? GİRİŞ: MASKENİN ARDINDA

1449 Words
Satıcının adı Gojo'ydu. Saçlarına taktığı incik boncukla ve renkli eteğiyle bir çingeneyi andırıyordu. Gerçi yanağına görmezden gelemeyeceğim büyüklükte bir çiçek resmi çizilmişti. Sarı, çirkin bir çiçekti bu. Yani bir hippi de olabilirdi ama bir hippi Mısır'daki bir pazarda ne yapardı ki? Ya bir çingeneydi ve burada birkaç turisttin cebini elden çıkarmaya çalışıyordu ya da​ bir hippiydi ve biri bu hippiye kötü bir öğüt vermişti. Kişisel tercihimi ilk seçenekten yana kullanıyorum. Cebimin boşaltılmasını istediğimden değil- çünkü bu aptallık olurdu- ama Gojo adlı bu çingene iyi bir dersi hak ediyor gibiydi. İşte bu yüzden meraklı, masum, Amerikalı turisti oynamaya karar verdim. Başımı ışıktan koruyan fötr şapkamı kaldırdıktan ve Gojo'ya şöyle bir baktıktan sonra gülümsememi gizlemeye gerek duymayarak parmaklarımı kaldırdım. Beyaz zincir işaret ve orta parmağımdan sarkıyor, güzel kolye şimdi boşlukta iki yana sallanıyordu. Güneş uzun zincirli kolyenin taşına vurduğunda zümrüt taş karanlık gökyüzündeki bir yıldız gibi parıldadı. Taşın ışığı aynı renge sahip olan gözlerimi kamaştırıyordu. O yüzden gözlerimi kısmak zorunda kalmıştım ama itiraf edeyim, yirmi üç yıllık hayatımda gördüğüm en güzel kolyelerden biriydi bu. Şu zümrüt yüzünden olmalıydı. Çok güzeldi ve onu gördüğüm anda benim olması gerektiğini biliyordum. "Beğendiniz mi?" "Beğendim mi?" Bileğimin tek bir hareketiyle kolyeyi kaptım ve gözlerimin önünden çektim. Tekrar bir şey söylemeden önce içgüdüsel bir şekilde zümrütü birkaç kere havaya atıp tutarak ağırlığını test ettim. Ve ekledim, neşeyle parlayarak "Bayıldım!" dedim. Normalde pek sevimsiz, soğuk nevalenin teki olduğum için kendimi böyle neşeli olmaya zorlamak garip ve ben değilmişim gibi hissettiriyordu ama Emma'yı andıran çocuksu tavrım tam da tahmin ettiğim gibi Gojo'nun bana bir gülücük vermesine neden oldu. "Evet." dedi. "Bu apaçık." "Ah, özür dilerim. Çok mu heyecanlıydım?" "Ne diyebilirim ki, iyi bir zevkin var." Aslında harika bir zevkim vardı fakat bununla övünmek kabalık olurdu, o yüzden kendimi mütevazi olmaya zorladım. "Öyle olsa gerek." dedim. Bakışlarım pazar yerinin kalabalığında gezindi. Bir halıcı, baharatçı, oyuncakçı ve kandilli gece lambaları satan bir dükkân bile vardı... Bekle bir dakika. Kandilli gece lambaları mı? Haydi ama, cidden mi? Demek istediğim, yani kimin kandil lambasına ihtiyacı olurdu ki? İnternet ve teknoloji çağında yaşıyoruz ve öyle olmasaydı bile Edison ampulü icat ettiğinden bu yana yıllar geçmişti. Gerçi böyle düşünmemin sebebi dizüstü bilgisayarımın bozulması ve meteliğe kurşun attığım için yeni bir tane alamayacak olmam da olabilirdi. Bu düşünceye gözlerimi devirmeden edemedim. Cıvıl cıvıl gülüş sesleri etrafı doldurduğunda ne olduğuna bakmak için döndüm. Ellerinde pamuk şekerlerle çocukların koşturduğunu gördüm. Bir tanesi katlanmış bir mindere takılıp yüzünün üstüne düştü. Hemen ayağa kalkarak koşmaya devam etti. Halıcı o sırada dükkândan fırladı ve düşen minderi düzeltirken çocukların arkasından bağırdı. Sesi kalın ve kaba saba olduğu için tam olarak anlayamasam da sanırım çocuklara evlerine geri dönmelerini söylüyordu. Ya da sadece küfür ediyordu. Tüm bu gürültü başımı ağrıtıyordu. Ama bir şekilde mensubu olduğum turist kabilesinin pazar kalabalığının içinde gözden kaybolduğunu görebildim. Beni burada bırakmışlardı. Burası gördüğüm en karışık sokak pazarı olduğu için onları tekrar bulamayacağımı biliyordum. Biliyordum çünkü daha önce birkaç kere gelmiştim ve nasıl olduysa her defasında yolumu kaybetmeyi başarmıştım. "Ah şu çocuklar," dedi Gojo. Bakışlarımı ona çevirdim. Halıcıya yardım etmek için eğilen bir kadına bakıyordu şimdi, muhtemelen kadın az önceki sakar çocuğun annesiydi. "Ele avuca sığmıyorlar. Ama oldukça sevimliler değil mi?" "Çocukları sevmem." dedim, kelimeler ben kendimi durduramadan ağzımdan çıkmıştı. "Çocukları sevmiyor musun? Neden?" Hmm. Bir düşüneyim. Küçük, gürültücü ve tuhaflar. Ve Tanrı aşkına, durmadan ya cevaplarını bilmediğim ya da cevap veremeyeceğim sorular sorup duruyorlar; Ben nasıl dünyaya geldim Eva? Tanrı neden kötü insanları yarattı Eva? Annemle neden evlenemem Eva? Ya dolabımda bir canavar varsa Eva?​ Neden yanında oturan bu kadın bu kadar çirkin Eva? Niye her zaman böyle öfkelisin Eva? Asla yapmayacağım meslekler listesine hemşirelik ve öğretmenlikten sonra çocuk bakıcılığı da eklenmişti. Dikkatimi tekrar kolyeye odaklarken derin, sıkıntılı bir nefes aldım ama bunun tek sebebi tepemde cızırdayan kahrolası güneşti. Lanet olsun! Kahire'de neden havalar bu kadar sıcaktı? Şehre girerken keşke 'Kahire'ye Hoş Geldiniz!' yerine 'Cehenneme Hoş Geldiniz!' yazsalardı çünkü şu an ölmenin eşiğindeydim. Şapkamı çıkarıp kolumun altına yerleştirdim. Ellerimle saçlarımı havalandırıp, kahverengi kaküllerimin gözümün üstüne düşmesine izin verirken tek düşünebildiğim sıcaklıktı. Üstelik o gün terlememek için bilerek bu beyaz gömleği giymiştim. Gömlek olması gerekenden iki kat daha büyük ve daha ince olmasına rağmen üzerimde fazlalıkmış gibi geliyordu. Yakamın birkaç düğmesi açıktı ve zaten elbise gibi durduğu için mavi, kısa şortum pek görünmüyordu. Şortumla aynı renk olan ayakkabılarım haricinde yanıma başka bir şey almamıştım. Telefonum yoktu. Param bile yoktu ve benim umutsuzca su satın almaya ihtiyacım vardı. Alternatif olarak Mısır şarabı da olurdu... O şarabı gerçekten sevmiştim. "Çocuklarla pek anlaşamıyorum. Hepsi bu. Ama evet, şirinler." Oklu bir kirpi kadar şirinler. "Her neyse, bence çocuk iyi ve o adam da sakinleşmiş gibi görünüyor." "Anlıyorum. Bu arada hiç sormadığımı fark ettim. Adın ne?" Gojo her şeyden önce son derece gevezeydi ve bana kalırsa da biraz meraklıydı ama zaten bununla ilgilenmiyordum. İlgilendiğim tek şey şu mücevherdi. Kadının sorusuna cevap vermek yerine zümrütü kaldırdım ve tek gözümü kapattıktan sonra ışığın taşın içinden nasıl yansıyarak geçtiğine baktım. Yeşilin bu tonunu daha önce sadece gözlerimde görmüştüm. Belki de bu yüzden bu şeyi bu kadar çok istiyordum. "Taş," diye başladım. "İsmini söylemeyecek misin?" diye sorarak lafımı böldü. İsmim Evala Andrew'du. Herkes bana Eva derdi ama onun bunu bilmesine gerek yoktu. Onu yine duymazdan gelerek devam ettim ve "Taş gerçek mi?" diye sordum. "Elbette!" dedi hemen. Kollarını sallarken ne kadar komik göründüğünün farkında olmadan öyle abartılı bir biçimde mücevheri övmeye başladı ki, bir an gerçekten şaşırdım. "Elbette gerçek! Aynı zamanda türünün tek örneği, zarif bir şekilde inşa edilmiş bir sanat eseri! Üzerinde harika görüneceğine eminim. O ince boynunda çok hoş duracaktır. Tıpkı Mısırlı prenseslere benzeyeceksin." "Mısırlı prensesler mi? Ahh!" diye hayranlıkla yanıtladım ve dudağımın kenarıyla satıcı kadına hafifçe gülümsedim. Gerçekten beni dolandırmaya çalışıyordu: Beni. Bu beni daha da keyiflendirdi ve meraklı, aynı zamanda da oldukça toy görünmeye çalışarak "İlgimi çektin. Söyle bana. Fiyatı nedir?" diye sordum. "Beş yüz dolar." dedi. Alaycı bir şekilde "Hah!" diye tısladım. Beş. Yüz. Dolar. Dedi. Hem de tamamen sahte bir kolye için! Turistleri soymaya çalışmasını anlıyordum - bir yere kadar ama beş yüz dolara burada bir hafta mutlu yaşayabilirsiniz ve abartı yok. "Evet, farkındayım, fiyat yüksek ama aldığın için asla pişman olmayacaksın. Güven bana." İnsanlara güvenim olsaydı bile bu kadına zerresini bırakmazdım. "Anlıyorum. O halde bayağı değerli bir şey olmalı?" diye fikir yürüttüm ama açıkça beni dolandırmaya çalıştığı için öfkelenmiştim. Aptal yerine konulmaktan nefret ediyordum. Bir an sonra intikam alma dürtüm uygun şekilde hareket etme arzumu bastırdı. Ahlak kurallarının canı cehenneme! Suratımı astım ve biraz hüzünlü bir ses tonuyla "Ne yazık ki benim bunu ödeyecek kadar param yok." dedim. "Ne?" "Yanımda o kadar nakit getirmedim. Ben sadece bir üniversite öğrencisiyim. Hangi öğrenci yanında nakit beş yüz dolar taşır ki?" Bu sefer surat asan taraf Gojo oldu. Belli ki bir öğrenci olabileceğim ihtimalini hiç düşünmemişti. Ve sonra tam tahmin ettiğim şey oldu; Tezgâhın etrafından dolandı ve elimdeki kolyeyi söker gibi benden geri aldı. "Paran yoksa neden bakıyorsun!" diye çıkıştı bana. Yüzümde mimik oynamadı. Kabalığı için ona bir tane patlatmak istiyordum elbette ama bu bir yana, soğukkanlılığımı korumam gerekiyordu. Göz ucuyla kolyeyi eteğinin sol cebine sıkıştırdığını görebiliyordum. Ona tekrar baktım. Ah, ne ilginç. Az önce bir turist avcısıydı, şimdiyse bir turist düşmanı... "Özür dilerim." Gojo özür dilememi beklemiyormuş gibi kocaman gözlerle bana baktı ve fısıldadı. "Ne?" "Özür dilerim," diye tekrar söyledim. Uzandım ve yerel yüzüklerle dolu olan ellerini tutup nazikçe sıktım. "Çok özür dilerim. Amacım sizi kızdırmak değildi. Ben sadece ülkenizde misafir olan bir üniversite öğrencisiyim ve dediğim gibi..." "Tamam tamam." Ellerini ellerimden çekip kopardı. "Sorun değil. Bir şey almayacaksan git artık." "Hayır, almayacağım." Suratıma yayılan atılgan bir gülümsemeyle geri çekildim. Yine de sesim tatlıydı. Yüzüme sert bakışlar atan Gojo, İngilizce değil de kendi dilinde konuşarak, "Ne aptal şey!" derken muhtemelen benim Arapça bilmediğimi düşünüyordu. Sırıtmam daha da büyüdü. Bir şey demedim. Gerek yoktu. Böylelikle arkamı döndüm ve sanki hiçbir şey olmamış gibi yavaş adımlarla oradan ayrıldım. Eski taş binaların olduğu yerden köşeyi döndüğüm anda arkamdaki sokakta kıyamet koptu ve bütün pazar alanını Gojo adlı çingenenin çığlıkları doldurdu. "HIRSIZ... HIRSIZ VAR! POLİS! YARDIM EDİN! KOLYEMİ ÇALDI!" "Hey! Sen... Kadın! Hemen dur!" Tüm bu kalabalığa rağmen gayet hızlı bir şekilde koşan ayak seslerini duyabiliyordum, bana yaklaşıyordu ama panik yapmadığım için başta kimse hırsız derken benden bahsedildiğini anlamadı. İnsanlar huşu içinde etrafa bakındılar ve fısıldaştılar. Bense olduğum yerde durdum ve omzumun üzerinden arkama bir bakış attım. Merak, zümrüt rengi gözlerimin kısılmasına neden oldu. Peşimden gelenin polis olduğunu düşünüyordum ama üniformasından adamın polis değil de bir tür güvenlik görevlisi olduğunu anladım; Beni yakalarsa polise postalayacak olan bir güvenlik görevlisi. Şapkam kaydı ve havada süzülerek yere düştü. Emma'nın şapkasıydı o, kaybedersem canıma okurdu ama kahretsin, şimdi onu almak için zamanım yoktu. Döndüm. Sokağa şöyle bir baktıktan sonra avcumun içinde sımsıkı tuttuğum güzel, zümrüt kolyeyi havaya atıp yakaladım ve en iyi bildiğim şeyi yaparak tabanları yağlamaya başladım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD