GİZEMLİ SAVCI!

1604 Words
Poyraz'dan... Kapı üstüme kapanınca çaresizce eve dönmekten başka çıkışım kalmadı. Beni sevmiyordu, resmen nefsini tatmin etmek için öpüyordu. Kim bilir belki de karşısında Yağız'ın hayalini kurarak yapıyordur bu hareketi... Merdivenlerden birisinin çıkma sesini duyunca kenara geçip saklandım. Kiraz koşarak geliyordu ve kapıya alacaklı gibi vuruyordu. "Aç kız kapıyı." Bu kadın, tanıdığım günden beri hep aynıydı. Deli dolu ve başına buyruk. Hatta çoğu zaman ondan uzak kalmaya çalışıyordum. Damarına bastığında kaplan kesiliyordu. Kapı açıldığında "Ayh bacım!" dedi ve eliyle tutunarak soluklandı. "Sen... Poyraz'la..." demesiyle iyice kulak kesildim. Evet Kiraz, Doğa Poyraz'la ne? Niye kesik kesik konuşuyorsun kızım? "Ne oldu Kiraz? Kızım daha yeni ayrıldık, ne oldu? Poyraz'a mı bir şey oldu?" Telaşı beni mutmain etmişti. Seviyor muydu yoksa sevmiyor muydu asla anlayamıyorum. "Yok kız olmadı. İçeride anlatayım istersen bacım. Beni kapıda mı tutacaksın?" Hayır! İçeri girme hayır ya! Duymam lazım, ne diyeceğini duymam lazım Kiraz! "Of! Akıl mı kaldı bacım. Hadi gel..." diyerek kapıyı germe ger açtı. Kiraz içeri girip kapı kapanınca ellerimi belime koyarak bir süre öylece baka kaldım. Şimdi ne yapacaktım? Kapıyı mı dinleseydim acaba? Ama çok ayıp olurdu ya. Yok yok olmazdı. Parmak uçlarımda koşarak kulağımı kapıya dayadım. İyi ki salondaydılar yoksa bu haberden mahrum kalabilirdim. "Çay, kahve ne alırsın?" "Otur şuraya Doğa. Bana hemen Poyraz'la aranda neler olduğunu anlatıyorsun." demesiyle kalbim hızla atmaya başladı. Bu kadın bu konuyu açtıysa eğer, kesinlikle net bir şeyler öğrenmiş ve duymuş. "Ya ne saçmalıyorsun sen acaba Kiraz?" "Hiçte inkâr falan etme Doğa. Yağız ile denk geldik, biraz lafladık falan..." "Ya... Ne dedi gevşek ağızlı acaba? Uçkur düşkünü pislik herif!" Son cümlesi beynimde her şeyi netleştirdi. Doğa kesinlikle Yağız'a aşık falan değildi. Aşık olan insan adı bile geçse heyecandan yerinde duramazdı. "Ya önceden Yağız diyince gözlerinin içi parlardı senin. Şimdi ise gözlerini deviriyorsun. Artık eminim ki, seninle Poyraz arasında bir şeyler var. Sabah yanaktan öpmeler falan..." "Tek yanaktan değil ki." dedi Doğa, utanmış sesiyle. Evet... Sesinin utangaç çıkmasını yüzünü görmeden bile olsa anlamıştım. "Ne?" dedi ve Kiraz cırladı resmen. "Dudaktanda mı oha? Baştan anlat hemen! "Ya of utanıyorum Kiraz." dediğinde yüzünün şeklini görmek o kadar çok isterdim ki... Sonra sesler uzaklaşınca anladım ki, oda değişikliği yapmışlardı. Yavaş yavaş dışarı çıktığımda heyecandan ellerim titriyordu çünkü artık emindim! Doğa'da benden hoşlanmaya başlamıştı ama Göktuğ için geri duruyordu. Haberi öğrendikten sonra memlekete de gitmeme gerek kalmamıştı. Bugün hem yıkılış hem de diriliş günümdü... *** Doğa'dan... Kiraz beni yukarı ki odaya doğru sürüklerken pes etmişçesine gidiyordum. Yatağın üstüne fırlatır fırlatmaz karşıma oturup gözlerini bana dikti. Onun bu merakından her zaman sıkılmışımdır. "Baştan anlat bana Doğa. Ne oldu da yıllar sonra kalbinin kapılarını tekrardan birisine açtın? Hadi anlat!" "Anlatacak bir şey yok ki Kiraz. Çünkü aramızda hiçbir şey yok." Avucunu yalayarak "İnanmamı bekliyorsan, avucunu yalarsın." dedi. "Gelmiş karşıma öpüştük diyor, sonra da hiçbir şey yok! Ay ben dışarıdan salak mı görünüyorum yoksa?" Salaksın diyemedim! Seni sevmeyen adama kör kütük bağlanacak kadar salaksın diyemedim... Üstüne bir de seni sevmeyenin seni sevdiğini düşünecek kadar salaksın da diyemedim... Derin solukla gözlerimi çevirdim. "Bana trip atma... O yana bu yana vurma Doğa. Aranızdaki çekimi anlamayan salaktır asıl! Şimdi sen mi anlatıyorsun yoksa ben gidip direk onun ağzından mı dinleyeyim?" "Of tamam dur! Anlatacağım ama gülmek ya da dalga geçmek yok." "Tamam tamam anlat!" diyerek yatağa iyice kuruldu. O gün oğlum yoktu ama Kiraz bende kalmıştı. Ertesi günün sabahında kahvaltının ardından oğlumu alarak okuluna bırakmıştım. Zaten bu sıralar çok boşlamıştı, biraz daha açık açsın istemedim. Okula gidene kadar bana babasını övüp övüp durdu. Sanki yıllardır onunla birlikte yaşamış gibi... Dün akşam konsoldan oyun oynamayı öğretmiş ona Yağız. Sonra mısır patlatıp film izlemişler, sonra da sarılarak uyumuşlar. Göktuğ'un yüzündeki mutluluğu gördükçe ben daha da mutlu oluyordum. İçindeki baba boşluğu dolmaya başlamıştı ama benim içimdeki korku büyüyordu. Ya Göktuğ sahiden de Yağız'ı seçerse? Belki ilk başlarda tepkisi büyüktü ama daha çok küçüktü. Her şeyi kolay unutacak, birisine çabuk bağlanacak kadar küçüktü. Laf arasında da, Dilan'ın kızını bırakıp kaçtığını söyleyince üzüldüm. Ne olursa olsun o yavrunun hiçbir suçu yoktu. Bir anne evladını bırakıp gidecek kadar nasıl gözü dönebilir? Bir yere gitsek, ufacıkta olsa yanımdan ayrılsa sanki ayaklarımın altından yer kayıyormuş gibi hissediyordum... Göktuğ'u da okula bırakıp savcının yanına gidecektim. Yeni bir olay almıştım ve aldığım olayların en ilginci bu desem yalan olmazdı. Kadın yıllar önce kocasını kaybetmiş, çocuklarıyla miras kavgasına düşmüştü. Evet doğru okudunuz! Kendi çocuklarıyla miras kavgasına düşmüş. Adam sağlığında iken eşi de dahil olmak üzere hepsine 2'şer daire bırakmış ama çocuklar bunu kabul etmeyerek, annesine bir daire yeterli olduğunu söylüyor. Kadın ise zaten o daireyi kendi için değil, yine onlar için istediğini dile getiriyor. Başlarına bir şey geçtiğinde sığınacak evleri olsun diye... Bir süre sonra da bu kadının en küçük oğlu ölüyor ama şaibeli şekilde. Annesinin hakkını tek savunan evlatmış. Bir gün evinde intihar etti gerekçesiyle ölü bulunmuş ama kimse inanmıyor. Herkes hayat dolu, yaşamı sevdiğini söylüyor ve intihar süsü verilen cinayet olduğunu dile getiriyor. Müvekkilim bunu diğer çocuklarının yaptığını üzülerekte olsa, ciğeri yana yana da olsa dile getiriyordu. Bugün de savcı bizatihi olarak tekrardan evi incelemeye almıştı ve ben de zor da olsa bir buluşma ayarlamıştım. *** Elimi uzattığı eline uzatarak sıktım. "Hoşgeldiniz Doğa Hanım." "Hoşbuldum savcım." Ellerini önünde bağlayarak direk konuya girdi. "Sizi dinliyorum." Nasıl sorabilirdim ki? Karşımda savcı vardı sonuçta ve istemeden de olsa çekiniyordum. "Bir şey bulabildiniz mi savcım?" dememle güldü. "Siz kimsiniz Doğa Hanım? Kendinizi hâkim falan mı sanıyorsunuz?" demesiyle kaşlarımı çattım. Küçümser konuşması karşısında sinirlerim tavan yapmakla kalmamış, gökdelen gibi tepeye çıkmaya başlamıştı. "Ben sadece..." dediğimde lafımı kesti. "Bakın... Siz bu konunun çok dışındasınız. Müvekkiliniz ile ilgili olan kısım sizi ilgilendirir, cinayet dosyası da beni. Dosyada gizlilik kararı alındığı için bilgi asla paylaşılamıyor. Merakınızı anlıyorum, hakta veriyorum. Daha çok gençsiniz ve tecrübe edinmek istiyorsunuz ama avukatlık ile savcılığı karıştırmayın. Herkesin işine burnunuzu sokacağınıza kendi branşınız ile ilgili araştırmalar yapın." Adam beni yerin dibine sokup sokup çıkarttı. Bir bakımdan haklı olsa da yine de çok kızmıştım. Bunu böyle kibirle söylemek yerine daha tatlı şekilde lanse edebilirdi. Zaten öyle bir konuşuyor ki, uyarıyor mu yoksa gömüyor mu anlamadım... "Ben sadece merak etmiştim Karan bey." "Merak edecek başka konularda bulabilirsiniz. Mesela üstünüze kayıtlı olmamasına rağmen bir bebek büyüttüğünüzü, bu bebeğin de size anne dediğini..." demesiyle ağzım açık kaldı. Bunları nerden biliyordu ki şimdi bu adam? "Ben onun..." annesiyim diyemeden sözüm tekrardan kesildi. "Başka adamın nüfusuna geçili bir çocuk! Evlisin ama değilsin gibi dimi? Kocan seni terk ettiği için, pardon... Kocan seni karnında çocuğunla terk ettiği için böyle çocukça bir hareket yapıp kendi oğlunu başkasının üstüne yazdırdın. Bu da seninle aynı soyadına ait olan uzak bir evli akrabanız. Nasıl ikna ettin bilmiyorum ama hiç mi düşünmedin? Salak mısın ya da çok mu cahil? Ya adam vermek istemezse Doğa? Sürünürsünüz, buna emin ol. DNA sonuçları çıkıp velayet verilene kadar da o çocuk yıpranır." Okumuş adamın hâli cidden farklı oluyormuş. Her bir cümlesi beynime kurşun gibi saplanırken, olayın bu boyutundan hiç düşünme fırsatım olmamıştı ama böyle bir şey yapmak isteseler onu yanımda büyütmeme de izin vermezlerdi. "İsteselerdi alırlardı Karan bey." dememle yine güldü. "Hayatını niye pamuk ipliğine bağlıyorsun? En büyük hançeri kocandan yemişken, kırk kat yabancıya niye inanıyorsun Doğa?" dedi ve ben de aynı an da yutkundum. Of ebesinin ki cidden! Adam ne dese haklıydı ama hayatımı niye bu derece araştırmıştı? "Yılların savcısıyım ve insanı tek bakışından az çokta olsa tanırım. Seni ilk gördüğümde de meraklı, cahil bir avukat olduğunu sezmiştim. Yalan yok... Hakkında araştırma yaptım, düşündüğümün aksine, kısacık avukatlık hayatında büyük işler başardığını öğrendim ama daha çıraksın güzelim. Anne olmuşsun, eş olmuşsun, avukat olmuşsun ama mesleğinde hâlâ toysun. Kendini biraz daha geliştirirsen belki benimle boy ölçüşmeye kalkabilirsin. Şimdi başka soracak sorun yoksa eğer, dosyamı inceleyeceğim. Hani şu senin peşinde dolaştığın dosya." diyerek göz kırptı. Çantamı alarak masadan apar topar kalktım. "Aferin sana Doğa! Kendini yine rezil ettin, aferin!" diye söylenerek arabama kadar yürüdüm. Koskoca savcı beni yerin dibine soktukça ben sustum çünkü cevap verecek hak bırakmamıştı bende. Rüzgardan ötürü önüme düşen saçlarımı sinirle arkaya doğru atıp arabanın kilidini açtım. Şoför koltuğuna oturduğumda kafamı direksiyona koyarak "Rezil oldum ya! Valla rezil oldum! Ağlıcam rezil oldum!" diyerek ağlarken yan kapının açılmasıyla kafamı yavaşça kaldırdım. S.ktir! Savcının burda ne işi vardı? Yan koltuğuma oturup gözüme bakarken, ben de afedersiniz ama mal gibi suratına bakıyordum. Şu sıralar zaten iyice mala bağlamıştım... "Ağlamak güçsüzlerin işidir Avukat Doğa Safir! Mesleğinin hakkını ver ve güçlü kal yoksa seni bu sektörde çok yerler." Adam babaannem gibi sürekli gelip gidip nasihatler veriyordu. "Bunu söylemek için mi buraya kadar geldiniz Karan Bey? Masada gömdüğünüz yetmedi, bir de arabasında mı rezil edeyim dediniz?" dememle yine güldü. Şeytan diyor ki, savcı mavcı deme giriş saçına başına ama neyse ki şeytanı dinlemiyordum. "Öfkeni kontrol altına almazsan, öfken seni kontrol etmeye başlar. Çok gençsin, yaşın kaç senin?" "24." dedim şaşkın ifadeyle. "Daha genç gösteriyorsun. Şöyle bir, 18 falan..." Bu sefer ben güldüm. Matematiksel olarak bunun mümkünatı yoktu. "18 olsaydım avukat değilde öğrenci olurdum sayın savcım." dememle o da güldü. "Biliyorum... Gül diye bilerek yaptım." Ha bir de ukalayım diyor yani! İyice sinirlenmeye başlıyordum. Seni arayanın, buluşma isteyenin ben taa... Anla işte sen! "Paket yapın seneye de gülerim." diyince bu sefer kahkaha attı. "Tamam Avukat hanım, sinirlenme!" Elleriyle önüne barikat kurdu. "Kendimi koruma altına almama gerek var mı? Ya da şey ya... Ben kendimi değil de arabamı koruma altına alayım bence. Bi bakmışsın ki bir gün bi avukat çıkmış, demir sopayla arabamı perte çıkartmış." demesiyle gözlerimi kısıp iyice yüzüne odaklandım. "Sen..." dedim ve gözlerimi asla gözlerinden ayırmadım. "Sen benim her hareketimi takip mi ediyorsun?" Duruşunu rahat pozisyonuna alarak "İyi bir araştırmacıyım diyelim biz ona." dedi. "Siz kimsiniz ki hayatımı kurcalıyorsunuz?" "Kim olduğumu mu öğrenmek istiyorsun Doğa?" dediğinde dibime kadar girmişti. Kafamı sallamamla "Biraz daha düşün belki bulursun." der demez arabadan inip gitti. Bu ne demek oluyordu? Tanıyor muydum ki ben onu?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD