Yağız'dan...
Oğlum sık sık bana gelip kalmaya başlayınca dünya benim için daha güzel yer oldu. Şimdilik kız kardeşi ile iyi anlaşıyor, hatta arada abilik bile yapıyordu. Bu zamana kadar onu bulamamakta benim hatamdı ya...
Dilan gözümü nasıl boyadıysa artık gerçeği göremeyecek duruma düşmüşüm. O gün bu gündür kayıplara karışmıştı ama elbet bir yerlerden çıkacak ve ben ona her şeyin hesabını soracaktım.
"Duru, Göktuğ acıktınız mı?" diye sormamla ikisi de koşarak yanıma geldi. Duru'nun yüzünü görünce kızmama engel olamadım. "Senin yüzüne ne oldu Duru?"
"Makyaj yaptı o baba. Kızdım, yapma dedim ama yaptı."
Her şeyden haberi olan çocuk mu olurmuş ya? Öyle zeki ki, bana çekmediği aşikârdı. Kızım ise kadınların her yaşta aynı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermek için çabalıyordu. Dudaklarına sürdüğü pardon, ağzının her yerine yayarak sürdüğü ruj elindeydi. Gözlerine ne sürmüştü bilmiyorum ama kapkara olmuştu.
"Makyaj kötü bir şey dimi baba? Kadınları olduklarından farklı gösteriyor." diyen oğluma güldüm. Büyümüşte küçülmüş gibiydi çoğu tavrı. Doğa'ya öyle çok benziyor ki bazı huyları, bunun mümkün olduğunu bilsem tek başına yapmış zannederdim.
"Duru derhal yüzünü yıkıyorsun!"
"Ama baba..."
"Hadi kızım, abin de yardım etsin sana."
"Of ya of! Erkek olmak ne zor bir şey ya!" diyen oğlumun ardından kahkaha attım. Daha kaç yaşında bu sıpa? Düşündüğü şeylere bakar mısınız? Abilik kisvesine çoktan bürünmüş bizim oğlan...
Mutfağa geri dönüp yemekleri hazırlarken, duyduğum zil sesi ile ellerimi akıtıp kapıya doğru ilerledim. Doğa'nın geldiğini düşünerekten aynadan saçımı başımı düzeltip kendime çeki düzen verdim. Sanki hafiften yaşlılık belirtileri kendini göstermeye başlamıştı bende. Doğa yanımda daha bir genç durmaya başlamıştı.
Kapıyı açtığımda hiç beklemediğim yüz ile karşılaştım. "Dilan!" dememle içeri girip üstündeki paltosunu çıkarttı.
"Duru odasında mı?"
O kadar yalanı ben söyledim, ortalığı ben karıştırdım, yuvayı da ben bozdum dimi Dilan? Bu rahatlık nerden geliyordu acaba? "Duru odasında abisi ile ama sen benimle geliyorsun!" diyerek kolundan tutup bahçeye çıkarttım.
"Lafı eveleyip gevelemeyeceğim Dilan. Neden yaptın?" diyerek kısa ve net hâlde sordum. Sessiz kalarak gözlerime bakmayı tercih ederken, öfkemin bedenimi ele geçirmesine ramak kalmıştı. "Kime diyorum Dilan? Kaçıp gittin diye unuttum falan mı sandın? Bunu bana, Doğa'ya neden yaptın?"
"Çünkü kıskandım!" dedi ve tüm gücüyle bağırdı. "Kıskandım anlıyor musun? Onunla evlenmeden önce biraz da olsa yüzüme bakıyordun ama ne zaman ki nikâhlandın, Doğa'dan başkasını görmez oldun, bilmez oldun! Her yan yana geldiğinizde kıskançlıktan öldüm Yağız! Seni hakeden kişi benken, her gece onunla uyuman, onunla uyanman beni eritti! Yıllardır hayalini kurduğum hayata hiç çabasız erişmesine katlanamadım! İlk başlarda onun gibi olmaya, onun gibi giyinmeye çalıştım. Belki dikkatini çekerim diye düşündüm ama beceremedim. Senin gözün ondan başkasına değmiyordu anlıyor musun?"
İçindeki tüm zehrini akıtırken, bunca zaman aynı yatağı paylaştığım kadının iğrençliği duyduklarımla beraber her geçen saniye midemi bulandırıyordu. Sözünü kesmeden dinlemeye devam ettim. "Sonra da aklıma bu plan geldi işte. İnanmazsın diye düşünmüştüm ama sorgusuz sualsiz inandın! Doğa'ya sormadan bana inandın sen bana!" demesiyle kalbim acı içinde kıvranmaya başladı.
"O kadının yaşadıklarından haberin var mı he?"
"Vardı! Hamile olduğundan da, sefalet içinde süründüğünden de... Hepsinden haberim vardı Yağız!"
Yıkılmak kelimesini tam manasıyla yaşıyor bulunmaktaydım. Ayakta uyutulmakla da kalmamış, ayakta keklenmişim. Onca fotoğraf, onca belge, onca şahit... Hepsi A'dan Z'ye yalanmış. "Eline ne geçti Dilan? Eline ne geçti de oyununu vicdansızlığın altında sürdürmeye devam ettin? Ya sen nasıl bir kadınsın he? Hiç mi yüreğin yanmadı senin lan? Bir kadın olarak, başka bir kadının çaresizliğine hiç mi üzülmedin?"
Gözlerim, gözlerine merhamet kırıntısı dahi olsa bulabilmek için tutunuyordu. Kör olamazdım! Görmeyecek kadar kör olamazdım...
"Kendim için yapmayacağım bir şey asla yoktur Yağız! Ya yatağına girebilmek için yıllardır Doğa'nın kullandığı kokunun aynısını kullanıyorum ben be!"
İnsanın ağzından dökülen her kelime mi yıkıcı olma görevini taşır? Omuzlarım ağırlaştıkça yükümün vicdanımla yarışa girdiğini anlayabiliyordum. İlk gözyaşım sol gözümden aşağı süzerken, karşımdaki kadının acımasızlığı beni yıkmıştı. Ne söylersem söyleyeyim, tesirsiz kalacaktı.
Baştan olmaması gereken birlikteliği sakız gibi uzatarak gereksiz duruma sokmuştum. Şimdi ise o sakız çoktan ayağımın altına yapışıp, attığım her adımda beni rahatsız ediyordu.
"Bitti Dilan! Duru'yu falan da göremezsin bitti!"
"Duru benim de kızım Yağız! Bunu bana yapamazsın!"
"Öyle de bir yaparım ki..."
"Tamam... Tamam bak lütfen yapma bunu bana!"
"Lan senin amacın kızını görmek mi sahiden he? Ardına bile bakmadan çektin gittin sen Dilan! Şimdi yine aynısını yapıp s.ktir ol git çünkü saltanatın bitti! Bu evde de, kızımın yanında da işin yok senin!"
"Ama ben onun annesiyim Yağız." diyerek ağlamaya başladığında yüzündeki sahte acı ve gözyaşları harika oyuncu olduğunu da gösteriyordu. Ya Doğa, Göktuğ için kendini paralarken Dilan sadece ağlıyordu.
Doğa olsaydı oğlunu almadan tek bir adım dahi atmazdı. Pekiyi Dilan? Onun tek amacı bendim! Keşke zamanı geriye alarak istemediğimiz kişilere hayatımızda son verebilsek...
Doğa beni affetmiyor, affetmediği gibi bir de başkalarına da kalbinin kapısını açmaktan geri durmuyor. Ya bir gün beni sevmekten vazgeçerek yeni bir aşka yelken açarsa? Düşüncesi bile tüylerimi diken diken ederken, gerçeğini yaşamak istemiyordum.
"Bana ait olanları alıp gideceğim!" dediğinde aklıma Duru gelse de, meğersem onun planında sahiplendikleri apayrıymış. "İstediğin zaman gelir görürsün Dilan." dememle güldü ve "Duru'dan bahseden de kim? Arabam, evim ve küçük iş yerim." dedi.
Bir kere daha hayal kırıklığı yaşarken, sevginin, sevdanın zerresi kalmamıştı içimde ona karşı. İlk baş idrak edemedim, ne dediğini iyice anlamaya çalıştım ama bayağı benim mal varlığımı pardon artık Doğa'nın mal varlığını istiyordu.
Bir kurşun daha girdi bedenime ama bu sefer ki öldürücü oldu, direk kalbime... Benimle param için berabermiş! Ben, beni köpek gibi sevdiğini düşünürken, onun tek düşündüğü; paraymış! Lan para ne lan, para ne? Evladın varken, dünyalar güzeli kızın varken para ne lan sahiden? Sen hiçbir şey haketmiyorsun Dilan! Malımın çoğunu babam Doğa'nın üstüne yapmasaydı da yine beş kuruş para koklatmazdım ya sana!
Kızımın annesi diyordum, yokluk çekmesin diyordum ama dibine kadar hakediyordu.
Gülerek "Malın mı? Eğer alabilirsen bana da haber ver çünkü henüz ben de nasıl alacağımı bilmiyorum." dedim. Sessizliğe bürünen halinin nedenini sormaya dahi çekiniyordum.
"Sen anne olamazsın Dilan! Sen anne olmayı haketmeyecek kadar pisliksin! Başka bir anneyi yokluğa, sefalete terk edecek kadar iğrençsin! Utanmaz, haysiyetsiz kadın seni! Kaç para ulan senin kişiliğin? Cevap ver Dilan! Karşımda susma da cevap ver! Çok iyimişsin, melekmişsin gibi susma lan!"
Öfke kontrolünü hepten kaybetmiştim. Karşımda sanki bir anne değilde para avcısı duruyordu. Annenin önceliği her zaman evladıdır ya! Dilan neden böyleydi? Neden kendinden başkasını düşünmüyordu? Hadi beni, Doğa'yı geçtim... Ya Duru'yu sen doğurdun, 9 ay karnında sen taşıdın, sen büyüttün! Hiç mi sevgi duymadın lan?
"Ben kızımı arkamda bırakmıyorum Yağız. Ne yapıyorsam onun için yapıyorum."
'Öyle mi?' dercesine gözüne bakarak kolundan tuttum ve çıkış kapısına doğru götürdüm. "S.ktir ol git şimdi nereye gidiyorsan!"
"Yağız... Yağız lütfen dinle! Tamam hatalı olduğumu biliyorum ama son bir şans daha ver."
"Al sana son şans!" diyerek kolundan tuttuğum gibi kapının dışına attım. Ardından işaret parmağımı sallayarak "Seni bu şehirde tutmam son şansın. Hadi şimdi kaybol!" dedim.
Dizleri üstünde sürünüp ayak dibime geldi ve "Yaşayamam! Beş kuruş parasız yaşayamam Yağız!" dedi. Aklıma saniyesinde Doğa geldi. Oysa ki o karnında bebeğimizle neler yaşamış...
"Sen çektirdiğini çekiyorsun Dilan!" diyip ayağımı geri çekerek kapıyı yüzüne kapattım.
Seçim zor değildi, seçilmek ise apayrı boyut. Doğa beni artık seçenekler arasına dahi koymuyordu. Eve geri dönerek yemeği bitirip çocuklarımla güzel bir öğlen yemeği yedik. Doğa'nın gelme saati yaklaşıyordu ve istemsizce heyecan yapıyordum.
Zil çaldığı gibi üstümü başımı düzelterek kapıyı açtım. Gözlerine bile bakmaya doyamadığım o kadın tam karşımda duruyordu. Ayakkabılarını çıkartırken "Çok yaramazlık yaptı mı?" diye sordu. "Yok ya yapmadı. Kardeşiyle içerde oyun oynuyorlar."
İçeri girdiğinde kolundan tutup kendime çevirdim. "Ne yapıyorsun Yağız?"
"Öyle özledim ki Doğa!" derken dudaklarına bakarak yutkundum. "Her bir zerreni öyle özledim ki..."
"Bırak! Bırak Yağız çocuklar görecek! Bizim aramızdaki her şey bitti artık bırak!"
"Belki bitmemiştir he!" dediğimde telefonu çaldı. Gözüm yanan ekrana kaydığında 'Savcı Karan' yazıyordu. Heh! Bir savcımız eksikti çünkü dimi? Hafif uzaklaşarak telefonu açmasına fırsat verdim.
Kulağına dayadı ve "Buyrun Karan bey. Evet müsaitim. Ee o zaman yarım saat sonra attığınız konumda olurum. Sağolun, size de iyi günler." diyerek kapattı.
"Kim bu savcı?" diye sormadan duramadım. "Sana ne Yağız!" Adımlarını hızlandırarak yanımdan geçip gitti. Peşinden koşmaya başladım çünkü savcı aklımı karıştırmıştı.
"Anne geldi Göktuğ!" demesiyle oğlum koşarak annesine sarıldı. "Hadi gidiyoruz anneciğim."
"Biraz daha anne."
"Olmaz oğlum işim var."
Oflaya oflaya gitmeye razı geldi. Duru'yu evdeki ablaya emanet ederek gizliden peşine takıldım. Kafe tarzı bir yere gittiğinde masada tek başına oturan adamın elini sıkarak karşısına yerleşti. Kimdi bu savcı? Herhalde ortak dosya için bir araya gelmişlerdir. Uzak kaldıklarından sesleri de gelmiyordu.
Gizlice izlenimime devam ettim. Bir şey konuşuyorlardı ve Doğa arada ciddi olup arada normale dönüyordu. En son ne dedi bilmiyorum ama Doğa'nın yüzünü güldürmeyi başarmıştı. Bu savcı değişik bakıyordu. Göz bebekleri titriyordu sanki...
Doğa karşısında gülerken anladım ki, o çok güzel gülüyordu. O böyle güzel gülerken, ben hep ağlatan taraf olmuştum. Bu sefer sahiden de ellerimden kayıp gidiyordu ve ben asla tutamıyordum...