Unuttum dersin, yine hatırlarsın. Böyledir sevda! Sevmedim dersin kalbin, sevdim dersin gözlerin ihanet eder.
Bebeklerinin kaybının ardından Selin her şeyi kendisini sevdiği için planladığını anlatınca tereddüt etmişti Devrim. Selin kollarına sarılmış, ağlayarak sadece ikisine ait bir dünya istediğini haykırmıştı. Devrim ile mutlu olmaktan başka bir şey istemediğine yeminler etmişti. Devrim içindeki aşka tutunup ona bir kez daha inanmayı seçmişti. Ailesi zaten öldüğünü düşündüğü için onların karşısına çıkmaktan kaçınmıştı. Ailesine yeteri kadar hayal kırıklığı yaşattığını düşünmüştü akılsızca. Onların karşısına çıkmaya gücü yoktu. Aşkına tutunarak Selin’e şans vermiş, Londra’da yaşamaya başlamışlardı. Selin ilk aylar mutlu gözükse de, günden güne eski davranışları baş göstermeye başlamıştı. Bebeğin ölümünden kardeşini suçlamış, intikam almak istediğini söylemişti. Devrim her defasında onu sakinleştirmişti. Fakat bir gün Devrim uyurken Selin kayıplara karışmıştı. O günlerde eve gelen Selin’in doktoru olan arkadaşı Devrim’e kadının hastalığını anlatmıştı. Selin şizofreniydi. Buna şaşırmaması gerekirdi ama şaşırmıştı. Onun ilaçlarını kullanmadığını duymak korkusunu artırmıştı. Türkiye’ye dönmek için harekete geçtiği sıralarda Selin çıkagelmişti.
O geldiğinde karnını doyurmak için bir şeyler hazırlıyordu. Dilimlediği patatesleri kızgın yağa boşaltacakken Selin’i karşısında görmüş, ocaktaki tavayı unutmuştu. Selin’in kollarına yapışıp neler çevirdiğini sormuş, kadının buz gibi bir sesle kardeşini öldüreceğini söylemesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Onu iterek kendinden uzaklaştırmış, ailesine zarar vermesine izin vermeyeceğini haykırmıştı. Selin’in büyük bir başarıyla nefretini kazandığını, aşkının nefrete döndüğünü bağırarak kadının yüzüne söylemişti. Yüksek seslerle süren kavgaları Selin’in ocaktaki tavayı alıp, kendisine fırlatmasıyla son bulmuştu. Tavadan kaçmaya çalışırken içinden sıçrayan kızgın yağla acıyla haykırmıştı. Selin’in başını, yaşadığı acı ve öfkeyle buzdolabına geçirmiş, onun bayılıp kalmasıyla acı içinde evden ayrılmıştı.
Soluğu hastanede almıştı. Acısı öyle yoğundu ki kendini toplayamıyor, hiçbir şey düşünemiyordu. Hastaneden çıktıktan sonra hiç beklemeden Türkiye’ye dönmüştü. Tahmin ettiği gibi Selin kardeşine çoktan bulaşmış, ailesini mahvetmek için boş durmamıştı. Kardeşinin geçirdiği kazayı duyduğunda hiç beklemeden hayatta olduğunu kanıtlamak için savcılığa başvurmuş, ardından Selin için suç duyurusunda bulunmuştu. Selin uzun süre yakalanamamış, kardeşinin eşinin doğum yaptığı gün ortaya çıkmıştı. O gün neredeyse yeni doğan bebeğin ölmesine neden olacaktı. Kardeşinin ellerinden Selin’i zor kurtarmış ve polise teslim etmişti. Devran, Selin’i koruduğunu düşünerek uzun süre kendisine öfke duymuştu. O günden beri ailesinin yanında kalmaktansa, kendi yalnızlığında yaşıyordu. Selin akıl hastanesine kapatılmış, bir buhran anında kendi canına kıymıştı ve o günden sonra hiçbir şey Devrim için eski yaşantısı gibi olmamıştı.
♣♣♣♣
Düşüncelerinden sıyrılarak tıraş ettiği yüzünü yıkadı ve havluyla kuruladı. Bir yıldır sakallarının arasına gizlediği yüzü görmek tuhaf hissettirmişti. Yarasında dokundu. “Ah Selin!” diye inledi. Selin hayatından ebediyen çıkmış olsa da, hâlâ rahatsız edici varlığını hissediyordu. Ona olan aşkı yüzünden kalbini affedemiyordu. Ailesi o kadın yüzünden zor zamanlar yaşamıştı ve hepsi kendi hatasıydı. Aynı şeyleri yaşamaktan ölesiye korkuyordu. Afra’nın uzun zamandır kendisine olan aşkını öğrendiği anda ki korkusu bu yüzdendi. Aşk delilikti ve bir kez daha buna izin vermeye niyeti yoktu.
Yüzüne bakmaktan rahatsız olunca banyodan çıktı ve salona yöneldi. Sırf Afra’nın kendisi hakkında düşünceleri değişsin diye tıraş olmuştu. Ailesi görünce şok olacaktı. Sakal bırakmaktan nefret ettiğini bilen ailesi birkaç kez neden tıraş olmadığını sormuş, Devrim ise onları geçiştirmişti. Artık alışmanın vakti gelmişti. Ömür boyu yüzünü gizleyemezdi ya!
Duyduğu ambulans sesiyle merakla cama yöneldi. Sedyede yatan kişiyi görünce parmakları arasındaki havlu kayarak yere düştü.
“Afra?”
Evden nasıl çıktığını hatırlamıyordu. Asansöre yöneldiğinde meşgul olduğunu fark ederek bir küfür savurdu ve merdivenlere yöneldi. Birkaç kat aşağıya ulaştığında kalabalığı ve polisi görünce adımları durdu. Yerdeki kan birikintisini fark ettiğinde dehşete düşmüştü. Afra evden çıkalı ne kadar olmuştu? Geçmişi düşünmeye o kadar dalmıştı ki aradan kaç saat geçtiğini hesaplayamadı. Hızla kalabalığı aşarak merdivenleri inmeye devam etti. Uzun zamandır bu kadar telaşlanmamış, bu kadar korkmamıştı. Ambulansa ulaştığında kapı kapatılmadan kendini içeriye attı.
“Beyefendi ne yapıyorsunuz?” diyen sağlık görevlisini kenara iterek Afra’nın yüzünü görmeye çalıştı.
“Ona ne oldu?” diye bağırdı kana bulanmış suratını görünce. Görevli, genç kadına takılan boyunluğu sabitleyerek adama baktı.
“Yakını mısınız?” diye sordu sakince. Adam cevap vermeyince “Ailesine haber verirseniz iyi olur,” diye devam etti. Görevli, ambulans telsiziyle hastaneyle iletişime geçerken, Devrim durduğu noktadan kıpırdamadan Afra’nın yüzünü izliyordu.
“Beyefendi, lütfen tanıyorsanız ailesine haber verin.” Devrim gelen sesle başını sallayarak telefonunu çıkardı. “Onun telefonu yok mu?” diye sordu son anda aklına gelince.
“Düşme esnasında kapanmış.” Endişeli hareketlerle sekreterinin numarasına bastı. “Bana hemen Acar Holdingden iletişime geçebileceğim birinin numarasını bul,” diye emretti.
“Kime ulaşmamı istiyorsunuz?” diyen sekretere sinirle bağırdı. “Seni işe yaramaz, birine ulaş işte… Herhangi birine. Hemen!” Yeniden Afra’nın yüzüne baktı. Ambulans çoktan harekete geçmişti. Kendisine olan öfkesi geçen her dakika daha da büyüyordu.
“Oğuz Atahan şirketin yöneticisi Devrim Bey…”
“Uzatma da ver şu lanet olası numarayı!”
Oğuz’un numarasını aldıktan sonra genç adamı arayarak Afra’nın ailesinin numarasını istedi.
“Afra’nın ailesiyle ne işiniz var Devrim Bey?” diyen adam sinirlerini bozmuştu. Bu gece herkes soru sormaya indekslenmiş gibiydi. Ambulansın siren sesini duyan Oğuz yatağından fırlamış, “Afra’ya ne oldu?” diye bağırmıştı.
Devrim küfretmemek için kendini zor tutarak derin bir nefes aldı. “Afra ufak bir kaza geçirdi. Şimdi hastaneye gidiyoruz. Ailesine siz mi ulaşırsınız yoksa bana numaralarını verecek misiniz?” Oğuz çoktan üstünü giymiş, arabasının anahtarını alarak evden fırlamıştı.
“Ben onları alır gelirim, hangi hastane?” Görevliden hastanenin adını alıp Oğuz’a bildirdi ve telefonu kapatarak Afra’nın gittikçe solan yüzünü izlemeye başladı.
“Durumu nasıl?” dedi korkarak. Kalbi atmayı unutmuştu. Alacağı cevap kalbinin ya yeniden atmasını sağlayacaktı ya da durmasını.
“Çok fazla kan kaybetmiş, vücudunun bazı bölgelerinde kırıklar var. Başındaki yara iç kanama riskinin olduğunu gösteriyor. Tam bir kontrolden geçmeden emin olamayız.”
Ambulans hastanenin acil kapısında durdu. Sağlık görevlileri, genç kadını seri hareketlerle ambulanstan indirip hızla hastaneye soktu. Devrim peşlerinden alelacele acile giriş yaparken pişmanlığı her geçen dakika artıyordu.
♣♣♣♣
Endişeli gözleriyle birinin çıkıp bilgi vermesini bekliyordu. Yelkovan akrebi kovalamaya devam ediyor, dakikalar hızla ilerliyordu. Keşke ona karşı daha kibar olabilmeyi becerebilseydi, keşke sözlerini biraz daha yumuşak dile getirmiş olsaydı. Nasıl böyle bir hata yapmıştı? Selin’in yaşattıklarından pay çıkarması gerekmez miydi? Selin ile yaptıkları kavgaların ardından kadın her defasında yürüyen enkaza dönüşüyordu. Afra’da tıpkı Selin gibi Şizofren olabilir miydi?
“Dile kolay altı yıl!” diye mırıldandı. Bir insan birini karşılığı olmadan, beklentiye girmeden o kadar uzun yıllar boyunca sevebilir miydi? Selin’i sevmişti, hem de uzun bir süre ama onunla beraber geçirdiği uzun yıllar vardı. Afra nasıl olur da yıllar boyunca kendisine uzaktan uzağa âşık olabilirdi?
Düşünceleriyle savaşmaya başladı. Selin kendisini her defasında hayal kırıklığına uğratsa da onu sevmekten vazgeçememişti. İstanbul’da geçirdikleri bir yıl, peşinden gelen ayrılık ve sonrasında Londra’da yaşadıkları koca üç sene. Kadın Devrim’i her defasında hayal kırıklığına uğratmayı başarmış olsa da, bir türlü ona olan sevgisinden vazgeçememişti. Afra’yı ve bahsettiği sevgiyi bir nevi anlıyordu anlamasına ama kabullenmesi mümkün değildi.
Gözleri tekrar Afra’nın sokulduğu odaya takıldı. Yarım saat bekleyişin ardından Oğuz’u fark etti. Yanında biri tekerlekli sandalyede iki kadınla birlikte gelmişti. Sandalyedeki kadının Afra’nın annesi olduğunu biliyordu. Oğuz hızla yanına ilerleyip, “Ona ne oldu?” diye sordu. Nasıl anlatacağını, ne diyeceğini bilmiyordu. Yanağının iç kısmını dişledi.
“Ben ambulans sesine dışarı çıktım. Merdivenlerden düşmüş sanırım,” diyerek özel anları kendine saklamayı uygun buldu. Afra’nın da içeride olanları başkalarının bilmesini istemeyeceğini düşünmüştü. Oğuz’un yüzüne diktiği bakışları kafasını karıştırınca adamı daha dikkatli inceledi. Oğuz’un, “Sizin yüzünüze ne oldu?” diye sormasıyla eli istemsizce sağ yanağına gitti.
Tıraş olduğu çoktan aklından çıkmıştı. “O eski bir yara…” dedi önemsiz bir şeyden bahseder gibi. Konunun uzatılmamasını dileyerek sandalyesinden kalktı ve endişeli oldukları her hallerinden belli olan iki kadına yaklaştı.
“Bu şekilde tanıştığımız için üzgünüm. Ben Devrim Demir!” İki kadının da adama olan bakışları değişmişti. Neriman Hanımın endişeli gözleri usulca ileriye sabitlenmişti. Dili anlatmıyor olsa da, bakışları çok şey anlatıyordu. Ayla Hanım, genç adamı süzerek, “Sizin evinizin orada mı oldu?” diye sordu. Kadının bakışları hakkında bir şeyler bildiğini ispatlıyor gibiydi. Bir an tereddüt etse de usulca başını salladı.
Odadan çıkan hemşire yanlarına gelince neyse ki konu uzamamıştı. Hemşire, “Getirilen hastanın yakını siz misiniz?” deyince Neriman Hanım hariç hepsi birlikte başlarını salladı.
“Hasta ameliyata alınacak, çok fazla kan kaybetmiş. Bacağında kırık var ve başındaki yaraya dikiş atılacak. Boynunda da hafif bir zedelenme mevcut. Aranızda kan grubu 0Rh pozitif olan var mı?”
Devrim ile Oğuz aynı anda öne çıktı. İkisi birlikte hemşirenin peşi sıra giderken bakışları birbirine döndü. Hemşire kanlarından örnek alıp gittiğinde ikisi baş başa kalmıştı. Oğuz yerinden kalkarak Devrim’e yaklaştı.
“Afra’nın seni sevdiğini biliyorum,” dedi Devrim’i şaşırtarak. “Kapında çaresizce nöbet tuttuğunu, sırf sana yakın olabilmek için şirketinle anlaşma yaptığını, dolabında sakladığı resmi, her şeyi biliyorum. Onu sana bırakmaya niyetim yok Devrim Demir! Ne olursa olsun ondan vazgeçmeyeceğim. Ve orada neler olduysa hepsini öğreneceğim. Eğer Afra’ya olanlarda senin parmağın varsa elimden çekeceğin var.”
Devrim odaya giren hemşireyi umursamadan öfkeli gözlerini adama dikti. Bu adam kim oluyordu da kendisini tehdit etmeye kalkışıyordu? Oğuz, Devrim’i sevdiğine giden yolda potansiyel bir tehlike olarak görüyorsa oldukça yanılıyordu. O kadını kendisinden uzak tutmak için her şeyi yapabilirdi. “İnan bana, benden uzak durması için seninle arasını bile yapabilirim. Onun sevgisini de, kalbini de istemiyorum. İyi olduğunu duyayım gerisi umurumda değil. Sakın bir daha beni tehdit etme gafletinde bulunma, seni buna pişman ederim.”
Hemşire iki erkeği şüpheyle süzüp uzanmalarını söyledi. Devrim yanındaki adama bir kez daha dönüp bakmadı. Bu iyiydi. Afra’yı seven ve onun için savaşan biri varken kendisinden uzak tutması kolaylaşacaktı. Çevresinde Oğuz gibi biri vardı da, bula bula kendisini mi bulmuştu aptal kadın? İkisi de birbirine beladan başka bir şey getirmezdi. Oğuz’a söylediklerinde ciddiydi. Onun kalbini de, aşkını da istemiyordu. Ama içindeki ses! Lanet olası ses neden yanlış yaptığını bağırıp duruyordu ki?
***
Günün ilk ışıkları gökyüzünü aydınlatmaya başladığında Afra ameliyattan yeni çıkmıştı. Vücudun kendini toparlaması için yapılan kan takviyesinin yanı sıra boyunluk takılmış, kolu sarılmış, bacağı da alçıya alınmıştı. Doktorlar herhangi bir iç kanama olmadığı için memnundu. Afra ameliyattan çıkarıldığında gözlem odasına alınmış, doktor hasta yakınlarına gerekli bilgileri vermiş ve ardından diğer hastalarını kontrol etmek için gözden kaybolmuştu.
Devrim, Afra’nın durumunun korktuğu kadar kötü olmadığını öğrendiğinde rahat bir nefes aldı. Genç kadının yüzünü öyle kanlar içinde ve bedenini hareketsiz görmek aklını başından almıştı. Kendisi yüzünden birine zarar gelmesi fikrine asla dayanamıyordu. Oğuz’un kötü, iki kadının ise inceleyen bakışları arasında çalan telefonuna cevap vermek için onlardan uzaklaştı. Sabahın erken saatinde ekranda annesinin adını görünce yeni bir korku dalgası bedenini yoklayarak geçti.
“Efendim anne, hayırdır inşallah sabah sabah?” Sultan Hanım oğlunun sesini duyunca rahatlamıştı. Tüm gece Devrim’le ilgili kâbuslar görmüş, uykusundan kan ter içinde uyanmıştı.
“Oğlum iyi misin sen?” Arka fondan duyulan anonsla eli kalbine gitti. “Sen hastanede misin Devrim? Neler oluyor?” Sesindeki endişe hattın diğer ucundan bile hissediliyordu.
“Dur anne sakin ol, ben iyiyim. Tanıdık birini getirdik hastaneye,” dedi fazla ayrıntı vermeden. Uykusuz ve telaşlı geçen gecenin ardından annesinin sorularıyla uğraşamayacak kadar yorgundu.
“Emin misin oğlum, bana doğruyu söyle.”
“Anne… İyiyim dedim.” Sultan Hanım ikna olmayarak itiraz etti. “Eğer iyiysen eve kahvaltıya gel, yoksa ben oraya geliyorum. Hangi hastane?”
“Anne…”
“Ben anlamam anne falan, ya sen geliyorsun ya da ben!” diyen annesini telefondan doğru sakinleştiremeyeceğini anlamıştı.
“Tamam anne… Bir saate orada olurum,” diyerek telefonu kapattı ve sıkıntıyla bekleyenlerin yanına yöneldi. Neriman Hanım konuşamadığı için gözlerini direkt Ayla Hanıma dikmişti.
“Ayla Hanım, benim birkaç saatliğine gitmem gerekiyor. Arayan annemdi ve doktor çağrısını duyunca iyi olduğuma inanmadı. Eğer bir şey olursa lütfen haber vermekten çekinmeyin,” demesiyle Oğuz araya girdi. Tehditkâr gözlerini Devrim’in üstüne dikti.
“Ben buradayım, sizin tekrar gelmenize gerek yok.” Devrim öfkeli gözlerle genç adama baktı. Oğuz’a dişlerini göstermesine gerek olmadığını anlatmaya çalışmışsa da adam anlamamıştı. Afra’ya karşı hissettiği sorumluluğu anlamamasına şaşırdı. Kadın hastanede yatarken ilgili davranması gerektiğini neden anlamıyordu?
“Sana fikrini soran olmadı,” dedi dişlerini sıkarak. Anlamak istemiyorsa bu onun sorunuydu. Tekrar tekrar açıklama yapacak değildi.
Ayla Hanım, iki adamın derdinin ne olduğunu tüm gece boyunca anlamamıştı. Tartışmanın uzamaması için araya girme ihtiyacı hissetti. Afra hastane odasında yatarken sidik yarışına girenlerle uğraşacak durumda değildi.
“Teşekkürler oğlum. Bir şey olursa haber veririz, sen anneni merakta bırakma.” Devrim başını sallayarak kadına teşekkür etti ve özür dileyen gözlerini Neriman Hanıma çevirdi. Yaşlı kadın gözlerini kırparak cevap vermişti. Hastanenin çıkışına yöneldiğinde aklında Afra’nın annesinin durumu vardı. Felç olması bir yana konuşamaması, derdini anlatamaması çok kötüydü. Ne acılarını dillendirebiliyordu ne de hislerini kelimelere dökebiliyordu. Zor olduğunu biliyordu. İstanbul’da kaza geçirip, Selin tarafından Londra’ya götürüldüğünde kendinde değildi. Uzun aylar sonunda kendine gelebilmişti. Gözlerini açabilmiş olmasına rağmen uzun müddet hareket edememiş, her ihtiyacı başkaları tarafından karşılanmıştı. En azından konuşarak derdini anlatabilmişti. Konuşamamak, el işaretleriyle bile derdini anlatamamak ne kötüydü.
“Rabbim kimseyi kimseye muhtaç etmesin,” diye mırıldandı çevirdiği taksi kendisine yaklaşırken. Bakan için de, hasta için de çok zordu. Afra’nın hayatta kalma çabası bir kez daha adamı derinden etkiledi. Babasının kaybıyla üst üste sıkıntılar yaşamıştı ve hâlâ çabalıyordu. Kayıplarının acısı bir yana, bir de en olmayacak kişiye âşık olmuştu. Sıkıntıyla bir nefes aldı. Ona acımamalıydı, etkilenmemeliydi. Afra’nın aklını bulandırmasına izin vermemeliydi.
Villaya ulaştığında saat sabahın yedisini geçiyordu. Salona girdiğinde annesinin herkesi kaldırdığını fark ederek tebessüm etti. Sofra çoktan kurulmuş, herkes kendisini bekliyordu.
“Günaydın!” diyerek annesini öpmek için yaşlı kadına eğilmiş ve gözlerini kendisine diken aile üyelerinin bakışlarını fark etmemişti. Annesinin yanağına öpücük kondurup sırtını dikleştirdiğinde yüzüne dönen bakışların nihayet farkına vardı. Aylar boyunca sakallı olmaya o kadar alışmıştı ki, onları kestiği aklından çıkıyordu. Sağ eli otomatik olarak yanağına gitti. Sultan Hanımın dolu gözleri kalbini acıtmıştı.
Hüzün üzgünce iç çekti. Devrim’in sakallarını bir anda neden kestiğini bilmese de, kesmemesinin sebebini anlamıştı. O sakalların ardından böyle bir şey çıkacağını az çok tahmin ediyordu. Fakat bu… Bu düşündüğünden fazlaydı.
Devrim kendisi için boş bırakılan sandalyeye gelişi güzel oturdu ve işi şakaya vurarak kıkırdadı.
“Bu daha önce başıma gelmemişti,” dedi keyifle kıkırdarken. “Genelde herkes yüzüme iğrenerek bakar.” Sağ yanağını yeniden okşadı. “Sizce de tiksindirici değil mi?”
Yanında oturan Hüzün’ün kucağındaki bebek tuhaf tuhaf sesler çıkararak Devrim’e uzandı. Yeğenini kucağına alırken küçük kız minicik yüzünü kaplayan bir gülücük hediye etti amcasına. Ufacık elleri amcasının yanağına gitti. Sanki biraz önce amcasının söylediği sözleri anlamış gibi itiraz ediyordu. Devrim kalbinin teklediğini hissetti. Burnunu yeğeninin boynuna gömerken cennet kokusunu içine çekti. Küçük yeğeni ondan korkmuyor, tiksinmiyordu. Başını tamamen küçük kızın bedenine sakladı. Gözlerinden damlayan iki damla yaş Bade’nin kıyafetlerine gizlenmişti.
Devran, ağabeyi içeriye adım attığı andan beri ilk kez ağzını açtı. Sesi o kadar soğuktu ki, sanki öz ağabeyiyle değil de düşmanıyla konuşuyor gibiydi. “Bunu o yaptı değil mi?” diye sordu. Sesindeki soğukluğun hedefi Devrim değil, Selin’di. Onun adını ağzına almaktan duyduğu nefret daha ilk dakikadan ortaya çıkmıştı. Devrim’in herhangi bir itirazı dahi vardığı sonucu asla değiştiremezdi. Yüzünü gördüğü ilk dakikada anlamıştı bunu Selin’in yaptığını. Kanı öfkeyle kaynıyordu. Selin geberip gitmesine rağmen bir türlü çıkmıyordu hayatlarından.
“Bunları konuşmayalım,” diyen Devrim başını kaldırarak kardeşinin gözlerinin içine baktı. Bakışları uzatma der gibiydi.
Hüzün yeni bir Devran Devrim kavgasına şahit olmak istemediği için araya girme ihtiyacı hissetti. Konu ne zaman o kadına gelse iki kardeşin arasında tartışma çıkıyordu. “Aşk olsun ağabey, senden iğreneceğimizi nasıl düşünürsün anlamıyorum. Seni dış görünüşünle yargılayan insanların zaten hayatında yeri yoktur. Biz senin kalbini görüyor ve biliyoruz,” diyerek tebessüm etti ve içinden üzgünce ekledi. “Karanlıkta kalan kalbini…”