İlk öpücüğüm…
Korktuğum ve bir daha asla karşılaşmak istemediğim birine ait olmuştu. İlkler asla unutulmazdı. Bu anı bir daha hayatım boyunca asla unutmayacaktım. Belki o beni öpen tek erkek olmayacaktı ama bu an her an canlı ve taze kalacaktı.
Dudakları, dudaklarımı ezercesine öperken hareketsiz kaldım. Gözlerimden de yaşlar akıyordu. İlk öpücüğümü aldığı için değil, benim olduğunu gördüğünde yapacaklarından korkuyordum. Beni açıkça tehdit edişi hala kulaklarımda çınlıyordu. Üstüne üstlük peşimde hiç tanımadığım ve neden peşimde olduğunu bilmediğim bir adam da vardı.
Ellerim iki yanımdayken onun elleri beni daha fazla kendine çekmek ister gibi yanaklarımı kavradı. Kafamı yana yatırıp kendine daha çok alan açtı. Benim karşılık vermemi ister gibi daha sert davrandı. Dilini, ağzımdan içeriye sokmak için çabalarken ellerini yanaklarımdan, boynuma oradan da belime indirdi.
Sertçe kendine çekti. Bütün vücudum onun ve kapı arasında eziliyordu. Erkekliğini, kadınlığımda hissettiğimde tam o bölgede bir yangın başladı. O yangın yavaşça bütün vücudumu ele geçirdi. Önce kavurdu sonra da kül etti.
O bunları yaparken profesyonel ve ne yapacağını çok iyi bilen biri gibi davranıyordu. İtiraf etmeliyim ki çok ateşli… İlk defa öpüşen birinin hayal bile edemeyeceği bir tutkuyla öpüyordu.
Dilini, ağzımdan içeriye sokmak için çabalarken sonunda başardı. Bunu yaptığında sanki çölde su bulmuş gibi kana kana içti. Dilini, ağzımın her bir köşesinde gezdirdi. Boğuk bir şekilde inledi. Hayatımda ilk defa kadınlığım sızlıyor, kalp gibi atıyordu.
Benim karşılık vermediğim her saniye daha da vahşileşiyordu. Bir terslik olduğunu fark etmiş olmalı ki dudaklarını geri çekti. Nefeslerimiz birbirine karışırken nefesini kontrol altına aldı.
“Neden karşılık vermiyorsun? Bu odaya girdiysen benim isteklerimin olacağını sana kimse söylemedi mi?”
Oda karanlık olduğu için beni görmemişti. O geceki kız olduğumu bilmiyordu, belki de görse tanımayacaktı. Ben sessiz kalmaya devam edince çenemi kavradı. Dudakları dudaklarıma yakınken “Dilsiz misin? Konuşsana!” dedi, sertçe.
Ben konuşmadıkça nefes alışverişi sıklaşıyordu. “Neden susuyorsun?” diye sordu, hiddetle.
Benim dudaklarımın arasından hıçkırık çıkınca ışığı açtı. Karşısında beni görünce bir an gözlerindeki şaşkınlığı fark etmiştim. Burada ne işim olduğuna anlam veremiyordu. Zaten hafif sarhoştu. Acaba hayal görüyorum diye düşünüyor muydu?
“Senin burada ne işin var?” diye sordu.
Ona ne diyecektim? Gerçekleri mi anlatmam gerekiyordu? Acaba bana inanır mıydı? Bence inanmayacaktı. Bu odadan çıkmam imkansızdı. Ben bunu yapamazdım. Eli hala çenemdeydi ve ona bakmaya zorluyordu.
“B-ben!” dediğimde gözlerinden ateşler çıktı. Onu yine sinirlendirmiştim. Benden bir cevap bekliyordu ama benim verecek cevabım yoktu.
“Kes kekelemeyi! Sana bu odaya gelmeni kim söyledi? Senin benim inimde ne işin var?” diye sordu.
Sesi sertti. İn mi? Bu odaya verdiği isim bu muydu? İma ettiği şey… Gerçekten de farklı ve tehlike kokuyordu.
“Kimse söylemedi. Ben kendim geldim ama senin bu odada olduğunu bilmiyordum. Bilseydim…” diye devam ederken sözümü kesti ve alayla konuşu.
“Bilmiyordun, öyle mi? Minel, senin karşında aptal mı var? Salak mı sanıyorsun sen beni?”
Adımı hatırlıyordu. Neden gereksiz ayrıntılara bu kadar takılıyordum? Karan Alp bana inanmıyordu. Düşünüyorum da kaça kaça geldiğim odanın içinde onun çıkması… Bu benim şansızlığımdan dolayı mıydı? Ya da kader miydi? Karan Alp Hanoğlu’yla her yerde karşılaşmam neyin işaretiydi? Ben susunca o sözlerine devam etti.
Dudaklarımız arasında mesafe yok denecek kadar azken “Demek kendi ayaklarınla benim inime geldin. Seni uyarmıştım, Minel. Seni akıllı zannetmiştim ama yanılmışım. Buraya hiç gelmemeliydin ama geldiysen ne istediğimi çok iyi biliyorsun çünkü sen de bunu isteyerek geldin!”
Demek istediği şey… Hemen itiraz ettim. “Ben buraya o şey için gelmedim.”
Soğukça güldü. O konuşmadan ben devam ettim. “Yemin ederim! Eğer senin burada olduğunu bilseydim gelmezdim! Ne olur, beni dinle! Ben doğruları söylüyorum!” dediğimde kaşlarını derince çattı.
“Senin gibi yalancı bir kıza neden inanayım ki? Buraya neden geldiğin gayet açık, merak etme sana istediğini vereceğim! İstediğin şey seni becermem!”
Bu kelimeyi ben ağzıma bile alamazken nasıl istediğim olurdu? Yüzümün pancar gibi kızardığına emindim. Yalvarırcasına ona baktım. Kafamı iki yana salladım.
“Ben buraya geldim çünkü peşimde birileri var. Tesadüf eseri bu gece kulübüne sonra da bu odaya girdim.”
Bunu normalde birine söylesek inanmaması normaldi. Karan Alp de inanmamıştı. Güldü. Gülüşü odada yankılandı.
“Tamam, yalan söylüyorsun ama bu kadarına da inanacağıma gerçekten inanıyor musun? Korktuğun için saçmalıyor musun yoksa inime geldiğin için pişman mı oldun? Senin kimsenin adamı olmadığını biliyorum ama şu an ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum. Minel, senin amacın ne?”
Bana inanmayacaktı. Minel, Karan Alp’in yerinde olsan sen kendine inanır mısın? İnanmazdım. Haklıydı.
“Yemin eder…” diyemeden sözümü kesti.
“Kes artık saçmalamayı!” diye bağırdı.
Bana inanmıyordu. Bana inanması için bir şey olması gerekiyordu. Bir mucize olmasını isterken kapıya biri vurdu. Kolumdan tutup beni kenara aldı. Kapıyı açtığında kimin geldiğini ben göremiyordum. Kapının açılmasıyla müzik sesi de yeniden artmıştı. Burada nasıl durabiliyorlardı?
Etrafa göz gezdirdim. Ortada bir yatak vardı. Sağında tekli bir koltuk, sağında da bir tane gömme dolap vardı. Başka da bir şey yoktu. Kafamı yukarıya kaldırdığımda demir parçalarını görünce anlam veremedim. Onlar da neydi?
“Bir şey mi oldu? Neden geldin?” diye sordu.
“Abi yarım saat önce esmer bir kız bul demedin mi? İstediğin gibi birini buldum.”
Esmer mi? Ben neden bunu sorguluyordum bilmiyorum ama Karan Alp’in bakışları birden bana kaydı. Şu an benim doğru söylediğime inanabilirdi. Elimi kalbime koyup derin bir soluk aldım.
“İstemiyorum! Geri gönder!”
“Ama abi…”
“İstemiyorum diyorum! Geri gönder! Şimdi toz ol!” deyip kapıyı sertçe kapattı.
Bana döndüğünde “Şimdi bana her şeyi başından sonuna kadar anlat!” dediğinde o mucizenin gelip beni bulmasından dolayı çok mutluyum.
“Bana inanıp inanmayacağını bilmiyorum ama sana her şeyi en başından anlatacağım!”
Anlatırken Karan Alp dikkatle dinliyor, sakallarını okşuyordu. Ona tam Tayfun Eryiğit denen adamın bir kızı aradığını anlatacakken aşağıda silah patladı. Dikkatimiz de oraya kaydı. Hemen ardından da müzik sesi kesildi.
Karan Alp derince kaşlarını çattı. “Bu da neyin nesi? Benim mekanımda bunu yapmaya kim cesaret edebilir?”
“Karan Alp Hanoğlu!” diye bağıran kişi Tayfun Eryiğit denen adamdan başkası değildi. Karan Alp daha da sinirlendi. Yoksa onu tanıyor muydu?
“Bu şerefsizin burada ne işi var? Hangi cesaretle gelir buraya? Geçmişte babasının yaptıkları yetmedi mi? O hesabı kapattık, şimdi yine mi bize saldırıyorlar?”
Onların da mı geçmişte bir hesabı vardı? Benim babam bu hikâyede neredeydi? Bütün bilinmezliklerle yerimde kalakaldım. O da benden uzaklaşıp dolabı açtı. İçinden silah çıkarttı. Silahı beline koyarken Karan Alp’e gerçekleri söyledim.
“O adam buraya benim için geldi! Benim peşimdeki adam o!” dediğimde olayı anlamaya çalışıyordu. Daha çok anlamadığı belliydi.
“Burada beni bekle! Beş dakika sonra geleceğim! Eğer gitmiş olursan seni bulurum, Minel! İşte o zaman hiç iyi şeyler olmaz!” deyip odadan çıktı.
Kapıyı arkamdan kapattı. Zaten istesem de gidemezdim. O adam beni bulunca ne yapacaktı bilmiyorum. Buraya mahkumdum. En azından Karan Alp artık bana inanıyordu. Kapıya doğru ilerledim. Kulağımı, kapıya dayadım.
Karan Alp “Ne oluyor burada? Ne işin var benim mekanımda?” diye sordu, öfkeli bir sesle.
“Seninle bir işim yok! Peşinde olduğum biri buraya geldi. Onu alıp çıkacağız!”
Tayfun denen adamın arkasında nasıl bir güç varsa çok öz güvenliydi. Karan Alp’e bile racon kesiyordu. Karan Alp kahkaha attı.
“Ve ben buna izin mi vereceğim? Hemen mekanımı terk et! Sana bir dakika veriyorum, adamlarını alıp defol! Yoksa burada sana hiç hoş olmayan şeyler yaparım!” diye tehdit etti.
Tayfun “Sen kimsin? Sen bana ne yapabilirsin ki?” diye sordu, alayla.
Onun kim olduğunu gerçekten bilmiyor muydu yoksa ironi mi yapıyordu?
“Ben Mirza Hanoğlu’nun oğlu Karan Alp Hanoğlu! Ben artık alemin yeni sahibiyim. Bu alemde ben ne istersem o olur!”
Bağırmasıyla bir sessizlik oldu. Benim bile tüylerim diken diken olmuştu.
“Vay vay! Demek ki Karanlığın Sahibi’nin oğlu sensin! Geçmişteki hesapları kapattık eğer yeniden açmak istemiyorsan o kızı aramama izin ver!”
Titredim. Ya izin verirse? “Senden mi korkacağım ben? Senin tehditlerin bana işlemez! Köpeklerini de alıp defol git! Burada kimseyi arayamazsın! Kalkışırsan da seni gebertirim!”
“Öyle olsun bakalım ama bunun acısını senden çıkartacağım. Yanlış kişiye çattın! Az önce racon kestin! Ben sana kendimi takdim edeyim! Ben Tayfun Eryiğit! Bu ismi asla unutma! Unutmana asla izin vermeyeceğim!”
“Tayfun Eryiğit’e kapıya kadar eşlik edin!” dediğinde yeniden müzik sesi geldi. Gitmişlerdi. Derin bir soluk aldım. Ben odanın içinde dolanırken Karan Alp geldi.
“Gitti mi?”
“Gitti.”
Ona üzgünce baktım. “Şey benim yüzümden başına bela aldın. Teşekkür ederim.”
Alayla bana baktı. “Senin yüzünden mi? Hayır! Kendini bir şey zannetme! Ona racon kestim çünkü kimse gelip benim mekanımda böyle bir şey yapamaz! Anladın mı?”
Kafamı salladım. “Yine de teşekkür ederim. Bana yardım ettin.”
Ben salak mıydım bilmiyorum ama onun tavrına rağmen ona teşekkür ediyordum. “Sana yardım etmedim ama istersen yapabilirim!”
“Gerçekten mi? Bana bu iyiliği yapabilir misin?”
Umutla ona sordum çünkü gerçekten de birinin yardımına ihtiyacım vardı. Yarım ağız güldü. “Ama her iyiliğin bir karşılığı vardır, Minel. Eğer istediğimi yaparsan sana yardım ederim.”
“Neymiş?”
İşaret parmağını havaya kaldırdı. “Bu gece, bu odaya girdiysen çıkışın yok! Hemen şimdi bu gece benimle olursan sana yardım edebilirim! Karar senin!”