"... Öyle işte Feryal. Bir de başka kız yokmuş gibi o kaşarla flörtleşiyormuş şimdi. Hangisine üzüleceğimi şaşırdım anlayacağın."
Al benden de o kadar Melisa, al benden de o kadar güzelim. "Bir gönlünü gezdir bakalım konular arasında, hangisi içine en çok sinerse bu hafta da ona üzülürüz."
Ağzı açık kaşları çatık kalakalıyor güzelim kız, işte güzellik beyinle desteklenmeyince böyle ömrü az oluyor. Erkekler anlamaz. "O ne demek öyle?"
Açıklayayım hemen, burası en sevdiğim kısmı. Provam tam, ezberim sağlam. "İki hafta önce başka çocuk anlatıyordun kızım, şimdi gelmiş Ümit diyorsun. O yüzden istediğine üzülelim diyorum nasılsa çok uzun soluklu olmuyor."
"E ama aşk olsun! O dağ ayılarıyla takıla takıla kalpsizleştin sen iyice. Tabi, nereden bileceksin sen flörtmüş, aşkmış?.. Bendeki de laf, sende varsa yoksa Beşiktaş."
Senin de o kalbin bir durulsun artık inşallah kızım. Ama kabul etmek lazım, kız ilk kez üst üste iki doğru cümle konuşuyor; bizimkiler az biraz ayıcık ve ben flörtmüş, aşkmış bilmem. Bizde bütün sevdalar kara sevda. Gerçi sen de bunu nereden bileceksin be Melisa? "Aynen, aynen. Hatta Beşiktaşk." O buruşan suratına keyifle dil çıkarıyorum yola öyle devam ediyorum. "Sen Ulaş'a, Ulaşk derken biz böyle yapmıyorduk ama Melisa Hanım. Neyse ben derse gidiyorum, sen de çok yıpratma kendini maksimum on güne doldurursun sen onun yerini de, yerini başkasıyla dolduracağın biriyle."
"Ha ha! Kalpsiz kadın, ne anlarsın sen? Allah bilir en son anaokulunda aşık olmuşsundur." Arkamı dönmeden önce öpücük yolluyorum Melisaşkım'a, tabi Allah bilir. Allah bilir, sen hiç sormadığın için bilemiyorsun. Hoş sorsan da bilir miydin, inan ben de bilemiyorum? Ama biraz daha oyalanırsam derse geç kalacağım onu biliyorum. Koş Feri koş!
Sen anca burada koridorlarda koş, elin kızları Amerika'larda kim bilir kimlere nasıl koşuyor?
Ayakları yan bassın!
*
Elimi montumun cebine koyup bir tur daha bağırıyorum, "Koş Betüş, koooş!"
"Geldim geldim!"
Bağıran Betül yerine var kamerası gibi aniden tepemde Halide teyze ile dudaklarımı dişliyorum. Bunlar böyle ama, ihtiyaç varken sessize yatarlar; tam klas bir gol peşindeyken hop! Var var, var! "Nereye böyle Feryal kızım?"
Anlamayacağını bile bile konuşuyorum. Ayağa el de der, göğse el de der, penaltıya ne gerek var der, durduk yere al sana kırmızı kart der, der oğlu der. Doğru yerde doğru şey hariç her şeyi söyler. Teknolojiye bile yalan söyletebilen başka millet var mıdır acaba? "Deplasmana."
"O neresi?"
Hem bana hem Halide teyzeye cevap yetiştiriyor Betül. "Patladın he... Rize, Rizeee Halide teyzem! Bir galibiyet alıp döneceğiz kısmetse."
Anladıklarıyla yalandan çatıyor kaşlarını Halide teyze, bıkmadan usanmadan aşk ile bir daha azarlıyor bizi. "Allah almasın sizi! Yine mi o adamlara gidiyorsunuz?"
Tövbe estağfurullah, şu sorunun soruluş şekline bak. Oldu mu böyle sokağın orta yerinde karıya mı gidiyorsunuz çocuklar diyen ayyaş dedeler gibi. Oysa ki ne güzel komşumuzdun sen Halide teyze.
"Halide abla o nasıl laf? Maça gidiyor kızlar abileriyle birlikte. Hadi senin uykun kaçmış belli ki gel de bir kahve pişireyim ikimize. Oturduğumuza değsin." Candan teyzenin müdahalesi ile tüm mahalle derin bir nefes alıyoruz.
"Eh o kadar ısrar ettin, geleyim bari." diyerek penceresini kapatıyor Halide teyze.
"Annem be! Kadın, kadın. Kadının dibi. Kartaliçem benim." Betül'ün öpücüklü tezahüratlarına benimkiler karışıyor.
"Oley oley oley, Candan Sultan, oley oley!"
Gülerek sözde kızıyor Candan teyze, "Hadi toz olun. Çakma çarşı sizi."
Bir üçlük çektirmeden gitmezdik ya saat müsaade edemiyor, sesimizi kısıp çıkıyoruz mahalleden. Bizi köşe başında ve arabanın içinde uslu uslu beklemesi gereken bir diğer sözde velimiz ise çıkmış dışarı, yakmış sigarasını, arabasına da yaslanmış. Form geçici klas kalıcıdır. Buyurun ayaklı ispatı. Bir ıslık çalardım da şimdi, toplum buna müsait değil. İnşallah başka sefere. Hoş, gerek de kalmıyor zaten babam daha sesimizi çıkarmadan bizi fark ediyor.
"Siyah!" Bir de adam gibi adam olduğu için ölümüne Beşiktaşlı. Bu da yaptı mı karizmasını çarpı iki.
Betül ile bir ağızdan bağırıyoruz. "Beyaz!"
"En büyük!"
"Beşiktaş!"
"Atlayın kızlar gideceğiniz yere kadar bırakayım." Sigarasını söndürüp göz kırparak kapıyı bizim için açması beş saniyeyi bile bulmuyor. Biz de, tam da olması gerektiği gibi kıkırdayarak biniyoruz. Bu adama arkanı dönmemek lazım. Klas gibi piçlik de kalıcı galiba Nur Sultan, iki dakika da kızı yaşında iki genç kızı düşürdü vallahi. Gerçi biri gerçekten kızı olduğu için çok da büyük bir sıkıntı yok sanırım.
*
Babam bizi Allah'a, çocukları da bize emanet edip deplasman otobüsüne bindiriyor. Bizimkiler bir iki mırın kırın etse de göz göze gelmemiz yetiyor, sesleri kesiliyor. Eh, herkes farkında tabi bu tayfayı aslında kimin çekip çevirdiğinin. Tribünlerin gerçek sahibinin. Babamı gönderdikten sonrası ise tam bir keşmekeş ki arka tarafta gerçekten keş olan birkaç abimiz olduğunu varsayarsak bundan başkası da beklenemezdi. Bir şekilde yerleşiyoruz koltuklara, bizim çocuklar ve şoför abi sağ olsun ön taraflarda torpilli bir yere de kuruluyoruz ama Betül Hanım'ın çok acil iki saniye önce bagaja verdiğimiz çantasına ihtiyacı oluyor ve çok acıdır ki boşluğu da bir saniye farkla üç saniye de doluyor. Sorgusuz sualsiz yanıma atıyor kendini Arif. Belli ki çakır keyif, çünkü beni gördüğüne gereğinden çok seviniyor. Birkaç kez sulu sulu öpücükler bahşediyor yanaklarıma, sağ olsun. Ve dönüp kedi bakışlarıyla yalvarıyor.
"O Hande var ya! O Hande yaktı beni bacım. Yeminle aldığım nefes, yediğim yemek değil; zehir soluyup taş yutuyorum sanki. Gavura davranır gibi muamele çekiyor hatun bize, içiyoruz diye. Bir akıl ver gözünü seveyim Feri, tut elimden çıkar beni bu cehennemden kız. Elini, ayağını öpeyim. Kulun, kölen olayım." Tam yanakları kurtardık derken bu sefer de elden ayaktan olacağız, zar zor ikna ediyorum Arif'i buna hiç gerek olmadığına. Bu sırada çok önemli, çok çok önemli ihtiyacını, el kremini... ala ala el kremini almış gelen Betül de bizi görüp kıkırdamaya başlıyor. Kaşla gözle gel çabuk buraya, kaldır şu aygırı yerinden desem de hiç oralı olmuyor. Ellerini kaldırıp hemen yanımızdaki Kemal'in yanına kuruluyor. İkisi de bana bakmadan ama kesinlikle bana gülerken elimden ne gelebilir ki? Her zamanki gibi en yakınlarımın ihanetini ve hiç tanımadığım bir aşk acısını bağrıma basıyorum. Dönüyorum Arif'e; anlat kardeşim, anlat. Kimmiş bu hem Allah'lı hem Allah'sız Hande?
*
İstanbul'dan Rize'ye değil ama ilk mola yerine kadar Hande'nin doğumundan Arif ile tanışmalarına kadar gelebiliyoruz çok şükür. Hayır, kız bir de normal doğmuş. Anlat babam, anlat. Yemin ediyorum sezeryan doğumu bulandan Allah bir kez daha razı olsun, normal doğumu daha dinlerken perişan oldum. Tekerler durunca bizim yağız delikanlı bir sigara içip hemen gelmek için izin istiyor. İzin senin köpeğin olsun Arif'ciğim, hiç acele etme desem de çok vaktim yok biliyorum. Kapıdan çıkışı ile ayağa fırlıyorum. Hemen bizimkilerin yanına zıplıyorum. Bıçak kemiğe dayandı.
"Ya benim alnımda mı yazıyor acaba? Çıkın, çıkın anlatın dinler bu mu deniyor?" Başım tuttu yemin ediyorum.
"Şşş... Sakin, sakin."
Hay senin badboy triplerine Kemal ya. Hay senin tribine, tipine, kasılmana... Ellerimle bir umut geçer diye şakaklarımı baskılıyor olmasam ben bilirdim senin o havaya kalkan eline yapacağımı da neyse.
"Olmuyorum sakin. Olmuyorum, olamam. Bir insana bu kadar da yüklenilmez ki. Etim ne budum ne benim ya? Elli iki kilo kızım, koskoca adamın aşk acısını nasıl taşıyayım?"
Zaten şuramıza kadar doluyuz be kardeşim. Halime acıyıp ayağa kalksa da yerinden çıkmıyor çakal Betül, durduğu yerden yanaklarımı mıncıklamaya çalışıyor sadece. "Oy... Oy, yerim seni kız. Çarşı'nın Güzin ablası. Beşiktaş'ın kalp doktoru."
Başımı koparmak dışında bir yol olmadığını anlayınca şakaklarımı salıyorum. Betül'ün elini kolunu itiyorum hemen, hiç sırası değil. Zaten Oğuz da yok. Ağlayacağım şimdi oturup... Ben çöküp de ağıt yakmaya fırsat bulamadan, beni ve tavsiyelerimi hiç dinlemeyeceğini daha başından gösteren Arif ise tabi ki koştur koştur geri biniyor otobüse. Yalnız beni şaşırtan bu olmuyor, ondan beklemeyeceğim şekilde hızlı çözüyor olayları. Ona şaşkınım.
"Yer mi değiştiriyorsun Feri?" Sen de mi gidiyorsun bakışları atıyor bana. İçim parçalanıyor. İki yüz on beş kiloluk mermiyi sırtlanan Seyit Onbaşı gibi sırtlanacağız bu adamın acısını mecbur. Bari önden ısınayım da sonrası kolay olsun diye dönüyorum geri bizimkilere, ter atma stres atma bunlar hep aynı şeydir. Birdir bunlar, bir. Tabi canım.
"Otur kızım yerine ayakta durulmaz öyle aracın içinde." Bir de Kemal'e kaş çatıyorum, "Sen de kaykılma öyle. Adam gibi durun, rahatsız da etmeyin bizi. Mevzumuz derin, gel kardeşim."
Kolundan tuttuğum gibi yanıma oturtuyorum Arif'i. Bazılarını da aynı böyle kalbimizin tahtına oturtmuştuk ya neyse şimdi sırası değil. Arif az önce yaşadıklarımıza çok takılmıyor Allah'tan, hemen kaldığı yerden devam ediyor. Bu sırada tayfa da yavaş yavaş tamamlanıyor, benzini yarım depoluksa da neşeyi fullemiş herkes belli. Marşlar coşkuyla yükseliyor arka tarafta, derin bir soluk alıyorum. Başımı yana çevirip kendi payıma düşene bakıyorum, gözleri dolu dolu sevdiğini anlatan bir sarhoş. Bize harbiden her sevdadan geriye kalan yalnız aşk acısı.
Bu yüzden bütün aşklar tıraş, forza Beşiktaş! Bir de iki atar mıyız acaba lan?
*
Beş yıl artı on üç saatlik aşk acısı koyar mı? Koymuyor. Alışıyorum bir süre sonra. Hissetmemeye başlıyorum. Soğuk beni tatlı tatlı içine çekiyor... Ama tam bu maç bir rahat soluk olacağız derken uçakla gelmiş olan Orhan abiyi görmek, işte o koyuyor. Bana şu adamı hatırlatmayın artık gözünüzü seveyim ya. Adam Massac..., Massachu... amaaan işte masal diyarlara göçüp gitmiş bana daha da andırmayın şunu, n'olur?
Andaç hemen atılıp coşkuyla selamlaşıyor Orhan abiyle. "Ooo... Orhan abim sen nereden çıktın?"
Bizim coolendbadboy Kemal'in elleri cebinde ağzı yine neler söylüyor belli değil. "Nereden çıkacak oğlum sen ben gibi otobüsle mi gelecekti adam? Uçakla basmış gelmiş işte."
Bir tane patlatıyor Kemal'in kafasına Orhan abi, hak etti valla abim. Ya aslında hazır elin değmişken sizin ilk erkek yeğene de bir tane atmaz mısın be Orhan abi? Hiç, öylesine... Haa, o yok mu? Her zamanki gibi diyorsun. Peki.
"Saçmalama lan. Senin gittiğin o deplasman yollarını biz asfalt döşedik. Seda ablanız da geldi, Rize'yi görmek istedi falan işte. Onunla takıldık biraz."
"Mecburi hizmet diyorsun." Az önce bir aşktan eriyordun Arif, şimdi mecburi hizmet mi oldu? Pes.
Orhan abi yandan bir gülüş atıyor önce ama sonra irkilip hızlı bir u dönüşü ile hemen toparlıyor, "Ne münasebet." Bu ne büyüsü acaba? Kadın yanında yokken bile etini büktü adamın resmen. Helal olsun.
"E maça gelmedi mi abi?" Bu daha makul bir soru oldu tabi Andaç. Büyü falan çok şey etmeyelim oraları şimdi. Neme lazım, açıklayamam sonra.
"Yok, koçum. Kafası kaldırmıyormuş deplasman tribününü. "
Betüş beni dürtüp kıkırtılarının arasında fısıldıyor ya da sadece öyle sanıyor. "Prensesler gibi olduğun bir koca evi... Nasip et be."
Ben de kahkahamı zor bastırıp onu uyarıyorum mecburen, "Şşşt... Duyacak kızım adam. Ayıp."
"Yok Feryal'ciğim ne ayıbı? Haklı Betül. Hatta Seda ablanız için prenses az kalır, tanrıça gibi yaşıyor kendisi daha çok koca evinde. Kulu, kölesiyiz." Meğer ben de sadece öyle sanıyormuşum, ne hoş... Hemen öksürüp tatlı olduğunu umduğum bir gülümseme ve yana eğdiğim başımla toparlamaya çalışıyorum. "Hanımcılık kazanacak abi, en iyisini yapıyorsun."
İşe yarıyor olacak gülümsemesi büyüyor Orhan abinin, göz kırpıp beni kolunun altına çekiyor. "Bu kız harcanıyor sizin aranızda, hadi aldım gittim ben."
Gör bunları Oğuz Kaan Bey! Gör bunları bak ne güzel alıp gidiyor beni Orhan abi. Sen o Amerika'larda anca üçün... Neyse.
*
"Sönmüş bak ışıklar ev nasıl karanlık... O ılık aydınlık yuvamız soğumuş... Geceler bitmiyor ağlıyorum artık... Sen kadınım... Kadınım..."
"Hay senin kadınına be kardeşim! Sus artık da kırk yılın başı neşelenelim. Böyle galibiyet deplasmanı mı olur? Senin yüzünden doksan artı üç golü gerçek miydi, yoksa çok istediğimden serap mı gördüm emin olamıyorum?" Bir tane indiriyor Arif'in omzuna Tarık. Hemen arka taraftan dolanıp elindeki birayı tokuşturarak yanlarına yerleşen de Metin.
"Aynen öyle! Ne güzel son dakika golünü çakmış Beşiktaş'ım, yenmişiz. Yemişim aşk acısını da Handan'ını da... Hem ne demişti abimiz; her şeyini kaybet, neşeni kaybetme!"
Çocuklar keyif, bir saattir verdiği Müslüm Gürses'i anma konserinden anladığımız kadarıyla Arif keder birasını yudumlarken; ben her zamanki gibi su içsem efkar soluyorum. Bağırmaktan boğazım tahriş olmuş onun da acısı var tabi, alıştığımız üzere maç sonrası travesti mode on. O geçsin diye bir bir buçukluk devirmem lazım, daha yolun başındayız. Erikli canım. Saka da olur gerçi, Hayat belki. 1984, ilk yapım. Deli gibi kendi kendime gülerken; çocuklar gelince artık sustu, pes etti sandığım Arif önce kızın adını düzeltiyor, Hande. Zavallı kızın kulakları bugün hiç rahat durdu mu acaba? Sonra kendininkiler yetmemiş olacak elindeki şişeyi bu kez o yanındakilere vurdurup benim damarlara da verevine giriş yapmaya karar veriyor. Oba... Yakıştı mı?
"Bir ömür yetmez ki... Sana doymaya ah, ah be sevgilim!"
Dayanamıyorum, bu şarkı sanki bana yazılmış nasıl dayanayım? Ve kimsenin duymayacağını sandığım bir yudum suyla sessizce ekliyorum. Ona da ihtiyacım yok ya, çünkü gerçek aşkın sıvısı göz yaşıdır. Yine de racona ters düşmemek icap eder.
"Bir hayat yetmez ki...Bir kıyısından başlasak aşkın bari."
İkinci turun sonunda kafamı kaldırmamla bana kitlenmiş bir çift gözle karşılaşıyorum. Orhan abi. Bugün bu, bu adama ikinci yakalanışım. Ama bu sefer bakışları rahatsız ediyor, çünkü halime üzülüyor gibi bakıyor. Biliyor gibi. Toparlanıyorum. Gülmeye zorluyorum kendimi. Çabamı karşılıksız bırakmıyor Orhan abi, yine. O da çatılmış kaşlarını düzeltip gülümsüyor. Bir şey bilir gibi yine de. Ne biliyor?... Orhan abi neyi biliyor, Oğuz Kaan? Bizimle ne ilgisi var?
İşe yarıyor, aklıma gelen sahnelerle dayanamayıp gerçekten içimden gelerek kıkırdıyorum nihayet; bu Orhan abiyi de ikna etmiş olacak bakışlarını çekiyor üzerimden. Yanında esneyen Betül'e kalkıp otobüse binmesini söylüyor. Rahat bir nefes alıyorum. Eee, biz bu savunma mekanizmasını bir günde geliştirmedik. Bu profesyonellik de asla tesadüf değil. Markayı kurarken çok kan ve göz yaşı döktük.
Feryal Gündoğdu, platonik aşk acısı uzmanı. Bir kişi bile aşk acısı çektiğinizi anlarsa paranız iade.
*
Merhaba,
Tribün ses ver, uyuma!
Beğenirseniz yıldız çakmayı ve yorumlarınızla buraları siyah beyaza boyamayı unutmayın!
Sevgiler, saygılar, yaldızlar ve yıldızlar :*