Bölüm 1
Son bir saçıma bakıyorum, eh oldu sanki. Üzerimdeki forma da maşallah jilet gibi, sevmiyorum ama ütüde iyiyim. Gerçi ben genelde sevdiklerimde kötüyüm. Hobaa, yaktık! Çok hafif bir makyaj yapmıştım onun da yarısı saçımı yaparken gitmiş ama canımız sağ olsun. O zaman tek eksiği de tamamladıktan sonra çıkabiliriz. Aynaya iyice yaklaşıyorum sadece kendimin duyabileceği kadar yüksek ve oldukça sert bir tonda konuşuyorum. Laftan anlamıyorum çünkü.
"MARİO GOMEZ GİTTİ VE HAYIR AVRUPA BİRLİĞİNE GİRSEK VE MUHASIR MEDENİYETLER SEVİYESİNE YÜKSELSEK BİLE DÖNMEZ! OĞUZ KAAN DİLMEN SENİ SEVMİYOR! HİÇ SEVMEDİ! HİÇ SEVMEYECEK! BİRAZ BİLE! UNUT ARTIK!"
Hah! Acıttı. Güzel. Sweatshirtümü alıp odamdan çıkıyorum. İçeride oturan annem ve babama sesleniyorum koridordan, "Ben çıkıyorum gençler!"
İlk babam tepki veriyor, "Dikkat et!"
"Siz de!"
"O telefonu duy!" Canım benim, pamuk kalpli annem. Nasıl da sevgi dolu, nasıl da kibar evladına karşı.
"Tamam!" Ayakkabılarımı ve evin anahtarını portmantodan alıp çıkıyorum nihayet. İnşallah insaflı bir polise denk geliriz de yine anahtarı kimsenin kafasına atmayacağıma dair yemin vermeme gerek kalmaz. Evimin anahtarını niye atayım memur bey, manyak mıyım ben? Atacak olsam Kemal'in evinin anahtarını atarım, o kalsın kapıda. Asla yapmayacağım hainliğime gülerken bağcıklarımı bağlayıp apartmandan da ayrılıyorum. Bakıyorum hava mis, vaktim de var; motor iskelesine kadar yürüyorum. Kemal, Andaç ve Betül ile buluşup karşıya geçmek için motora biniyoruz. Ama sezonun ilk maçı olmasına rağmen herkes düşük güç modunda, kimseden ses çıkmıyor. Ah be Eyşan Gomez, gel de gör ettiğini! Çürüttün şanlı Beşiktaş gençliğini!
"Bizi bırakıp nasıl gitti?" Atma o zehirli oku Betüş.
"Ben Zehra beni terk ettiğinde bile böyle üzülmemiştim lan." O senin andavallığın Andaç'çığım ama neyse, konu ciğerimi dağladığı için yorum yapamayacağım.
"Hayır ne var biliyor musunuz? Bu ilk giden değil, son giden de olmayacak ama insan alışamıyor işte. Gideceksen sevdirmeseydin kendini baba." Aynen öyle kardeşim. İnsan alışamıyor gerçekten.
"Doğru dedin usta." diyerek katılıyor Andaç da Kemal'e. Bir haftadan fazla bile kalmıyor halbuki ama her gidişi ilk gidişi gibi. Eyşan Kaan Dilmen.
Derin bir nefes alıyorum, "Eyşan'lar ölmez, şekil değiştirir."
Sırtımda patlayan elle kulağımda patlayan ses birden geliyor, "Konuş be kral!" Ses gitse de elini sırtımdan çekmiyor Andaç. TC simülasyonunda haklı olan tüm insanlar gibi ben de haklılığımın bedelini canımla ödeyeceğim gibi duruyor. Bir noktada olacaktı nasılsa, en azından ölümüm yabancının elinden değil.
"Lan! Salsana kızı, döktün ciğerlerini!" Kemal'in müdahalesiyle 6.7 büyüklüğündeki depremim son buluyor, artık sarsılmadan da görebildiğim gibi bazı kahramanlar pelerin giymiyor. Andaç'ın çaresiz bakışları ile karşılaşınca kıyamıyorum yine de, ayarsız devem benim alacak bir gün canımı. Sadece Kemal'e dudaklarımı oynatarak sessiz bir teşekkür yolluyorum, o da bana öpücük atıyor. Bu da sevimli ayım işte. Biz böylece kocaman bir tribünüz.
Tam motor Beşiktaş'a yanaşmış iniyorken çalıyor Kemal'in telefonu, Orhan abidir büyük ihtimalle. Oğuz'un olmadığını bildiğimden Andaç ve Betül'ün kokoreç mi tükürük köftesi mi muhabbeti daha çok ilgilimi çekiyor. Ortalık kızışsın diye tükürük köftesini savunuyorum, Andaç da deliriyor. Ta ki Kemal'in ağzından Kaan adını duyana kadar. Hoş geldin Kaan'ım, ne güzel sürpriz mi dedi o? Yoksa artık seraplar işitsel olarak da mı görülebiliyor? Ay, ay, ay! Gelmiş mi yoksa bahar bahçesi? Çekip alacağım şimdi telefonu elinden, keşke yanımda bilen biri olsa da beni tutsa. Yoksa birazdan herkes bilecek ne mal olduğumu. Allah'tan eril insanların maksimum konuşma süresi iki dakikayı geçmiyor da kendimi rezil etmek nasip olmuyor. Kemal telefonu kapattığı gibi hiçbir açıklama yapmadan yürümeye başlıyor. Eeee? Allah'ım sabır ver ya! Oğuz gelmiş, konuşsana be adam!
"Oğuz Kaan mı gelmiş?" Yine ne varsa kadınlarda var! Sağ ol Betül.
"Evet." Ve susuyor. Bu kadar yani. Evet. Çünkü her Allah'ın günü burada bu adam değil mi Kemal'ciğim? Sıradan bir olay mı bu bizim için güzel kardeşim, brother from another mother'ım benim?
"Maça geliyor mu?" Andaç! Affettim lan, helal olsun al canımı. Senin tarafından öldürülmek bir onurdur bundan sonra.
"Orhan abiyle bekliyorlar bizi. Gökdeniz de gelmiş." Yaaa... Oğuz Kaan Jr da mı gelmiş? Yerim ki, yengesi ona kurban olsun. Seda abla yani, ben değil canım. Hah, ben ne alaka?
"Hadi bekletmeyelim o zaman!" diye bağırmasam keşke bir de. Dünya daha güzel, Beşiktaş şampiyon ve ben olgun bir kadın olabilirdim. Ama işte mal bu, dünya boktan ve Gomez artık yok! Çocuklar takılmıyor bu yersiz coşkuma neyse ki onlar da hadi, haklısın gibi şeyler geveleyerek adımlarını hızlandırıyorlar. Ve bu kez hep bir ihtimal ya karşıma çıkarsa diye kalbim deli gibi atarak, nefesimi tutarak döndüğüm o köşeyi geçince Oğuz Kaan'a rastlıyorum. Biraz bronzlaşmış, daha mı yakışıklı olmuş? Yok artık!.. Çok özlemişim. Bir yutkunmaya sığmaz koskoca dört ay ama deniyorum.
"Vaay kardeşim!" Oh sen kucakla tabi Andaç, yok ki manin!
"Lan! Boy mu attın sen?" Kemal de Gökdeniz'in saçlarını karıştırıyor.
Hemen silkelenip kaçıyor Kemal'in elinin altından Gökdeniz, oflaya puflaya aslında bozulmamış olan saçlarını düzeltiyor. Gülümsememi zor bastırıyorum bu tatlı halleri karşısında, bu fındık faresini de özlemişim.
"Ne yapıyorsun Kemal ya?" Abi falan da yok hiç, kahkahalar atarak yanaklarını sıkıştıracağım şimdi. Bizden tarafa çapkın olduğunu sandığı bir bakış atıyor. "Kızların yanında."
Bu sırada Andaç'tan ayrılan Oğuz Kaan kafasına bir tane indiriyor zavallımın. Acımasız, kalpsiz adam! "Abi diyeceksin, Kemal abi!"
İyice tersleniyor bizimki, "Bırak ya ne abisi?" Sonra bizi tekrar fark ediyor, aptal aptal gülümseyerek konuşuyor. "Betül, Feryal how you doin?"
Bir tane daha patlatıyor Oğuz. Ay baya da vurdu bu sefer, ses geldi resmen.
"Abi!"
Sırıtıyor kalbime yaptıklarından habersiz, bir Betül'ü bir beni işaret ediyor keyifle Oğuz Kaan Dilmen. "Cık. Onlara abla diyeceksin. Betül ablan ve Feryal ablan."
Oğuz'u itmeye çalışıyor Gökdeniz ama nafile bir çaba, yine olan ona oluyor. "f**k it ya!"
"Türkçe dil seçeneği yok mu lan bunda hala?" Andaç'ın söylediği ile Gökdeniz hariç hiçbirimiz kahkahalarımızı tutamıyoruz. Ama eşek nazının kime geçeceğini bildiğinden kimseye değil bana dönüyor. Dilmen ailesine karşı boynumuz kıldan ince.
"Aşk olsun Feryal, sen de mi?"
Başımı iki yana sallıyorum hemen, "Yok, ben başka bir şeye gülüyordum Gökdeniz."
"I do-. Öhö. İnanmadım ama güzelliğin hatırına pret- inanmış gibi yapacağım Feri." O arada kullandığın İngilizce kelimelerle bu şakaya alınman da fazla şov sanki Gökdeniz'ciğim ama you know tabi. Ben kendi şakama kendim gülerken Oğuz Kaan bıraktığımız yerden devam ediyor.
"Feryal abla, Gökdeniz."
"Hadi tamam çok uzattınız! Boğazım kurudu benim, bir şeyler içelim sonra da stada geçeriz." diyerek bu şamataya son veriyor Orhan abi. Haklı adam, çoluk çocukla uğraşmak zor. Diğerleri de benim gibi düşünüyor olacak herkes sesini kesip Orhan abinin peşine takılıyor ve Allah'ın bir lütfu olarak Oğuz Kaan benim yanıma düşüyor. Sonra umutlanınca ben suçlu oluyorum. Bunca olasılığın içinde benim yanıma düşmesi de mi tesadüf? Evet!
"Nasılsın Feryal?" Ay! Bana soruyor.
"İyiyim, çok iyiyim. Sen?"
Gülümsüyor, "İyiyim ben de."
"Niye geldiniz? Yani yanlış anlama sevindim tabi, iyi ki geldin, iyi ki geldiniz de işte merak ettim." Hayırdır inşallah gerçekten ama yani! Soru mu bu? Beni şu kartal heykeline asın da şerefimle gururumla öleyim artık.
Bu sefer gülümsemiyor baya benimle alay ediyor Oğuz Kaan Dilmen, "Sakin ol, sakin. Anlamadım yanlış falan."
Gökdeniz hemen arkasına dönüp lafa giriyor. Önümüzde yürümesine rağmen bizi dinliyormuş demek, sincap seni!
"Gomez'in yokluğunda Beşiktaş'ımın ve senin yanında olmak istedim Feryal'ciğim. Özlemişsindir beni! Bir de abimin evden gidişini kutluyorum, finally!" Damat olmuş gidişini mi? Ay deme öyle şeyler Gökdeniz, yapma ablacığım! Gülce abla nikahsız nasıl izin verirsin bu adama ya? Amerika'da yaşıyorsunuz diye de ama bu ne rahatlık canım? Pes! Hayır, bu kez Fifa değil; bir saniye karıştırmayın kafamı şimdi. Sen de bir dur Gökdeniz'ciğim,
"E ama okulun var Oğuz?"
Eli ensesini buluyor, rahatsız bir bakış atıyor çevresine Oğuz Kaan. Bu konunun açılmasından mutlu değil belli ki. Zorla mı evlendiriyorlar çocuğu yoksa? Ay! Ayy! Hamile! Hamile bıraktı bir kızı, boyun posun devrilsin inşallah! "MIT'ye geçiş yaptım, Massachusetts'te ev bakıyorum."
Ben daha ağzım açık kalakalmışken hemen duruyor bizimkiler, herkesin de kulağı buradaymış maşallah!
"Vaay! Helal kardeşime."
"Aaa! Çok tebrikler Oğuz'cuğum."
"O zaman biralar senden!" Kasap Kemal ya, vallahi ruhu kasap bu çocuğun boşuna okuyor!
"Ayıp-"
"Höst! Ben dururken!" Orhan abi olaya el atınca Oğuz da ağzını açamıyor. Kapasın zaten hiç hayır konuşmuyor bugün.
"Ben de içebilir miyim amca?"
"Hee, iç de anan vursun beni! Sen ve Feryal gazoz içersiniz Gök! Gözünü seveyim Gülce'yi sarma başıma, bitmiyor sonra. Ne o, ne onu üzdüğümden baban."
Ay benimki haplı olsun lütfen! Böyle bitmez bugün Orhan abi. Adam Massachusetts diyor, bana daha Mecidiyeköy mapı üniversiteye geçişle geçen sene açıldı. Hala hiçbir şey söylemediğimi fark edince yalandan bir gülümsemeyle Oğuz'a dönüyorum.
"Tebrik ederim Oğuz, hayırlı olsun."
"Teşekkür ederim Feryal, bakalım inşallah."
İnşallah tabi, inşallah. Hem inşallah hem maşallah. Adam bekar evi açıyor ya Amerika'da... Gelsin sarışınlar, gitsin kızıllar, bitter çikolata alternatifi bile var! Gerçi bunlar olmasa ne olacak? Oğuz'un sevdiğinin ne önemi var ki? Önemli olan tek bir şey var ve ondan da eminiz. Oğuz Kaan Dilmen, beni sevmiyor. Hiç! Biraz bile! Gomez de gitti zaten. Dönüyorum yönümü Orhan abime,
"Gomez'siz bu maç nasıl geçecek be Orhan abi?"
Anında yüzü düşüyor Orhan abinin de ama ben daha adamı da üzdük yok yere diye kahrolamadan hemen kolunu omzuma atıp beni yamacına çekiyor. Tam da ihtiyacım olan bu olduğu için vicdan azabını rafa kaldırıyorum, amca baba yarısıdır sonuçta. Oğullarının yaptıklarının bedelini ödemeliler. Bizdeki de kalp. Tekrar yürümeye başlamadan önce sadece benim duyabileceğim kadar kısık bir sesle konuşuyor. "Geçecek Feryal'ciğim... Neler neler geçmedi ki? Bu da geçecek."
Başımı kaldırıp yüzünü görmeye çalışıyorum ama bana değil önüne bakıyor Orhan abi. İçime onun da Gomez yerine Oğuz Kaan'ı kastettiğine dair bir kuşku düşüyor. Biliyor mu yoksa? Ama yok canım! Nasıl bilsin ki?
*
Dakika elli sekizde penaltıdan üçüncü golü atmışız aslında. Ama bu akşam tribünde benim gibi, efkarlıyız hocam efkarlı. Her şey bir anda oluyor çünkü. Bir kişinin ah ulan Gomez demesi yetiyor küllenen ne varsa harlanmasına ve biz birden kendimizi maçta oynamayan, muhtemelen izlemeyen bile bir oyuncuya tezahürat yaparken buluyoruz. Ben alışığım da tribünün haline üzülüyorum. Sizinki de mi karşılıksız be çocuklar? Ah Gomez, ah! Önce aşağı taraf başlatıyor.
"Yak gel bildiğin ne varsa!"
Bizimkiler dünden hazır, "Sat gel gözüm yok para pulda!"
Tekrar aşağıda, "Yalnız sanadır bu hasretimiz!"
Bu tribünde acı, sesten de ışıktan da daha hızlı yayılıyor. Duyan, duymayan hissedip dahil oluyor hep birlikte haykırıyoruz. "Gomeeez!"
Tekrar döngüye giriyoruz. "Dön gel! Vaktimiz varken!"
"Zaten şu yalan dünyada!"
"Yen inadı Gomeeeez!"
Gomez gelmiyor ama dördüncü gol geliyor ve tabi ki Beşiktaş'ımın adeti olduğu üzere bir tane de son dakika golü yiyoruz. Uzatmalarda dört sıfır üstün olduğun maçta gol yemek mi? E en sevdiğimiz. Allah'tan TFF müsaade etmiyor, süre sona eriyor da maçı başka bir kaza bela olmadan bitiriyoruz. Çok şükür! Çünkü biz buradan kaybederiz. Biz buradan çok kaybettik. Son dakikada, tam da kazandık derken. Neyse ne diyorduk, Oğuz. Yok. Ah Gomez ah!
Adet olduğu üzere kokoreçlerimizi gömdükten sonra biz Dilmen'lerden ayrılıp motora biniyoruz. Adam İstanbul sınırları içerisinde bile ne yapıyor ne ediyor benden başka bir kıtada uyumayı beceriyor, takdire şayan! Ne zamana kadar burada onu bile öğrenemiyorum ki. Gökdeniz normalde dayanamaz yumurtlardı ama Gomez'sizlik sesini soluğunu kesti kuzumun.
Kıyıya ulaşınca bizimkilere de selametle diyip yollarımızı ayırıyorum, eve kapıyı çalmadan anahtarla giriyorum. İyi ki almışım yanıma, annemler kesin uyumuştur. Yavaşça aralıyorum kapıyı. Tahmin ettiğim gibi evde sessizlik hakim. Aslında duş almam lazım, üzerimi değiştirmem lazım, yüzümü temizlemem, dişimi fırçalamam... Var oğlu var ama bende hal yok. Bu yüzden kendimi yatağın üzerine atıp ellerimi başımın altında birleştirerek tavana bakmaya başlıyorum. Yapacak çok şey olduğunda yapılabilecek en iyi şey, hiçbirine ilişmemektir. Haksız mıyım?
Derin bir of çekiyorum. Beşiktaş'ım Alanyaspor'u dört sıfır mağlup edip ölmeden cenaze namazını kıldırmış ama ben layıkıyla sevinemiyorum bile. Hep o Gomez yüzünden! Gomez olmadan, olmaz. Olmuyor. Boğazım da acıyor! Çok bağırmaktan canım! Ne ağlayacağım bir Gomez için? O mutluyken ben mi üzüleceğim? Gitsin başka taraflarlara üçlü çektirsin bundan sonra. Ev açtığı yetmiyor bir de yepyeni bir okula gidecek, şimdi kim bilir ne güzel kızlar vardır tanışılacak. Fıstık gibi de çocuk, havada kaparlar bunu!
Kaparlarsa kapsınlar! Bana ne! Yan dönüp yüzümü koluma siliyorum, cenin pozisyonumu da alıyorum. Kendimi bu güne kadar yapılmış en kral besteyle kraliçeler gibi uykuya uğurluyorum.
"Bana aşktan bahsetme, sen aşktan ne anlarsın? Sen benim yüreğimde kanayan bir yarasın. Sevdanla yetinmedim, kalbime mabet yaptım. Çekip gittiğin o gün, canımdan canımı aldın. Sevdiğim, Allah belanı versin... Sevdiğim, dertlerin hiç bitmesin..."
*
Merhaba!
Tribün ses ver, uyuma :)
Her bölümü 1903 kelime yazmam yok muydu peki? Yoktu sanırım çünkü ilk bölümden uymadıksnsj
Neyse yeni hikayemiz, vatana, millete ve büyük Beşiktaş camiasına hayırlı olsun :)
Beğenirseniz yıldız çakın, yorumlarınız başımızın üzerine!
Sevgiler, saygılar, yaldızlar ve yıldızlar :*