NOT: KİTAPTA GEÇEN KİŞİ VE OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR.
İnsanın hayatı söz konusu iken bazen elinden bir şey gelemeyebiliyordu. Bir kelam demeye veyahut yapmaya hakkı yoktu. Bu kendi hayatı idi. Lakin kendi hayatı için dahi bir şey demeye hakkı yoktu. Bazıları zaten onun için olması gerekeni söylemiş ve konu kapanmıştı böylelikle. (!)
Leyla elinden bir şeyin gelemeyişi ile kahroluyordu adeta. Göz göre göre evlendirilecekti ve istemiyorum demeye hakkı bile yoktu. Yaşından dolayı istemezler diye düşünmüştü lakin, babası bunun hal çaresini de bulmuştu. Önceden nüfusa gidip yaşını büyütecekti. Bunu bile yapacaktı işte. Yirmi yaşında gösterecekti, halen on yedi yaşındaki kızını.
Leyla olanlara inanamıyor ve bedeni bunu kaldıramıyordu. Ne isterken, ne oluyordu. Hayat işte...
Dolabında olan siyah elbiseyi üstüne geçirmiş, saçlarını tarayıp bir kısmını örüp arkada birleştirmişti. Yapmak istemese dahi babası kesin bir dille tehdidini yapmış ve genç kız da el mahkum çeki düzen veriyordu kendine. İçi kan ağlaya ağlaya...
"Abla çok güzelsin." Suzan ağlamaktan gözleri kızarmış olsa da, ablasının güzelliğini dile getirmekten kendini alıkoyamadı. Doğruya doğru, ablası çok güzeldi. Hep ona özenir ve hep onu örnek alırdı genç kız.
Acı bir tebessüm eşliğinde yanıt verdi kardeşine Leyla.
"Sen daha güzelsin canımın içi."
Suzan bu yanıta gülümsemiş ve ablasına sarılmıştı.
"Abla yalvarırım beni, annemi bırakıp gitme. Sensiz ben ne yaparım?! Gelenlerle konuşurum ablamı benden almayın diye."
"Hayır Suzan böyle bir şey yapmayacaksın. Babam çok kızar. Hem belki yaşımın küçük olduğunu anlar ve istemezler beni. O da olmazsa hep görmeye gelirim sizi." Bir umut konuşmuştu Leyla ancak biliyordu içinden bir ses bu evlilik olacak diyordu.
"İnşaAllah ablam." diyen genç kız ablasını bırakmış ve geri çekilmişti.
Leyla da son hazırlıklarını tamamlamış ve Suzan ile birlikte odadan çıkmışlardı. Bakalım onu neler bekliyordu?
***
Karan tüm gece fabrikada kalmış ve geceyi sabahlamıştı. Heybetli bedeninin her tarafı tutulmuştu. Eh tüm gece çalışıp, sonrada rahatsız olduğu belli olan ikili koltuğa atmıştı kendini. Dolayısı ile ağrıyordu her bir yeri. İçinden küfür ede ede fabrikadan çıkmış ve arabaya binip en nihayetinde eve gelmişti.
Kimseye görünmeden odasına çıkmış ve sıcak bir banyo yapmıştı. Sıcak su yorulan ve ağrıyan kaslarına pek gayet iyi gelmiş, dahası bedeni gevşemişti. Banyodan çıkacağı vakit ise orada havlu olmayışı ile öylece kalakaldı genç adam.
"Hay sikeyim ben böyle işi!" diye söylene söylene çıkardığı kıyafetlerle kendini kurulamaya başladı.
Zor bela kurulandıktan sonra çamaşırını giymiş ve banyodan çıkmıştı. Dolabını açtığı vakit ise gördükleri onu iyice sinirlendirmişti. Tüm gömlekleri, pantolonları da dahil hepsi kırış kırış bir şekilde idi. Bu ne demekti böyle?!
Burnundan soluyan bir halde dolapta bulduğu siyah bir kazak ve kot pantolon giydi. Kot giymeyi pek sevmezdi lakin şimdilik elinden bir şey gelmiyordu. Giyinip saçlarına da şekil verdikten sonra en nihayetinde odadan çıktı.
Salona girince annesi ve kızların oturduğunu gördü. Kızlar derhal ayaklanmış ve genç adama, 'hoş geldin ağabey' demişti.
Karan,
"Hiç hoş görmedim amma." deyip tekli koltuğa oturdu. Sinirden de tek bacağını sallamaya başladı.
Sakine Hanım ne olduğunun bilincinde idi. Amma velakin hiç belli etmeden oğluna sordu.
"Ne oldu Karan'ım? Ne bu şiddet, ne bu celal?"
"Banyoda havlu yok! Gömleklerim, pantolonlarım kırış kırış! Ne demek oluyor bu kızlar?" Ellerini dizlerine koymuş ve ciddi bir biçimde soruyordu bunu Karan.
Kızlar önce birbirine, ardından da Sakine Hanıma bakmıştı. Sakine Hanım kızların korktuğunu görünce gözlerini açıp kapattı ve onların çıkmasını işaret etti.
Kızlar çıktıktan sonra Sakine Hanım oğluna döndü. Derin bir nefes alıp,
"Şimdi oğlum... Kızlar artık bunları yapmak zorunda değil. Yapmamalarını ben söyledim. Ha bunların yine eksiksiz yapılmasını istiyorsan o vakit evleneceksin ki karın yapsın. Herkesin bir işi var sonuçta." diye konuştu.
Kızlara bunları yapmamalarını o söylemişti. Banyodan havluları almış, gömleklerin ve pantolonların ütülenmeyerek dolaba koyulmasını söylemişti.
Karan sabır çekip annesine baktı.
"Kabul ettim ya anne! Kızı görmeye gideceğiz dedim ya."
Sakine Hanım,
"Ettin ettin amma ben güvenemiyorum sana. Kızı hiç görmeden beğenmedim diyeceksin. Ben ananım senin oğlum. Tanırım seni." derken kendinden emindi.
Nitekim dedikleri kısmen doğruydu. Çünkü Karan böyle düşünmüştü, sadece bir kısmı yanlıştı. O kıza bakacaktı. Böyle demişti annesine. Ancak beğenmesi gerekmiyordu.
"Yanlışın var Sakine Hanım. Ne olursa olsun bakacağım kıza."
"Bakacaksın da ne olacak?! Beğensen dahi beğenmedim diyeceksin. Çünkü seni zorladığım için böyle yapacaksın. Kafanın dikine gideceksin işte."
Kaşlarını çatıp annesine baktı Karan.
"Allah'ım sen sabır ver!" dedikten sonra iç çekti genç adam. "Beğensem beğendim diyeceğim."
"İnanmam." dedi Sakine Hanım. Amacı Karan'ın üstüne gidip onu tamamen ikna etmekti. Ki bunu kesinlikle çok iyi başarıyordu.
"Allah Allah! Ya kadın ne istiyorsun daha?!" deyip ayağa kalktı Karan. Şuan müthiş bir biçimde sinirli idi. Ateş topu misali her yeri yakacak derecede öfke barındırıyordu daha demin gevşemiş olan bedeni.
Sakine Hanım sakin bir şekilde,
"Ne isteyeceğim oğlum, Allah'tan önce sağlığını sonra da güzel bir yuva kurmanı." dedi ve başında ki tülbent ile oynamaya başladı.
Elleri ile yüzünü sert bir şekilde sıvazladı Karan. Ciddi manada kafayı yiyecekti. Annesi onu çıldırtma noktasına getirmişti adeta.
"Ulan sana, size inat o kızı ne olursa olsun alacağım ve karım yapacağım. İşte bu kadar!" diye bağırmış ve salondan çıkıp gitmişti.
Sakine Hanım giden oğlundan sonra kahkahalara boğuldu. İşte Karan istediğini vermişti ona. O kız ne olursa olsun gelini olacaktı. Bunu kendisi yapmıştı.
Oğlunun çok çabuk sinirlenip gaza geldiğini biliyordu Sakine Hanım. İşte o da bunu çok iyi kullanmış ve istediğini almıştı. Keyifli keyifli gülmeye devam edip o da salondan çıktı. Eh nihayetinde hazırlıklarını tamamlaması lazım idi.
***
Tüm aile hazır bir şekilde arabalarına binmiş ve Yüksel hanesine doğru yola çıkmıştı. Sakine Hanımın içi içine sığmıyordu heyecandan. O güzel ve naif kız gelini olacaktı. Dahası katiyen evlenmem diyen oğlunu evlendirecekti. Biliyordu kadın, hissediyordu bu iş olacaktı.
Arabayı kullanan Karan tarif edilen tek katlı evin önünde durdu. İtiraf etmek istemese dahi o da heyecanlı idi. Artık akışına bırakmıştı bu işi. Annesinin yaptıkları ve dediklerinden sonra evlilik hususunu ciddi mana da ele almış ve kararını vermişti.
Eğer ki kızı gerçekten beğenirse evlenecekti...
Arabadan indikleri gibi kapıyı çalmış ve açılmasını beklemişlerdi. Çok geçmeden kapı açılmıştı bir kadın tarafından.
"Hoş geldiniz efendim." dedi Fahriye Hanım hüzün dolu bir tebessümle. Canının canı gidecekti, içi kan ağlıyordu kadının. Tek duası gelen bu insanların iyi olması idi.
Ahmet Bey kapıdaki karısını geçip,
"Aman efendim hoş geldiniz, sefa getirdiniz. Lütfen buyurun, buyurun." deyip gelenleri içeri davet etti.
Kazım Bey, Sakine Hanım, Karan, Mehmet, Gülay, Ayşenur ve Baran hep birlikte eve girmişlerdi. Büyük ablaları Hasret'te gelecekti lakin çocuğunun rahatsız olması neden ile gelememişti. Çok içinde kalsa da, annesi artık nişana geleceğini söylemiş ve genç kadını böyle avutmuştu.
Salona geçerken Karan'ın gözü Fahriye Hanımın yanında duran genç kıza çarptı. Kız çok güzel değildi ayrıca küçük gibiydi de. Doğruya doğru eğer isteyecekleri kız bu ise Karan katiyen kızı beğenmemişti. Öte yandan annesinin öve öve bitiremediği kız bu muydu yani?!
Böylelikle Karan'ın biraz olan heyecanı da uçup gitmişti kızı gördüğü gibi. Bu iş yatmıştı işte halbuki ne kararlarla gelmişti. Ancak kader bu ya, olmayacaktı bu iş.
Tekrar tekrar, 'hoş geldiniz' faslı bitmiş, şimdi de hal hatır sorma faslı başlamıştı.
Gülay yanında oturan Ayşenur'u dürttü.
"Kız, isteyeceğimiz kızı gördün mü?!" derken hoşnutsuz bir biçimde konuşmuştu.
Ayşenur,
"Gördüm de belki o değildir. Yenge o kız çok küçük gibi. Annem bu kızı beğenmiş olamaz." dedi ve gözünü kapıda bekleyen Suzan'a dikti.
"Kaşı gözü, boyu posu güzelde, kız küçük anam." derken Gülay da bakıyordu Suzan'a.
"Öyle valla."
Sakine Hanım, Leyla'nın nenesi Emine Hanım ve annesi Fahriye Hanım ile sohbet ediyordu. Ancak gözü de Leyla'yı arıyordu. Genç kız neredeydi ki?!
"Ee Fahriye Hanımcığım, Leyla kızım nerede?"
Kendisini daha fazla tutamamış ve sormuştu Sakine Hanım.
Fahriye Hanım,
"Mutfaktadır Sakine Hanım. Kahveleri hazırlıyordur." diye açıkladı.
"İyi iyi, maşaAllah."
Annesi ve Fahriye Hanımın konuşmalarına dikkat kesilen Karan heyecanının bedenini yeniden sardığını hissetti. Demek kız bu değildi. Demek kız başkası idi. İşte aldığı kararları gündeme yeniden getirebilirdi.
Pür dikkat bir biçimde kapıya odaklanmaya başlayacağı sırada Ahmet Beyin sesi ile bundan sıyrıldı genç adam. Bu hiç hoşuna gitmemişti yalnız.
"İşler nasıl Karan Bey oğlum?!" diye sordu Ahmet Bey içinde ki sevincin yüzüne vurmuş hali ile.
Karan adama pek ısınamasa da saygısızlık yapmayarak yanıt verdi.
"Hamd olsun yolunda Ahmet Bey." diye kısa kesti ve kapıya baktı.
Ancak Ahmet Bey Karan'ı bırakmaya niyetli değildi. Onu da Kazım Bey ile olan sohbetlerine katmış ve bu sayede Karan kapıya odaklanamamıştı. Sinirlense dahi bir şey demeyip sohbete katıldı. Ancak ara ara kapıya da bakıyordu pek tabii.
Kısa bir müddetten sonra Ahmet Bey, karısına doğru döndü.
"Hanım söyle kızımıza kahveleri yapsın bakalım."
Fahriye Hanım,
"Tabii Ahmet Bey." dedi ve yanında duran Suzan'a, "Hadi kızım git ablana söyle getirsin kahveleri." dedi ve döndü hanımlara.
Direktifi alan Suzan doğruca ablası Leyla'nın yanına gitmek için mutfağa gitti.
Mutfakta ise Leyla bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Korkuyor ve bunun yanısıra aşırı derecede heyecanlı idi genç kız. Bu sebepten dolayı onları karşılamaya dahi çıkmamıştı. Babası bunun hesabını soracaktı lakin elinde değildi.
Mutfakta volta atarken en nihayetinde Suzan'ın gelişi ile Leyla bunu sonlandırdı.
"Abla üç tane erkek var. Hangisi damat bilemedim." dedi çocuksu bir tavırla.
"Aman Suzan, ben ne düşünüyorum. Sen neyin derdindesin ablacığım."
"Üçü de yakışıklı amma birinin bakışları çok sert. İnşaAllah abla damat o değildir." diyen Suzan kesinlikle Karan'dan bahsediyordu. Çünkü genç adamın asla güldüğünü görmemişti. Hep ciddi bir tavırla konuşuyordu. Doğrusu Suzan onu beğenmemişti.
Bir şey demeyip sustu Leyla. Onun içinde zaten fırtınalar kopuyordu. Damadı hiçte merak etmiyordu. (!)
"Babam kahveleri hazır etsin dedi."
Bu sefer başını olumlu bir şekilde sallayan genç kız, bir kısmını hazırladığı kahveleri dökmeye başladı. Bol köpüklü kahveleri beyaz porselen fincanlara pay edip tepsiye koydu. Yanına küçük lokumlar ve su da koydu.
"Ben kahveleri götüreceğim, sende suları getir tamam mı ablacığım?"
Kardeşine yapması gerekeni söylemiş ve bedeni titrese de salona doğru yürümeye başlamıştı Leyla.
"Haydi bismillah."
"Abla dur!" Suzan arkasından elinde tuzlukla gelmiş ve ablasını durdurmuştu. "Damadınkine tuz koymayacak mıyız?" diye sordu masum bir şekilde.
Leyla kızmak istese de, onun halen bir çocuk olduğunu hatırlattı kendine.
"Hayır ablacığım koymayacağız. Unuttun mu ben isteyerek evlenmiyorum ki. O yüzden tuza gerek yok." demiş ve salona girmişti en nihayetinde.
Kafasını asla kaldırmadan sırasıyla ilk önce Kazım Bey, babası Ahmet Bey ve diğer erkeklere dağıttı kahveyi. Suzan'ın dediği gibi üç erkek vardı ancak hangisi damattı bilmiyordu Leyla. Hoş gerçi bilse de bir şey değişmezdi ki, sonuçta istemiyordu.
Nenesi, Sakine Hanım, annesine ve diğer kızlara da kahvelerini verip başını kaldırdı. İşte o vakit gördü ki salondaki yabancıların hepsi kendisine bakıyordu. Hepsinin gözlerinde beğeni dolu bakışlar mevcuttu. Görmüştü bunu Leyla.
Sakine Hanım doğru bir karar vermiş olmanın gururu ile baktı genç kıza. Bir içim su idi genç kız. MaşaAllah deyip tüküresi vardı kadının da, yapamazdı. Ayıp olurdu şimdiden.
"MaşaAllah güzel kızım, nasılsın?" diye sordu kendini tutamayarak.
Leyla,
"Teşekkür ederim efendim iyiyim. Hoş geldiniz, siz nasılsınız?" diye konuştu büyük bir saygı ile. Ne kadar istemese de saygısından ödün vermezdi genç kız.
"Hoş gördüm güzel kızım benim. İyiyim bende hamd olsun. Allah şahit seni gördüğümden beri aklımdan çıkmıyorsun."
Leyla utangaç bir biçimde eğdi başını. Yanakları da kızarmaya başlamıştı işte. Kötü bir huyu vardı genç kızın. Utandığı gibi yanakları kızarıyordu.
"Teşekkür ederim efendim. Sağ olun." diyebildi sadece Leyla.
Bu konuşmadan sonra Leyla daha fazla içeride duramamış ve çıkmıştı salondan. Çünkü içerdekilerin hepsi yaşlı adam ve elinde yüzük gördüğü adam hariç kendisine bakıyordu.
Kahvesini bitiren Kazım Bey asıl konuya girmek için boğazını temizledi ve konuşmaya başladı. Herkes de ona bakıyordu şimdi.
"Ahmet Bey, sebebi ziyaretimiz malumdur. Allah'ın emri, Peygamber efendimizin kavli ile kızınız Leyla'yı, oğlumuz Karan'a istiyoruz."
Ahmet Beyin düşünmesine gerek dahi yoktu. O çoktan vermişti kızını.
"Evvela sizden ala insan mı bulacağız. Verdim gitti!" dedi coşkulu bir sesle.
Kazım Bey,
"Gelin kızımıza da sorsaydın Ahmet Bey." dedi. Çünkü bunu yapmayışı dikkatini çekmişti. Kızdan da rıza almasını istiyordu adam.
"Aman efendim, sizler gelmeden önce ben sormuştum zaten. Ondan sebep sormadım yine. Dilerseniz sorayım yine."
"Lütfen sorun." Bu ses Karan'dan gelmişti. Genç adam kız salona girdiğinden beri nutku tutulmuştu adeta. Kız güzeldi, çok çok güzeldi hem de. O da küçük gözüküyordu ancak çok değildi. Nitekim güzelliği ile büyülemişti Karan'ı.
Bu iş Karan için kesinlikle tamamdı, lakin kız için tamam mıydı işte onu merak ediyordu ve bunun için yanında sorulmasını istemişti.
"Soralım efendim." diyen Ahmet Bey sonrasında,
"Leyla kızım, gel hele." diye seslendi.
Babasının sesini işiten Leyla salona gelmişti yine.
"Efendim baba?" deyip babasına baktı genç kız.
"Kızım ne diyorsun, istiyor musun bu izdivacı?" diye sordu Ahmet Bey göstermelik olarak. Sonuç olarak o tehdidini yapmış ve genç kızdan zorla rıza almıştı.
Leyla istemiyorum dese ne olacaktı. Merhametsiz babası dediğini yapar ve Leyla artık yaşayamazdı. Bundan dolayı, genç kız çoktan kararını vermişti.
"Sen nasıl uygun gördüysen baba."
"İşte Karan Bey oğlum, istiyor o da." diyen Ahmet Bey sevincinden havalara uçacaktı deyim yerinde ise.
Karan kızdan işittiği incecik ses ile mest oldu adeta. Bambaşka diyarlara doğru yolculuk yapmaya başlamıştı bile. Ki Ahmet Beyin sesi yine buna mani olmuştu.
"Eh o vakit hayırlı uğurlu olsun diyelim."
Kazım Bey genç kızın da rızası olduğunu duyunca içi rahat etmişti.
"Olsun olsun." deyip ayağa kalktı. Onunla beraber kalkan oğluna sarıldı.
"Allah tamamına erdirsin inşaAllah." dedikten sonra Leyla'ya baktı. Genç kız kafasını eğmiş öylece duruyordu.
"Gel bakalım kızım buraya."
Leyla işittiği ses ile kaldırdı başını ve kendisine bakan adamın yanına doğru ilerlemeye başladı. O kadar ifadesizdi ki, biraz kendini zorlayarak tebessüm etti ve Kazım Beyin elini öptü.
"Artık sende benim kızımsın. Ailemize hoş geldin güzel kızım." demiş ve Leyla'yı alnından öpmüştü Kazım Bey.
"Teşekkür ederim efendim." diyen Leyla, Karan'dan sonra büyüklerin elini öpmüş ve diğerleri ile de tokalaşmıştı.
Leyla'yı yanına alan Sakine Hanım derhal bir nazar duası okumuş ve üflemişti genç kıza. Biliyordu gelini diye çıkaracağı zaman çok kem gözlü insan olacaktı. O sebeple şimdiden tedbirini alıyordu kadın.
"Allah'ıma şükürler olsun. O kadar dua ettim ki, gelinim olman için. Çok şükür oldun güzel kızım benim."
Leyla işittikleri ile yine kızarmıştı. Bu kadın ne ara kendisini bu kadar beğenmiş ve dua etmişti ki?!
Düşüncelerini bozan Karan'ın yanına gelişi idi. Leyla kafasını kaldırıp direk gözlerine baktı adamın. Demek evleneceği adam buydu. Otururken kendisine baktığını anlamıştı, lakin diğer genç çocukta baktığı için hangisi bilememişti. Doğrusu bu adamın olması sanki içini rahat etmişti. Adamı tanımıyordu, fakat garip bir şekilde güven duyuyordu ona karşı.
Karan kendine güvenen bir tavırla sözlüsü sayılan kızın yanında durdu. Bu belki hoş karşılanmazdı ancak onunla yakın olmak ve konuşmak istiyordu.
Çok merak ettiği bir şey de vardı genç adamın. Leyla'nın yaşı...
Bunu direk olarak soramayacağı için dolaylı yoldan öğrenmeye çalışacaktı Karan.
"Ahmet Bey, Allah'ın izni ile sözümüzü ve nişanımızı haftasonu yapalım. Tabii sizin içinde uygunsa?" diye sordu Kazım Bey.
Ahmet Bey bir gözü Kazım Beyde, diğeri de Leyla ve Karan'da idi. Ola ki kızı bir şey der diye tetikte bekliyordu.
"Uygun efendim uygun. Siz nasıl, ne zaman yapmak isterseniz yapın." Zaten adamı ilgilendiren bunlar değildi ki, onun derdi sadece para idi. Kazım Bey ile yalnız konuşup istediği miktarı söyleyecekti. Kızını öyle karşılıksız vereceklerini düşünmemişlerdi herhalde.
"Anlaştık o vakit. Hayırlısı ile haftasonu yapıyoruz sözle nişanımızı."
BÖLÜM SONU...
Bölüm bitti, nasıl buldunuz?
Bir sonraki bölümde görüşünceye dek kendinize iyi bakın.
Allah'a emanet olun. 🙏
Sevgiler, Mavili.