Doğa'dan...
Yüksek sesle çalan alarmın sesine uyanmıştım. Bugün ki duruşmamdan dolayı erkenden müvekkilim ile görüşmem lazımdı. Erkek kardeşlerinin mirasa konarak, kadın olduğu için bir karış toprak vermedikleri müvekkilim... G.tlerindeki dona kadar almaya yeminliydim adeta...
Göktuğ'un odasına girdiğimde hâlâ uyuyor olmasına tebessüm ettim. Bakıcı Mine ablayı arayarak erkenden gelmesini rica etmiştim. Sessiz hareketlerle üstümü giyerek bir kaç bir şey atıştırdım ve Mine abla geldiği gibi evden çıktım.
İnci ablanın attığı konuma gittiğimde uzaklara dalarak uçsuz bucaksız denizi izlediğini farkettim. Mesleğim boyunca siz diye hitap etmediğim tek kişiydi. "Yine dalmışsın İnci abla." dediğimde yorgun bakışlarını bana çevirdi. "Hoşgeldin kız." dedi hüznünü yüzündeki buruk tebessümle kapatmaya çalışarak.
"Hoşbuldum abla." Çantamı sandalyenin kenarına asarak masaya oturdum. "Senin kardeşlerin yola yatmadı dimi abla?" diye sorduğumda derin bir soluk aldı. "Güzellikle halledelim dedim ama kabul etmiyorlar Doğa."
Tekrardan denize dönen gözleriyle sağ elinde bulunan çayını yudumladı. "Sıkıntı yapma İnci abla. Her türlü payını alacağız yani. Kanun, adalet... Hepsi bizden yana."
Güldü ve "Benim derdim para, mal, mülk mü sanıyorsun? Yani ne olurdu ablalarına kendi istekleri ile hakkını verseler. Erken yaşta annemizi kaybettik ve ben hepsine anne oldum Doğa. Boşuna 'Besle kargayı oysun gözünü!' demiyorlar. Al işte besledim de ne oldu?"
Dolan gözlerinden aşağı akan yaşlar beni de duygulandırmıştı. Yaklaşık 1 saatlik sohbetin ardından mahkeme salonuna geçmiştik. Tahmin etmesi zor olmasa gerek, davayı rahatlıkla kazanmıştık. İnci ablanın buruk mutluluğu beni de üzmüştü ama kanun böyleydi... Madem ki isteyerek vermiyorlar, o zaman biz de adaletle alırız...
Duruşma bitmiş, İnci abla teşekkür ederek arabasına doğru gitmişti. Ben de avukat cübbesi ve elimdeki bir kaç belge ile ilerlerken "Bakar mısınız?" lafıyla arkama döndüm. İnci ablanın en küçük erkek kardeşi. Yaklaşık 26-27 yaşlarında var sayılır. Etrafını kontrol ederek yanıma geldi.
"Buyrun." diyerek tepkisini ölçmek adına hareketlerini izlemeye başladım. İlk önce sağ eliyle sakalını kaşıdı ve gözleriyle etrafı taradı.
"Biraz konuşabilir miyiz?" diye sorduğunda tek kaşımı kaldırdım. "Sizi dinliyorum." diyerek duruşumu dikleştirdim. "Ayak üstü olmaz Doğa. Bir yerlere mi gitsek?"
Doğa? Samimiyetimiz nerden geliyordu acaba? "İşim var beyefendi."
"Of tamam! Karşı tarafta küçük işletme var, oraya gidelim bari."
Kafamı sallayıp onay vererek işletmenin olduğu yere geçtik. Konuyu merak ettiğimden üstümü bile değiştirmemiştim.
***
"Sizi dinliyorum." diye tekrarlayarak direk mevzuya girmesini bekledim. "Lafı uzatmayacağım Doğa."
Hâlâ Doğa diyor bana... Sinirlenmemem için hiçbir nedenim yoktu.
"Ablamı ikna et, sana üç katı para vereyim." dediğinde gözlerimi kapatarak çenemi sıktım. "Anlamadım beyefendi?"
"Bence çok iyi anladınız. Gayet zeki ve güzel bir kadınsınız."
Güzel mi? Bu adam hududu aşmaya başlamıştı. "Ne siz bu teklifi bana ettiniz ne de ben duydum." Çantamı alarak sandalyeden kalktığımda hangi cesaretle bilmiyorum ama kolumdan tuttu.
"Bak iyi düşün... Çok para vereceğim. Hem..." dedi ve baştan aşağı beni süzdü. "Bu güzellik bence benim gibi bir adamı geri çeviremez."
Bileğimi sertçe geri çekerek cevap vermeden yürümeye başladım. Hâlâ peşimden geliyordu. "Lütfen Doğa... Kırma bu yakışıklı adamı."
"Lütfen gider misiniz? Böyle bir şey asla olamaz!"
"Tamam... İtiraf ediyorum tamam... Amacım sizinle tanışmaktı. Bir yemeğe ne dersin? Sonra da bize geçeriz..." dediğinde yerimde durdum ve arkamı döner dönmez ağır bir tokat attım. "Şerefsiz seni!" diye bağırdığımda etraftaki insanlar bize baktı. "Bir daha sakın ama sakın... Karşıma çıkma!"
Aniden aradaki mesafeyi kapatıp dibime kadar girdi. Geri çıkmaya çalışsam da kolumu tuttuğu için başaramadım. "Bırakır mısınız?" diyerek debelenmeye başladım. "Hadi ama... Naz yapma güzelim."
"Ne nazı? Bırak kolumu!"
"Hadi bize geçelim."
"Bırak kolumu... Bırak diyorum bırak!" diye bağırdığımda arka tarafımdan gelen yumrukla adam yere serildi. Çığlık atarak ağzımı kapattım. "Şerefsiz p.zevenk!" dediğinde yavaşça arkamı döndüm. Atılan yumruk değildi beni korkutan... Yumruğu atan kişinin, yıllardır yüzünü görmediğim kocam olmasıydı...
"S.kicem bir taraflarını şimdi senin p.zevenk!"
Yere halı gibi serilen adama mı baksaydım yoksa bir an da önüme pat diye çıkan kocama mı? Daha doğrusu beni başkasıyla aldattığını açık şekilde söyleyip terk eden, pardon kapıya atan şerefsize mi?
Salak gibi sadece ikisini izliyordum. Müvekkilimin kardeşi, kocamdan dayak yerken tabiri caizse mal gibi bakıyordum. Etraftaki insanlar kavgayı ayırmaya koştuklarında ayaklarım bedenimden bağımsız olarak orayı terk etmeye başladı.
Kaç kere mesaj attım, kaç kere aradım ama aramalarıma ne döndü ne de cevap verdi... Amacı neydi? 6 yıl ya... Dile kolay... Tam 6 yıl tek başıma onun arkasını topladım. İnsanlar ardımdan neler dediler... Adamı kaçırttı, iki günde bezdirdi...
Yoğun düşünceler altındayken adliyenin önüne kadar geri geldiğimi bile anlamamışım. Çantamda ki anahtarı çıkararak arabaya bindim ve derin bir nefes aldım. Aklım bulanmıştı. Hayal mi görüyordum acaba? Ama oydu! Yağız'dı o...
Arabayı çalıştırarak yola çıktım. Kırmızı ışık yandığında durdum ve düşüncelerimin arasında kayboldum.
Nefesim sıkılaşmaya, kalbim sıkışmaya başlamıştı. Üstümdeki gömleğin bir iki düğmesini çözerek soluklanmaya çalıştım ama yapamıyordum. Hamileliğimi bile tek geçirmiştim ben. Kaç kere arayıp haber vermek istedim... Ne olursa olsun baba olacağını öğrensin istedim ama benimle hiçbir şekilde irtibata geçmedi.
Doğuma tek gittim, oğlumun ilk kelimesini ilk ben duydum, adımlarına ben şahit oldum... 'Babam nerde?' diyince her seferinde oğlumun gözünün içine bakarak 'Baban öldü!' yalanını söyledim. Bir anne olarak evladımı tek başıma büyüttüm. Zor muydu diye soracak olursanız eğer, zordu... Hem de çok zor...
Ailem memlekette yaşadığı için Yağız'ın beni bırakıp gittiğini diyemedim. Doğuma bile tek başıma gittim... Bazen pes ettim ama sırtımı yaslayacağım bir duvarım olmadığı için düştüğüm yerden yeniden kalktım. Hem okulumu okudum hem de bebeğime baktım. Onun için çabaladım... Sadece oğlum için çabaladım. Hayattan vazgeçmediysem de onun için...
Kırmızı ışıkta ne kadar durdum bilmiyorum. Bir an da çalan korna sesleriyle dağılmış kafamı toparlayarak ışığa baktım. Yeşil yanıyordu. Yanımdan geçerken el kol hareketi yapan şoförler... Arkamda kuyruğa girmiş arabalar...
Gözümden akan yaşı sildikten sonra gaza basarak yola devam ettim. Yol bendim aslında... Bu yol benim hayatıma giden yöndü...
Ağlamam şiddetlenince arabayı kenara çekip aşağı indim. Nefes alamıyordum... Her yer dönüyordu ve ben bu koca dünyaya sığamıyordum. Ellerim boynuma gittiğinde bağırarak ağladığımı farketmiyordum bilene.
Yolun kenarında oturup yanımdan vızır vızır geçen arabalara baktım. Kaç saat orda öylece oturdum...
Benim benden başka hiç kimsem yoktu. Ağladım ve yine kendim toparlandım.
***
Eve girdiğimde derin bir sessizlik beni karşıladı. Üstümdeki avukat cübbesi bile hâlâ duruyordu. Yorgun ve bitkin bir şekilde içeri girip, anahtarı kenara fırlattım. Dolabın içindeki terlikleri alarak ayağıma geçirdim ve bitap düşmüş vücudumla ne kadar yürüyebilirsem o kadar yürüdüm.
Saat 10'a geliyordu. Göktuğ muhtemelen uyumuştu. Mutfaktan kendime bir bardak su alarak salona geçip oturdum. Hâlim dışarıdan nasıl gözüküyordu hiç bilmiyorum.
"Kızım... Doğa ne oldu sana?" diyen Mine abla koşarak yanıma geldi. "Bu hâlin ne kızım?" O an tek ihtiyacım olan şey; anne şefkatiydi. Mine ablaya sarılarak omzunda ağlamaya başladım.
"Vah yavrum! Ne oldu sana güzel gözlüm?"
Beni yavaşça omuzundan ayırarak yüzümü avuç içlerine aldı. Yere bakarak hıçkırıklar içinde ağlıyordum. "Anlat bakayım ablana. He güzelim, hadi anlat..."
"O..." dedim ve hıçkırmaya devam ettim. "O geldi..." dedim ve ağlamam şiddetlendi. "Kim geldi kuzum? Kim geldi Doğa?"
"O... O geldi." dedim kekeleyerek. "Ya... Yağız geldi." dememle Mine abla eliyle ağzını kapattı.
"Gız bu senin gucan Yağız mı?" Mine abla ne zaman korksa ya da sinirlense şivesi ortaya çıkardı. "Doğa aman kızım, doğruyu süyle bana."
"Geldi işte Mine abla. O pislik buraya dönmüş." dediğimde çalan zille kafamı yukarı kaldırıp kapıya baktım. "K... Kim geldi ki?"
Elimin tersiyle gözyaşlarımı silerek kapıya açmaya giden Mine ablanın peşine takıldım. "Sen geride dur, ben açacağım."
Beni arkaya gizleyerek kapıyı açtı. "Buyur oğlum, kime bakmıştın?"
"Doğa... Doğa Alaca'ya bakmıştım ben teyze."
Ağzımı sıkıca kapatıp, gözlerim kocaman açıldı. Kapının ardındaki kişi Yağız'dı. Mine abla Yağız'ı fotoğraflardan falan görmüştü ve tanıyordu. "Yok burda öyle biri. Yanlış gelmişsin sen."
"Yok abla, doğru geldiğime eminim."
"Yalan mı söyleyeceğim oğlum? Burda ben ve eşim yaşıyoruz. Bir kaç sene önce birisi yaşıyordu evet... Adı senin dediğin addaydı sanırım ama sonra bir an da taşınıp gitti."
"Taşındı mı? Adresi biliyor musun teyze?"
"Yok oğlum, nerden bileyim? Hem sen niye arıyorsun o kızı? Sapık falan mısın?"
"Estağfurullah teyze. Kocasıyım ben onun."
"Kocası mı? Benim bildiğim bekardı o kız. Yani herkese bekarım diyordu." Mine abla az fena değil. Ayak üstü bile Yağız'ın ağzını arıyor.
"Bekarım dedi öyle mi?" Yağız'ın sesi sinirli şekilde çıkmıştı. Onun bu hallerinden korkmasam da sesini bile özlediğimi farkettim. Beni it gibi kapıya atan bu adama olan özlemimden de nefret ediyordum...
"Tamam teyze. Sen yine de onu görürsen söyle ki..." diyince sesinin ayarını yükseltti. S.ktir! Evde olduğumu biliyor kesin... "Söyle ki ona... O kabul etmese de bir Alaca ve en kısa zamanda onu bulacağım."
"Ne bağırıyon len? Kafamın tasını attırma sıpa... Valla alırım ayağımın altına beya..."
"İyi günler efendim. Kapının arkasında beni dinleyen karıma da selamlarımı söyleyin. Gölgesi duvara vuruyorda. Zira ben onu gölgesinden bile tanırım..."
Kapı hızla kapanırken ben robot gibi yerimde kalakalmıştım. "Kız Doğa adam seni tanıdı."
'Zira ben onu gölgesinden bile tanırım.' Zihnimde duvarlara çarpa çarpa yankılanan o cümle. "Doğa... İyi misin kızım?" Tepki veremiyordum. Adresime kadar nasıl ulaşmıştı? O geri gelmezdi! Bu zamana kadar gelmemişti, gelemezdi de!
Mine abla omuzlarımdan tutup beni silkeliyordu ama bedenim gitti gidiyordu. "Gel... Gel otur kızım." Kolumdan tutarak beni koltuğa oturttu ama ben hâlâ kaskatıydım. "Dur sana su getirem ben."
Kafamı salladım. Yaklaşık 20 saniye sonra bardakla yanıma gelen Mine ablanın ellerinden su içmeye çalıştım. Çenem titriyordu ve titremem ellerimle ayaklarıma da yayılmıştı. "Sakin ol yavrum. Niye korkuyorsun bu kadar?"
"Anladı... Anladı abla... Burda olduğumu anladı."
"Anladıysa anladı. Bi b.k yapamaz."
***
Gitmiş bir insanın geri gelmesi kadar yıkıcı bir şey olamaz. Yokluğuna alışıyorsun da, geri dönüşüne bir türlü alışamıyorsun. Yağız bundan tam 6 yıl önce, 'Baskaşını seviyorum.' diyerek gözümün önüne bir kadın dikmişti. Gururumdan dolayı acı tebessümle onaylayarak razı gelmiştim. Herkesin hakkını savunan Doğa, kendine gelince dut yemiş bülbüle dönüyordu.
Gözlerimin içine baka baka ilk baş kadınla öpüştü, ardından da elini tutarak kapıyı açtı. Aylarca aynı yastığa baş koyduğum adam, resmen kibar yoldan s.ktir etti beni. Beş kuruşsuz sokaklarda kaldım. Yağız zaten bir sonraki gün evi satarak buralardan taşınmıştı.
Terk edildiğimde kış ayıydı ve o soğuk günlerde buz gibi havada sokaklarda uyudum. Küçüktüm ve cahildim. Ailemin yüzünden görücü usulü Yağız'la evlenmiştim. Ailemin durumu pek yoktu ama Yağızlar'ın tam aksine b.k gibi parası vardı. Şirketleri, arsaları, markaları...
Babam ve Hikmet amca yılların dostu olduğu için, bu dostluğu pekiştirmek adına daha biz küçükken birbirlerine söz vermişler. Benim hayatıma yön veren aileme de kırgındım. Onlara da haber veremedim... Yağız bey böyle istemişti. Zaten babam da kalp hastası olduğu için bu habere dayanamaz diye gizli tutmuştum. Reşit olmama bir kaç ay vardı ve 18'imi doldurmadığım için kimse de işe almıyordu beni. Şimdiki aklım olsa daha ilk günden aileme haber verirdim. Ne kadar da salakmışım...
Yağız efendi istedi diye haber vermedim resmen! Lan benim soğuktan g.tüm donarken nerdeydi lan? Açlıktan karnımı tuttuğum zamanlar nerdeydi? İt gibi kapıya atarken nerdeydi? Kalbimden söküp attığım tüm olaylar meğersem gizli kutumda saklıymış. Ben, Yağız'ın ardından öyle zorluklar çektim ki, önüme çöküp köpek gibi yalvarsa yine de onu affetmezdim!
***
Bedenimi eski haline geri getirmek adına silkelendim ve gözyaşlarımı sildim. Bu günlere tek başına gelmiş bir kadın olarak, Yağız'ın hayatımda zerrece yeri yoktu! "Yapamaz ya abla..." diyerek ayağa kalkarak hava almak adına balkona çıktım. Gözlerimi kapatarak sessiz gecenin huzur dolu fısıltısını dinledim. Ellerim korkuluklardaydı. Temiz hava yüzüme çarparken, eski Doğa'nın öldüğünü kendime bir kere daha haykırdım. Kısa çaplı bedenimi terk eden özgüvenimi geri getirerek gözlerimi açarak aşağıya baktım. Bakmamla Yağız'la göz göze gelmem bir oldu. Arabaya yaslanmış, sağ ayağını sol ayağının üstüne atmış halde bana bakıyordu.
Yüzündeki o arsız gülüş karanlıktan bile belli oluyordu. Kaşlarımı çatarak gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Giriş katın üstünde oturuyordum bu yüzden az sonra yapacağım hareket hiçbir komşumu rahatsız etmezdi.
Kafamı hafif şekilde geri çekerek tüm gücümü toplayarak önüne doğru tükürdüm.
"Kızım Akın seni arıyor, istersen bak."
Ben de bilerek bağırdım çünkü aradaki az mesafeden ötürü duyacağını biliyordum. "Akın mı arıyor Mine abla?"
Yerinden doğrularak bakışlarını üstüme dikti. Telefonu elime alarak açtım. "Efendim Akın'cığım." diyerek içeri girdim ve kapıyı kapatarak perdeyi çektim. Kenardan gizlice baktığımda kudurduğunu rahatlıkla görebiliyordum.
Bunlar iyi günlerin Yağız Alaca! Beni s.ktir edip gittiğin her bir günü senin burnundan fitil fitil getireceğim!