Doğa'dan...
"Anne Allah belanı versin Yağız abinin boyu ne kadar uzun?" diyerek kollarını iki yana açtı. Babasını bu kadar sorması hüzne kapılmamı sağlıyordu. "Sen şimdi bırak Yağız'ı falan da, sanırım çok kirlenmişiz, yıkanmamız lazım."
"Yıkanalım anne." diyerek banyoya doğru koştu. Ben de peşinden gülerek kıyafetlerini ayarlayıp banyoya geçtim. Saçlarını güzelce yıkayıp lifi köpükledikten sonra elimden aldı. Ne olduğunu anlayamadım. Bir an da ağlama taklidi yapmaya başlayarak lifle vücudunu keselemeye başladı.
"Allah belanı versin Yağız. Sen bu hayatta gördüğüm en adi, en pislik, en şerefsiz, en korkak, en p.zevenk insansın!" dediğinde şaşkınlıktan ne yapacağımı şaşırdım. Bu çocuk buna niye bu kadar takmıştı?
"Göktuğ! Bak çok kızıyorum ama anneciğim. Bir daha ağzından küfür duymayacağım!"
"Ama anne..."
"Aması yok Göktuğ! Senden büyük abiye böyle hakaret etmeni kınıyorum. Ve ayrıca anneni mi taklit ediyorsun sen?" diyerek elindeki lifi aldım. "Belki gülersin diye yaptım anne. Sana gülmek çook yakışıyor çünkü." Güldüm ama fazla uzun tutmadım.
"Bir daha sakın Göktuğ! Büyüklerinle saygılı konuşacaksın." Göktuğ'u yıkayıp üstünü giydirdikten sonra uyuttum ve salona geçtim. Telefonu elime almamla ekrana arama düştü. Kayıtlı olmayan numara arıyordu. Tereddüt ederek açtım. "Buyrun?"
"Doğa Safir ile mi görüşüyorum?"
"Evet, benim."
"Süper! Doğa Hanım, bugün evinize geldim ama sanırım yoktunuz. Ben, avukatım olur musunuz diye gelmiştim?"
"Evime kadar gelmenize gerek yok beyefendi. İş yerime gelseniz, zaten görürdünüz illa ki."
"Haklısınız, evet..." diyerek sesinin naif tonunu bozmadı. "O zaman yarın iş yerine gelin, yüz yüze konuşalım."
"Anlaştık Doğa Hanım. İyi akşamlar, yarın görüşmek üzere."
"Size de beyefendi." diyerek telefonu kapattım. Mutfağa geçip kendime sade bir Türk kahvesi yaptım. Ayaklarımı koltuğa uzattığım an çalınan kapı ile kaşlarım çatıldı. Terliklerimi ayağıma giyerek kapı deliğinden baktım. "Has.ktir! Bir kaç ay önce karısından boşadığım adam kapımdaydı.
"Doğa Hanım, kapıyı açar mısınız?" dediğinde nefes nefese kaldım. Elimle ağzımı kapatıp geri çekildim. Çalan telefonumla beraber koşarak yanına gittim çünkü sesini duymaması lazımdı. Adam psikopattı!
Kayıtlı olmayan numaraydı. Hemen açtım çünkü susmuyordu. Sessiz şekilde "Efendim!" dedim.
"Ne yapıyorsun Doğa?" sesiyle Yağız olduğunu anladım. "Bir şey yapmıyorum Yağız. İki de bir beni rahatsız etme!"
"Hadi ama Doğa! Bak söz veriyorum sadece konuşacağız Doğa!" diyen adam kapıya sertçe vurdu. Vurmasıyla irkildim. "Doğa... O kim Doğa?" diyen telefonun diğer ucundaki adamdan yardım isteyecek değildim herhalde ama korkuyordum da... Polisi arasam... En son yaptığım şeyden ötürü aramaya da yüzüm yoktu...
"Yağız..." dedim korku dolu sesimle. "Yağız kapımda adam var Yağız." dememle yerinden kalktığını anladım çünkü gürültülü bir ses geldi. "Evde misin sen?"
"E-evdeyim!" dediğimde kapım daha sert çalındı. "Tamam, zaten bir kaç sokak ötedeyim, hemen geliyorum." dediği gibi telefon kapandı. Gurur yapacak bir durumda değildim. İçeride oğlum vardı ve ben onun için gururumu ayaklar altına dahi alırdım.
"Doğa! İçeriden sesler geliyor aç kapıyı aç! Karımla aramı bozdun, bizi ayırdın!"
Madem içeride olduğumu biliyor... O zaman ben de içimdekileri dışıma vururum. "Şerefsiz pislik seni! Lan kadını dövüyordun, psikolojik şiddet uyguluyordun lan!" diye bağırdığımda güldü.
"Güzel... Demek ki sahiden de içeridesin. Kaçışın yok avukat, hemen kapıyı aç! Aç yoksa kırarım." dediğinde koşarak Göktuğ'un odasının kapısını kapattım ve Mine ablaya gelmesi için mesaj çektim. Kapı kırılmak için zorlanırken, Yağız'ın gelmeyecek olduğuna kanaat getirdim.
Tam telefonu elime alıp, polisi arayacakken kapı kırıldı ve çığlık atmamla telefon elimden kayıp yere düştü. "Yaklaşma!" diyerek elimi 'Dur!' işaretinde ona doğrulttum. "Yaklaşma... Seni haneye tecavüzden içeri attırırım!" dediğimde pis pis sırıtıyordu.
"Kaç gündür karımdan uzak yaşıyorum haberin var mı? Benden boşandığı an izini kaybettirdi. Şimdi kadınsız uyuduğum her gecenin açığını seninle kapatacağım. Güzelsin, hoşsun ve en önemlisi çıtır gibisin." dediğinde gözlerim yuvalarından çıkacaktı.
"Yemin olsun ki senin hayatını kaydırırım. Bak... Şimdi çeker gidersen, hiç kimseye bir şey demem ve konuyu burda kapatırım ama bana dokunduğun an seni süründürürüm!"
Dediklerim tesirsiz kalıyordu. Üstüme yürüdükçe geri gitmeye devam ediyordum. "Anne!" lafıyla dumura uğradım. Karşımdaki şerefsizde oğluma baktı. "Hadi canım! Oğlun mu var? Neyse... Sıkıntı yok... Nasıl olsa işimi görüp gideceğim ben!" dediğinde yalvarırcasına gözünün içine baktım.
"Oğlum var, lütfen git!" dediğimde çoktan dibime kadar girmiş, kolumdan kavramıştı. "Bırak kolumu, bak çocuk var bırak!"
"Anne bu adam kim anne?"
"Bir şey yok aslanım, sadece annenle özlem gideriyoruz." dediğinde yüzünü yüzüme yaklaştırmaya başladı. Kafamı sağa sola doğru savurmaya başladım. "Uzak dur benden."
Korkumdan ötürü Göktuğ ağlamaya başladı. "Anne kim bu adam? Ben çok korkuyorum anne."
"Bırak beni.İmdat! Yardım edin imdat!" diye bağırmaya başladığımda eliyle ağzımı kapattı. "Şş! Söz kısa sürecek." dediğinde gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Tam yaklaştı öpecekti ki, kurtarıcım gelmişti...
"Lan!" sesiyle ağlamamı durdurdum. "Abi... Abi kurtar ablamı!" diyen oğluma da ağlamıştım. Babası bildiği adama abi dediği için...
"Lan ne oluyor burda?" diyerek evi inlettiğinde hızla inip kalkan göğüs kafesim daralmaya başlamıştı. Çabucak yanımıza gelip, eliyle ağzımı kapatan pisliğe yumruk attı. Benden ayrılan adam yere düşünce koşarak Göktuğ'un yanına gittim. "Tamam... Tamam sakin ol anneciğim!" diyerek bağrıma bastım.
Yağız ise yerde pisliği döverken, çıkan seslerden ötürü komşular koştular. Yaklaşık yarım saat boyunca yerde yatan adi herifi Yağız'ın elinden almak için çırpındılar. Mine abla gelince, Yağız'ın kulağına bir şeyler dedi ve ayrıldı. Ardından "Bu herif bende! Oğlum, gel yardım et, polise götürüyoruz!" diyerek oğluna seslendi Mine abla. Yağız'da peşlerinden giderken durdurdu.
"Sen kal oğlum! Doğa'nın yanında kal!" dediğinde Yağız döndü ve bana baktı. Herkes evden çıkıp giderken ben hâlâ Göktuğ'a sarılıydım. Yağız çekinir adımlarla yanıma gelip hizamıza oturdu. Elini saçıma götürürken, korkarak geri çekildim.
"Korkma Doğa! Sana zarar verecek halim yok." Gözünün içine baktım. Adamı yerde döverken gözü dönmüş gibiydi ve onun bu tarafından korkmuştum. Göktuğ benden ayrılarak Yağız'a sarıldığında şok içinde onlara baktım. Baba-oğul ilk kez birbirlerine sarılmışlardı. Yağız ilk baş tereddüt etse de, sonradan o da Göktuğ'a sarılıp bağrına bastı.
"Sen kötü değilmişsin, sen çok iyi bir abisin. Ablamı kurtardın!" diyince gözlerimi sıkıca yumarak ağlamaya devam ettim. "Ablan bu hayatta çok değer verdiğim birisi." demesiyle gözlerimi geri açtım.
"Abi... Abi bırakır mısın artık beni? Tamam sarıldık ama sıkıldım bırak beni!" Yağız yavaşça bıraktı. "Sana bir daha iyi demeyeceğim abi. Nerdeyse boğuluyordum ya!" dediğinde ikimizde güldük. Göz göze geldiğimizde yüzümüzdeki tebessüm soldu.
"Sen şimdi ablanla beni yalnız bırak bakayım aslanım!" dedi. "Ama..."
"Korkmana gerek yok! Ben burdayım ve ablana daha kimse bir şey yapamaz." Göktuğ odaya gittiğinde Yağız derin bir soluk aldı.
"Kimdi o herif?" diye sorunca gözüm eline değdi. "Elin... Elin kanıyor Yağız!" diyerek temas kurduğumda elektrik çarpmış gibi oldum. Hâlâ ona yaklaştıkça içim titriyordu. Beni ayağa kaldırıp iki kolumdan da tuttu. "Sana soru soruyorum Doğa."
"Bir kaç ay önce baktığım davamdan... Karısını dövüyordu, psikolojik şiddet uyguluyordu. Boşanmasına yardımcı oldum diye gelmiş."
"Sana dokundu mu?" diye sorduğunda o anlar gözümün önünde canlandı ve dondum kaldım. "Doğa sana soruyorum?" diyerek silkeleyince kafamı kaldırıp gözünün içine baktım. Yaşadığım duygusal boşluk ile Yağız'a sarılıp omzunda ağlamaya başladım.
"Tamam... Bak ben burdayım, daha korkmana gerek yok güzelim." diyerek saçımı okşamaya başladı. Sektörde daha yeniydim ve böyle bir olayı ilk kez yaşıyordum. Beni kendinden uzaklaştırıp yüzüme baktı. "Bu işi bırakacaksın Doğa. Bak çok tehlikeli bir iş, bu işi bırakacaksın. Ben size bakarım. Çalışmana hiç gerek yok." dediğinde her şey gözümün önünden geçti.
Beni kapıya atması, beş kuruşsuz dışarıda kalmam, aç uyuduğum geceler... Kendi çabalarımla ulaştığım mesleğimden vazgeçecek hâlim yoktu...
"Asla!" diyerek gözümdeki yaşları sildim. "Böyle bir şeyi kabul edemem. Seni buraya çağırmam, umutlanmana sebep olmasın Yağız. Ben bu kalpten seni atalı çok oldu." diyerek önünden çekilip kapıyı gösterdim. Gözüm hâlâ kanayan elindeydi.
"Kapı kırık Doğa. Burada kalacak değilsiniz herhalde." dediğinde doğru cümlesiyle kapıya baktım. Sahiden de kırık kapılı bir evde kalamazdım. "Ben bulurum kalacak bir yer, sen gidebilirsin."
"Saçmalama istersen. Çocuk var Doğa, korkar."
Gözüm Göktuğ'un odasına kaydı. Çocuk yeterince korkmuştu ve gidecek yerim de yoktu aslında. Mine abla desen... Kadının evi zaten küçük ve oğlu gelmişti. Kiraz desen... O da davası için şehir dışındaydı. Anahtarı da bırakmayı unutmuştu bana. Çaresizce bir kapıya bir de Yağız'a bakıyordum.
"Otele geçeriz." dedim en son. "Otel mi? Ben varken otel mi sahiden Doğa?"
"Sen varken mi?" diye sordum, onun sorduğu ses tonunun aynısıyla. "Sen yoktun ki hiç Yağız. İki gün geldin diye kendini hep var sayma."
"Yav tamam be kadın! Gurur yapacak hâlde değilsin. Hem ne malûm otelde yer olduğu Doğa? Çocuğu gece gece ordan oraya mı gezdireceksin? Ben şimdi Bekir'i arayıp kapı işini ona bırakıyorum, sen de itiraz etmeden geliyorsun."
Sıkışıp kalmıştım. Tek başıma olsam gözünün yaşına bakmazdım ama oğlum vardı. "Ama bir gece!" diyerek işaret parmağımı kaldırdım. "Tamam inatçı tamam!"
Göktuğ'un odasına gidip kucağına aldı. Yavrum uyumuştu... Sessiz şekilde "Hadi yürü." diyerek benim çıkmamı bekledi.
Yağız'ın evine gidiyorduk ve aşırı derece de çekiniyordum. Arabanın köşesine sinmiştim adeta. "Yemicem Doğa korkma!" diyen adama döndüm. Direksiyondaki elinin kanı durmuş ve kurumuştu ama kıpkırmızıydı. "Yağız biz kalmasak mı ya?" dediğimde ters ters baktı. Zaten ben de daha fazla bir şey demedim.
Eve vardığımızda ihtişamı yutkunmama neden oldu. Zenginliğin gözü çıksın be! Eve dalmış gitmişken Yağız bana seslendi. "Hadi Doğa! Çocuk uyanmasın."
Kendimi toparlayarak Yağız'ın peşinden gittim. Eve girmemle daha da büyülendim. Acaba bir gün benim de olur muydu?
Yağız, Göktuğ'u bir tane odaya soktu ama şaşırmıştım. Ful erkek çocuğu üzerine tasarlanmış bir odaydı. Mobilya kokuyordu ve bu da eşyaların yeni olduğunu belli ediyordu. Korkum gittikçe büyüyordu çünkü Göktuğ'dan haberinin olması düşüncesi beni yiyip bitiriyordu.
"Odada tek yatabilir dimi?" diye sorduğunda başımı salladım. "O zaman sen beni takip ediyorsun." dediğinde çekinerekte olsa peşinden gittim. Girdiğimiz oda çift kişilik gibi duruyordu. Yağız kapıyı kapattığında arkama döndüm. Ne olduğunu bile anlayamadan üstünü çıkartıp, altına da eşofman giyip yatağa girdi. Salak gibi bakıyordum resmen!
"Doğa... Niye öyle bakıyorsun? Şu çekmeceyi aç, kıyafet al üstüne. Böyle yatağa girme." demesiyle etrafımda bir tur dönüp odaya baktım. "Komik değil Yağız. Bana odamı gösterir misin?"
"Şaka yaptığımı kim söyledi? Karı koca değil miyiz? Yapmadığımız şey değil Doğa."
Çıldırmak üzereydim! Yaptıklarını unutmuş olamazdı dimi? "Sana üzülüyorum Yağız. Ve kendim için seviniyorum. Senden kurtulduğum için seviniyorum!" diye bağırdığımda yataktan kalktı. Kaslı kolları nefesimi sıklaştırırken, üstüme gelmeye başladı. Gözlerimi kapattığımda yüzüme çarpan rüzgarı ile yanımdan geçip gittiğini anladım. Şaşkınlıkla gözlerimi açarak arkamı döndüm. Kapıyı açmış ve beni bekliyordu.
"Odanı göstereceğim Doğa." dedi sinirli ses tonu edasıyla.
Adımlarını takip ederken kendimi ön tarafa bakan bir odada buldum. Çekinerek içeri girdiğimde sade duvarları süsleyen resimler dikkatimi çekti. Bilerek mi sokmuştu beni buraya? Duvarda o karşıma diktiği kadınla fotoğrafları vardı. "Cin mi gördün, neye bakıyorsun kızım?" diye sorduğunda ben çoktan hayal kırıklığı gemime binmiştim. Cevap vermeyince o da içeri girip baktığım yere baktı.
"Hay s.keyim! Bu kadın her yere fotoğraf mı dikmiş?" dediğini duydum. "Haberim yoktu Doğa. Gel en iyisi başka odaya götüreyim seni." dediğinde elimi kaldırdım. "Oğlumun yanında yatarım ben!" diyerek yanından geçtim. Çaresiz kalmasaydım, arada oğlum olmasaydı sokakta bile yatmayı göze alırdım.
Göktuğ'un yanına geçerek yanına kıvrıldım. Yatmamla beraber oğlum refleksle bana sarıldı. Sessiz gözyaşlarımın arasında ne ara uykuya daldığımı hatırlamıyorum. Gözümü açtığımda gün ışığı odaya çoktan sızmıştı.
Tam Göktuğ'u öpmek için soluma dönecektim ki, yatağın diğer tarafında yatan Yağız'ı görünce çığlık attım. Baba-oğul sarılarak uyuyorlardı ve çığlığımla korkarak uyandılar.
"N'oluyor lan?" diyen kocamın tek gözü hâlâ uyanamamıştı. "A-abla n'oluyo?" diye üstüne ekleme yaptı oğlum.
"Yağız senin bu odada ne işin var?" dedim tüm ciddiyetimle. "Benim odam da şey vardı." dedi, ellerini bir yere koyamayarak. "Ney vardı Yağız?"
"Şey işte Doğa. Heh! Fare... Fareden ne kadar korktuğumu biliyorsun Doğa."
Evet... Yağız fareden sahiden de çok korkardı ama bahanesi göz yaşartıcı türden saçmaydı. "Fare?" diye sordum, kaşlarımı havaya kaldırarak. "Bu evde fare?"
"Olamaz mı?"
"Abla... Bu abi gece bizim odaya gelip, seni yine dudağından öptü." diyen oğlumun cümlesiyle elimle ağzımı tutup gözlerimi açtım. "Yok canım!" diyerek sahte bir gülümseme ile güldü Yağız. "Çocuk işte... Rüya görmüştür."
"Yoo! Ben rüya ile gerçeği ayıramayacak kadar küçük değilim. Beni de öptü. Sonra kulağıma yaklaşıp 'Göktuğ Aras' dedi." Göktuğ bana döndü ve "Abla... Bu abi benim ikinci adımı nerden biliyor?" diye sorduğunda ben de aynısını düşündüm. Yağız'da benim kadar şaşkındı.
"Nasıl? Göktuğ'un ikinci adı Aras mı?"
Bir pot daha kırıldı! Aras ismini Yağız çok seviyor diye koymuştum. "Ee şey... Bizim kapı yapılmıştır, hadi gidelim artık." diyerek apar topar yataktan kalktım. Aynadan kendimi gördüğümde içimden küfür ettim. Ne de güzel uyanmışım böyle! Saç, baş, her yerim dağınık.
Hemen kendime çeki düzen verip, banyoda elimi yüzümü yıkayarak odaya geçtim. Yağız ile Göktuğ yatakta kahkaha atarken biraz onları izledim. "Abi yapma!" diye gülen oğluma tebessümle baktım. Yanağımı ıslatan yaşımı sildim.
Her şey çok farklı olabilirdi. Babasız büyüyen yavrumun bir yanının hep buruk olduğunu biliyordum. Kaç gece beraber ağladık, saymadım bilene... Yağız'ın yüzü bana döndüğünde gülüşünü yüzünde soldurup boğazını temizledi. "Biraz daha kalsaydınız Doğa."
"Yok, teşekkür ederim Yağız ama gitmemiz lazım artık. Bugün görüşmem var." dediğimde yataktan kalktı. "Ne görüşmesi?"
"İş. Neyse... Göktuğ hadi oğlum." dediğimde yataktan çıkıp yanıma koştu. "Görüşürüz Allah belanı versin Yağız abi." dediğinde Yağız güldü. Oğlum elimden tutarken, Yağız'da peşimizden geliyordu.
Arkamı dönüp, son kez teşekkür etmek istedim. Ne olursa olsun evini açmıştı bize ve nankör değildim. "Teşekkür ederim Yağız." diyerek gözlerine baktığımda bana farklı baktığını hissettim. 6 ay boyunca hiç bakmadığı gibi. Kendimi toparlayarak kapıyı açmamla karşıma dikilen kadın gülüşümü soldurdu.
Yıllar önce Yağız'ın gözüme soktuğu kadın tam karşımdaydı! Elimdeki çantam yere düştüğünde dünya durmuş gibi hissettim. "Hadi gidelim abla!" diye beni çekiştiren oğlumu bile duymuyordum. "Baba!" sesiyle gözüm yanındaki küçük kız çocuğuna kaydı. Biz iki kadın birbirimize savaş muharebesinde ki düşmanlar gibi bakarken, Göktuğ'un ayaklarıma sarılmasıyla kendime geldim.
"N'olur gidelim abla! Lütfen gidelim." Babasız yanı canlanmıştı... Göktuğ'un bir gözü birbirine sarılan baba-kızdaydı. "N'olur gidelim artık! Burda kalmak istemiyorum!" demesiyle elinden tutup dışarı çıktık. Arkamı dönüp son kez anne-oğul mutlu aile tablosuna baktık.
Yağız, kızı ile sarılırken içimde kopan bağlantıları toplayamadım. Onun da gözü bizdeydi, daha doğrusu Göktuğ'da. "Anne n'olur gidelim! N'olur gidelim artık." diye ağlayan oğlum beni de ağlatmıştı.
"Göktuğ, neden ağlıyorsun annecim?" dediğimde "Herkesin babası var anne. Ben çocukların babalarına sarılmasını istemiyorum. Bu yüzden gidelim." diyerek beni çekiştirince ayaklarım ileri giderken, bakışlarım geride kalmıştı. Benim evladıma baba olamayan Yağız, sevdiği kadından olan kızına baba olmuş. Vay be! Demek ki kimse için gözyaşı dökmeye değmezmiş bu hayat...
"Ben artık babam olsun istiyorum anne!" diye bağıran oğluma baktım. Boğazıma düğüm olan hıçkırıklarım vardı... "Benim de babam olsun! Ben de birisine baba diyeyim!" diyip elimi bırakıp koşmaya başladı. "G-Göktuğ dur oğlum!" Bağırarak peşinden koşmaya başladım. Bir an caddeye atladı. "Göktuğ!" diye bağırmamla yerinde durdu. Ayaklarım birbirine dolanmış gibiydi. Kendime doğru çekmemle kornaya basarak yanından arabanın geçmesi bir oldu.
Ellerim titrerken onu bağrıma basıp ağlamaya başladım. O da korkmuştu. "Annem! Annem çok korktum Göktuğ!" diyerek saçlarından öptüm. Araba biraz ileride durup yanımıza koştu. "İyi misiniz? Çocuğun bir şeyi yok dimi?" diye sormuştu ama ben cevap verememiştim.
***
Göktuğ artık babasızlığını daha çok sorgular hâle gelmişti. O hiçbir zaman öldüğüne inanmamıştı zaten... 'Ölen insanların mezarı olur anne, bence benim babam ölmedi. O beni terk etti ama sen bana yalan söylüyorsun!' derdi her zaman. Ben ne ana olabildim ona ne de baba... Hiçbir zaman yetemedim oğluma. Eksik yanını kapatamadım. Gece gündüz çabalasam da yapamadım.
Önceden bu kadar sormazdı ama artık çok fazla irdeliyordu bu konuyu. Yağız'ı o karede görünce daha da yıkıldı yavrum. Şimdi her şeyi daha iyi kavradım. Yağız çok iyi bir babaydı ama kendi oğluna geç kalmış bir baba... Eli uzun olan adamın, hamileliğimden nasıl haberi olmadı aklım almıyordu. Hiç mi merak etmedi beni? Hiç mi dönüp bakmadı ardına? Ya insan bir hafta bile geçirdiği kişiyi arayıp sorar. Biz 6 ay aynı yastığa baş koyduk, birlikte olduk.
Neydi onu böyle duygusuzlaştıran şey?