Leyla/Çakır
"Ben de Çakır’ın eşi, Leyla Bozdoğan," diyerek kendimi tanıttım. Sesim titremedi, gözlerim ise bir şerefsiz kocama, bir de sevgilisi olacak kadının yüzüne kenetlendi. Onun yanındaki pozisyonumu açıkça belirttim. İçimdeki karışık duygulara rağmen, bu ortamda güçlü durmak zorundaydım. Zaten Çakıra iki yıl katlanmak zordu bir de yanında ezik durumuna düşüp de resmen rezil olmak istemiyordum.
Çakır ve sevgilisi sözlerimle şaşırmışlardı. Yani bakışlarından belliydi. Sevgilisinin şaşırması tamam da, Çakır neden şaşırıyordu ki? Sonuçta onun yüzünden bu durumdaydık.
"Ne diyor bu kız?" dedi sevgilisi, Çakır’a yaklaşarak. Az önceki kendinden emin ve sahiplenici tavrı yok olmuş gibiydi. Çakır ise pimi çekilmiş bomba gibi olmuş, patlamaya hazır bir durumdaydı. Ne yani, beni burada çalıştırıp bir de kocam olmadığını mı iddia edecekti? Yemezler bay ukala. Bu saray gibi evde iki yıl çalışacaksam, en azından kim olduğumu bilmeleri gerekirdi. Hiç değilse bu sevgilisi olacak kadın, benim kim olduğumu ve Çakır'ın nasıl bir şerefsiz olduğunu bilmeliydi. Belki de ayrılırdı, evli adamla sevgili olmak istemezdi.
"Sana diyorum, Çakır! Ne diyor bu kız?" diye Çakır’a bağırdı kadın, sesi gittikçe yükseliyordu. Şimdi ayıkla pirincin taşını kocacığım. Olduğum yerde hareketsiz durarak kocamla sevgilisinin kavgasını izlemeye karar verdim. Aslında ne kadar garip seslense de, içimdeki acı bir türlü dinmiyordu. Aşıktım ben bu adama. Bana yaptığı kötülüklere rağmen hâlâ aşıktım. Ama gel gör ki, gerçek aşka değer verilmiyormuş. Paçavra gibi yerlerde sürükleniyordu benim aşkım. Bu yüzden ruhsuz bir şekilde durarak onların tartışmasını izlemeye karar verdim, içimdeki yangını bastırmaya çalışarak.
Çakır, sevgilisinin soruları karşısında iyice köşeye sıkışmıştı. Sözlerini toparlamak için gözlerini benden kaçırdı, ardından soğukkanlı bir şekilde konuşmaya başladı: "Anlatacağım sana. Sen bu kıza aldırış etme"
Kadın, gözlerini bana dikti, şüpheyle dolu bakışları yüzümde dolaşırken bir şeylerin ters gittiğini anlamış gibiydi.
"Yani bu kız doğru söylüyor? Sen evli misin? Benimleyken bir de?"
Çakır ise kıvranıyor, bir çıkış yolu arıyordu. Ama artık çok geçti. Bu sarayın duvarları arasında saklanacak hiçbir şey kalmamıştı.
"Seninle sonra konuşacağız," dedi Çakır, sesine sertlik katmaya çalışarak. Ardından bana döndü, gözleri öfkeyle parlıyordu.
"Seninle de işim bitmedi, Leyla. Ama şimdi çık," diye emir verdi.
Kalbim kırık, gururum incinmişti. Ama ne olursa olsun, bu sahnede pes etmeyecektim.
"Hayır, Çakır. İşimiz yeni başlıyor," dedim, gözlerimin içine dolan yaşları saklamaya çalışarak.
" Hani geç kalmıştım. Dahası benim işim yeni başlıyor. Sevgiline neden söylemedin ki, evli olduğunu? Bu kızın da bilmeye hakkı yok muydu?"
O an içimdeki öfke, kalbimdeki aşkla karıştı. Çakır’a olan hislerim düğüm düğüm olmuştu, ama artık bu düğümleri çözmek zorundaydım. Adım gibi emin olduğum bir şey vardı; bu sahnenin sonunda, kazanan ben olacaktım.
Kız söylediklerim üzerine benim üzerime gelip elini kaldırmaya çalışınca, refleks olarak hemen elini havada yakaladım ve aşağı doğru büküp onu etkisiz hale getirdim. Ankara kızıyım ben. İsmini bilmediğim kadın, senin gibi el bebek gül bebek büyütülmedim. Buraya kadar namusumu korumak için ne zorluklar yaşadım, bir bilsen. Abimden habersiz ne sıkıntılar çektim de geldim buralara. Şimdi senin bana bir tokat atmana mı izin verecektim?
"Bırak kolumu!" diye kıvranan kadını, Çakır’a doğru iterek bıraktım. Ve tam isabet, Çakır’ın kucağına düştü. Ayarlasam böylesi denk gelmezdi. Resmen kocamın kucağına kadın atmıştım. O an sahneyi izlerken, içimde hafif bir kırılma hissi belirdi.
"Leyla!" diye kükreyen kocama döndüm, yüzünde öfke dolu bir ifade vardı.
"Haddini aşıyorsun!" diyerek yine kükredi.
"Sen haddini aşıyorsun, Çakır Bozdoğan. Benimle evlen diyen olmadı sana. Ama evlendiysen, karını da olduğu gibi kabul etmen gerek. Ben seni böyle şerefsiz biri olarak kabul etmişken, benim yaptığım az bile kalır!" diyerek sert bir tonla karşılık verdim. Ortalık resmen yangın yeriydi, ama dik durmak zorundaydım.
Fakat gözlerimin bulanıklaşmasıyla birlikte dengemi kaybetmeye başladım. Başım dönüyor, dünya etrafımda dönüyormuş gibi geliyordu. Ne olduğunu anlamadan, her şey karardı. Son gördüğüm şey Çakır'ın yüzündeki öfke ve paniğin birleşimi oldu. Bir şeyler söylemek istedim ama dilim dönmedi, ve karanlık beni içine çekti.
Bu kargaşa içinde bayıldığımı hissederken, bir kez daha içimdeki karmaşanın ne kadar derin olduğunu anladım. Aşk, nefret, korku... Hepsi bir araya gelip beni boğuyordu.
*****
Yorgun bir şekilde gözlerimi araladım, ama göz kapaklarımın geri kapanmak için direnmesine engel olamadım. Uyanmak zorundaydım, ortalığı karıştırıp bir de bayılmak bana yakışır bir hareket olmamıştı. Ne zamandır yemek yememiştim ben? En son, abimin bıçaklandığı haberini aldığım gün bir şeyler yemiştim. İki gün geçmişti üzerinden, bedenim daha fazla açlığa dayanamadı demek ki. Stresli anlarda yemek yemeyi bile unuturum, bu da o anlardan biriydi. Ama bu şehirde yalnızdım, abim de yanımda yoktu ki bana yemeği hatırlatsın. O olsaydı, her şeyi bir kenara bırakır ve beni toparlardı. Ama o da yoktu. Onun içeriden çıkmasına az kaldığını hatırladığımda istemsizce gülümsedim. Bir ayın hızla geçmesini o kadar çok istiyordum ki.
Düşüncelerimden sıyrılıp uzandığım yatağı inceledim. Bu saray gibi evde yattığım yatak oldukça basit, oda ise küçüktü. Anlaşılan, çalışanlar için ayrılan odaya alınmıştım. İşin tuhafı, bu kadar gösterişli bir yerde yaşayan, para derdi olmayan insanların, onlara hizmet edenler için küçük ve basit odalar hazırlatmasıydı. Sanki onların da rahat bir hayata ihtiyacı yokmuş gibi.
"Neyse, zaten kalıcı değilim," diye kendi kendime mırıldandım. O sırada kapı açılma sesi duyulunca gözlerimi sesin geldiği yöne çevirdim. Kapıyı açan kadın, ilk geldiğimde bana da kapıyı açan aynı kadındı.
"Uyanmışsın kızım," dedi sevecen bir sesle. Bana içten içe "kızım" diyen birine yıllardır rastlamamıştım. Annemle birlikte o duyguları toprağa gömmüştüm. Ama bu kadında samimi bulduğum bir şeyler vardı, onunla konuşmak istiyordum.
"Evet," dedim, sesim istemsizce cılız çıktı. Yataktan doğrulup oturur pozisyon aldım ve sırtımı duvara yasladım.
"Sana yiyecek bir şeyler getirdim. Ye de kendine gel."
"Nereden bildiniz aç olduğumu?"
"Aynaya bakmadın mı kızım? Yüzün kireç gibiydin ama kendin melek gibi güzel görünüyorsun."
"Kanadı kırık melek daha doğru bir hitap şekli bence," dedim iç çekerek.
"Çakır oğlum iyi biridir, ama kardeşi öldüğünden beri fazlasıyla değişti. Gerçekten evli misiniz?" diye sordu, sesinde bir merak vardı.
"Evet. Bir hafta olmadı daha evlendiğimiz."
"Hmm," dedi düşünceli bir şekilde.
"Ne düşünüyorsunuz?"
"Betül Hanım'la iki yıldır sevgili olduklarını düşünüyorum," diye yanıtladı, kafası karışık görünüyordu.
"İsmi Betül’müş demek," diye kendi kendime mırıldandım, düşüncelerime dalarak.
"Üç aydır da biz tanış olduk," dedi kadın, sanki ne söyleyeceğini bilemiyormuş gibi.
"Ben de şaşırdım kızım. Hayatına aynı anda iki kadın alacak biri de değil ki. 20 yıla yakındır tanırım onu."
"Bilmem orasını. Ama benimle zaten evliliği gerçek değil," dedim, içimdeki acıyı bastırmaya çalışarak.
"Nasıl?" dedi merakla.
"Başka zaman anlatırım, zaten buralardayım. İsminizi de bilmiyorum sizin," dedim konuyu değiştirerek.
"Ah, unuttum kızım. İsmim Meryem," dedi, ve o an gözlerim doldu. Ah annem... Belki de bu yüzden bu kadına istemsizce bir yakınlık duymuştum. Annemle aynı isme sahipti.
"Ne oldu kızım?"
"Hiç. Onu da sonra anlatırım."
"Çakır nerede?" diye sordum, yine konuyu değiştirmek istercesine.
"Salondalar," dedi.
"Beni oraya götürür müsün?" dedim, istemeye istemeye de olsa.
"Tabii kızım," dedi ve ben önce benim için getirdiği yiyeceklerden birkaç lokma yedim. Ardından yataktan kalkıp, salona gitmeye karar verdim. Malum, onlar benim yanıma gelmek istemiyor gibiydi. İçimdeki kararlılıkla, istemesem de bu savaşı sürdürecektim.
Salona girdiğimde karşılaştığım manzara içimi bulandırdı. Şerefsiz kocam Çakır, sevgilisi Betül ve tanımadığım bir erkek daha vardı. Bu adam Çakır'la yaşıt görünüyor, en az onun kadar uzun boylu ve yakışıklıydı. Başıma ne geldiyse böyle yakışıklı adama kanmamdan gelmişti zaten. Betül’ün yüzünde bir memnuniyet ifadesi vardı, iki erkekle keyifli bir sohbetin ortasındaydı. Beni fark ettiklerinde ise Çakır ve Betül’ün yüzlerindeki mutlu ifade silinip yerini buz gibi bir soğukluğa bıraktı. Ancak diğer adam, yüzünde hala bir tebessümle bana bakmaya devam ediyordu. Çakır ve Betül oturdukları yerde kalırken, bu adam ayağa kalktı, yanıma geldi ve elini uzatıp tanışmak istedi.
"Merhaba, ben Kerim. Sen de Leyla olmalısın," dedi, samimi bir ses tonuyla. Uzattığı eli tutarak karşılık verdim.
"Memnun oldum Kerim Bey," dedim. Tam o sırada, Çakır’ın öksürme sesiyle ikimiz de ona döndük.
"Tanışma faslınız bittiyse konumuza dönelim," dedi Çakır, sert bir tonla. "Bundan böyle iki yıl boyunca bu evde hizmet edeceksin. Bana, Betül’e ve gelen tüm misafirlere. Merak etme, çalışmanın ücretini alacaksın. İki yılın sonunda boşanma isteğini gerçekleştireceğim."
"Tamam," dedim, yorgun bir ses tonuyla. Fazla konuşmak istemiyordum, zihnim bu karmaşayı daha fazla kaldıramıyordu.
"Eve gitmek istiyorum. Yarın okuldan sonra gelirim," diyerek sırtımı onlara dönmüş, tam çıkmak üzereydim ki Betül’ün sesiyle durdum.
"Sevgilimden uzak duracaksın," dedi, sesinde tehditkar bir ton vardı.
"Bana uzak, cehenneme yakın olun," dedim, yüzlerine bile bakmadan. Bu saray gibi hapishaneden adeta kaçarcasına çıktım. Çakır’a bana yaşattığı acıların bedelini ödetmeyi kafama koymuştum. Ama ne kadar plan yaparsam yapayım, ona aşık olduğum gerçeği her seferinde kalbimi dağlıyordu. Betül’ün ondan ayrılacağını düşünmüştüm, ama anlaşılan o da hayatımı daha da zorlaştırmaya kararlıydı. Bitmedi senin çilen be Leyla’m... Daha yaşanacak çok fırtına var, ama bu sefer yıkılmadan, dimdik ayakta kalacaksın.