6 - " Tehlikeli tanışma "

1568 Words
Leyla Abimin bıçaklanma haberini almamla dünyam başıma yıkılmış gibi oldum. Onun gerçekten de bir suçu yoktu. Adımın Leyla olduğu kadar bundan emindim. Ama ne yazık ki Çakır şerefsizi buna inanmıyor. İnadına bize zorluk çıkarmaya çalışıyor gibiydi. Çakır'ı aradıktan ve telefonun suratıma kapanma sesinden sonra ona olan aşkım ve öfkem birbirine karışmıştı. Yine bu adamı seviyor muydum? Belki de. Ama sevmemem gerekiyordu. Bana yaptığı neyse de abime yaptığı ateşi harlamaktan başka bir şey değildi. Abimi görmem gerekiyordu. Ne olursa olsun onun iyi olduğunu gözlerimle görüp öyle rahat nefes alabilirdim. Yoksa ben bu İstanbul denilen koca şehirde hiç mi hiç rahat edemeyecektim. Zaten rahat değildim, bir de abim için üzülüp duracaktım. O yüzden parayı düşünmeden hemen bilet alıp akşama doğru uçakla Ankara'ya yolculuk yaptım. Yolculuk rahat geçmişti. Korkarım diye düşünmüştüm ama Çakır'ın bana yaşattıklarıyla yolda anında uyumuştum. Bedenim resmen "Ben yorgunum, dinlenmeye ihtiyacım var," deyip duruyordu. Ama abim önceliğimdi. Gece gece abimin yanına gitmeye iznim yoktu. Avukatla konuşmuştum. Sabah hastanede onu görebilecektim. O yüzden çocukluğumu geçirdiğim o eski eve girmekten başka çarem yoktu. Evin kapısına yaklaştığımda anılar bir bir gözümde canlanmaya başladı; her köşede abimle geçirdiğimiz bazen mutlu ve korku dolu günler saklıydı. Bu eve geri dönmek zorunda kalacağım hiç aklıma gelmezdi. Ama hayat beni yine köşeye sıkıştırmıştı, yine abim için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Eve girer girmez, tüm eşyaların üzerindeki tozlar buranın ne kadar zamandır sahipsiz kaldığını gösteriyordu. İçimdeki karmaşayı bir kenara bırakıp, yarın sabah abimi görmek umuduyla biraz olsun uyumaya çalıştım. Sabah olduğunda yatağımda kıvranarak uyandım. Biraz olsun dinlenmiş gibiydim ama içimde hala o tanıdık sıkıntı vardı. Evde yiyecek, içecek bir şey olmadığı için üstümü giyinip hemen dışarı çıktım ve kapıyı da kilitledim. Bugün akşam geri dönecektim. Zaten birkaç gündür üniversiteye de gitmemiştim; burada daha fazla kalmak istemiyordum. Sanki tüm zorluklar beni bulmuş gibi üstüme üstüme geliyordu. Otobüse atlayıp hastaneye gitmek için yola koyuldum. Allah'tan yakındı, hemen varacaktım. Hastanenin girişine yaklaştığımda arkamdan birinin beni çağırmasıyla geri döndüm. "Leyla," dedi ve baktığımda gördüğüm kişinin abimin avukatı olduğunu fark ettim. Tabii ki Ahmet abinin de dostuydu. "Günaydın, Mehmet abi," dedim azıcık bir tebessümle. Abimi görmeden samimi bir tebessüm oluşturamazdım. "Günaydın, Leyla. Erkencisin." "Abim için endişeliyim. Onu görmeden rahat olamam." "Anlıyorum kızım. Ama abin iyi, gidince görürsün zaten," dedi ve birlikte içeri girdik. Abimin kapısında duran görevli arkadaşlarla konuşan Mehmet abiyi dikkatle izledim. Onun da benimle yaşıt ve benden büyük çocukları vardı. Acaba o çocuklarını seviyor mudur? Kendi babamı düşündükçe, çocuklarını sevmeyen tek babanın o olduğunu anlamıştım. Ama her zaman merak ederdim; acaba Mehmet abi gibi adamlar gerçekten çocuklarına nasıl davranır? Onlar da bizim gibi sevgiye aç mı kalmıştır, yoksa tam tersi mi? Kendimi toparlayıp abimi düşünmeye çalıştım. Kapının ardında ne durumda olduğunu bilmek, içimdeki endişeyi daha da körüklüyordu. Ama ne olursa olsun, güçlü olmalıydım. Çünkü bu hayatta abimden başka tutunacak dalım yoktu. Abimin odasına giriş iznini almayı başaran Mehmet abiye bu sefer gerçek bir tebessüm yollayıp koşar adım odaya daldım. Yatakta uzanan, hatta kolu yatağa bağlanmış abimi görmemle bir süredir tuttuğum gözyaşlarım sel gibi akmaya başladı. Ne çok özlemişim abimi. Onu görünce anlıyormuş insan; uzak olunca özlemin sadece adı dilde geçiyor, ama yakın olunca asıl özlem tüm ağırlığıyla ortaya çıkıyormuş. "Küçüğüm," dedi abim bana hasretle bakarak. Bana hep "küçüğüm" derdi. Ben de onun uzun boyuna yetişmeye çalışarak ona sıkıca sarılırdım. Yakışıklıydı benim abim. Hem de tüm kızların ilgi odağı olacak kadar yakışıklıydı. Ama gel gör ki, hayat bize gün yüzü göstermemişti. 15 yaşından itibaren abim bana anne, baba, abi olmuştu ama ona anne baba olacak biri olmamıştı. O yüzden hep somurtkan, yüzü asıktı. Bir tek beni görünce yüzünde bahar çiçekleri açardı. Hatta kimseye göstermeyip sır gibi sakladığı gamzelerini bile ortaya çıkarırdı. Hep dikkatliydi abim. Nasıl oldu da kazada öylece ortada kaldı, hiç bilmiyorum. "Gel yanıma," dedi abim, yatağında uzanmış halde. Hemen koşarak ona sarıldım. Bir eli kelepçeli olduğu için tek elle bana sıkıca karşılık verdi. "Ağlama, geçti artık. İyiyim ben," dedi. Ama sesi bile yorgun, bitkin çıkıyordu. İçimdeki endişeyi yatıştırmaya yetmiyordu bu sözler. "Çok korktum. Sana bir şey olsaydı, ben ne yapardım bilmiyorum," diye hıçkırarak cevap verdim. "Şşş, deme öyle. Bana bir şey olmaz demedim ki sana? Hem az kaldı zaten," diyerek hafif bir gülümsemeyle beni sakinleştirmeye çalıştı. "Neye?" diye sordum, gözlerimdeki yaşı silerken. "Buradan çıkmama," dedi ve umut dolu gözleriyle bana baktı. "Sahi mi? Çıkıyor musun o soğuk duvarlardan?" dedim, heyecanla. "Henüz değil. Ama Mehmet abi sağ olsun, yardımcı oluyor. Bir ay sonraki duruşmam için tanık bulacağını söylüyor. Eğer bulursa, bir ay sonra yanındayım artık. Bakalım bizim fındık faresi bensiz neler yapıyormuş?" diye şakacı bir tonla ekledi. "Çok özledim seni," dedim, gözlerim dolu dolu. "Ben de seni, küçüğüm. Ben de," dedi ve bir an için sessizlik oldu. "Büyüdüm ben. Küçük deyip durma," dedim, onun beni hep "küçük" görmesine takılarak. "Sen benim için hep küçüğüm olacaksın. Hem neden geldin ki? Arayacaktım ben seni," dedi, ama sesinde bir hüzün vardı. "Biliyorsun, duramam ben seni göremeden," dedim, onun beni anlamasını umarak. "Bilirim, bilirim. İnatçı fare," dedi gülümseyerek. "Abi ya... Hem nasıl oldu bu bıçaklanma?" diye sordum, içimdeki endişeyle. "Akşam vakti yeni gelenlerden biri yattığım yerde beni öldürmeye çalıştı. Karşı koyunca karnımdan bıçakladı. Sonrası böyle işte," dedi abim, sesinde bir çaresizlikle. "Kim seni öldürmek ister ki?" diye sordum, sanki cevabını bilmiyormuş gibi. İçimde bir yerlerde Çakır'ın ismi yankılandı. "Aklımda biri var da, emin değilim. Kimseyi görmeden suçlu ilan edemem," diyen abim, bakışlarını yere indirdi. Çakır'ın başıma açtığı oyunları abim bilseydi, bir dakika daha durmaz, onu kendi elleriyle öldürür, bu defa gerçekten katil olurdu. Ama şimdilik, bu sırrı içimde tutmak zorundaydım. ***** Abimle vedalaşmak istemesem de, polisin "görüşme bitti" demesi üzerine abimden ayrılmak zorunda kaldım. Abimi görmüştüm ya, gerisi hiç önemli değildi. Şimdi İstanbul'a geri dönmeli ve kocam olacak Çakır şerefsiziyle ilgilenmem gerekiyordu. Kocama "şerefsiz" demeyi ben de istemezdim, ama görünürde öyleydi. Ne zaman şerefsiz gibi davranmayı bırakırsa, ben de ona adam gibi seslenirdim. Mehmet abiyle vedalaşıp, uçağıma yetişmek için taksiye bindim. Biraz erken gelmiştim, ama beklemekten başka çarem yoktu. Havaalanında uçağımın saatini beklerken, telefonum çalmaya başladı. Fazla ses yapmaması için arayanın kimliğine bakmadan hemen açıp kulağıma koydum. Ama maalesef, arayan yine şerefsiz kocamdı. "Pavyon güzeli, nerelere kayboldun? Yoksa eski düzenini özleyip sahnelere mi çıktın?" dedi, sesi alaycı ve sarhoş gibiydi. Daha akşam olmamıştı, bu adam gündüz gözüyle neden bu kadar içmişti ki? "Pavyona bu saatte gidilmez, saati şaşırdın herhalde. Akşam gidince daha eğlenceli oluyor," dedim, alay ederek. Madem "pavyon güzeli" koymuştu adımı, ona layık cevap verecektim ben de. Herkese hak ettiği gibi davranacaktım. Kendimi ezdirmemeyi çoktan öğrenmiştim. Ama Çakır'la karşılaşmamla birlikte, sanki tüm öğrendiklerimi unutup yeniden küçük bir kız oluvermiştim. Tabi, bu konuda aşkta olan deneyimsizliğimin de payı vardı. Ama artık bu oyunu onun kurallarına göre oynayacak gücüm vardı. "Yarın gel işe başla. Fazla bekleyemem seni," dedi Çakır, buyurgan bir sesle. "Okulum var benim," dedim, ona karşı çıkmanın faydasız olduğunu bilerek. "Okulun bitsin öyle gel. Fazla bekleyemem seni. Yoksa istediğimi yaparım," diye ekledi ve yine telefonu suratıma kapattı. Bu adamın surata telefon kapatma alışkanlığı neydi hiç anlamıyordum. Ama olan şu ki, gece uçağa binmiş ve İstanbul’a varmıştım. Sabah erken kalkıp önce okula gittim. Herhalde onun yüzünden zorluklarla kazandığım okulu bırakacak değildim. Neyse ki, böyle bir talepte bulunmamıştı. Demek ki, o kadar da cahil değilmiş. Yine de içimde bir huzursuzluk vardı; okul, bir nevi kaçış yerimdi ve bu kaçışın sona ereceğinden korkuyordum. Öğleden sonra derslerim bitti ve Çakır’ın attığı adrese gitmek üzere yola koyuldum. Adrese ulaştığımda gördüğüm manzara karşısında bir an için nefesim kesildi. Bu evse, benim bildiğim evler neydi? Para sıkıntısı olmadığını biliyordum ama böylesini de beklememiştim. Üç katlı, adeta saray gibi bir yapıydı karşımda duran. Bahçesi özenle düzenlenmiş, kapıda iki koruma bekliyordu. Sanki Beyaz Saray’ı koruyorlardı. Ne düşündüğümü fark ettim ve kendime geldim. Bu detaylar aklımı daha fazla bulandırmadan, ne yapmam gerektiğine odaklanmalıydım. Bu işi bitirmeli, Çakır'la yüzleşmeli ve ona olan aşkımın nefrete dönüşüp tamamen yok olmasını sağlamalıydım. Kapıda bekleyen koruma beni içeri aldıktan sonra, bahçeden geçip bu saray gibi evin kapısını çaldım. Kapıyı açan 40'lı yaşlarda, çalışan olduğunu düşündüğüm bir kadındı. Yüzünde kibar bir ifade vardı. Sanki kim olduğumu bilirmiş gibi beni içeri buyur etti. İçeri adımımı atarken, bu evin ne kadar lüks ve gösterişli olduğunu daha iyi anladım. Ama gözlerimdeki parıltıya rağmen, içimdeki huzursuzluk bir türlü dinmek bilmiyordu. Bu evde, yalnız olmadığımın farkında olmak biraz olsun rahatlatıcıydı. Ama içimdeki fırtına, Çakır’la yüzleşince dinecek miydi, bilmiyordum. Kadın beni geniş bir salona yönlendirdi. Salona girer girmez, Çakır’ın köşede oturduğunu gördüm. Yüzünde o tanıdık, kibirli gülümseme vardı. Bu kez, karşımda duran adama duyduğum duyguların adını koymak daha da zorlaştı. Ama içimden bir ses, bu yüzleşmenin nihayetinde beni daha güçlü kılacağını söylüyordu. Kendimi toparlayıp, sessizce ona doğru yürüdüm. Ne olursa olsun, bu defa güçlü kalacaktım. "Geç kaldın," dedi Bay Ukala, o her zamanki üstün tavrıyla. "Okuldaydım," demiştim ki, arkamdan gelen ayakkabı sesiyle bir anda bakışlarım o yöne döndü. O an gördüğüm kadın, adeta kusursuz bir heykel gibiydi. Boyu benden uzundu, fiziği ise gerçekten dikkat çekiciydi. Kendi fiziğimden memnun olsam da, bu kadında farklı bir çekicilik vardı. Kısacası, o çok güzeldi, neredeyse büyüleyici bir güzelliği vardı. Kendimi ister istemez bu kadınla kıyaslamaya başlamıştım bile. "Misafirimiz mi var, sevgilim?" dedi kadın, o kadar doğal bir tonla ki, başımdan aşağıya kışın ortasında soğuk su dökülmüş gibi oldum. Buz gibi soğuk bir gerçeklikle yüz yüze gelmiştim: Bu kadın Çakır'ın hayatındaki başka biriydi. Bir anlığına ne yapacağımı bilemedim, ama kendimi toparlayarak, içimdeki öfkeyi bastırıp bir adım öne çıktım. Güçsüz görünmeyi reddediyordum; bu kadınla karşı karşıya gelsem de, Çakır’a olan öfkem ve kararlılığım beni ayakta tutacaktı. "Ben de Çakır’ın eşi, Leyla Bozdoğan," diyerek kendimi tanıttım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD