Doğa'dan...
Okullar 2 hafta ara tatile girmişti ve bu süre zarfımı tamamıyla oğluma ayırmıştım. Karısı pardon, metresi geri gelen kocam, o günden beri ne aramıştı ne de sormuştu.
Göktuğ ise beni aşırı derecede zorluyordu. Başa çıkamamak ağrıma gidiyordu ama yine de kızamıyordum. Her gün ama her gün evlenmem için baskı yapıyordu. Doğru okudunuz evet... 5 yaşındaki oğlum, sırf baba diyebilmek için üzerimde baskı kurmaya çalışıyordu.
Sabah erkenden kalkarak kahvaltıyı hazırladım ve Göktuğ'u uyandırmaya gittim.
"Uykucu prens! Hadi kalk, kahvaltı hazır annecim."
Nazlanarak kıpırdamaya başladı. "Anne çok uykum var." dediğinde gıdıkladım. Kahkahalarla yataktan kalkıp ayağa dikildi. "Hadi, doğru banyoya. Elini yüzünü yıka, sofrada seni bekliyorum. Omlet yaptım, en sevdiğinden." dememle sevinçle bağırarak banyoya koştu. Peşinden dolu gözlerle baktım.
Kahvaltı masasına geçip onun meyve suyunu benim de çayımı doldurduktan sonra Göktuğ'da geldi. Hızlı hızlı yemeye girişti. "Yavaş ye bi tanem."
"Anne... Evleneceksin dimi anne?" demesiyle yemeği boğazıma dizdi. Çayımdan bir yudum alarak duruşumu düzelttim. "Göktuğ... Bu konuyu kaç kere konuştuk annecim? Sen birilerine baba diyeceksin diye ben evlenemem. Benden her şeyi iste ama bunu isteme oğlum."
"O zaman bana gerçek babamı getir!" diyerek çatalı sofraya vurup masadan kalktı ve odasına gitti. Ellerimle başımı iki yandan tutarak düşünmeye başladım. Sanırım artık onunla başa çıkamıyordum. Duygularıma yenik düşerek bağıra bağıra ağlamaya başladım. Engel olamıyordum, ağlamamı durduramıyordum.
Göktuğ'un yaptıkları beni köşeye sıkıştırıyordu. Yağız, metresi ve kızıyla mutluluk içinde gülüp eğlenirken, Göktuğ'la olan tek başıma mücadelem beni fazlasıyla yıpratıyordu. Yağız geri dönene kadar böylesine ileri hiç gitmemişti.
"Anne n'oldu?" diyerek korkuyla yanıma gelince yüzümü saklamak istedim ama onu bile becerememiştim. "Özür dilerim anne. Tamam, yiyorum yemeğimi özür dilerim." diyip sofraya geri oturdu. Sorunun yemek olduğunu düşünüyordu küçük oğlum. "Bak yiyorum anne. Sen ağlama... Ağlayınca mavi gözlerin kıpkırmızı oluyor anne."
Sonunda kontrol altına aldığım gözyaşlarımı iki elimle silerek yemeğime devam ettim. Etmek zorundaydım! Anneysen, bunu yapmak zorundasın! "Anne..." diyen oğluma baktım. Ağlamaktan gözlerim yanıyordu adeta.
"Sen Yağız abi geldiğinden beri hiç iyi değilsin. O sana ne yaptı anne? Evli ama seni öpüyor. Bu çok ayıp değil mi?"
Göktuğ'un soruları ağzımı açık bırakıyordu. Küçücük çocuğun bunları düşünmesi cevap vermemi zorlaştırıyordu. Şimdi ben ona nasıl, "Yağız aslında benim kocam, o kadın da metresi!" diyebilirim ki?
"Göktuğ, lütfen artık Yağız konusunu açma oğlum."
"Anne biliyor musun?" diyerek sesini alçalttı. Sanki evde birisi varmışta, duymasını istemiyormuş gibi... "Sen banyoya gittiğinde o abi bana bir şey sordu."
"Ne sordu?" diyerek çatalı elimden bıraktım. "Bana dedi ki; 'Senin baban olmamı ister miydin?' dedi anne."
Nefesimi tuttum ve bir kaç saniye Göktuğ'un yüzüne baktım. Titreyen ellerimi kontrol altına alarak gözlerimi mutfağın her yerinde gezdirdim. Şüphe duyuyordu! Yağız kesinlikle şüphe duyuyordu!
"S...Sen ne dedin?" dedim, zorla yutkunarak. "Ben dedim ki... Benim zaten bir babam var!" demesiyle rahat nefes aldım. "Çünkü sen bana böyle öğrettin dimi anne?" diyerek tabağını yemeye devam etti. "O bir şey dedi mi?" diye sordum, korkuyla...
"Kim anne?"
"Yağız."
"Kimmiş baban dedi? Ama ben cevap vermedim. Sonra bana 'Cevap ver!' diyince ben de ona kaşlarımı çattım." diyip nasıl çattığını da canlı olarak gösterdi. Güldüm...
" 'Bir daha benimle böyle konuşma yoksa seni anneme söylerim.' diyince beni gıdıklamaya başladı anne."
"Aferin benim oğluma."
Ne olursa olsun, Yağız'ın içine şüphe tohumları düşmüştü.
Yemeğimizi yedikten sonra Göktuğ'un aklını dağıtmak için her zaman gittiğimiz, sosyetiklerin olduğu parka götürdüm. "Anne buradaki insanlar neden böyle giyiniyor? Niye düğüne gidiyormuş gibi hep topuklu kocamannn ayakkabılarlalar?" dediğinde güldüm. Çocuk haklıydı çünkü... İşim için bile nadiren topuklu giyinirdim.
"Onlar sosyetik kesim oğlum, o yüzden."
"İyi ki sosutik değiliz anne." der demez güldüm. "Ne değiliz annem?"
"Sosutik anne. Aa yoksa bunlar sosis mi oluyor anne?"
Çocuk aklı sahiden de farklı çalışıyor. O kelimeden bu kelimeyi nasıl çıkarttı anlamıyorum?
"Sosyeti..." diyeceğim esnada az ileride Dilan'ı görmemle kelimemin yarıda kalması bir oldu. Bu kadarı da fazlaydı ama! Beni mi takip ediyor bunlar? "Ee annecim, bence biz bugün başka parka gidelim. Burası sıkıcı artık ya!"
"Niye ki anne?"
"Duru, yavaş ol kızım!" sesiyle arkamı dönüp bakamadım. Yağız'da mı buradaydı? "Ben geçenlerde bir park gördüm... Harikaydı! Hadi oraya gidelim!"
"Gidelim anne! Sen benim kraliçemsin ve kraliçeler ne derse o olur!" diyip saygı duruşuna geçince ufak kahkaha attım.
"O zaman emrediyorum asker! Bu gece benimle uyuyacaksın!"
"Ama ben büyüdüm anne..."
"Kraliçeler ne derse o olmaz mıydı? Hem anne yok, kraliçe var!" dememle o da güldü. "Bazen benden daha çocuk oluyorsun anne ya..."
Geri dönüş yapıp arabaya doğru ilerliyorduk. Tam kapıyı açacaktım ki, Göktuğ beni durdurup yüzüme baktı. "Orhan bey kim anne?" diye sorunca hafızamı yokladım. "He... O benim müvekkilim annecim."
"Vay anne! Çok yakışıklıymış. Bence sana aşık!" demesiyle donup kaldım. "O nerden çıktı Göktuğ?"
"Sana aşkla bakıyor. Benim Özge'ye baktığım gibi anne. Benim babam o olsun... O olsun anne..." dediğinde arkadan gelen öksürme sesiyle nereye şaşıracağımı bile şaşırdım. Yağız! S.ktir! Ne kadarını duydu acaba? Ya anne dediğini duyduysa?
"Aa Allah belanı versin Yağız abi gelmiş! Sana artık ihtiyacım yok! Sen başkasının babasısın! Benim babam Orhan olacak!" demesiyle kolunu hafif şekilde silkeleyip gözünün içine baktım. "Göktuğ... Senin zaten bir baban varya ablacım!" diyerek bakışlarımı keskinleştirdim.
"Hee evet... Benim bir babam zaten var!" Anlatabilmemin verdiği rahatlık ile gerginlikten dikleşen omuzlarım aşağı salındı. "Orhan mı? Orhan Korkmaz mı?" diyen Yağız'a baktım. Orhan Bey'i nerden tanıyordu?
"Evet, o." dedim anlamaz ses tonuyla. "Saçma sapan şeyler öğretiyorsun çocuğa dimi? Babası Orhan'mış! Onun zaten bir babası yok mu?" diye bağırınca Göktuğ korkusundan arkama saklandı. "Sesinin tonuna dikkat et Yağız!"
"Etmezsem n'olur? Dur! Sen söylemeden ben söyleyeyim... Yine gider başkasının altına yatarsın dimi?" demesiyle suratına ağır bir tokat indirdim. "Senin dilin ne söyler? Hadsiz pislik! Utanmaz şerefsiz! Ben sen miyim Yağız? Sen seversin o işleri! Gözümün önüne kadın dikmeyi, kışın en soğuk günlerinde beni evden s.ktir etmeyi, beni kadın başıma sokaklarda bırakmayı sen seversin!" diye bağırarak sokağı inlettim.
Gözümden akan yaşları elimle sildim. "Ama biliyor musun? İyi ki de terk etmişsin, iyi ki de bırakmışsın beni! Seninle hâlâ aynı çatı altında olacağıma, gider sokaklarda köpek gibi yatarım daha iyi!" Son cümlemin ardından sanki kurşunla kalbinden vurmuşum gibi geri sendeledi.
İşaret parmağımı yüzüne doğrultarak konuşmama devam ettim. "Bir daha sakın! Sakın karşıma çıkma Yağız! Ne benim ne de oğlumun karşısına çıkma! Sen git Dilan'ın kızına babalık yap! Ne de olsa o kör gözlerin bir gün açılır!" diyerek Göktuğ'u kucağıma alıp arabaya bindirdim.
Yavrum, korkudan ağlıyordu. Haklıydı... Yağız bu topraklara ayak bastığı günden beri ikimize de huzur vermiyordu. "Anne..." dedi, iç çeke çeke. "Yağız abi senin sevgilin mi?" demesiyle, kemerini bağlarken duraksadım. "Benim babamı o mu kaçırttı yoksa?" Ne diyecektim? Allah'ım ben ne yapacaktım? Nasıl çıkacaktım bu işin içinden?
Zorla yutkunarak "O nerden çıktı oğlum?" dedim. "Yağız abi seni sokaklarda bırakmış. Çok üşüdün mü anne?" diyerek küçük ellerini yüzüme koydu. "Yok annem, sen yanlış anladın."
"Ben biliyorum ki anne. Yağız abi yüzünden babam beni bırakmış."
Üstüne gidersem daha fazla diretecekti bu yüzden kendi hâline bıraktım.
***
Göktuğ'u uyuttuktan sonra yemek yemek için mutfağa girdiğimde ekmek kalmadığını gördüm. Bakkal iki dakikalık yoldu. Üstümü çıkartmamışken gidip alayım düşüncesiyle hızlıca evden çıkıp yürümeye başladım.
"2 tane olsun lütfen."
"Tamam abla."
"Ne kadar tuttu?"
"20 lira abla."
"Hemen veriyorum." diyerek çantamdan parayı çıkarıp çocuğa uzattım. "Hayırlı işler."
"Sağol abla."
Ekmeklerle beraber eve dönerken, karşıma cin gibi dikilen adamla poşet elimden düştü. Kendimi hemen toparlayıp poşeti yerden aldım ve sağından geçmek istedim, izin vermedi.
"Konuşacağız Doğa!"
"Sana bir daha karşıma çıkma demedim mi Yağız?"
"Bundan sonra sen nerdeysen, gölge gibi ardında olacağım. Demeyeceğim demeyeceğim diyorum ama burama kadar geldi Doğa! Göktuğ benim oğlum lan!" diye bağırmasıyla ellerim iki yana düştü.
Hayır! Allah'ım hayır! Bunu... Bunu öğrenmiş olamaz hayır! "Sen ne saçmalıyorsun? Çekil önümden Yağız."
"Yalan söyleme bana Doğa! Göktuğ'un babasının ben olduğumu biliyorum! Bunu 5 sene... 5 sene boyunca benden nasıl saklarsın? Beni oğlumdan nasıl mahrum bırakırsın lan nasıl?"
Sokağın ortasında tüm gücüyle bana bağırıyordu. Oysa ki böyle delirmişçesine bağırması gereken kişi bendim. Gebe halimle sokağa atılan, soğuktan k.çı donan bendim! Ama ben sustum... Haklı olduğum hâlde sustum çünkü kendimi savunmaya bile mecalim yoktu. Yorulmuştum... 5 sene de 50 yıl yaşlanmış gibi hissediyordum. "Bir şey desene! Bana, seni affetmem için bir şey söyle!" demesiyle kaşlarımı havaya kaldırıp güldüm.
"Sen mi beni affedeceksin? Ya yürü git Allah aşkına Yağız."
"Oğlum dimi? Göktuğ Aras benim oğlum dimi Doğa?" diyerek kolumu sıktığında avazım çıktığı kadar bağırdım. "Evet senin! Göktuğ senin oğlun Yağız! Dışarı attığın, evden s.ktir ettiğin, hamile haliyle aç susuz uyumasına sebep olduğun Göktuğ benim doğurduğum çocuk! Allah kahretmesin ki onun babası sensin sen!" Göğsüne vurduğum darbelerden ötürü bileklerimi kavradı.
"5 yılımı çaldın benden! Ben senin yüzünden 5 yıl oğlumdan bir haber yaşadım lan! Varlığını bile bilmiyordum Doğa! Lan... Lan çocuk beni öldü biliyor lan!" diyerek kıvrandı adeta... Sinirden yüzündeki damarlar patlamak üzereydi.
"5 yılını çaldım öyle mi? Telefonlarımı açsaydın öğrenirdin Yağız Alaca! Attığım mesajlara baksaydın anlardın!" dememle benden bir kaç adım uzağa gitti. "N-nasıl? Ne araması, ne mesajı?"
"Binlerce kez aradım seni, mesaj da attım ama hiçbirisine dönüş yapmadın."
"Yalan... Yalan söylüyorsun Doğa!"
Yıllardır bu an için saklıyordum o belgeleri. Telefonumu cebimden çıkarıp zamanın da aldığım ekran görüntülerini ona gösterdim. Her şey günü gününe, saati saatine yazıyordu.
"Al bak! Tarihe bak Yağız! Yıl kaç? Sana attığım mesajlara, aramalarıma bak!"
Ekrana bakarken gözlerinden akan yaşları eliyle siliyor, burnunu da sürekli yukarı çekiyordu. Yaklaşık 1 dakika boyunca inceledi... Ardından kafasını yukarı kaldırıp bana baktı. "Bu... Bu olamaz Doğa! Sen beni hiç aramadın. Arasaydın duyardım ben."
"S.ktir ettiğin kadınının aramalarını niye duyasın ki Yağız? Ben kimsenin 5 yılını falan çalmadım. Benim neler yaşadığımdan senin haberin var mı? Göktuğ'u hangi zorluklarla büyüttüğümü biliyor musun? Kaç gece başımı yastığa aç koydum ben! Doğuma tek gittim, Göktuğ'a tek başıma baktım... Onu bu yaşa ben getirdim ben!" derken, elimle göğsüme sertçe vuruyordum.
"Şimdi adammışsın gibi karşıma geçipte ahkam kesme bana. Bundan önce nasıl yoksan şimdi de yok ol!"
Kafasını salladı. "Yoo... Hayır... Göktuğ'u artık istesem de bırakamam. O benim oğlum, benim bir parçam."
"Boş hayallere kapılma Yağız! Senin, onun babası olduğunu Göktuğ asla öğrenmeyecek! O küçük çocuk bunu kaldıramaz! Seni öldü biliyor, hepte öyle bilecek."
"Bunu benden isteyemezsin! Şimdi gidip anlatacağım her şeyi!" diyerek eve doğru yürümeye başlayınca ne yapacağımı şaşırdım. Bedenimi önüne atıp kendimi siper ettim.
"Yapamazsın! Oğlumun hayatını tepetaklak edemezsin Yağız!"
"Senin oğlun olduğu kadar benim de oğlum. Çekil önümden şimdi!"
"Ölürüm de izin vermem! Anlattığın gecenin sabahında gölgemizi bile bulamazsın burda!"
"Oğlum lan o benim. Ne demek bilmeyecek? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu Doğa?"
"Duyuyor! Çocuğun psikolojisi bozulur."
"Olmaz, anlatmam lazım!" dediğinde yola devam ederken çaresiz kaldığım için ayaklarına kapandım. Normalde bunu asla yapmazdım! Oğlum için, onun için yapmıştım.
Önüne çöküp başımı yere eğdim. "Sana yalvarıyorum yapma! Çocuk yıkılır Yağız, toparlayamam yapma!" Yağız durmuştu... "Mahvolur... Kaldırımaz Yağız." diyerek hüngür hüngür ağlamaya başladım.
Anne olduğum içindi bu derece küçük düşmem... Gururumdan ödün vermeyen kadın olsam da, söz konusu oğlum olunca hepsini ayaklar altında çiğneyebiliyordum.
"Allah aşkına yapma! Daha çok küçük o!" dediğimde avuç içlerim yerle buluşmuştu. "Kalk Doğa. Tamam kalk, ne yapıyorsun kalk!" diyip kollarımdan tutup ayağa kaldırdı. Yavaşça kendine çekip beni bağrına bastığında ağlamam şiddetlendi.
"Tamam söylemeyeceğim." derken, saçlarımı kokladığını anlayabiliyordum. "Seni..." dedim ve ağlamaya devam ettim. "Seni asla!..."
"Seni asla affetmeyeceğim Yağız!" dediğimde ondan çoktan ayrılmış, itiklediğim için yere düşmüştü. "Yıllar sonra çıkagelipte hayatımın içine müdahil olabileceğini sakın düşünme! Git Yağız! Sevgilinin ve kızının yanına dön! Ben de yıllardır cesaret edemediğim şeyi yaparak, en kısa zamanda senden boşanacağım!" dememle irkilerek ayağa dikildi.
"Boşanma yok, unut Doğa."
"Var! Senden boşanacağım ve hayatıma bakacağım! Ömür boyu başkasına giden adamı bekleyecek hâlim yok! Sen de Göktuğ'a hiçbir şey söylemeyeceksin! Ha söyledin mi? Yemin olsun ki yaptığın her bir b.ku ona anlatır, senden soğuturum! Şimdi defol git kapımın önünden! Eksik bıraktığın baba yanını ömrünü de versen kapatamazsın!"
***