ŞEHNAZ
Bulduğu cesaret karşısında nutkum tutulmuştu. Sert bir kayaya çarptığımı yemeğe geçmeden önce zaten anlamıştım da bu kadar aşırı bir hareket de beklemiyordum doğrusu. Kime neyi kanıtlamaya çalışıyordu. Sanki biraz önce içeride olanlar benim hayal ürünümdü.
İçimi ilkel bir öfke kapladı. Kim olduğunu sanıyordu da benimle bu şekilde mesnetsizce temas kurmaya kalkıyordu. O pişkince yüzüme bakarken elimi birkaç milim aşağıya indirip hassas yerini kuvvetlice sıktım.
“Ahh,” Elime vurduğu gibi uzaklaştırıp inlemeye başladı. Başımı hafifçe eğip “hak ettin,” dedim.
Parmakları çenemi kavrayıp kuvvetlice sıktı. Suratında hala çektiği acının izleri geziniyordu. “Bu iki oldu, üçüncü bir hatan da kadındır demeyeceğim seni buraya gömeceğim.”
Öfke içinde beni kış bahçesinde bırakıp içeriye girdi. Ben de keyifli bir şekilde yemeğime dönüp ağzıma bir lokma daha attım. Bir konuda haklıydı. Beni yemek masasından kaldırmıştı ve bir kurt kadar açtım.
Ben yemeğimi yerken, Rona diye seslenip durduğu kadın gelip kapının önüne dikildi. Bir kadının beni durdurabileceğini düşünüyor muydu gerçekten? Bu kadar aptal bir adam değildi. Camı açtığında dışarıdaki koruma ordusunun birazını görmüştüm. Bir kadını durdurmak için bunca adamın beklemesi gururumu okşasa da kaçmam için oldukça sıkıntılı bir durumdu.
Evet, kesinlikle kaçmam lazımdı ama, öncesinde tespihi ondan almamın bir yolunu bulmam gerekiyordu. Böylelikle şifreyi çözebilir ve babamın sakladığı belgelerin ne olduğunu bulabilirdim. Bu belgelerde bu kadar önemli olan neydi de herkes peşine düşmüştü belki sonunda anlamış olurdum.
“Böyle tepemde mi bekleyeceksin?” diye sordum Rona’ya. Birisi beni izlerken yemek yemekten nefret ederdim. Sanki önünden lokmasını çalıyormuşum gibi hissediyordum.
“Ağam öyle emretti.”
“Ağaymış, pabucumun ağası!”
“Duymasın hanımım, kızar.”
“Soğuk su ikram ederiz biz de,” diyerek yemeğime devam etmeye çalıştım. Biri beni izlerken ne kadar mümkünse tabi.
Hozan Ağa ölecek, Amar Ağa da işlerini devredecek en olmadık zamanı bulmuşlardı. Yapayalnızdım. Babamın birkaç adamı dışında yanımda olan bir Allah’ın kulu yoktu. İnsan dostunu düşmanını gerçekten de kötü günde tanıyormuş. Babamın karşısında el pençe duran adamlar şimdi beni kovalıyordu. Hepsi babam son nefesini verir vermez ihanet etmişti. Aslında onların bu tavrına şaşırmıyordum. Herkes gücü elinde tutmak istiyordu. Beni en çok şaşırtan ve Hayal kırıklığına uğratan babamın en güvendiği adamı Kadir abi olmuştu. Güç her şeydi ve herkes güce aşıktı. Ben güçsüz kaldığım için ihanet etmeyi seçmişti belki de... Sebep ne olursa olsun bir gün, bu ihanetin bedelini ödetecektim.
***
“Eline sağlık,” dedim Rona’ya. “Ağan nerede? Onunla konuşmam lazım.”
“Kürşat ile çalışma odasına geçtiler. Ama rahatsız edilmek istemiyor.”
“Ben de rahatsız etmek istiyorum, onu ne yapacağız?” diyerek ayaklandım. “Bana çalışma odasını gösterir misin yoksa her karşıma çıkan kapıyla şansımı mı deneyeyim?”
“Beraber geçelim,” dedi sakin bir sesle. “Ağam kızmasın. Ben içeriye girer geldiğinizi söylerim.”
“Sen çok akıllı bir kadınsın Rona,” diyerek gülümsedim. Birileriyle arayı iyi tutmam gerekiyordu sonuçta. Ne olur ne olmaz yanıma birilerini çekmem lazımdı.
“Estağfurullah hanımım.”
“Hanımın değilim. Şehnaz desen yeterli.”
“Peki Şehnaz Hanım,” dedi bu kez.
“Şehnaz, Rona... Sadece Şehnaz. Hanımsız Şehnaz.”
Bu sırada bir kat yukarıya çıkmıştık. Çiftlik evi güzel ve büyüktü. İstanbul’daki villamızı hatırlatmıştı bana. Güzel mekanım şimdiden burnumda tütüyordu. Tasasız, yalnızca işimle uğraştığım o günleri çok özlemiştim. Burnumda tüten o kadar çok şey vardı ki... Artık aynaya baktığımda karşımdaki kadını ben bile tanımıyordum.
“Sen bekle, ben sorayım,” diyerek yarım ağız gülümsedi. O içeriye girerken arkasından sırıttım. Yarım ağız da olsa geldim geleli ilk kez bir gülüş koparmıştım. Herkese güvenilmeyeceğini ona öğreten kişi olmak istemezdim ama başka şansım yoktu. Büyük balık küçük balığı yerdi. Benim balığım Rona’ydı. Şahin’inki ise ben. Bakalım kim kimi yiyecekti?
Rona mahcup bir edayla dışarıya çıkınca Şahin Bey’in beni görmek istemediğini anladım ama yoktu öyle yağma! Beni buraya hapsetmeyi tercih ettiyse ilgilenmesi de gerekiyordu. Hem hangi odada falan kaldığını öğrenmem lazımdı. O tespihi bu gece almam gerekiyordu.
“Ağam odasını göster, yatsın dedi.”
Alaylı bir sesle bağırarak sesimi yükselttim. “Sütümü de içeyim mi Şahin Bey? Yoksa gelip sen mi içireceksin?”
Rona’yı kenara çekip kapıyı örtmesine müsaade etmeden içeriye daldım. Hala kiminle dans ettiğini bilmiyorsa seve seve öğretirdim.
“Konuşmaya hevesliysen gel İnci. Yoksa bu gece daha fazla seni çekmek istemiyorum.”
Tavrı sinir bozucuydu. Hele adamının yanında benimle bu şekilde konuşması iyice canımı sıktı. Ben kimsenin oyuncağı olacak biri değildim. Babam beni böyle yetiştirmemişti. Ve kimse bana istemediğim bir tavırla yaklaşamazdı, yaklaşan ise misliyle karşılığını alırdı. Sonuçta bir al ver dengesi olması lazımdı. Ne alırsam, aynı şekilde karşılığını verirdim.
“Sen kimsin be! Sen kimsin de benimle bu şekilde konuşuyorsun? Sen yat dedin diye yatacak mıyım ben? Hem yattığım anda bana kimsenin dokunmayacağının garantisini verebilir misin?”
Elini sertçe masaya vurup ayağa kalktı. Gerilen çenesine bir yumruk atabilseydim hiç de fena olmazdı. Aramızdaki mesafeye küfrederek yumruklarımı sıktım.
“Kimse benim evimdeki kadına dokunamaz. Ağzından çıkanı kulağın duysun.”
“Ya sen!” dedim inatla. Gözlerim masanın üzerindeki tespihe gitti geldi. “Senin dokunmayacağın ne malum?”
Dalga geçer bir tavırla beni baştan aşağı süzdü. Gözleri yeniden yüzüme tırmandığında sahte bir tebessüm sundu.
“Dışarıda kadın kıtlığı mı var? Ne diye sana dokunayım?”
“Ben ne bileyim kıtlık var mı, Allah Allah! Bana odanın anahtarını ver.”
“Dalga mı geçiyorsun? Sana ne diye anahtar vereyim? Camdan kaç diye mi?” Aslında camdan kaçmak gibi bir planım yoktu. Öncelikli hedefim tespihi almaktı, sonrasına sonra bakacaktım.
“Güvende olmadan rahatça bir uyku çekebileceğimi mi sanıyorsun?”
“Rahatça uyuyabileceğini kim söyledi? Ben nasıl rahat uyumayacaksam sen de uyuma. Bir gözün açık olsun.”
“Benden korktuğunu bu kadar belli etme,” dedim gülerek.
“Senden korkan kim?” derken sesi oldukça sert çıkmıştı. “Peşinde bir ordu var farkında mısın?”
“Ben de onu anlamıyorum zaten. Beni yakaladın. Ne diye ortaya almıyorsunuz ki? Hedefiniz bu değil mi?”
Masanın arkasından çıkıp üzerime doğru geldi. Akşamdan beri benim ona yaptığım gibi o da beni etkisi altına almaya çalışıyordu. Onunla başka şartlar altında tanışmayı dilerdim. En azından bir düşman değil de dost olabilirdi. İşte o zaman üzerinde tüm hünerlerimi kullanmaktan çekinmezdim.
Karşıma geçti, yüz yüzeydik. Hatta gereğinden fazlaca yakındık. Boğazıma takılan nefesimi vermeye çekindim.
“Sen benimsin,” dedi. “Seni kimseyle paylaşmaya niyetim yok.”
Kelimelerle dans mı ediyordu yoksa beni etkilemeye mı çalışıyordu anlayamadım. Eğer ikincisiyse başarılı olduğunu söyleyebilirdim. İnsanın düşmanı da bu kadar yakışıklı olmamalıydı be!
Ben bir aptal gibi kelime oyunlarına takılı kalırken o devam etti. “Şifreyi söylediğin anda istediğin yere gitmekte özgürsün.”
Bir bakışa, bir söze tav olduğum için kendimden utanmam gerekiyordu. Utandım da, hatta utancım ona karşı duyduğum öfkeyi yeniden alevlendirdi.
“Beni istediğin kadar burada tut. İstersen aylarca hapset. Sana bilmediğim bir şeyi veremem.”
“Ben sabırlıyım. Ne de olsa elimdesin. Ben beklerim.”
Kolumdan tutup beni kapıya doğru sürükledi. “Rona,” diyerek beni dışarıya doğru ittirdi. “Hanımefendiye odasını göster. Güzel odalardan birini ver. Ne de olsa uzun bir süre misafirimiz olacak gibi görünüyor.”
Yüzüme bile bakmadan odanın kapısını çarparak kapattı. İçimde taşan öfkeye sıkı sıkıya sarıldım. Bugünden sonra yoldaşım olacak gibi görünüyordu. Ben tespihi, Şahin şifreyi almadan bu karşılıklı tutsaklık bitmeyecekti. Burada olmamdan rahatsız olduğumu sanıyordu. Lakin ben elinde tespihi gördüğüm andan itibaren burada olmaktan memnundum fakat bunu belli etmemek için çabalıyordum.
Rona bana kalacağım odayı ve giyebileceğim kıyafetleri gösterip iyi geceler dileyerek odadan çıktı. Kimseyi ilk akşam için daha fazla zorlamamaya karar verdim. Bu yangına körükle gitmek olurdu. Adımları sağlam bir şekilde atmam gerekiyordu.
Kıyafetlerin kime ait olduğunu merak etsem de şu an öğrenme şansım yoktu. Kafamda kırk plan tüm gece boyunca dönüp durdum.
Sabah uyandığımda Rona, Şahin’in gittiğini haber vermişti. Ne zaman geleceği hakkında ise hiçbir fikri yoktu. Önüme otelde bıraktığım küçük valizim gelince yüzümde güller açtı.
“Ağam bedenini söylesin. Eksiklerini alalım dedi. Bu küçücük valizde yeterince kıyafetin olmadığını söyledi. Sanırım Ağam seni kolay kolay bırakmayacak.”
Başımla onaylayıp üzerimi değiştirdim ve birlikte aşağıya indik. Oyun mu istiyordu, oynardık.
Rona’yı benimle birlikte kahvaltı yapmaya ikna ettim. Bu kadınla arkadaş hatta dost falan olmam lazımdı.
Kahvaltı yaparken “Ağanı arayıp sesi hoparlöre versene,” dedim.
“Kızmasın.”
“Kızmaz. Sen değil ben konuşucam.”
Bir süre tereddüt etse de benim ısrarcı bakışlarıma dayanamayıp aradı ve sesi hoparlöre verdi.
“Ne oldu Rona? Bir sorun mu var?”
“Evet, var,” dedim doğrudan.
“İnci?” İsmimi dudaklarından duymak beynimi kısa bir sekteye uğrattı.
“Benim.”
“Hayırdır? Beni mi özledin? Bu kadar çabuk!”
“Kendini bir bok sanma! Kıyafet demişsin, beden demişsin. Kim alacak benim kıyafetlerimi?”
“Küfür dudaklarına yakışmıyor. Neyse bedenini adamlara söyleyeceksin. Alıp gelecekler.”
“Kaçıncı yüzyılda yaşıyorsun acaba? O hödük adamların mı seçecek benim kıyafetlerimi?” Derin bir nefes aldı. Benden daha ilk günden sıkılmıştı. Daha hiçbir şey görmemişti bir de...
“Ya ne yapacağız hanımefendi?”
“İnternet alışverişi diye bir şey var. Ben kıyafetlerimi seçeceğim. Siz de kart bilgilerinizi girip satın alacaksınız.”
“Sen kalıcı olmaya falan mı niyetlendin?”
“Uzun bir süre dedin ya akşam. Ona istinaden. Çünkü istediğin o salak şifre ben de yok.”
“Sen nasıl bir belasın acaba? Hala yalan söylüyorsun. Gece düşünmen de bir işe yaramamış. Neyse seni yola getirecek durumda değilim şu an. Rona yanında mı?”
“Yanımda,” dedim diğer söylediklerini görmezden gelerek.
“Tamam. Şimdi Kürşat’ı arayacağım. Onun ve Rona’nın yanında ne alacaksan al. Ödeme işini Kürşat halleder.”
Telefonu bir şey dememe fırsat vermeden suratıma kapattı. Ve on dakika sonra Kürşat yanımıza geldi. Telefonunu uzatıp karşımıza oturdu.
“Sepeti kontrol edeceğim. Telefon falan eklemeyi düşünme bile.”
“İç çamaşırlarımı görmene gerek yok bence.”
“Onları hızlı geçerim,” diyerek sırıtınca yüzümü buruşturdum. Alışveriş sitesine girip sepete beğendiğim her şeyi eklemeye başladım.
“Rona takip et, başka bir şey yapmasın.”
“Tamam.”
Yapma şansım yoktu zaten. Oysa ben bu alışverişi bu şekilde hayal etmemiştim. Karşımdaki insanlar gerçekten aptal değildi. Oysa biraz zeka yoksunu olmaları işime gelirdi.
“Daha ne kadar sürecek bu?” diye sordu kırk dakikanın sonunda.
“Alışveriş yapıyoruz,” dedim omuz silkerek.
“On yıllık mı?”
“Birkaç ay diyelim,” dedikten sonra yeniden sepeti doldurmaya devam ettim. Bir saat sonra telefonu uzattığımda “şükür,” diye homurdanarak ekrana baktı.
“Yuh, amına koyayım. Elli bin sekiz yüz nedir?”
“Hayat şartları malum. Her şey ateş pahası,” dedim sırıtarak.
Ekranı bana çevirdi. Seçtiğim bir gece elbisesi ekranı kaplamıştı.
“Bunu nerede giymeyi düşünüyorsun?” Sesi oldukça şaşkındı, bu hali eğlenmeme sebep oldu. Henüz diğer parçaları görmemişti demek ki...
“Belki Ağanla romantik bir yemeğe çıkarız,” dedim göz kırparak.
Kürşat öylece yüzüme bakarak ayaklandı. Adama feleğini şaşırtmış olmalıydım. Bıktırma politikası yaptığımı düşünüyor gibiydi.
“Ben bir konuşayım, ağam tamam derse siparişi veririm.”
“Sakın sepetten bir şey çıkarayım deme!” diye bağırdım arkasından. Kürşat gidince Rona’ya döndüm.
“Güzel parçalar seçtik değil mi?”
“Ben, gece kıyafetini bile anladım da geceliği ne yapacaksın onu anlamadım.”
“Ağanı baştan çıkaracağım,” diye fısıldadım.