Hayatımda ilk kez kendimi karakolda ifade verirken bulmuştum. Bizim bir suçumuz yoktu elbette ancak ihbar eden kişi nasıl bir endişe ile polisi aradıysa, geldiklerinde sopaları da görmeleriyle beraber çok daha berbat şekilde algılanmıştık. Polisler biraz daha sakinleşince ve bizi de dinleyince, oturduğumuz yerin çok sakin bir semt olduğunu ve aile semti olduğunu söylemişlerdi. Orada oturduğumuzu duyana kadar da bize tuhaf bir gözle bakmışlardı ama öğrenince de kavganın içinde olduğumuza inanamamışlardı. Oysa ben evi tutarken bana sakin ya da kavgacı biri olup olmadığım sorulmamıştı. Oturulan semte göre de insan sınıflandırmak ve bir şeyleri yapıp yapmama kapasitesi hakkında karar vermek oldukça tuhaftı.
Kavganın çıkma sebebi ile yalan da söylemiştik üstelik. Elinde sopalarla gelen çocukların sabıkalarının olduğunu öğrenince hepimiz bir karışıklık olduğunu ancak o gençlerin bizi kavga edecekleri kişilerle karıştırdığını söyledik. Yani her halükârda biz masum ancak karşı taraf zararlıydı. Reşit olduğumuz için ailelerimiz aranmamıştı. Buna oldukça mutlu olmuştum işte. Sevgili anne ve babam karakola düştüğümü, elinde sopa ile bana vurabilecek birinin sırtına atlayıp boynunu tırnakladığımı öğrense ne büyük hayal kırıklığı yaşardı ama…
“Sağlam tırnaklamışsın.”
Çekingen sesin sahibi Göktuğ idi. Mesajlarıma cevap vermemiş, eski sevgilisiyle görüşmeye gitmişti. Tüm bunların suçluluk duygusunun içinde olduğunu biliyordum. Ben de suçluydum, ona ters tepki verirsem benim hatamı yüzüme vuracak ve açıklama isteyecekti. Bunun olmaması adına hiç ses çıkartmadan elimi yumruk yapıp ona uzattım. İlk başta anlam veremese de ardından patlak dudağı yana doğru kıvrılmış ve o da elini yumruk yapıp elime vurmuştu.
“Aman ne güzel! Yani şimdi sizce de yaptığımızla gurur duyacak zaman mı? Dua edin de geceyi nezarethanede geçirmeyelim!”
“Selin, sakin ol. Kimseyi bir kavga nedeniyle nezarethaneye tıkmazlar. Ayrıca ufak yaralar dışında ciddi bir yaralanma yok.”
“Evet, haklısın Sarp.”
Selin kollarını göğüs hizasında birbirine kenetlemiş ve yavaş adımlarla Yeliz’e doğru ilerlemeye başlamıştı. Duvar ile kendisi arasına aldığında Yeliz’i gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam etti.
“Birileri, yakın arkadaşının planını eminim ki biliyordu ancak ne uyarma zahmetinde bulundu ne de yakın arkadaşına engel oldu… Asel ne kadar suçluysa tüm bunlardan sen de aynı şekilde suçlusun!”
Yeliz aniden savunmaya geçmeye hazırlanmış ve Selin’e bir adım geriye attıracak kadar doğrulmuştu sırtı duvardan ayrılarak.
“Evet, o benim yakın arkadaşım ancak bunu yapar mıydım sanıyorsun haberim olsa? Yani sessiz kalır mıydım sence? Beni tanıyorsun evet, Göktuğ ile Asel’in beraber olmalarını destekliyorum ama onun böyle bir şey yapacağını bilseydim emin ol engel olmaya çalışırdım. Üstelik Sarp’ta o kavga da yara aldı, her şeye umursamaz olsam da Sarp’a karşı umursamaz olmayacağımı biliyorsun Selin.”
Selin, ikna olmuş olacak ki sessizce geri çekildi ve keyifsizce Ersan’ın yanına oturdu.
“Bunların hepsine eski sevgilinin sebep olduğunu hesaba katarsak onunla ilişki yürütmek zor olmuş olmalı?” fısıldayarak sordum.
“Ayrılana kadar çok sıkıntılı bir ilişkinin içinde olduğumu bile bilmiyordum desem bana inanır mısın? Şey gibi düşün, eşofman giyerek dışarı çıkmayan bunun rahatlığını bilemez ve hep kot pantolon giyer ya… İşte tam olarak bu şekilde.”
Hafifçe gülümsemiştim, söylediği şey beni güldürmeye yetmişti. İfade odasından en son Asel çıkınca hepimiz oturduğumuz yerden kalktık.
“Gidebilirsiniz… Ancak söylemeliyim ki bir kez daha bu şekilde yakalanırsanız, yanlış anlaşılma yalanınızı bu kadar kolay yemem söyleyeyim.”
Söylenilen azardan dersimizi almıştık. Gençliğimize mi verilmişti yoksa böyle ufak şeylerle uğraşacak zamanları mı yoktu anlayamamıştım ama orada tutulmadığımıza memnundum. Asel yanımıza doğru yürürken biraz olsun gözlerinde utanma hissi görmek istemiştim. Ne yazık ki görememiştim. Göktuğ, Asel’in önünü kesmiş ve yüzüne bakmasını sağlamıştı. Ağzından çıkan kelimeler öyle keskin ve can yakıcıydı ki beni bile kesip geçmek üzereymiş gibi gelmişti.
“Kendini bu kadar düşürdün mü yani? Sevgin böyle can yakacak kadar büyüdü mü sanıyorsun şimdi de… Sevgin hırsa dönüştü Asel, bu da etrafındaki herkese zarar veriyor ama her şeyden önce seni, benim gözümden düşürüyor.”
Bu Asel’i yaralamak için yetmişti, yüzü düşmüş ve yaptığı şeyin ne kadar kötü bir yere vardığı ile henüz yüzleşmişti belki de. Önünden çekilmesiyle, Asel’in hızlı adımlarla yanımızdan ayrılıp karakoldan çıkması bir olmuştu. Derin bir nefes aldı Göktuğ ve Yeliz’e döndürdü bakışlarını.
“Yanında olsan iyi olacak sanırım, yaptığı çok yanlış olsa da o da ne yaptığını bilmiyordu. Hem belli ki senden de saklamış tüm bunları. Aranızdakileri de halledersiniz. Olur mu?”
Yeliz, Sarp’tan onay almak için ona baktı. Onayını alınca da yavaşça, sanki nereye gittiğini biliyordu da yetişme telaşı yokmuşçasına arkasından gitti.
“E bugünü de atlattığımıza göre artık buradan çıkabilir miyiz? Her yer evrak kokuyor…”
Ersan, söyleyene kadar evrak kokusunu hiç düşünmemiştim hatta bir karakolun nasıl koktuğunu da hiç düşünmemiştim ama gerçekten de düşününce sanırım evrak kokuyordu.
Sarp ellerini cebine sokmuş keyifsiz şekilde çıkıyordu karakoldan, Yeliz onun kız arkadaşıydı ve böyle bir şeye ortak olabilme ihtimalinin düşünülmesi belli ki onu oldukça kırmıştı. Bir yerde haklıydı da aslında. Ersan, Selin’i kolunun altına almıştı. Göktuğ ve ben arkadan yürüyorduk. Sarp, Ersan ve Göktuğ üçlüsünün kaşları ve dudakları patlamıştı. Neyse ki yüzlerinde uzun süre kalacak çürükleri yoktu.
“Nereye gidiyoruz şimdi?” diye sordu Göktuğ.
“Sen böyle eve gidemezsin, sen seç.”
“Ben de tam onu söyleyecektim.” Diye Ersan’ı onayladı Göktuğ ve devam etti:
“Annem bu halimi görürse hem yok yere endişelenir hem de Asel ile gerçek bir tartışmaya tutuşur. Konu Asel’in ailesine kadar sıçrar.”
“Sıçrasın zaten, annesinin bilmeye hakkı ver. Kızı boyundan büyük işlere kalkışıyor.”
“Hemen sinirlenme Selin. Bunu söyleme sebebim Asel’i korumak değil. Düşemeyeceği kadar düştü gözümden. Sadece uğraşmak ve ilgilenmek istemiyorum. Asel ile ilgili hiçbir şey ile ilgilenmek istemiyorum ve annemi de Asel ile ilgili bir konu yüzünden üzmek son istediğim şey.”
“Stüdyoda benimle kalabilirsin. Annem zaten bizi pek rahatsız etmiyor biliyorsun ve yanlış hatırlamıyorsam zaten birkaç gün şehir dışında olacak. Teyzemlerin yanına gitmesi gerekiyor.”
Sarp, en kolay çözüm yolunu sunmuştu ve bu fikirde onay görmüştü zira zaten başka bir çıkar yolu da yoktu. Ben bizde kalmasını isteyebilirdim ancak bu durum çok yanlış anlaşılmaya müsait olur diye susmak bana o an için çok mantıklı gelmişti.
“Hem belki kayıtta alırsınız? E boşuna dememişler her şerde bir hayır vardır diye… Ne zamandır aynı şeyleri dinleyip duruyoruz. Yazamasanız yine anlayacağım ama birçoğu kayıt alınmayı bekliyor.”
Selin sızlanmış, işe iyi yönünden bakmaya karar vermişti ve bunu da belli ediyordu. Selin’in sinirinin geçtiğini anlayan Sarp biraz daha iyi hissetmiş olacak ki gülümsemeyi ihmal etmemişti. Bu aradaki gerginliği dindirince biraz daha iyi hissediyorduk artık hepimiz.
Bir taksi çevirip önce yakınlardaki bir eczaneden pansuman için malzeme aldıktan sonra Sarp’ın evine varmıştık. Bodruma inince geniş bir alan bizi karşıladı. Ayrı bir yerde küçük bir mutfağı vardı ancak alanın çoğunu kayıt cihazları, bilgisayarlar, kayıt alınan kabin kaplıyordu. Ek olarak bir de kanepe koymuşlardı geniş alana. Bir oda daha vardı ve orada da sadece çift kişilik bir yatak vardı zaten orası da sadece o yatağın gireceği kadar bir genişlikteydi.
Ortam çok karanlıktı, pencereleri örten kalın siyah perdeler vardı. İçeriyi sadece led ışıkları aydınlatıyordu.
“Evet, işte burası da bizim stüdyomuz. Hoş geldiniz…”
“Güzelmiş, yoğun sigara ve alkol kokusunu saymazsak hatta gayet günlerce içeride kalınabilir.”
“Selin, güzel kardeşim sen neden hiçbir şeyden memnun kalmıyorsun?”
“Burcumun getirdiği şeyler diyelim…”
“Burcunun ne olduğunu inan öğrenmek istemiyorum çünkü öğrenirsem seninle aynı burçtaki herkese hemen şuan memnuniyetsiz damgası vurabilirim…”
Sarp ve Selin’in arasında tatlı ve gülüşmeli çekişme benim eczane poşetinin içinden pansuman malzemelerini çıkartmam ile sona ermişti. Herkes ciddiyete bürünmüş ve Göktuğ ile Sarp adeta yan yana oturup kendilerine pansuman yapılmasını bekliyorlardı. Ersan ile Selin ilgileniyordu ve o arada da birbirlerini öpmeyi unutmuyorlardı.
“Biliyor musunuz? Buradan bakınca ikinizde yaramaz çocuklara benziyorsunuz. Sanki annenizin sözünü dinlemeyip o gün evin içinde top oynamışsınız da merdivenlerden yuvarlanmış gibi gözüküyorsunuz.”
Konuşurken bir yandan da Sarp’ın kaşındaki kuruyan kanı temizlemeye çalışıyordum.
“Keşke kurumasına izin vermeseydim.”
“Sızlanma derim, eğer orada kurumasına izin vermeyip sürekli silseydin şuan hala kanın dursun diye silmeye devam ediyorduk. Yaranın üzerindeki kan eskiyip kurumadan, akan kanı durduramazsın.”
“Vay be! Şuna da bakın… Nesin sen hemşire falan mı?”
“Lisedeyken belki evet, olabilirim…”
“Söyle o zaman, bu yaralar bir hafta içinde geçer mi?”
“Daha bile kısa sürebilir. Tıpkı pansumanının beklediğimden daha kısa sürmesi gibi.”
Yüzünden uzaklaştıktan sonra elimdeki pamuğu bilgisayarların üzerinde durduğu geniş ve uzun masanın altındaki çöp kutusuna attım ve yüzümü Göktuğ’a döndüm.
“Sıra diğer yaramazda sanırım” diyerek yüzüne doğru yaklaştım. Temiz pamuğu dudağındaki kana sürterken acı ile irkildiğinde gözlerim dudaklarından direkt gözlerine kaymıştı. Gözlerinin altındaki mor halkaların gözler önüne serdiği uykusuz gece senaryoları bir film misali aktı zihnime, kahverengi gözleri ışıkların altında dans ettikçe gökkuşağının istendiği zaman ortaya çıkabildiğini öğrendim. Gülümsemesinin gözlerinin kenarlarının kıvrılmasından anladığımda istemsizce gülümsedim. Nefesi yüzüme vururken, birinin gülümsemesinin tıpkı bir aynaya yansıyarak gözüktüğü kadar kısa bir sürede bana yansıyabileceğini fark ettim…
Ellerim gerildi, kalbim gerildi, zaman gerildi… Akabilme kavramı o an için sadece sıvı için değil de benim içinde geçerli oluverdi. Aktım, nehirler dolusunca aktım bir çift kahverengi göze ve yaramaz gözaltı morluklarına. Derin bir okyanusa balıklama atlamış gibi kayboldum zamanın içindeki anda. Tam da bu anda, sihrimi bulmuş gibi kilitlendim. Basit bir bakışmadan alan neydi ki bu anı, güzel bakması mı? Dudaklarının yakınlığı mı? Nefesinin sıcaklığı mı?
Pek fazla düşünmeye fırsat verilmeden ve o anda ne kadar kaldığımızı anlamadan bizi o andan alan bir boğaz temizlemesi olmuştu. Sarp, boğazını temizlemiş ve ardından biz kendimize gelince de Selin kanepenin üzerindeki kırlenti kızarak Sarp’a fırlatmıştı.
“Ne diye bozuyorsun ki? Çok güzeldi.”
“Sanırsın romantik film sahnesiydi az önce olanlar.”
“Siz bugün neden bu kadar çok birbirinize giriyorsunuz Allah aşkına!”
Ersan, Sarp ve Selin’in arasındaki atışmaya birden ciddiyetle parmak basmış ve sebebini söylemelerini istemişti. Aniden konu bize gelmiş ve neyse ki benim utanmama gerek kalmadan bizden çekilmişti.
“Sen, yaramı temizlemeye devam et ve fazla dikkat çekme yoksa bu gerginlikte bizi yerler.”
Göktuğ bileğimden elimi kavrayıp, parmaklarımın arasındaki pamuğu dudak kenarına dokundurmuştu. Yine canı acımıştı ancak bu sefer daha az tepki vermişti. Gülümsedim ve yanaklarımın sıcaklığına aldırmadan dudağını temizlemeyi sürdürdüm. Bir yandan da geçen muhabbeti dinliyordum.
“Çünkü hanımefendi benim de yakın arkadaşım olmasına rağmen kız arkadaşıma amcasız infazlarda bulunuyor.”
Sarp bu konu da haklıydı aslında ama düşününce Selin’de haklıydı.
“Ne kadar kabul etmek istemesen de Yeliz bugün söylediklerimi sen olayın içinde olmasaydın haberi olsa dahi söylemeyecek potansiyeli taşıyan bir kız. Zaten onu çekilebilir kılan şey de seni seviyor olması. O kızın duygusal olarak sadece sana karşı sevgi beslediğine inanıyorum. Neden hâlâ yanında durmayı kabul ediyorum sanıyorsun ki? Sana verdiğim değer yüzünden elbette.”
Selin soluksuz cevaplar veriyordu. Arkadaşları ile arasına girilmesinden hiç haz etmezdi ve Sarp’a gerçekten değer veriyordu. Üstelik onlar aile gibilerdi ve Selin zaten doğru şekilde düşünmek gerekirse aile hasreti ile yanıp tutuşan birine dönüşmüştü ailesel sorunları yüzünden. Onlarla birlikteyken de bu hasretin dindiğini anlamış olmalı ki koruyucu yanı böyle keskin dilli şekilde ortaya çıkıyordu.
“Tamam, soluk al olur mu? Bana değer verdiğini biliyorum ve sen de benim kız kardeşim gibisin bu yüzden zaten Yeliz ile anlaşamamanız benim canımı çok fazla sıkıyor. Bir başkası olsa umursamayacağım için bu kadar önemsemem biliyorsun.”
Selin biraz daha surat büktükten sonra kısa sür düşündü ve omuz silkerek:
“Özür dilerim ama sen de beni anla, o an ki öfke ile biliyor olabileceğini düşündüm. Yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor nasıl olsa” dedi.
Ardından oturduğu yerden ayağa kalkıp kollarını yana doğru açtı ve Sarp’ın ona sarılmasını bekledi. Sarp’ta çok bekletmeden sarılmıştı. Gerçekten de aile gibilerdi ve Selin’in hissettiği sıcaklığı ben de hissetmeye başlamıştım.
“Koca kafa…” diyerek Selin’in kafasına iki kez yumruk yaptığı eli ile kapı tıklatır gibi yumuşak şekilde vurdu Sarp.
“İçi dolu bir koca kafa, senin gibi boş bir teneke değil…”
Herkes kahkaha atınca tüm gerginliğin kalıcı olarak ortamdan gittiğine ikna olmuştuk. Ben de Göktuğ’un pansumanını bitirmiştim. Neyse ki bu konuşmaların arasında bilerek uzattığım pansuman süresi anlaşılmamıştı. Göktuğ’da halinden memnun olacaktı ki sesini çıkartmamıştı.
Birlikte bilgisayara odaklanmıştık, Sarp kayıt alınan ve kimseye dinletmediği, yayınlanmasına epey zaman olan parçalardan dinletmeye başlamıştı. Hepsi güzeldi ve kulak yormayan parçalardı. Hâlâ nasıl tanınmadıklarına insan şaşırıyordu doğrusu ancak her şey gibi bu da zamanını bekliyordu belli ki.
Birlikte atılan kahkahaları dindiren ve beni o an için onlardan soyutlayan eski sevgilim tarafından telefonuma gelen bir yeni mesaj olmuştu. Doruk mesaj atmış, sanki tüm hatalar kendisinin değilmiş ve ilişkimizi hâlâ ortada bir ilişki varmış gibi kurtarmaya çalışan fedakâr sevgili modeline bürünerek yazmıştı belli ki bu mesajı.
“Merhaba Alin, sevinir misin bilmiyorum ancak sevinmeni umut ediyorum. Okul okuduğun şehre yatırım yapmak istediğimi söyledim ve babam da tabiî ki onay verdi. Biliyorsun, ailenin kırılmayan göz bebeği çocuğuyumdur. Sana yakın bir yerlerde ev bile tuttum hatta. İşlek bir caddede bulunan bir dükkânı da güzel bir kahveciye dönüştürüyorum. Birkaç gün içinde orada olurum. Biliyorsun, bunların hepsi senin için ve senden kopamam. Geri kazanmak için elimden geleni yapıyorum ve yapacağımda. Çünkü kalbim sana ait ve seninki de bana…”