmayacak ama illa çabalayacaksa da bunun böyle olması gerektiğinden kesinlikle emin değilim. Çok fala ürkütücü oluyor böylesi ve tuhafta üstelik.”
“Korkutucu tabii ki! Resmen tacize giriyor bu!” diyerek onayladı beni Yeliz. Öfkelenmişti belli ki.
“Yine de ilk günü atlattık, belki gerçekten vazgeçer bilemeyiz.”
Ersan’a olumsuzca kafamı salladım.
“Sanmıyorum ama büyük olasılıkla işi hırsa döndürecek ve hepimizle teker teker uğraşacak.”
“Bunları boşver de bundan sonra ne yapacağımızı konuşalım…”
Göktuğ beni masadan ayırmak için ayağa kalkmış ve geri kalanını yalız konuşmak istediğini ben de dâhil herkese belli etmişti. Ben de ikiletmeden ayağa kalktım ancak artık topuklular canımı sıkmaya başlamıştı. Eğilip çimlerin ıslaklığına baktıktan sonra kuru olmalarına sevip ayağımdaki topukluları çıkarttım ve çıplak ayaklarımı çimlerin arasına hür bir şekilde bıraktım. Göktuğ önce ayaklarıma sonra bana bakıp gülümsedi.
“Hoşuna gitti sanırım.”
“Çimende çıplak ayakla gezen pek fazla kız bulamazsın buralarda.”
Biraz daha ilerleyip salıncakların olduğu noktaya ulaştık. Ama bu sefer kimse salıncağa oturmadı. Sadece önünde durup gökyüzüne baktık. Daha önce bu noktada konuştuklarımızı anımsadım ve içim rahatladı birden bire.
“Bugün elini tutmama kızmadın öyle değil mi?”
Sorduğu soru bu kaosun içerisinde öyle naif bir soru olarak gelmişti ki gözüme inanamamıştım. Sanki her an kırılabilecek bir soruydu. Şaşkınlık içinde gülümsedim.
“Hayır elbette! Aksine bana o an orada güç veren şey elimi tutmandı. Sana bunun için kızmaya hakkım yok çünkü bunu senden ben istedim!”
“Birden elini çekince ben sandım ki…”
Cümlesini tamamlamasına izin vermeden kollarının arasına attım kendimi.
“Sanma! Çünkü öyle değil, bildiğin ya da düşündüğün gibi değil. Beni ne kadar zor bir hayatın içinden alıp çiçek bahçelerine götürdüğünden haberin bile yok…”
Konuşmadı, sadece sarıldı. Parmakları, sırtımdaki iplerin arasından sırtımın çıplak noktalarını yakalamıştı. İçim hem ürperdi hem de ısındı. Hareket dahi etmedim, sadece gözlerimi kapattım ve yıldızlı gökyüzünün altında bulduğum kendi yıldızıma sarıldım.
YELİZ’DEN…
Masada güzel bir sohbet dönüyordu. Bugün yaşadıkları konu biraz stresli olsa da anlatıldığında komik bir duruma dönüşmüştü. Ersan ise konuyu anlatırken daha da komikleştiriyordu. Başımı kahkaha atarken arkaya doğru attım ancak geri kaldırırken gözüme değen manzara beni tedirgin etmişti. Alin ve Göktuğ birbirlerine sarılıyorlardı. Sanki aralarındaki şey numaradan değildi, sanki numaradan olmasına sığınarak yaşanacaklara zemin hazırlıyor gibilerdi. Aralarındaki saçma çekimi en başından itibaren anlamamak için kör olmak gerekirdi. Bunu anlıyordum ancak bu kadar hızlı olacağını düşünmemiştim.
Kimseye belli etmeden çantamdan telefonumu çıkarttım ve hazır herkes sohbete dalmış ve beni fark etmiyorken Asel’e mesaj yazmaya başladım:
“Bir şeyler ters gidiyor. Son yaptığın hamleni yapmamalıydın, bana söyleseydin seni çoktan uyarmıştım ve böyle bir durum yaşanmamıştı. Göktuğ ve Alin düşündüğünden daha yakınlar. Alin için yapılan numara mevzusu düşündüğünden daha çok umurunda Göktuğ’un. Bunun arkadaşça bir düşünceden daha öte olduğuna eminim. Alin’i fazla hafife alma derim, başkası için tehlikeli değil ama senin için tehlikeli çünkü şuan Göktuğ’un sarıldığı kişi o… Sen değilsin…”