Doğa'dan...
Yılların kirini pasını benim üstüme yıkan adamın, babalık yapmadığı bunca seneyi unutturmasına izin vermeyecektim. Ekmek poşetini yerden alarak eve doğru yürümeye başladım. Göz pınarlarım ağlamaktan kurumak üzereydi adeta...
Elimi attığım dal kökünden kopuyordu. Tam her şeyi çözdüm, Göktuğ'un babalık duygusunu bastırdım diye düşünürken, bir an da çıkagelmesiyle her şey tepetaklak oldu. Binaya girdiğimde evden gelen ağlama sesleriyle elim ayağım birbirine dolandı. Koşarak yukarı çıkıp titreyen ellerimle anahtarı kapı deliğine sokmaya çalışıyordum ama yapamıyordum.
Bir kaç haftadır yaşadığım stresi bu yolla atıyordum üstümden. Ağlayarak hedefi bulmaya çalıştıkça titremem artıyordu. Sonunda kapı içeriden açıldı ve ağlayan oğlumla göz göze geldim.
"Anne!" diyerek bana bir sarılışı vardı ki, tüm yorgunluğumu üstümden almıştı. Eğilerek hizasına indim ve saçlarını okşayıp öpmeye başladım. "Korkma annem! Korkma bebeğim."
"Anne..." dedi hıçkırarak. "Sen de babam gibi beni terk ettin diye çok korktum." dediğinde duraksadım. Söyleyemezdim... Yağız'ı ona söyleyemezdim... "Ben seni bırakmam Göktuğ." diyerek yüzünü avuçlarımın içine aldım.
"Bir daha sakın böyle şeyler düşünme Göktuğ!"
"Sen... Niye... Gittin ki... Anne?" dedi iç çeke çeke. Gözünden akan tek damla yaşa bile kıyamazken, günlerdir sulak topraklar gibiydi oğlumun gözleri.
Hemen elimdeki ekmeği gösterdim. "Ekmek!" dedim heyecanla ve burnumu çekerek. "Ekmek aldım annem."
"Ekmek mi?" diyerek karnını tuttu. "Ekmek arası mı yapacaksın bana anne?"
Kafamı sallayıp gülümsedim. "Oğlum ekmek arası mı istiyormuş? Beraber yapmaya ne dersin?" dediğimde yaşlarını koluyla silerek içeri girdi. Oturduğum yerden kalkıp gözlerimi yumdum ve derin bir şekilde soluklandım. Ardından kapıyı kapatarak ekmeği mutfağa bırakıp ellerimi yıkadım.
Göktuğ, sandalyede ayaklarını sallayarak beni bekliyordu. Modumu yükselterek yüzüme sahte de olsa gülümseme koyup tezgaha geçtim. "Ne istiyormuş bizim aç kurtumuz?"
"Babamı istiyorum anne!" diyince elimdeki bıçağı tezgaha koydum. "Baban yok Göktuğ! Kaç kere daha diyeceğim? Yeter artık sıkıldım!" Sesim olduğundan bir tık fazla yüksek çıkmıştı ama ben de insandım. Yorulmuştum...
"Bana neden kızıyorsun ki anne? Yoksa babam benim yüzümden mi gitti?"
Duygu boşalması yaşayarak yere çöküp ellerimle yüzümü kapatarak ağlamaya başladım. Oğlumun yanında bağıra bağıra ağlamak ben de istemezdim ama çaresizliğim benliğimi yoruyordu. Yıpranmıştım ve içimdeki yangın gittikçe büyüyordu.
"Bana bunu niye yapıyorsun Göktuğ? Neden babanı sanki ben kaçırmışım gibi davranıyorsun?" diye sordum ağlayarak. "Hiç mi düşünmüyorsun beni? Evet... Baban ölmedi, seni terk etti Göktuğ! Duymak istediğin bu mu oğlum?" dediğimde Göktuğ'un tepkisiz kalışı dikkatimden kaçmadı.
Yüzümü kaldırıp ona baktığımda gözlerinin dolduğunu anladım. Mavi gözlerinin güzelliği beni kendine daha da aşık ediyordu. Oğlum, tamamıyla bana benziyordu. Sadece huyu ve davranışları babasına aitti, bir de boyu...
"Sen beni kandırdın! Bana baban öldü dedin sen! Çok kötü bir annesin! Beni babamdan ayırdın!" diyerek yerinden kalkıp odasına koştu. Allah'ım... Ben ne yapacağım? Niye beni suçluyor bu çocuk? Neden tüm yükü benim omuzlarıma bırakıyor?
Üstüne gitmek istemediğim için yanına uğramadım. Yerimden doğrularak ekmeği ekmek dolabına koyup odama geçtim. Kendimi salmıyorsam, her yeri dağıtmıyorsam anne olduğumdandı! Bir gün çok fena patlayacaktım ama bakalım ne zaman?
***
Sabah hiçbir şey olmamış gibi uyanmak anne kurallarından birisidir. Odaya girip içeri baktım, hâlâ uyuyordu. "Uykucu hadi uyan!" dedim ama Göktuğ ses vermedi. Anlaşılan o ki, küslüğümüz devam ediyordu. Yatağının başına gidip üstüne doğru eğilerek "Barışmadık mı?" diye fısıldadım ama yine ne cevap vardı ne de kıpırtı...
"Annecim kalk art..." diyerek örtüyü kaldırmamla dünyam başıma yıkıldı. Göktuğ yatağında yoktu! Banyoya baktım, her odaya baktım... Hatta önceden saklandığı tüm yerlere baktım ama yoktu. Hani insan bazı durumlarda şoka girerde adım dahi atamaz ya... İşte öyle olmuştum.
Evin ortasında öylece durmuş, etrafımda dönüp duruyordum. Saçlarımı parmaklarımın arasına alarak çekiştirmeye başladım. Ben... Ben ne yapacaktım? Evden kaçmış çocuk! Hayatında yapmadığı şeyleri yapmaya başladı!
Kendimi toparlayarak evden çıkıp güvenliğin yanına gittim. "Abi... Abi bana kayıtları vermen lazım!"
"Niye kızım? N'oldu Doğa? Az soluklan yavrum."
"Rüstem abi, Göktuğ evden kaçmış abi. Sen... Sen hiç mi görmedin?"
"Ben gece uyuya kalmışım kızım ya! Ama dur! Beni takip et, hemen gidip bakalım."
Kafamı sallayarak peşinden gittim. Kamera kayıtlarına baktığımızda Göktuğ'un gece 3 gibi evden çıktığını gördük.
"Orda! Abi Göktuğ bu! Nereye gidiyor abi?"
"Kızım sakin ol! İzleyelim dur!"
Elinde aslan oyuncağıyla ilerliyordu. Sürekli sağına soluna bakarak kameranın görüş açısından uzaklaşana kadar ilerledi. "Of! Ben ne yapacağım? Gitmiş! Çocuk gitmiş! Nereye gitti?" diye dövünürken telefonum çaldı. Numara kayıtlı değildi ama Yağız'ın olduğunu biliyordum.
Saçma sapan çenesini çekecek değildim, o yüzden meşgule attım. Ardından mesaj geldi. Açmak istemesem de ne zırvalamış diye baktım.
"Bunu mu arıyorsun?"
Mesajının altında fotoğraf vardı. Göktuğ! Göktuğ'du bu! Saniyesinde geri aradım. Elim belimde açmasını bekliyordum. Açtığı gibi konuşmaya başladım.
"Yağız... Yağız, Göktuğ yanında mı?"
"Evet, şu an da karşımda oturuyor." demesiyle derin bir nefes alarak yere çöktüm. Bu çocuk niye böyle yapıyordu? Yemin ediyorum ömrümden ömür gitmişti. Ağlamaya başlayınca telefonun diğer ucundaki adam soluklandı.
"Tamam Doğa, yanımda çocuk. Adresi atıyorum, buraya gel!" dediğinde telefon kapandı. "Bulundu mu kızım?" diye soran Rüstem abiye kafamı salladım. Ayağa kalkarak ona da teşekkür edip evden aracın anahtarını alarak konuma geçtim.
Farklı bir evdeydiler. Yağız'ın geçen geldiğim evinde değil... Konuma varmamla koşarak bahçeden içeri girip kapıya vurdum. Aralanan kapının ardında Yağız vardı. "Göktuğ nerde?" diye sordum telaşla.
"Dur bi sakin ol! İçeride." Ayakkabılarla direk içeri daldım. Yağız kolumdan tuttu. "Bıraksana Yağız!" dediğimde beni bir odaya çekip kapıyı kilitledi. "Zamanı mı? Anahtarı ver!" diyerek elimi uzattığımda ciddiyetle yüzüme baktı.
"Sen çocuğa böyle mi sahip çıkıyorsun Doğa? Oğlum gecenin bir vakti evden çıkıp gidiyor, senin ruhun bile duymuyor. Ya ben görmeseydim? Ya ben farketmeseydim Doğa? İyi ki... İyi ki evin az ilerisinde biraz daha vakit geçirmişim yoksa Göktuğ şu an kayıptı."
"Ben... Ben farketmedim Yağız. Hiç yapmazdı böyle bir şey." Kendimi daha fazla tutamadım.
***
Yağız'dan...
Ağlamaya başlayınca onu göğsüme yasladım. Kokusu ilk gün ki gibiydi... Taze çiçek...
"Anne olamıyorum artık! Yoruldum..." dediğinde çökerken ben de beraberinde çöktüm. "Tamam, ben de ileri gittim biraz özür dilerim. Aklım çıktı Doğa. Ya sahiden bana denk gelmesiydi?" dedim sakince ama ağlaması içimi sızlatıyordu. Yanından ayrılarak kilidi açıp Göktuğ'un yanına geçtim.
"Anne gelmiş Göktuğ." dediğimde yüzüme baktı. "Anne mi?" Gözlerimi yumdum. Elinden tutarak Doğa'nın olduğu odaya götürdüm ve dönüp bana baktı.
"Ama... Ama sen onun benim annem olduğunu nerden biliyorsun?" diye sorduğunda yutkundum. 'Ben senin babanım diyemedim...'
"Nerden bildiğimi sorma yakışıklı adam. Şimdi git ve annenden özür dile. Çok korkmuş çünkü."
Kafasını sallayıp içeri girdi. "Annem!" diye sarıldığında kapıya yaslanarak onları izledim. Doğa, söylediklerinin aksine çok iyi bir anneydi. Göktuğ için çabalamış, asla da pes etmemiş... Tüm zorluklara rağmen, bana rağmen...
"Niye? Niye yaptın bunu bana Göktuğ?"
"Bu kadar üzüleceğini bilseydim yapmazdım ki anne."
"Söz ver bana! Bir daha asla yapmayacaksın Göktuğ!"
"Söz anne. Yağız abi beni kurtardı ama... O benim kahramanım anne. Ben yere düşmüştüm, beni kaldırdı. Sonra dün akşam benimle uyudu, bana sarıldı. Kocaman sarıldı bana anne, tıpkı babam gibi..." dediğinde yerimden doğruldum.
Ağzımı açıp söyleyecekken Doğa yalvarırcasına gözümün içine baktı. "Ben babamın bana nasıl sarıldığını hiç bilmiyorum ki anne. Ama sanki Yağız abi bana baba gibi sarıldı. Yağız abi... Sen niye evlisin ki? Benim babam olabilirdin." dediğinde yanına gidip hizasına eğildim.
"Bana istersen baba diyebilirsin Göktuğ." dememle Doğa bakışlarını üstüme dikti. Doğruları söyleyeceğim diye ödü kopuyordu. "Ben Orhan beye baba diyeceğim." diyip kafasını sallayınca sinirden bedenim gerildi.
"Orhan senin baban değil Göktuğ!" dedim sinirle. "Ama o anneme aşık gibi bakıyor. Bence annemle evlenecek." demesiyle ateş çıkan gözlerimi Doğa'ya çevirdim.
"Evimize dönelim Göktuğ." diyerek konuyu dağıtmaya çalıştı. "Gidelim anne. Bir daha söz veriyorum yapmayacağım anne."
İkisi el ele giderken, Göktuğ arabaya binince Doğa'yı kenara çektim. "Sen bu çocuğun aklını mı bulandırıyorsun Doğa? Orhan'a baba demekte ne demek?"
"Ben hiçbir şey yapmıyorum Yağız. Kendi kendine kafasında kurmuş işte."
"Bu herifin sana ilgisi mi var?" diye sorduğumda Doğa sustu. "Cevap versene!"
"Of! Varsa var sana ne! Sen gözümün önüne kadın dikerken ben hesap sordum mu sana? O yüzden bir daha burnunu benim hayatıma sokma!"
Doğa geçip giderken, peşinden öylece bakakaldım... Bunca zaman aklıma gelmedi desem yalan olurdu çünkü onu düşünmediğim tek bir günüm bile yoktu. Bakışı, gülüşü, duruşu, merhameti... Her şeyiyle ona aşıktım ama ona geri dönemezdim! Kendime bu saygısızlığı, Dilan'a bu haksızlığı yapamazdım! Birbirimize uzak iki eştik. Aynı yatağa girmeyi, aynı bedende soluklanmayı öyle çok özledim ki... Ona her baktığımda soluksuz yaşadığımız geceler geliyor aklıma.
Kendime de kızgındım... Bunca şeye rağmen, onu hâlâ nasıl bu kadar sevebiliyordum anlamıyorum? Gönül ferman dinlemiyor, gözden ırak olan gönülden da ırak olmuyor... Mavilerinde denizin uçsuz bucaksız güzelliğini görürken, şimdi ise bana sadece kaybolmuşluğu anımsatıyor. Ben o denize açılmış, kıyıya varamadan da yarı yolda bırakılmıştım...