Üzerimde Göktuğ’un kıyafetleri ile uyuyakalmıştım, dün gün boyunca da uzun bir özür mesajı atmış ve detaylı şekilde de yalan söylemiştim. Bunu yapmak zorunda olduğuma hâlâ inanamasam da yapmak zorunda kalmış ve utanmadan da yapmıştım. Bir yerden sonra anladığım şey ise şuydu; Ben acımalarından daha çok bu gerçeği unutabilme ihtimalime tutunuyordum. Birilerinin bana sürekli dikkatli şekilde bakması, her an ölebilirmişim gibi yaklaşması beni öyle yıpratıyordu ki, burada bana bunu hatırlatabilecek tüm unsurları şimdiden reddetmiş ve ona göre davranmıştım adeta. Bunun içinde hâlâ elimden ne geliyor ise yapıyordum.
Göktuğ hiçbir mesajıma yanıt vermemişti, kırıldığını yeterince belli etmişti. Kırılmasının yanında annesine de ayıp etmiştim üstelik. Bu duruma da ikinci kez düşmüştüm. O varken her şey birden uçup gidiveriyorken nasıl aklı başında davranabilirdim ki?
Kendime kahve hazırlarken kapının çaldığını duyunca sakince kapıya yöneldim ve delikten kimin geldiğine baktım. Selin gelmişti, dün olanları ona anlatmıştım ki yüz yüze aptallığımı yüzüme vurmak üzere kalkıp buraya kadar gelme zahmetinde bulunmuştu. Kapıyı açar açmaz da yağmurluğunu çıkartırken söylenmeye başladı. O söylenirken ben de ona kahve yapmaya başlamıştım.
“Anlamıyorum, anlayamıyorum! Bazen gerçekten aptallığın tutuyor.”
“Ne yapsaydım yani? İlaçlarımı es mi geçseydim?”
“Hayır, senden bunu kimse isteyemez. Zaten önceliğinin onlar olması daha önemli ama en azından kahvaltıya gitmese miydin acaba? Böylesi sence de daha kötü olmadı mı?”
“Bana bilmediğim konular ile gelirsen daha çok mutlu olabilirim mesela Selin. Bu durumun ne kadar kötü etkileri olduğunu düşünebilecek kadar aklım yerinde hâlâ. Bunu nasıl düzelteceğimi bilmiyorum.”
“Düşününce aslında çokta kötü değil ancak başka yerden düşününce de oldukça berbat bir durum. Annesinin yanında böyle davranman konuyu daha da kötü bir yere çekiyor. Nedenine gelirsek Göktuğ oldukça ailesine düşkün davranan bir yapıya bürünmüş biri. Babası tarafından terk edilmesi de en büyük sebep tabii ki.”
Ona uzattığım kahveyi eline alınca benimle birlikte koltuklardan birine oturdu ve sırtını arkaya yasladı. Bardağından bir yudum aldıktan sonra gözlerini devirerek karşı duvardaki odanın kapısına baktı.
“Yeliz ne zaman taşınıyordu? Bugün değil mi?”
Bunu tamamen unutmuştum. Alnıma okkalı bir tokat indirdim ancak sonrasında sakinleştim ve neden böyle büyük bir tepki verdiğime anlam veremedim.
“Pek bizi ilgilendiren bir durum yok Selin, senin yüzünden anlık olarak panikledim. Neden unutmuş olmam beni bu kadar gerdiyse? Kız altı üstü eşyalarını getirip yerleştirecek. Zaten ondan çok hoşlanmadığını bildiği için ve o da senden çok hoşlanmadığı için; ne senden ne de benden yardım isteyeceğini sanmıyorum.”
“İstemesin zaten, o aptalın hiçbir şeyine yardım etmek istemiyorum.”
Selin, cümlesini kurarken bardağından bir yudum daha almış ve aynı zamanda üzerimdekileri süzmeye başlamıştı. Bunu yaptığını görünce onu onaylarcasına kafamı salladım.
“Tamam, biliyorum. Üzerimi değiştireceğim zaten. Bunalımdaki metalci liseliler gibi görünüyor olmalıyım büyük ihtimalle.”
“Evet, aslında sayılır ancak bana kalırsa değiştirmemelisin. Yeliz seni böyle görürse anında Asel’e yetiştirir. Çok eğleneceğimize bahse varım.”
“Asel gibi bir kız ile uğraşmak şu aralar en son istediğim şey. Ayrıca sence hâlâ Göktuğ ile ilgili konularla ilgilenmesi tuhaf değil mi sence de? Yani üstelik aldatan kişi o iken…”
“Doğru söze ne denir? Hiçbir şey. O da öyle tuhaf bir kız işte ne yaparsın. Yani tatlım demem o ki gözünü dört aç ki masum kuzucuğumuzu sinsi kurtlar kapıp yemesin.”
“O ne demek şimdi?” diye sordum bardağımı orta sehpanın üzerine bırakıp üzerimi değiştirmek için odama giderken.
“Ya kızım, sendeki bu akılla olmaz. Taşı su ile değirmen mi döner? Farkında bile değilsin. Göktuğ’dan harika sevgili olur diyorum, harika da gelecekte baba olabilme hayalleri kurdurur kendisiyle ilgili diyorum, kime diyorum!”
Haklıydı, farkındaydım hatta kuruyordum belki hayalini de ancak nasıl olacaktı ki? Yani, ben böyle hata üstüne hata yaparken nasıl olabilirdi ki? Aklım pek almıyordu. Konu aşk olduğunda üzerinde plan yapılabilmesi de biraz zordu. Üstelik ben hiçbir zaman plan yapmazdım, aşk ile de aram pek iyi olmayınca onunla ilgili plan tecrübemde hiç olmazdı. Bana göre strateji ve aşk aynı anda yürüyebilen şeyler de değillerdi zaten. Aşk doğal ve olağanken güzeldi. Anlık olarak gelişen öpüşmeler, çekimine karşı koyamadığın için yaşanan sevişmeler baştan çıkarır ve hayatı yaşanabilir kılardı. Strateji politikada, kariyer tırmanışlarında devreye giren dünyevi bir terimdi. Aşk, fantastik evrenin kutsal kitabının en kutsal terimiyken böyle kirletmek insanın haddine de değildi.
“Ne yapayım yani?”
“Ansızın dudağına falan yapış mesela?”
Üzerimi değiştirmiş, Göktuğ’un eşyalarını yatağımın üzerine gelişi güzel atmıştım.
“Elbette, ne demezsin. O da zaten tüm bunların ardından benim onun dudaklarına yapışmamı gayet olağan bir şekilde anlayışla karşılar üzerine bir de karşılık verir. Hayal dünyanın çok geniş olduğunu ve mantıktan yoksun dolduğunu sana daha önce kimse söylemedi değil mi?”
“Neden öyle olsun ki? Tamam biraz uçuk bir tavsiye vermiş olabilirim ama gayet mantıklı değil mi? Her şey biraz alkole, gece yarısından sonra gelen geç saatlerin getirdiği garip çekim yasalarına bağlı.”
“Nuri Alço ol ve çocuğun içeceğine ilaç kat mı diyorsun?”
“Sen yine Yeşilçam mı izliyorsun?”
Tam cevap verecekken kapının zili çalınca birden sohbetimiz yarıda kesildi ve ben de elimde ‘bir dakika’ diyerek kapıya doğru yürüdüm. Delikten kimin geldiğine bakınca arkamı dönüp Selin anlasın diye sinsice gülümsedim. Yeliz ve Sarp gelmişti. Üstelik ellerinde koliler ve arkalarında duran üç adet koca valizler vardı.
Kapıyı açtım ve gülümsedim.
“Günaydın demek isterdim ama siz tüm bunları hazırlamak için oldukça erken kalkmış olmalısınız.”
“O kadar az uyudum ki buna uyumak denemez o yüzden ben bir gün atlaması yapmadığım için günaydın cümlesini henüz kabul edemem.”
Sarp yarı şikâyetçi yarı da alaycı cümleleri ile kendisini evin içine atmış ve elindeki kolileri, kapısını dirseği ile açtığı odanın içine koymuştu. Hızlıca diğer kolileri de alıp odaya götürüyordu. Belli ki bir şeylere tartışmışlardı ancak ben ne olduğunu bilmiyordum. Açıkcası merak ettiğim de söylenemezdi ama bu durum Selin’i memnun etmişti. Keyifli keyifli kaşlarını memnun kalmış bir şaşkınlığın edası ile havaya kaldırmış kahvesini yudumluyordu hâlâ.
İçeriye tüm malzemeleri taşımaları bittiğinde kapıyı kapatmıştım. Öyle hızlı ve gergin taşıyorlardı ki içeriye her şeyi ben odaklanamamıştım bile.
“Yatak getirmemişsiniz?” diyerek anlık olarak ağzımı tutamadan sormuş bulunmuştum. Gerçekten getirmemişlerdi oysa ben en büyük zorluğu yatağımı kurarken yaşamıştım.
“Sipariş verildi o zamana kadar benimle stüdyoda kalacak.” Diye cevap verdi Sarp.
Anladığımı belli edercesine kafa salladım. Yavaştan acıkmaya başlamıştım ve Selin’in de acıktığına neredeyse emindim. Sarp ve Yeliz’e de acıkıp acıkmadıklarını sorunca onlar da hafiften acıktıklarını söylemişlerdi. Geçenlerde gördüğüm bir tarifi denemek için gayet mantıklı bir gündü. Belki kafamı da dağıtırdım böylece hem. Göktuğ’u düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Selin’i de yanıma alıp, Yeliz ve Sarp’ı odalarında yalnız bırakıp mutfağa geçtim.
“Ona neden mesaj atmıyorsun? Hatta aramaya ne dersin?”
Ben buzdolabından bonfileyi çıkartırken sormuştu sorusunu Selin. Ona mesaj atmama sebebim gerçekten neydi tam olarak bilmiyordum ancak kuyruğu saçma şekilde dik tutuyordum. Ne de olsa ondan defalarca özür dileyen mesajlar atmıştım, kendisi ise cevap vermemeyi bu konuyu çözmemeyi seçmişti belli ki. Bu biraz da beni sinirlendiriyordu.
“Ben ona defalarca yazdım zaten ancak o cevap vermemeyi tercih etti ne yapabilirim. Kendi tercihi. Üstelik bana o kadar kızgın ki sanırım, Sarp ve Yeliz ile bile buraya gelmedi. Normalde gelirdi diye düşünüyorum.”
“Doğru söylüyorsun, normalde gelirdi. Bir şey mi oldu acaba? Yani sana kızdığı için gemlemezlik yapmış olamaz sanırım değil mi?”
“Bilmiyorum, sen onu benden daha iyi tanıyorsun. Bunu sen söyle…”
“Ersan gelsin öğreniriz bir şey olduysa eğer.”
Ben eti küp küp doğrarken, Selin de erişteyi kremalamayı bitirmişti çoktan. Ersan’ın yemeğe yetişip yetişmeyeceğini sormak için de telefon ile onu aramıştı. Zamanlaması o kadar iyiydi ki Ersan’ı marketin önlerinde yakalamış ve gelirken tatlı almasını bile istemişti.
“Çocuğu kurye olarak kullanıyorsun gibi geliyor bazen.”
“Aşkı bana getirerek ihtiyacım olan her şeyi bana getirebileceğini kanıtlamış bir kurye o… Elbette ki ne istersem ondan iteyeceğim. Hem Ersan, benim isteklerimi ufak ya da büyük fark etmeden karşılamaktan aşırı derece garip şekilde mutluluk duyuyor. Bu onun yetebilme kompleksi sanırım.”
“Sen de bunu kullanıyorsun öyle mi?”
“Sevgilimi mutlu ediyorum demek daha masumca ve benim amacıma yönelik doğru cümle gibi geliyor.”
Göz kırpmış ve gülümsemişti. Masayı hazırladıktan kısa süre sonra kapının zili çalmış ve Selin de erkek arkadaşının geldiğinden emin şekilde bir mutluluk ile kapıya koşmuş ve açmıştı. Küçük bir sevinç çığlığının ardından Ersan’a sarılmıştı. Ersan’da ona sarılırken, elinde tuttuğu poşetin hışırtısı kulaklarıma kadar sıvanmıştı. Çok geçmeden kapının çalması ile odalarından çıkan Sarp ve Yeliz aralarındaki sorun ne ise çoktan çözmüş gibilerdi. Keyifleri yerindeydi. Ersan’a hoş geldin dedikten ve Ersan’ da masaya oturmak için ellerini yıkadıktan sonra herkes masanın etrafında toplanmış ve yerlerini almışlardı.
“Göktuğ’u aramak kimsenin aklına gelmedi resmen. Sahi o neden gelmedi?”
Selin’in ani sorusuyla boğazıma yemek kaçmasına rağmen öksürememiştim bile.
“Yani aslında bunu söylemem ne kadar doğru olur bilmiyorum. Yemek anında tadımız kaçsın da istemem. Önce yemeğimizi bitirelim daha sonra nerede olduğunu söylerim.”
“Hayır, meraklandım bir kere şimdi söyle. Nereye gitti ki? Bir yere gideceğinden hiç bahsetmemiş Alin’e. Dün beraber kahvaltı etmişler de ama yine de söylememiş. Gidecek olsa sohbet arasında söylerdi öyle değil mi?”
Selin tüm bunları bilerek yapıyordu. Asel’in yakın arkadaşı olduğunu bildiği Yeliz’den hoşlanmadığı için benim üzerimden Yeliz’i kışkırtıyor adeta nispet yapıyordu. Yeliz’de Selin’in tuzağına düşüyordu. Bunu ağzından çıkan cümleden anlamıştım.
“Bugün Asel ile görüşeceklerdi. Sanırım çok güzel geçiyor olmalı ki bu saate kadar sürmüş. Gelmediğine göre…”
Tadım kaçmış, Ersan’ın neden bunu söylemek için yemek faslının bitmesini beklediğini anlamıştım. Yine de yemek yemeyi bırakmadım. Onun yerine mimiklerimin bile değişmesine izin vermeden neşe içinde yemeğimi yemeye devam ettim. Yeliz2in tadımı kaçırmak istediğini biliyordum ve bunu ona vermeyecektim. Onun düştüğü tuzağa bilerek ben de düşmeyecektim.
Tatlılarımızı da yedikten sonra mutfağı toplamak bana ve Selin’e kalacaktı ki Yeliz son dakika artık bu evin bir üyesi olduğu gerçeğini hatırlamış olacak ki bize yardım etmeye karar vermişti. Masadaki bulaşık tabakların üzerindeki kalıntıları çöp kutusuna boşaltmış ve makineye dizmem için bana uzatmıştı.
Konuşmuyorduk, konuşmakta çok içimden gelmiyordu. Hafiften başımda dönüyor gibiydi. Telefonumun alarm sesi yeniden çaldığında arka cebimden çıkarttığım telefonumun ekranını gayet sakin şekilde kapatmış ve kimseye tek cümle etmeden ellerimi yıkadıktan sonra odama gidip ilaçlarımı içmiştim. Nefes almak istiyordum. Bu yüzden odanın penceresini açtım, balkonla yan yana olan odam balkon ile aynı manzaraya açıyordu kapılarını. Gözlerimi uzunca bir süre kapatıp derin nefesler alıp verdim. Gözlerimi açtığımda ise karşımda gördüğüm iki gölgemsi insan silueti bana bir yerlerden tanıdık geliyordu. Hava tam kararmamıştı ancak güneş batmak üzereydi ve güne turunculuk hâkimdi. Görüntüler net olmasa da bir yerlerden tanıdık geldiğini anlayabiliyordum. Bir kız ve bir erkek hararetli şekilde tartışıyorlardı. Seslerini duymasam da ellerinin hareketleri, erkeğin saçını iki eliyle öfkeli şekilde dağıtmasından bağırdıkları bile belli oluyordu. Daha net görmek için balkona çıktım ve benim aceleme anlam veremeyince evdekiler de bir şey olduğundan şüphelenip benimle balkona çıktılar. Ersan’ın ağzından çıkan iki isimle nereden tanıdığımı anlamıştım.
“Göktuğ ve Asel bunlar. Halledeceklerdi ve dostça bitireceklerdi bugün sözde bir şeyleri. Şu hale bak. Biraz daha bağırırlarsa parka yakın kaç apartman sakini varsa varsa hepsi izlemek için cama çıkarlar.”
“Videoları çekilip sayfalara düşmesinler de arkada çalan acıklı bir müzik ile…”
Selin yine alaycılığını ortaya koymuştu ama tüm alaycılığımızı üzerimizden alıp götüren ve bizi izlemek yerine parka koşmak zorunda bırakan bir olay olmuştu. Asel’in bir el hareketiyle üç erkek ellerinde sopalarla Asel’in arkasında belirmişlerdi.
“Şaka yapıyor değil mi? Yeliz bana böyle bir şeyi Asel’in yapmayacağını söyle! Bundan haberin var mıydı?”
Sarp gördüğü manzara karşısında sinirlenmiş ve haklı olarak Yeliz’i soru yağmuruna tutmuştu. Yeliz de şaşkınlık içinde başını olumsuz şekilde iki yana sallayabilmişti.
“Koş Sarp, koş! Bunlar tek başına yerler o çocuğu!”
Ersan ve Sarp hızlıca kapıdan çıkarken biz de arkalarından koşmuştuk. Kapıyı kapatmak ve anahtarı yanıma almak son anda aklıma gelmişti. Merdivenleri büyük bir korku ve endişe ile inerken Göktuğ’u sopaların hedefinde yerde yatarken görmemek için dua ediyordum. Apartmanın ana kapısından çıkıp parka doğru koşarken Selin’in gözlerindeki öfkeyi görebilmiştim. Ancak hedefinde eli sopalı çocuklar değil Asel vardı. Kendisini frenlemek onun için zor olmuştu Göktuğ’un yanına geldiğimizde.
“Senin bir şeyleri çözme anlayışın bu mu?” diyerek söze girişti nefes nefese Sarp.
“Beni yalan yanlış şeyler ile itham ediyor. Ben onu aldatmadım!” kendisini savunuyordu Asel ancak bunun yalan olduğunu ben bile biliyordum artık.
“Arkandaki üç kişiyi de bununla mı kandırdın? Anladın değil mi? Göktuğ’a yaptığın bu hatanın seni bizim çevremize nasıl kötü duyurduğunu anladın ve bugünde Göktuğ’u elde edemesen bile susturmak için yanına çağırdın. Onu da beceremeyince soluğu tehdit edecek insanlar bulamakta mı aldın yani?”
“Siz delirmişsiniz!” diyerek bağırdı Asel. Kendince haklı çıkmaya çalışıyordu ve bunu haksız olduğunu bildiği için bağırarak ve bizi suçlayarak yapmayı deniyordu. Başarıyordu da… Arkasındaki çocuklar giderek sinirleniyorlardı.
Çok geçmeden de olay kızışmış ve herkes birbirine girmişti. Asel’i ellerinin arasına alan ise Selin olmuştu. Ayırmayı denemek yerine çocukların birinin sırtına atlamış boynuna tırnaklarımı geçirmeye başlamıştım ancak ne kadar yarar sağlıyordu bilmiyordum.
Polis’in siren sesini duyduğumuz da ise hepimiz olduğumuz yerde donup kalmıştık. Pencereden bakan teyzelerden biri belli ki semtinde böyle huzursuzlukların olmasından oldukça şikayetçiydi ya da olayın daha ileri gitmesinden korkmuş ve çareyi polisi aramakta bulmuştu.