Çaresizlik…
İnsan, en çok çaresiz kaldığında hataya bulaşırdı. En çok o zaman üzülür, en çok o zaman ağlardı. Ta ki biri gelip yardım eli uzatana kadar. O an insanın içinde büyük bir umut yeşerirdi ama karşı taraf bir karşılık bekleyene kadar…
İyilik karşılıksız yapılırdı ama bu herkes için geçerli değildi. Çaresiz olduğun için kabul edip sonra da keşke yapmasaydım derdin. Kalbin, ruhun, aklın pişmanlıkla kavrulurdu ama geçmişi asla geriye alamazdın.
Karan Alp Hanoğlu da çaresizliğimi çok iyi kullanıp iyiliğinin karşılığında bana kabul edemeyeceğim bir teklif sunmuştu. Söylediği kulağımda ve beynimin ta içinde tekrar tekrar yankılandı.
“Bu gece, bu odaya girdiysen çıkışın yok! Hemen şimdi bu gece benimle olursan sana yardım edebilirim! Karar senin!”
Evet, şu an çok çaresizdim. Peşimde adamlar vardı ve bana ne yapacaklarını bilmiyordum. En önemlisi de ailem ortada yoktu fakat kendi bedenimi de ellerimle birine satamazdım. Bunu yapamazdım çünkü Karan Alp Hanoğlu’ndan önce beni kimse öpmemişti.
Kollarını kavuşturmuş, sağ omzunu duvara yaslamış benden bir cevap bekler gibi bana bakıyordu. Gözlerinde tek bir duygu kırıntısı bile yoktu. Bomboştu…
“Ne!” diye fısıldadım.
Ağzımdan çıkan tek kelime bu oldu. Kaşlarını havaya kaldırdı. Dikleşti. Bana yaklaştı. Her adım attığında ben de geri geri gidiyordum. O ise vazgeçmeden üzerime üzerime geliyordu. Sırtım, duvarla buluşunca dudağının kenarı kıvrıldı.
Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken dibime girdi. Ellerini de iki yanıma koydu. “Bu odada tek bir gece karşılığında benimle olursan peşindeki adamlardan kurtulabilirsin diyorum. Ne diyorsun?”
Hem dibimde olması hem de yaptığı tekliften dolayı yanaklarım al ala olurken o çok rahattı. Kim bilir, kaç kıza böyle teklifler sunmuştu? Sanki bunu düşündüğümü hissetmiş gibi konuştu. Daha çok beni ikna etmek ister gibiydi.
“Sen bir ilksin, Minel. Daha önce bu odaya giren hiçbir kıza böyle bir teklif sunmadım çünkü burası bir in, ine herkes kendi isteğiyle gelir.”
Yutkundum. Buraya girmem kaderin bir parçası mıydı? Yapamazdım. Eğer teklifini kabul edersem yıllarca bunun acısını çekecektim. Bunu kendime yapamazdım. İstemsiz bir damla gözyaşı yanağımdan aşağıya süzüldü.
Bunu gördü mü bilmiyorum ama hala benden bir cevap bekliyordu. Ben konuşamıyordum. Boğazım düğümleniyor, dilim de lal olmuştu.
“Eğer teklifi kabul edersen onlar artık sana asla bulaşamaz. Tek bir sözümle onları ortadan kaldırırım.”
Ağzımdan tam hayır çıkacakken telefonum çalmaya başladı. “Aç!” dediğinde arka cebimden telefonumu çıkarttım.
Bu sayede de geri çekildi. Derin bir nefes aldım. Telefon ekranına baktığımda babamın aradığını gördüm. Yüzümde bir tebessüm oluşmuştu. Şükürler olsun ki onlara bir şey olmamıştı. Titreyen ellerimle telefonu cevapladım.
“Kızım.”
Babamın telaşlı sesini duyunca “Baba, ben çok telaşlandım. İyi misiniz?”
Babamın ciğerlerine derin bir nefes çektiğini duydum. “Biz iyiyiz. Asıl sen iyi misin? Seni çok merak ettik. O adamlar sana bir şey yaptı zannettik.”
O adamların kim olduğunu yanlarına gittiğimde soracaktım ama şimdi zamanı değildi. “Ben iyiyim. O adamlardan kurtuldum. Siz şimdi neredesiniz? Evde misiniz?”
Bakışlarım, Karan Alp’teydi. Dikkatli bir şekilde beni izliyordu. “Biz güvenli bir yerdeyiz. Sana konum atacağım. Dikkatli bir şekilde oraya gel. Bu gece orada kalacağız. Yarın bir çare düşünürüz.”
“Tamam, geliyorum.”
Telefon kapanınca Karan Alp hala dikkatli bir şekilde bana bakmaya devam ediyordu. “Baban mıydı? Ne diyor?” diye sordu.
“Benim gitmem gerekiyor.”
Kaşlarını havaya kaldırıp soğukça güldü. “Yani, teklifimi kabul etmiyorsun.”
Kafamı belli belirsiz salladım. “B-ben bu teklifi kabul edemem. Ailemin yanına gitmeliyim.”
Diğer yandan da zorlayacak diye ödüm kopuyordu.
“Pekâlâ.”
Bunu söylediğinde açıkçası şaşırmıştım çünkü bu odaya giren çıkamaz demişti. Beni de çıkartmayıp bir şey yapacak diye korkmuştum. Kaşları derince çatıldı.
“Neden öyle bakıyorsun? Oradan bakınca ne gibi duruyorum? Bu odaya herkes kendi isteğiyle gelir. Kimseye istemediği bir şey yapmam. Sana bir teklif sundum ama sen kabul etmedin. Gidebilirsin.”
Rezil olmuştum ama ne yapayım? Onu tanımıyordum. Yaptığı tekliften sonra onun hakkında olumlu bir şey düşünmem imkansızdı.
“B-ben öyle bir ima yapmak istemedim. Özür dilerim. Sadece…”
Sözümü kesti. “Tamam, özür dileme. Nereye gideceksin?”
“Babam konum gönderecek. Hatta göndermiştir.”
Telefonuma baktığımda göndermişti. Baktığımda buraya baya uzak olduğunu anladım. “Tamam yürü. Adamlarım seni gideceğin yere kadar götürecek.”
Karan Alp Hanoğlu hem şeytan hem de melekti. Tam ortada bir kimliğe sahipti. Ona minnetle baktım. “Çok teşekkür ederim, Karan Alp.”
İsmini söylediğimde yüzünün şekli değişti. Ademelmasının hareket ettiğini gördüm ama hepsi anlıktı. Belki de ben yanlış anlamıştım. Ekledim. “Sen iyi birisin.”
Güldü ama gülüşü gerçek değildi. Onu gerçekten gülerken görmeyi isterdim, ona yakışacağına emindim. Normal bir şekilde karşılaşsaydık onun karizmatik duruşuna vurulmamak elde değildi. Çok yakışıklıydı.
“İyi mi? Kimse gerçekten iyi değildir, Minel. Ben de iyi değilim. Davranışlar yanıltır. Bunu sakın aklından çıkartma.”
Sonra da odanın kapısını açtı. Kafasıyla çık işareti yaptı. Önden gittim. O da arkamdan geliyordu. Yine o rahatsız edici müzik sesi başımı ağrıtırken kalabalığı arasına karışarak farklı bir kapıdan çıktık. Neredeyse yirmiden fazla takım elbiseli ve kulaklıklı adamlar vardı.
Bir de lüks araçlar… O sandığımdan daha da güçlüydü. Korumalardan biri arabanın kapısını açtı. Karan Alp “Bin!” dediğinde hayatımda görüp görebileceğim en lüks araca bindim.
Karan Alp, adamlarını arabadan biraz uzağa çekerek birkaç bir şey söyledi. Sonra da bakışlarını ben de sabitledi. Ben de ona bakarken korumalardan biri kapıyı kapattı. Ona bakmaya devam ettim. Şimdi buradan gidiyordum ama onu asla unutamazdım.
O benim ilk öpücüğümü alan adamdı. Ömrümün sonuna kadar onu hatırlayacaktım. O beni hatırlamasa da ben her hakkında haber gördüğümde gözümün önüne öpüştüğümüz an gelecekti. Araba hareket edince istemsiz arkaya baktım. Karan Alp hala durduğu yerdeydi. Bizimle bir araba daha hareket etti.
Gittikçe daha da uzaklaşınca önüme döndüm. Epey gittikten sonra telefonum çalmaya başladı. Babam arıyordu. Kesin beni merak etmişti.
“Baba, geliyorum.”
“Minel gelme!” diye fısıldadı.
Ne demek gelme? “Baba ne oluyor?” diye sordum, telaşlı bir şekilde.
“Buldular bizi kızım. Gelme, kendini kurtar!” dediğinde içimde büyük bir korku oldu ve anında ağlamaya başladım. Tam babama bir şey diyecekken telefonun sertçe yere düştüğünü hışırtı sesinden anladım.
“Baba!” diye bağırdım.
Şoför bana bakarken bir terslik olduğunu anlamıştı. Ben hıçkırıklara boğulmuş bağırırken o adamın sesini duydum: Tayfun Eryiğit’in. O daha az önce Karan Alp’in mekanındayken ne ara babamların yanına gitmişti?
“Benden kaçabileceğini mi düşündün, Özer?” diye sordu.
Ben tir tir titriyordum. Ardından da annemin feryat ve çığlıkları, babamın da bağırmaları… “Alın bunları!” diye emir verdi.
Ardından da “Kızı da hemen bulun! Bana Minel lazım!” dediğinde ellerimden telefon kayıp yere düştü.
Nefes alamıyordum. Elimi, boğazıma bastırdım. Şimdi ne olacaktı? Ben ne yapacaktım? Şoför bir şeyler söylüyordu ama duymuyordum. Kendime gelmemi sağlayan silah sesi oldu. Ne oluyordu?
“Ne oluyor?” diye sordum, korkuyla.
Araba şeritte sağa sola gidip gelirken “Takip ediliyoruz ama sakin olun. Size bir şey olmasına asla izin vermeyiz. Sadece kafanızı yere eğin,” diye uyardı.
Benim aklım annem ve babamdaydı. O adam onları bulmuştu. Beni de bulmuşlardı. Yere çöktüm. Benim de için de yolun sonu gelmişti. O an Karan Alp’in teklifini kabul etmediğim için pişmanlıkla kavruldum. Silah sesleri artarken araba daha da hızlandı. Şu an gözlerimi kapatsam ve her şey bir rüya olsa öyle çok isterdim ki…
Şoför biriyle konuşuyordu ama anlamıyordum. Silah sesleri çok fazla geliyordu. Dışarıdan fren ve çarpma sesleri gelince kulaklarımı kapattım. Araba durunca kafamı kaldırdım.
Silah sesleri devam ederken “Neden durduk?” diye sordum. Şoför sorumu cevaplamadan indi. Kafamı kaldırmaya korkuyordum. İki dakika sonra silah sesleri kesildi. Kapı açıldı. Tanımadığım biri vardı. Kesin herkesi öldürmüşlerdi.
“İnin!” dediğinde kafamı iki yana salladım.
“İnmem. Sizinle gelmem!”
“Zorluk çıkartma! Abi seni bekliyor!” dediğinde hıçkırdım.
Ben inmekte zorluk çıkartınca bir adam daha geldi. Kolumdan tutup indirdiler. Gözyaşlarım yüzünden etrafı görmekte zorluk çekiyordum ama belli belirsiz birini gördüm. O, Karan Alp Hanoğlu’ydu.
Derin bir nefes aldım. Beni kurtarmıştı. Yanına geldiğimizde Karan Alp düz bir şekilde bana bakıyordu. O an yapmaman gereken bir şey yaptım ama başka çarem yoktu. Ailem o adamların elindeydi. Beni de her an bulabilirdi. Onun önünde diz çöktüm ve yalvarırcasına ona baktım.
“Bana yardım et. Bana senden başka kimse yardım edemez.”
Karan Alp Hanoğlu’nun teklifini kabul etmekten başka çarem yoktu. Elini, çeneme koydu.
“Demek sana benden başka kimse yardım edemez, öyle mi?” diye sordu, şeytani bir gülümsemeyle.
“Evet, ailemi kaçırdılar. Beni de bulacaklar. Ne olur, yardım et!”
“Senden ne istediğimi çok iyi biliyorsun ama o anlaşma o odada kaldı. Hâlâ sana yardım etmemi istediğine emin misin?”
Sen iyi birisin demiştim ve bana kimse iyi değildir demişti. Üzerinden bir saat bile geçmemişti. Haklıydı. O melek değil, şeytanın ta kendisiydi. Ayrıca da tanıdığım en tehlikeli adamların başında geliyordu ama ben ona mecburdum.
“Ne istersen yaparım!”
“Ne istersem gerçekten yapabilir misin?”
Kafamı salladım. “Evet, yaparım.”
“Bedeninin sahibi olmak istiyorum!”
O günden sonra ben bedenimi kendi ellerimle ona satmıştım çünkü o beden artık benim değil, Karan Alp Hanoğlu’nun olmuştu. O benim bedenimin sahibiydi.