ÇİÇEK’TEN …
Bir kez daha bu hayatta büyük konuşmamam gerektiğini en ağır biçimde öğrenmiştim. Yerleştiğim oda, başımı soktuğum bu ev ve oturma odasında içinden geçtiğim adam. O kadar büyük konuşmuştum ki başıma en belası gelmişti. Bir yıl Arcan Öztürk’e katlanmak resmen cehennem de on yıl geçirmek gibiydi.
Etrafa baktığında sıradan klasik bir odaydı. Beyaz duvarlar, dört kapaklı giysi dolabı, hemen yatağın karşısında aynalı şifonyer, tek kişilik yatak. Koyu renk parkelere rağmen üzerinde krem renk puf halı vardı. şu üzerine basıldığında yünü ayakların üzerine çıkan tiplerden. Onu sevmiştim çünkü pofuduk duruyordu. Diğer kızlar da peluş şeyleri severdi ama ben çok başka severdim. Annemi hatırlatırdı bana çünkü ölmeden sadece iki gün önce ona bol yünlü bir hırka almıştım. Tüm harçlarımı biriktirmem ve bir kafede bir ay boyunca çalışmam gerekmişti ama değmişti.
Çok sevinmişti. Ona sarılırken bana hissettirdiklerini ise asla unutmazdım. Unutamazdım. Aklıma gelmesiyle hemen valizimi açtım ve hırayı bulmak için eşyaları döktüm ama yoktu. Diğerini açtım. Onda da yoktu. Aklımı kaçırmak üzereydim. Elimde olan ve buraya getirdiğim valizlerde yoktu. Gerideki eşyalar içinde kalmış olması da zordu çünkü geneli kitap ve büyük eşyaydı.
Yine de kitap ya da kap kaçak kolisinde olma fikri ile ellerim titrerken Şahin Bey’i aradım. Beşinci alışta açtı. Arcan’ı salonda bırakıp odaya çıktığımda onun da gittiğini düşünmüştüm. Bana onu ben yatırırım siz dinlenin demişti.
“Çiçek?”
Resmiyeti aradan kaldırıp ismimle hitap etmesi canımı sıksa da titrek bir soluk bırakıp “Şahin Bey bana eşyaları koydurduğunuz deponun adresini verebilir misiniz?” dediğimde bir sessizlik oldu ama ardından “Bu saatte neden adres istediniz bir sorun mu var? Arcan mı bir şey yine? Hoş o duyduklarından sonra sakinleştirici alıp uyumuştu.” Dedi.
Yutkundum.
“Benim için çok önemli bir şey eşyaların içinde kaldı. Onu almam lazım.”
“Bu kadar önemli olan şey ne bilmiyorum ama o depoya seni tek gönderemem. Çok uzak değilim eve geliyorum hazırlanıp çıkar mısın?”
İtiraz etmek istedim ama eğer yanlız göndermek istemiyorsa ıssız bir yer olabilirdi. Tek başıma başım yeterince sıkıntıdayken gitmek akıl kârı değildi. Üzerime kabanımı alıp cebime telefonumu alarak odamdan çıktım. Merdivenleri inip kapının önüne adım attığımda derince soludum çünkü sanki ev beni basmıştı.
Beş dakika kadar sonra siyah bir araba bahçeye girdi ve kapısı açıldığında içinden Şahin Bey indi. Yanıma geldiğinde mahcupça ona baktım. Adamı gecenin bu saatinde ne işlerle uğraştırıyordum. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı eğdiğimde “Hadi gidelim. Bu arada getirdiğin eşyaların içine iyi baktın değil mi? Hani araya kaynamış olabilir” dediğinde “Yok iyice baktım. Zaten küçük bir şey değil. Gözden kaçması imkânsız.” Karşılığını verdim.
“O zaman gidip bakalım.”
Arabaya geçtiğimizde gözlerim araba hareket ettiğinde her saniye biraz daha küçülen eve takıldı. Bir yıl boyunca bana zindan olacak bu ev belki de kaderimin dönüm noktasıydı. Her ne olursa olsun bu iş bittiğinde eski ben olabilecek miydim bilmiyordum.
Yaklaşık yarım saat kadar gittiğimizde yan yana büyük kapıların olduğu ve ıssız bir kesimdeki depoların olduğu yere gelmiştik. Telefonunun ışığını açan adam birini aradı ve “Neredesin?” diye sordu. Lanet olsun ki bu şekilde bile zihnimde oluşan bin tane senaryo bana hiç yardımcı olmuyordu.
Tedirgince etrafıma bakarken “Korkma sana bir şey yapacak değilim. Sadece depoların güvenliğini sağlayan birkaç adam var. Anahtar onlarda oluyor genelde. Girmek istiyorsak onun yanımızda olması lazım. Göremeyince nerede olduğunu öğrenmek istedim. Bir dakikaya geliyor.” Diyen Şahin ile zoraki tebessüm ettim.
Ağzımın içinde “Yok öyle değil” falan desem de yüzümden ve hareketlerimden açık bir kitap gibi duygularım okunuyordu. Bunu bildiğim için sustum. Elinde fenerle gelen adam arabanın yanında durduğun da elindeki bir kumandaya bastığında hem birkaç direğin ışığı yanda hem de önümüzdeki deponun kapısı açıldı.
Arabadan indiğimde ellerim terliyor kalbim göğsümü dövüyordu. Ya bulamazsam korkusu iliklerimi acıtıyordu. Kapıdan girdiğimizde eşyalar oldukça nizami biçimde dizilmiş ve düzenlenmişti. İçerisi aydınlık olduğu için hemen kolilere koştum. Bantları açmak istediğimde ellerim acısa da kopartamadım. Yanımda biten Şahin ise cebinden çıkardığı çakı ile bandı koliye zarar vermeden açarken “Böylesi daha iyi” dedi.
Her koliyi açtım. İçinden kap kacak çıkanların da kitapların da altını üstüne getirdim. Her bulamayışımda kalbimdeki korku büyüdü. Ben herkesin gördüğü atarlı giderli soğuk Çiçek olmaktan çıktım da annemin kanlı elbisesine sarılmış halde başıma geleni anlamaya çalışan Çiçek oldum.
Ellerim titrerken dudaklarım sürekli kıpır kıpırdı. Her cümlem hayırla başlayıp hayırla bitiyordu. Bu benim için sanki annemi yeniden kaybetmek gibiydi. Şahin omuzuma dokunduğunda irkilip “Dokunma bana” derken yere düşmüş geri geri gidiyordum. Ortam çok aydınlık olmasına rağmen sanki ben karanlığa çekiliyordum.
Yoktu. Hiçbir kolide annemin hırkası yoktu. Lanet olsun ki her şeyim oradaydı ama aslında hiçbir şeyin yoktu. Öylece ne kadar kaldım bilmiyorum ama bize kapıyı açan adam yoktu. Şahin ise biraz ilerde olan koltuğun dibine yere oturmuş bacaklarının birini kendine çekip diğerini uzatmış sigara içiyordu. Ellerim kulaklarımda gözlerim ağlamaktan zor görür olmuştu.
O sormadan “Annemin hırkası kayıp. O bana kalan son şeydi. Bir kez giymişti ama kokusu hala üzerindeydi. Ama artık yok. Ben bugün annemi bir kez daha kaybettim.” Dediğimde bakışları bana dönen adam “Sabah olsun. Ev sahibinin yanına ben bir uğrarım. Bakalım ne diyecek bu konuda. Sen merak etme. Hadi eve gidelim dinlen. Yarın Arcan ile bir güne başlayacaksın. Enerjin yerinde olmalı” deyip ayaklandı.
Yanıma kadar geldi ama daha temkinli gibiydi. Kalktığımda boğazım acıyor gözlerim biber sürülmüş gibi yanıyordu. Arabaya geçtiğimizde yola çıktık. Yol boyunca sadece radyoda dönüp duran şarkıları dinledik. Eve geldiğimizde ise güven veren bir tebessümle “Yarın ben halledeceğim merak etme.” Dediğinde ona sadece baş selamı verdim. Eve girdiğimde ise odama çıkmak için merdivenleri tırmandım ama hemen yan odamdan gelen sesle kaşlarım çatıldı.
Sanki biri konuşuyordu ama anlaşılır değildi. Arcan Bey ilaç almıştı. Uyanmasının ihtimali yoktu. Hemen hafifçe kapıyı tıklatıp girdim ama odada yataktaki adamdan başka kimse yoktu.
Tam yavaşça çıkacakken yine aynı mırıltıyı işittim. Başımı çevirdiğimde Arcan Bey baş ucunda yanan ışığın sayesinde kan ter içinde kalmış halde uyuyordu ama sayıklıyordu da. Yatağın kıyısına kadar gelip yüzünü incelediğimde bandajlar hala duruyordu. Alnında ve yüzünde ter damlaları vardı. Biraz eğilip dinlediğimde “Hayır. Görüyorum. Olamaz. Bırak. Nasıl yaptın?” gibi şeyler yarım yamalak işitiliyordu.
Gayri ihtiyari eline dokunduğumda amacım neydi bilmiyorum ama savunmasız bir şekilde görmek plansız hareket etmeme neden olmuştu. Arcan Öztürk benim dokunuşumla sakinleşirken aklımda annemin hırkası vardı.
ALİN’DEN …
Eve geldiğimizde burayı özlediğimi fark ettim. Yıllardır burada yaşıyorduk ve alışkanlıklar kolay değişmiyordu. Karan’ın evi büyük ve genişti. Havuzu, kocaman bahçesi ve çardağı olabilirdi ama ben burada daha rahat edecektim. En azından ona gününü gösterirken burada kalmaya devam edecektim.
Eve girdiğimde her yer tertemizdi. Toplu ve havalandırılmıştı. Camların -ki buna kapılarda dahildi- önleri korkuluk demirlerle güçlendirilmişti. Bunu görünce Karan’a şöyle bir baktım ama hemen ardından göz devirip mutfağa geçtim. Su içip dolabı şöyle bir açtığımda karşılaşacağım şey tamamen dolu olması değildi. Gözlerim irileşirken “Bu hangi ara oldu?” demekten geri duramadım.
“Eve eşyalarını almaya giderken yolda aradım. Hallettiler.”
“İyiymiş. Borçlandım sana. Maaşımdan kesersin.”
Karan kaşlarını çatarken ben çoktan bir paket çikolata almış sandalyeye kendimi bırakmış ambalajını açıyordum.
“Alin, çıldırtma beni istersen.”
“Oradan bakınca senin çıldırman şu an benim umurumda mı?”
Yüzünü sıvazlayan adam karşımda kıvrandıkça zevk almam ne kadar doğruydu? Bence çok doğruydu. Hatta olması gereken tam olarak buydu.
“Neden hala uzatıyorsun?”
Burnumdan nefes alıp verirken ağzıma attığım çikolatanın tadıyla resmen gözlerimi kapayıp inledim. Reglken resmen çikolata canavarına dönüşüyordum ve kendimi kaybediyordum.
Gözlerimi açtığımda bana daha da koyulaşmış irislerle bakan Karan ellerini de yumruk yapmıştı. Hadi canım. Bundan da etkilenmezdi değil mi? Cevap yine benden çıkacaktı belli ki çünkü bal gibi de etkilenmişti. Yine de ona kırgındım. Sürünsün ve kıymetimi anlasın istiyordum ve onu öyle görmedikçe de rahat edemeyecektim.
“Tamam, uzatmayalım o zaman. Beni bıraktın. Ev tamam halde. Sorun yok. Bende gitmeni istiyorum. Bence sen git. Arkana bile bakma.”
Bana doğru gelirken kalktım ve masanın diğer tarafına geçip düz bir ifade ile “Git Karan abi işlerin vardır. Benim yüzümden işlerinden geri kalma. Malum şirket ayrı kadınlar ayrı çok yoruyorlar seni.” Dediğimde sesimdeki soğukluğa ve sabitliğe inanamamıştım.
Dediklerimden sonra öyle bir hırsla çıkıp gitti ki resmen çarptığı kapının menteşeleri gıcırdamıştı. Omuz silkip “Ben daha çok öptüreceğim bu evin yollarını hiç merak etme sen.” Derken çikolataya devam ettim.
Salondaki koltuğa uzanmak istesem de bedenim ağrıyordu ve hazır biraz da olsa acım azalmışken daha rahat uyumak istedim. Kendi odama değil de abimin odasına geçtiğimde çift kişilik yatağa boylu boyunca uzandım.
Gözlerim kapanırken sol yanımdaki sızı yerli yerindeydi.
Saatler sonra gözlerimi araladığımda güneş batmak üzereydi. O kadar yorgun ve bitkin hissediyordum ki uyku biraz olsun kafamı toplamama yardım etmişti. Komodinin üzerine bıraktığım telefona uzanıp elime aldığımda ilk işim interneti açmak oldu. Yaklaşık bir dakika boyunca bildirim sesiyle yüzüm buruşurken neler geldiğine baktım. Karan, bir sürü mesaj yazmıştı.
“Nasılsın?”
“Nasıl oldun?”
“Neden cevap vermiyorsun?”
“Siktiğimin telefonunda internet neden kapalı?”
“Alin beni deli etme istersen.”
“Ulan toplantı olmasa gelmiştim.”
“Umarım Alin, umarım uyuyorsundur. Trip atmak için cevap vermiyorsan eğer işte o zaman olacaklardan sorumlu değilim.”
Bir link vardı ve altında yazan yine Karan’dı.
“Bu eve yerleştirilen kamera sisteminin giriş sistemi. Evdeki bilgisayar ve telefona ayarla. Evde olmadığında bile izleme yapabilirsin. Kayıtta yapıyor. Sadece salon ve mutfağı bir de dış kapının önüyle arka bahçede var.”
En son yarım saat önce yazmıştı.
“İş çıkışı geleceğim ufaklık. Mantıklı bir açıklama yaparsan iyi olur.”
Göz devirdim. Kendi kendime söylenirken kalıp önce banyoda işlerimi hallettim. Ardından bu günler için aldığım ve kullandığım polar pijama takımını giyip ayağıma puf terlikleri ayağıma geçirdim. Doktorun yazdığı iki ilacın birini karnım aç olsa da içip basit bir şekilde hazır olması için makarna suyu koydum. Tavuklu mantarlı yapacaktım.
Grup mesajlarına girdiğimde ise Savaş’la Yasemin goy goy yapmış bana yazmış cevap alamayınca tuhaf tuhaf senaryolar üretmişlerdi. Hemen dahil oldum konuya.
A – “Selam şeker parelerim. Bende ana vatan kan ağlıyor. Dün gece hastanelik oldum. Acile gittim. Karan öküzü yine karı sikme derdinde olduğu için yardım istesem de gelmedi. Sonra geldi ama ben siklemedim veeeee sonunda kaçan kovalanır taktiğine dönüp yanından ayrıldım. Kendi evime geldim. Şu an tavuklu mantarlı spagetti yapıyorum. Ne iş yapıyorsanız bırakın gelin. Burada kalırsınız hem ona göre hazırlıklı gelin.”
S – “Oooo kızın destan yazmışsın. Geçmiş olsun bu arada aşkım. O herifin derdi uçkuru olunca sana yardıma gelmemesi normal değil mi? Aman neyse boş ver onu. Ben evdeyim boştayım. Pijamalarımı alıp geliyorum. İçecek bir şeyler alayım.”
Y – “Yahu hayvan eti yemişler az yavaşın be. Şimdi bana sıra geldiğine göre bebeşim geçmiş olsun. Ben gelirken tatlı alırım. Pijama partisi yapar film izleriz. Sonra da yatıp uyuruz.”
A – “Tamam şekerler. Ben şimdi işime dönüyorum. Sizde geliyorsunuz. Öpüldünüz.”
Öpücük emojisi koyup işime döndüm. Yarım saat sonra işim bittiğinde en son yapacağım işlem makarnayı şaheserlerimle buluşturmaktı.
Kapı çaldığında elimi önlüğüme sildim ve “Geldim” diye bağırarak kapıyı açtığımda karşımda Karan’ı görünce duraksadım. Geleceğim demişti ama ciddi olduğunu düşünmemiştim.
Kaşları çatılmış yüzü kaskatı bir haldeyken “O siktiğimin telefonu ne işe yarıyor lan!” dediği an sesi evin içine gürler gibi doldu. Tamam bu beklediğim bir şey değildi. Lakin bana pek işlemeyeceğini görmesi gerekiyordu.