3. Bölüm "RANDEVU"

1648 Words
Yeni doğan bebeklerin bakımıyla ilgilenen Hazal, her bebeğin kulağına güzel bir ömür sürmesi, iyi insan olması için dua ederdi. Günlük ritüeliydi bu. İyi insan olmak zordu çünkü en kolayı kötü olmaktı. İlgilendiği son bebeğe, “Hayatın boyunca hep böyle masum kalmanı diliyorum,” derken, hem meslektaşı hem de ev arkadaşı olan Sezin,“Seni çağırıyorlar, idareden aradılar,” dedi. “Neden ki?” Sezin sorusuna cevap veremedi. “Bende bilmiyorum. Belki daha öncekiler gibi yine hasta yakınlarından birisi, hastanenin internet sitesine senin için övgü dolu sözler yazmıştır, tebrik etmek için arıyorlardır. Alıştık artık.” Sezin’in sözlerine gülümseyen Hazal merak içinde idare katına gittiğinde, kadro daraltılması nedeniyle iş çıkışı verildiğini öğrendi. Hiç beklemediği bu haberle odadan çıktığında, moral olarak çökmüştü. Sanki hayatla en önemli bağı koparılmış gibi hissediyordu. Sözleşmeli çalışmanın en kötü yanıydı bu. Diledikleri zaman sizi kapının önüne koyma hakları vardı. Birde çalışma süresi en az personelseniz, tazminat miktarı yüzünden ilk harcanacak kişisiniz demekti. Dışarıda onu bekleyen Sezin’e işten çıkarılışını ve gerekçesini anlatırken, birlikte çalıştıkları diğer arkadaşlarından iki kişi yanlarına geldi. Hiçbirisi bu habere inanamadı. Şaka yaptığını sandılar. Onların konuşmalarını duyan temizlik görevlisi Muhittin, hastanenin işlerinin iyi gitmediğini anlattı. “Benden duymuş olmayın ama ilk kurban Hazal hemşire. Bunun arkası gelir, söyleyeyim. Geçen hafta başhekim birisiyle telefonda konuşurken duymuştum, demek doğruymuş.” Diğer personeller Muhittin’in anlattıklarıyla paniğe kapıldılar. Her biri görev yerine dağılınca, Sezin’e biraz yalnız kalmak istediğini söyledi. “Ben dönünceye kadar bebişlerime gözkulak olur musun? Beş dakikaya gelirim.” Üzüntüsünü paylaşmak için annesini arayıp “Kovuldum,” dedi. “Hastane kısıtlamaya gidiyormuş.” Annesi Hatice, canını sıkmamasını söyledi. “Üzme kendini kızım. Allah bir kapıyı kapatır, diğerini açar. Her şerde bir hayır vardır. Hem böylece buraya gelir, biraz dinlenirsin. Ben de hasret gidermiş olurum.” Hazal çalışmak zorunda olduğunu anlattı. Bisikletini ve telefonunu yeni değiştirdiğini, onların taksitlerini ödemek zorunda olduğundan bahsetti. “Daha piyanonun borcu bile bitmedi. Kursa da gidiyorum.” Dedi. Hala ev kredisi ödediğini söylememişti. Ona anlatmak için biraz daha zaman geçmesini beklemişti. “Kursa burada devam edebilirsin kızım. Borçlarını dert etme ben hallederim.” Annesinin yardım teklifini reddetti. Kendi başının çaresine bakabileceğini söyledi. “Piyano kursu her neysede tekvando kursu var, onu ne yapacağız?” Hatice hanım “Buradada tekvando kursu var diyeceğim ama sen onada bir bahane bulursun,” diyerek daha fazla ısrar etmedi. Hazal annesiyle görüşmesini sonlandırıp tekrar yeni doğan ünitesindeki işine döndü. Bir saat önce iyi temennilerde bulunduğu bebeklere, sanki anlıyorlarmış gibi bu defa veda etti. Hepsini çok özleyeceğini anlattı. Sonra kendi kendine gülümseyerek, “Beni unutmayın sakın,” derken, cam bölmenin ardındaki doktor Ceyhun’u fark etti. Hastanede kadın doğum uzmanı olarak görev yapan doktor, Hazal’a el işaretiyle onu beklediğini söyledi. Genç kadın meraklandı. Üzerini değiştirdikten sonra dışarıya çıktı. Heyecanla “Ceyhun hocam,” dedi. “Az önce işten ayrıldığını öğrendim, çok üzüldüm. Eğer hemen çalışmak istersen yani düşünürsen, bir iş var.” Bu habere şaşıran Hazal, işin ne olduğunu sordu. Ceyhun, kendisi gibi doktor olan arkadaşının sağlık personeli aradığını anlattı. “Varlıklı bir aile birkaç aylık bebeklerine daha önce sağlık sektöründe çalışmış yatılı bakıcı arıyormuş. Aylık ücret hastaneden kazandığının neredeyse on katı. İşten ayrıldığını duyunca ve bebeklere olan sevgini görünce, aklıma arkadaşımın dün akşam söyledikleri geldi. Boşta olan, güvenilir bir tanıdığın var mı diye sormuştu.” Hazal mesleğini çok seven bir hemşireydi. Özellikle bebekler hayatının en önemli parçasıydı. Ama bakıcılık… Ona göre değildi. Hazalın ikilemde kaldığını gören Ceyhun bakıcılık yapacağı bebekten bahsetti. “Yanlış hatırlamıyorsam bebek dört aylıktı. Annesi bebeği terk etmiş. Bakım kadar sevgiyede ihtiyacı var ve o sevgi sende fazlasıyla var. Biraz düşün istersen.” Bebeğin annesi tarafından terk edildiğini öğrenen Hazal, çok üzüldü. Üzüldüğü kadar da öfkelendi. Bir anne yavrusunu nasıl terk ederdi? Bu nasıl bir vicdansızlıktı? Çocuk sahibi olmak için yanıp tutuşan o kadar çok aile vardı ki. Allah böyle kadınlara bebek vermemeliydi. Kısa bir süre düşünüp, “Tamam hocam,” dedi. “Biraz düşüneyim sabah size haber veririm.” Akşam eve gittiğinde, Sezin’e bebek bakıcılığı işini anlattı. “Ceyhun hoca yarın benden haber bekliyor. Ne yapacağımı bilemiyorum” dedi. Üç yıldır Hazal ile aynı evde yaşayan Sezin’e göre bu iş kazanç yönünden arkadaşı için bulunmaz fırsattı. Hazal’a “Bence fazla düşünecek bir şey yok,” dedi. “Tamam sen hemşiresin bebek bakıcısı değilsin ama çalışmaktan başka çaren yok ki. Ev kredisi ödüyorsun unuttun mu? Kazancı hastaneden kazandığının on katı demedin mi? Bir yıl çalışsan kredinin yarısı biter.” Hazal çerez tabağındaki son fındığı alıp ağzına atacakken düşündü. Sezin haklıydı. Savaş ölünce evi kiraya vermişti. Aylık kredi tutarının yarısını kiracıdan gelen parayla ödüyordu. Kalan yarısını bundan sonra ödeyemezse Savaştan kalan tek hatırası olan ev elinden giderdi. Ayrıca bakıcılık yaptığı süreçte KPSS’ye de çalışabilirdi. Onun düşünceli haline üzülen Sezin yanına yaklaşıp ikna etmek için elini tutu. “En kötüsü, istediğin işi buluncaya kadar dişini sıkarsın..” Hazal “Haklısın,” dedi. “Gerçi ben kabul etsem bile bakalım işveren beni kabul edecek mi.” Ertesi sabah Ceyhun hocayla görüşen Hazal işi kabul edebileceğini söyledi. Ama bir sorun vardı. Çalışması gereken ihbar süresini nasıl çözeceğini bilmiyordu. Ceyhun, “İşten ayrılmak isteyen sen değilsin. Ben idareyle görüşür hallederim,” deyip yanında arkadaşını aradı. “Serter’ciğim önceki gün bebek bakımı için birini aradığını söylemiştin. Eğer bulamadıysanız hastanedeki işinden ayrılan güvenilir bir arkadaşımız var.” Ceyhun karşı tarafın söylediklerini dinlerken bir kağıda not aldı. Görüşmesi bittiğinde, adresi yazdığı kağıdı Hazal’a uzattı. “Akşam altıda gidebilirsin değil mi?” “Bugün öğleden sonra çıkacağım. Gidebilirim tabii. ” Öğleden sonra işten çıktığında, sırt çantasını takıp bisikletine bindi. Tam hastane bahçesinden çıkacakken Sanki birisi tarafından izleniyormuş gibi hissetti. Durup çevresine bakındı. Kimse yoktu. Son günlerde ara ara böyle hissettiğinden mırıldanır gibi “Saçmalama Hazal, evham yapacak zaman değil” dedi. Eve gidip hazırlanması gerekiyordu. İlk izlenim önemliydi. Yolda elindeki adrese bisikletle gitmesinin kaç dakika süreceğini hesaplarken, sakin bir ara caddeye doğru saptı. Aynı anda dönüş yapan başka bir araç onu sıkıştırdığından, yolun sağ kenarına savruldu. Yere düşen Hazal acı ile inlerken, aracı kullanan adam yanına geldi. “Kusura bakmayın hanımefendi,” diyerek bir şeyi olup olmadığını sordu.“Keşke dönerken biraz daha dikkatli olsaydınız.” Dedi. Kazanın etkisi ile yarı şok halinde olan Hazal, kaskını çıkartıp kendini toparlamaya çalışırken, adam on metre kadar ileriye park ettiği arabadan su getirdi. Suyu uzatırken, ambulans çağıracağını söyleyerek cebinden telefonu çıkarttı fakat iş görüşmesine gidecek olan Hazal, ona engel oldu. “İyiyim ben, sadece dizim ve kolum sızlıyor,” dedi. Bir yandan da ağrıyan bacağını ve kolunu hareket ettiriyordu. “Sadece ezilme var gibi görünüyor.” Genç kadın ayağa kalktığında, gözü hasar gören yeni bisikletine kaydı. Daha ikinci taksitini gelecek ay ödeyecekti. Sinirle “Allah kahretsin!” dedi. Borçların altında ezilirken masraf üstüne masraf çıkıyordu. Öfkeden kaza yaptığını unutarak adama çıkıştı. “Arabanı adam gibi kullansaydın sıkıştırmazdın. Utanmadan birde bana daha dikkatli olsaydın diyorsun. Ben daha bu bisikletin ilk taksitini yeni ödedim.” Hazal ağzına geleni söylemeye başladığında, adamın park ettiği aracın siyah camı aralandı. “Macit! Parası neyse ver de gidelim. İşimiz var.” Akın’ın başını dışarıya çıkartmaya bile tenezzül etmeden söyledikleri, Hazal’ı çıldırttı. Kendini bir bok sanan insanlardan nefret ederdi. Kimse onu bu şekilde küçümseyemezdi. Gittikçe yükselen öfkesi yüzünden, vücudundaki ağrıları hissetmez oldu. Aksayan ayağıyla Macit’in engel olma çabalarına aldırmadan aracın kapalı olan camına yaklaştı. Sağ elinin üst kısmının kanadığının farkında bile olmadan, siyah cama kıracakmış gibi vurdu. Vurdukça sıyrılan bölgenin kanı cama sıvandı. Akın dışarıdaki kıza öfkeyle baktı. Kız resmen hakaret ediyordu. “Sen kimsin ki beni küçümsüyorsun pislik! Böyle lüks arabalara binince, kendinizi bir bok mu sanıyorsunuz. Aç şu camı!” Onun karşısında birisinin böyle cümleler kurmaya cüret etmesi, Akın için inanılacak şey değildi. Sinirden dişlerini sıkarak camı açacağı sırada, Hazal cama bulaşan kanı gördü. Her zaman cebinde taşıdığı peçeteyi çıkartıp ağzında biriktirdiği tükürüğü cama püskürttü. Midesi bulanan Akın, tiksinerek elini açmak üzere olduğu camın otomatik düğmesinden geri çekti. Hazal ise öfke dolu sözlerine devam ederek, kanı silmek için püskürttüğü tükürüğüyle camı temizliyordu. “A pardon! Camınızı kirlettim. Sizin gibi eşek beyinlilerin malı, bir insanın canından daha kıymetlidir.” Sabrı tükenen Akın, cam yerine arabanın kapısını açtı. Kapının açılmasıyla geriye çekilen genç kadın; önce Akın’ın kaliteli ayakkabılarını, uzun bacakların tamamen dışarıya çıkmasıyla da yüzünü gördü. Aracın arka koltuğunda oturan adamı elli yaş üstü, göbekli bir adam beklerken yanılmıştı. Genç, oldukça yakışıklı bir adam duruyordu karşısında ve o yakışıklı adam kendisine öldürecekmiş gibi bakıyordu. Afalladığından az önce bülbül gibi şakıyan dili sustu. Hazal onun heybeti karşısında nutku tutulmuş gibi susarken, Macit, “Efendim engel olmaya çalıştım ama…” derken, Akın adamına susması için avucunun içi görünecek şekilde elini kaldırdı. Önce yerdeki hasar görmüş bisiklete sonra karşısındaki kıza baktı. Sakin çıkan ses tonuyla “Bütün yaygaran şu dandik bisiklet için mi?” dedi ve Hazal cevap vermek için ağzını açtığında, lafı ağzına tıkayarak devam etti. “Şu ucuzluk kokan tavırlarınla daha fazla canımı sıkma. Macit ederi neyse ver, gidelim.” Akın’ın önce ucuz diyerek aşağılaması, sonra adamına verdiği emirle donmuş ruh halinden silkelenen Hazal, hâlâ kanamakta olan elini vurmak için havaya kaldırdı. “Sen kimsin ki…” diyerek vuracağı sırada, Akın elini havada yakalayarak bileğinden kavradı. “Sakın! İnsan gibi konuşmayı öğretirdim sana ama vaktim yok,” dedi. Yeşil gözleri dolan Hazal ile Akın’ın karanlık bakışları kesiştiğinde, burun buruna gelmişlerdi. Akın’ın bakışları teninde hissettiği ıslaklığa indi. Kızın eli kanıyordu ve kanı gömleğinin manşetine damlıyordu. Geriye iterek bileğini bıraktığında, Macit bagajdaki çantadan aldığı on bin lirayı Hazal’a uzattı. “Bu zararınızı karşılamak için yeterli bir miktar,” dedi. Arabaya binen Akın’ın arkasından bakan Hazal, parayı alarak açık olan ön camdan içeriye fırlattı. “Alın bu parayı münasip bir yerinize sokun! Belli ki çevreniz parayla susturduğunuz insanlarla dolu, beni onlarla karıştırmayın.” Macit, arabanın şoför koltuğuna saçılan paraları toplayıp yanındaki boş koltuğa bırakırken, Akın kapalı olan siyah camdan dışarıya bakıyordu. Yerdeki bisikleti ayağa kaldırıp kullanmaya çalışmasını izledi. Macit aracı hareket ettirdiğinde, başını arkaya çevirdi Hazal’a baktı. Aksayan ayağı ile sürüterek götürdüğü bisikletiyle yoluna yaya olarak devam ediyordu. Tekrar önüne döndü ve Macit’e aklına gelen randevuyu sordu. “Bakıcı adayı saat kaçta gelecekti?” “Altıda efendim.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD