9.BÖLÜM

2245 Words
Kendimi gecenin geç saatlerinin karanlığına bırakıp, bedenimi yatağımın üzerine bir ceset misali yaymıştım. Her şey bir şekilde yoluna girerken bir şekilde de berbat oluyordu. Buna sıfır noktası deniyordu sanırım. Denge… Her şey aynı anda mükemmel olamaz, hiçbir şey tamamen kötü de değildir. Bir nevi bunu yaşamda tutma eziyeti olarak da tanımlayabilmek mümkündü tabii. “Ne yapmayı planlıyorsun?” “Bilmem, sen bir çıkar yolu bulursun diye düşünüyordum aslına bakarsan.” Selin, çalışma masamın sandalyesine oturmuş ve bana dönük şekilde konuşuyordu ancak onu görmüyordum. Tek gördüğüm şey tavandı, bomboş ve bembeyaz tavan. “Doruk ile sevgili olurken de bana sorsaydın eğer şuan daha iyi durumdaydık. En başından hayır derdim ve yapmaman için elimden geleni yapardım. Zaten çocuğu sevmediğimi biliyordun ama bunu bildiğin için söylemedin bana öyle değil mi?” “Doruk ile ayrıldığımızda acı çekerken böyle bir ilişkiden haberin olmuş gibi davranmayı bırakır mısın lütfen?” “Öyle olsaydı bir de! Çocukla sevgili oldun bana sonra haber verdin. Tepkimden de çekindiğini biliyorum o gün ama öyle mutluydun ki içinde tutamadığın için arayıp söyledin. Bakma tepki vermediğime o gün, çok mutluydun ben de bozmak istemedim yoksa gerçekten tam tartışmalık konuydu.” “Suçlamaya devam etmesen de ve geçmişi deşmek yerine benim bu derdi çözmeme yardım mı etsen acaba?” “Elbette olur, sen bir torba kakayı yeni boyanmış duvara fırlat sonra da gel beraber temizleyelim de.” Derin bir nefes alarak yatakta doğruldum, gözlerimi sonuna kadar açarak Selin’in yüzüne baktım. Çaresizdim ve şimdi gerçekten haklı çıkmanın haklı gururunu göstermesinin sırası değildi. “Yardım etmek için fikir sunmaya başlayacak mısın yoksa ben bu yolda yalnız olduğumu bilmenin çaresizliği ile kendimi balkondan aşağıya atayım mı ne dersin?” “Hemen umutsuzluğa kapılıyorsun, biraz sakin ol. Saat oldukça geç oldu bu saatte düşünsek bile bize sadece bu saatlerde sağlıklı gelen bir plan olacağına eminim. Ayrıca Doruk’u nasıl engelleyebiliriz bilmiyorum. Konuşsan da dinlemez ki! Dinleyecek olsa zaten önce seninle konuşur, olup olmayacağını dinler sonra şehir değiştirmeye kalkışırdı.” “Yarın mı düşünelim diyorsun yani?” “Yani, en doğrusu bu olurmuş gibime geliyor. Hem zaten en doğrusu da bu olacak eminim. Yarın zaten okul için alışverişe çıkmalıyız. Dolabımda üniversitede giymelik pek kıyafetim yok ve senin de olduğunu sanmıyorum.” “O niyeymiş? Sen benim kıyafetlerimi beğenmiyor musun?” “Beğeniyorum, beğeniyorum tabii ama ne bileyim çok fazla salaş giyinmiyor musun sence de?” “Rahatlığın köpeğiyiz ne yapalım? Ben senin kadar rahat olamıyorum o hanım hanımcık ve daracık kıyafetlerin içerisinde.” Burun kıvırdı sonra ofladı ve ayağa kalktı. Yatağın ayakucuna gelince bana elini uzattı. Elini tutup ben de ayağa kalktım. Odanın içinde durmaktan pek haz etmiyordu. Kendi evindeyken bile odasında durmuyordu. Genel de mutfakta oturmayı seviyordu ama benim evimde de mutfak ve oturma odası birleşikti. Bu yüzden beni sürükleyerek koltukların olduğu alana getirdi. “Odanın beni boğduğunu sana söylemiş miydim?” “Odama laf yapma sakın. Gayet sade, az eşyalı bir oda benim odam.” “Ona rağmen boğuyor beni. Doğrusu senin aile evindeki odan da beni boğuyordu, yazlıktaki odan da beni boğuyordu.” “Seni oda kavramı boğuyor olmasın Selin?” Omuz silkti. Bunun nedenini de az çok biliyordum. Odasına kapandığı zamanlar sadece anne ve babasının yüksek ses ile kavga ettiği zamanlar oluyordu çocukken. Küçükken her şeyi daha detaylı anlatırdık ve hatırlıyordum. Her kavgalarını anlatışında ‘odama kaçtım’ cümlesini anımsıyordum. Bir odanın içinde uzun süre oturmak Selin’e yine aynı hisleri farkında olmadan hatırlatıyor olmalıydı. Kapının anahtarı, kapının kilidine sokulmuş döndürülmüştü. Yeliz kapıyı yüzündeki yorgunluk ile açmıştı. Pek kolay saatler geçirmediği yüzünden belliydi. Asel ile arasındaki konu belli ki tartışmaya sürüklenmiş ve bu yüzden şiddetli ya da şiddetsiz tartışmışlardı. “Hoş geldin.” Dedim Selin çaktırmadan dirseğiyle koluma vurmuştu ama aldırmadım. Amacım onunla aramı iyi tutmakta değildi ama artık aynı evi paylaşıyorduk ve bir şekilde konuşmaya başlamamız lazımdı. Düşündüğüm kadar kötü biri ya da iyi biri olması beni ilgilendirmiyordu bu yüzden. İlgilendiğim tek şey Yeliz’in benimle aynı evde yaşıyor olması ve bazen beraber kahvaltı edecek olmamız gerektiği gerçeğiydi. Kahvaltı masasında yalnız değilsem sessizliği sevmiyordum. Karşılıklı şekilde yemek yediğin insanın tatsız sessizliğinin insanın enerjisini emdiğine inanıyordum. “Hoş buldum. Nasılsınız?” “İyiyiz sen nasılsın.” “Pekiyi sayılmaz, tadım kaçık ve sebebi zaten ortada. Asel’in böyle bir şey yaptığına hâlâ inanamıyorum.” “Ama yaptı!” diyerek çıkıştı Selin. Bu sefer ben onu dirseğimle dürtmüştüm. Yeliz ayakkabılarını içerideki ayakkabılığa koyduktan sonra üzerindeki mevsimli ceketini çıkartıp askıya astı ve karşımızdaki koltuklardan birine oturdu. “Bak Selin, neden çıkıştığını anlayabiliyorum ancak karakolda da söylediğim gibi. Konudan haberim bile yoktu. Olsa engellemeye çalışmaz mıyım sanıyorsun. Elbette engellerdim! Bunu karakoldayken hallettiğimizi düşünüyorduk ama sanırım tam olarak halledememişiz.” Selin yaptığının yanlış olduğunu o an için anlamıştı. Yeliz’i sevmiyor olabilirdi, kimse ondan bugün Yeliz’i sevmesini istememişti zaten. Tek istedikleri onun suçunun olmadığını anlaması ve kabullenmesiydi. Gereksiz yere azar yiyordu ve bu elbette kimsenin hoşuna gitmezdi. “Aslında sanırım sinirim sana değil. Asel’e olan sinirimi hâlâ üzerimden atabilmiş değilim. O da senin en yakın arkadaşın olunca insan otomatik olarak bir şekilde bu durumu anlayabileceğini ve engel olabileceğini düşünüyor.” “Tamam, haklısın ancak atladığın bir durum var. Ben günlerdir Sarp ile birlikte vakit geçiriyorum sürekli ev arayışındaydık ardından da zaten eşyaları buraya taşımakla uğraştım. Söylemediği bir şeyi bu yüzden anlamam pek mümkün değildi son günlerde.” Selin de sakinleşmiş ve tamamen sorunlarının sonucu bu konuşma olmasa da bugün için geçerli olan tüm ekstra düşmanlığın sonunu bu konuşma bağlayabilmişti. Selin’in geçiştirmek için yüzüne doladığı sevimli, gülümseyen mimiklerinden daha çok suçluluk mimiği hakimdi yüz hatlarına. Konuyu dağıtmak için ben konuşmaya başlamıştım. “Yatağın hâlâ gelmedi öyle değil mi? Burada mı uyuyacaksın yoksa Sarp’a mı gideceksin?” “Burada uyuyacağım, Göktuğ ile karşı karşıya gelmek istemiyorum şu anda. Kendimi suçlu hissediyorum, Sarp’a karşı da aynı şekilde. O yüzden hiç konuşmadım da karakoldan çıktığımdan beri onunla. Burada uyusam daha iyi olacak.” “O halde biz seni yalnız bırakalım ve sen burada uyu. İyi geceler sana ve artık umursama bence çünkü konuda senin bir suçun yok nasıl olsa.” Gülümseyerek cevap vermenin yeterli olacağını düşünmüş olmalı ki sadece yorgun bir tebessümle konuyu sonlandırmıştı. Selin de Yeliz’e iyi geceler dedikten sonra benim odama geri dönmüştük. Selin’i her ne kadar bu odaya kapatmak istemesem de bunu bu gece için yapmak zorundaydım. “İyisin değil mi? İstiyorsan Ersan’ı ara ve seni eve götürsün.” Gülümsemişti, camın kenarına gitmiş ve camı açıp içeriye hava girmesine izin vermişti. Serin güz akşamının rüzgârı odamı doldururken aynı zamanda onu da saçlarını okşuyordu. Yanına yaklaştım. “Neden gülümsedin şimdi?” “Anladın çünkü…” “Neyi?” “Bir odada neden uzun süre kalmaktan hoşlanmadığımı hâlâ hatırlıyorsun ve yine aynı şeyleri anımsadığımı anladın. Bu beni hem mutlu etti hem de üzdü.” “Niye üzer ki bu seni? Arkadaşın olarak her şeyi biliyorum demek ki” “Öyle değil, bunun gerçek olduğunu da yeniden anımsamış oldum. Öyle gerçek ki, hâlâ evde değil annem. Yıllardır bu şekilde idame etmekten gerçekten çok yoruldum.” Konuşmak yerine kollarımın arasına aldım onu ve sarıldım. Bu hali beni yiyiyp bitiriyordu. Birbirimizin yüklerini adeta üst üste koymuş altına da ikimiz beraber girmiştik. Yol nereye kadar giderse ya da biz o yükleri nereye kadar taşıyabilirsek oraya kadardı savaşımız. Arkadaşlığın böyle bir şey olduğunu onunla birlikte öğrenmiştim. Dostluk sorgulamıyordu, dışlamıyordu, ötekileştirmiyordu. Dostluk, o an neye ihtiyacın varsa onu hissediyor ve sana onu veriyordu. Bu kaçınılmaz bir korum aiç güdüsüydü. Değer verdiğin ya da tutunduğun şey için daime savaşmaya, yorulmaya, koşmaya hazır şekilde beklemeyi öğreniyordun. “Ben her zaman yanındayım biliyorsun değil mi?” Elini, elimin üzerine koyarak birkaç kez sıvazladı. “Sen benim evimsin Alin, kaçıp geldiğim ıssız ve haritalarda görünmeyen özel limanımsın. Sen benim kardeşimsin…” Daha sıkı sarıldım, sarılmanın ne anlama geldiğini okumuştum bir yerde. Sarılmak; sana güveniyorum ve senin bana zarar vermeyeceğini biliyorum. Yanındayken güvende hissediyorum, demekmiş. Bir inanca göre de birine sevgi ile sarılmak insan ömrünü bir gün uzatıyormuş. “Tamam, beni geçelim şimdi. Benim sorunlarım şu an için çzöüm üretebileceğimiz şeyler değil ayrıca düzelecek olsaydı yıllar içinde defalarca düzelmesi gerekiyordu. Doruk’u ne yapacağız onu düşünmeye hiç fırsat buldu mu beynin?” “Hayır, beynim bu aralar normal bir şeyi düşünmeye bile fırsat bulamıyor.” “Beynin kendini bulabiliyor mu bari arada bir?” “Ha ha! Ne kadar komik bir arkadaşsın. Bak tüm keyfim yerine geldi bu espriyle.” Gözlerimi devirerek dolabımın önüne gittim ve kapaklarından birini açıp içinden iki tan pijama takımı çıkarttım. Birini Selin’in kucağına atarken birini de üzerime geçirmek için üzerimdekileri çıkarttım. “Yarına erteleyen sendin değil mi?” “Evet evet yarına erteleyen bendim tamam, iyi ki sorduk düşünüyor musun diye. Hemen bir laf ebeliği hemen bir laf çarptırmalar. Ben zaten günah keçisiyim ya!” “Üzerindeki pijamalar ile sinirlenince seni ciddiye alamıyorum.” Kıkırdayarak söylemiştim cümlemi, aynanın karşısına geçip kendine bakınca o da bana hak vermişti. Selin’i hep dar elbise ya da kıyafetlerin içerisinde görmeye alışkın olan gözlerim onu bol bir şeyin içinde görünce birden bire yadırgamıştı. Üstelik oldukça da komik görünüyordu. “Gülmeyi bırak da uyuyalım artık. Yarın uzun bir serüvenimiz olacak.”                                                                          ***** Yeliz ile yaptığım ilk kahvaltıydı. Yanımızda Selin olmasına ramen sohbet etmek için çaba göstermişti. Dünden bu yana aralarının düzeleceğini ve biraz daha samimi olacaklarını düşünmekle hata yaptığımı anlamam için kahvaltı masasının gerginliği yetmişti. “Bak şuradaki elbise tam sonbaharlık! Çokta güzel, denesene kabine gidip ne olur?” “Uğraşma Selin, elbise falan giymek istemiyorum.” Gösterdiği elbisenin güzelliğine diyecek bir sözüm yoktu ama bana yakışmazdı, yakışsa da ben alışkın değildim, rahat edemezdim. Tamamen ayrı zevklerimiz varken nasıl beraber alıveriş yapabilirdik o da ayrı bir merak konusuydu elbette. “Giyim tarzını değiştireceğim. Bu konuda büyük yeminlerim var canım arkadaşım.” “Daha radikal konularda büyük yeminler mi etsen?” “Bu hayatımın en radikal konusu tamam mı? Sus o yüzden.” Sessizliği tercih etmiştim. Oturma yerlerinden birinin üzerine oturup telefonumu açtım ve neden şimdiye kadar yapmadığımı merak ettiğim şeyi yaptım. Rehbere girip Doruk’un numarasını aramaya başladım. “Ne yapıyorsun sen?” “Doruk’u arayacağım ve onunla konuşacağım elbette. Mesajına cevap vermediğim halde yeniden yazmadı ya da aramadı belki bir anlık hırstır.” Telefonu kulağıma götürürken Selin’i dinlemeye devam ediyordum. “Elbette, burada iş yeri açmak bir anlık hırs olsa gerek. Gerçi onun ailesi için bu biraz çocuk oyuncağı gibi bir şey haklısın.” Omuz silkerek ona onay verdim. Telefonun hâlâ çaldığını belli eden sesini duyuyordum. Kalbim gerginlikle atarken ona ne söyleyeceğimi bilmiyorum ama zaten böyle şeyler doğaçlama yapıldığında daha iyi sonuçlar veriyordu. Öyle umut ediyordum. Telefonun açıldığını, Doruk’un efendim diyen sesiyle anlamıştım. “Merhaba Doruk.” “Çok resmisin.” “Sen de çok iddialı şeyler yapıyorsun.” “Ben her zaman çok iddialı şeyler yapıyorum.” “Attığın mesaj için aradığımı biliyor olmalısın.” “Aptal değilim Alin, aşığım sadece o kadar.” “Bu konu biraz tartışmaya açık bir konu.” “Âşık olduğum konusu mu? Aptal olduğum konusu mu?” “Âşık olduğun konusu, aptal olduğun konusuna oldukça ciddi şekilde iknayım.” Bir kahkaha atmıştı, sanki söylediklerim komikmiş ve bunlar hoşuna gidiyormuş gibi. “Komik değil, senin yaptıkların da benim söylediklerim de komik değil Doruk. Böyle bir şey yapmana izin veremem. Buraya gelmene izin veremem.” “İzin istediğimi düşünmüyorum Alin.” “İstemeliydin, hayatımı etkilemek için attığın her adımda benden izin istemeliydin. Böyle mahvedeceğini bilseydim geçmiş hatıralarımı emin ol en başından itibaren benimle ilgili bir şey düşünecek olduğunda bile benden izin almanı isterdim senden.” Derin bir nefes aldığını duydum. Bunun uzun bir cümle kuracağının ve konuşmayı noktalayacağı gerçeğinin habercisi olduğunu biliyordum. Onu tanıyordum. “Senden vazgeçmeyeceğim, benim hatam yüzünden bitmiş çok güzel bir ilişkimiz var bizim. Biliyorum kızgınsın, öfkelisin ama inanıyorum ki beni seviyorsun. Kendini bu konu da gururun yüzünden kandırıyorsun Alin, sen bana karşı hiçbir zaman bu kadar gaddar ve acımasız olamazsın. Senin için savaşmam gerektiğini biliyorum çünkü seni kırdım ve sen bunları hak etmeyen birisin. Bu yüzden istesen de istemesen de senin için çabalayacağım. Ayrıca iş yeri konusuna gelecek olursak, zaten açılacaktı ben sadece şehri belirledim. Şimdi izin verirsen evrakları halletmem gerek. Değişmeyecek bir konunun üzerine daha fazla konuşmak istemiyorum. Geldiğimizde yüz yüze sohbet etmek daha güzel olabilir. İyi günler dilerim güzelim.” Telefonun suratıma kapatılmasıyla beraber bana güzelim demesinin mideme attığı yumruğun içimi bulandırmasına engel olamadım. Gözlerimi uzun süre kapattım ve telefonu da kulağımdan çektim. “O aptalı aramamalıydın.” “Ondan kaçamam Selin, bu olayı halletmeden onunla konuşmaktan kaçmam imkânsız. İkna edememek de işin tuzu biberi oluyor.” “İkna olmayacağını biliyoruz zaten ikimizde ama sana ulaşmasına bir şekilde engel olmak için en azından araya duvar koymalıyız.” “Ne gibi?” “Bilmiyorum ama şöyle düşün. Doruk bir elektrik ve sana çarpmaması için orta noktaya bir topraklama düzeneği kurmalıyız ki Doruk’un tüm negatif etkilerini engellesin ve geri püskürtsün…” “Bilimsel konuşmanın sırası mı şimdi?” “Şikâyet etme hemen dur, düşünüyorum. Aslında bu fikir aklıma dün geldi ama kabul eder misin bilmediğim için yatmadan önce konusunu açmadım. Bugün sana yavaş yavaş anlatır ve ikna ederim diye planlıyordum ki ikna etmeme gerek yok sanırım çünkü başka çaren de yok gibi.” “Söyleyecek misin?” Gözlerini kıstı ve yüzüme yaklaştı. Fısıldayarak konuşuyordu. “Sana sevgili bulacağız.” Büyük bir kahkaha patlatmıştım o an. Bunu öyle büyük bir ciddiyet ve basitlik  ile söylemişti ki sanki akiam eve dönünce marketten alabileceğimiz bir şeydi. “Sipariş versek gelir mi yarına kadar?” diyerek alay ettim. “E aslında geldi zaten hatta sen onun ayağına gittin zamanında.” Bıkkınlığımı belli edecek şekilde omuz silktim ve gözlerimi söylemesi için sonuna kadar açtım. O da belli ki benim hâlâ anlamama sinirlenmiş olacak ki kafama bir tane hafif şaplak indirdi. “Göktuğ! Seni salak! Göktuğ ve seni sevgili yapacağız!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD