1. Yabancı
Genç kadın yaşlı gözlerini ameliyathanenin kapısına dikmiş, kıpır kıpır dudaklarından dualar dökülerek umutla bir haber bekliyordu.
Eşi, yoldaşı, iki cihan saadeti kocası içeride yaşam mücadelesi verirken elinden başka ne gelirdi ki.
Gözlerini duvardaki saate çevirdi. Neredeyse dört saat bitmek üzereydi. Hayatındaki en uzun dört saat bu olmalıydı.
Çocukları kreşten alacak olan komşusu Halime usul adımlarla yanına sokuldu.
"Canım ben artık gideyim, çocukların vakti geldi. Sen de gelmek ister misin, eve gitmeden seni bir görsünler."
" Yok Halime, ben buradan ayrılamam. Sen arabanın anahtarını aldın değil mi."
"Aldım güzelim, taksiyle de giderdik ama senin için rahat etsin."
"Evet, içim rahat etmez öbür türlü. Ben çocukların kıyafetlerini yataklarının üzerine dizdim kızım biliyor zaten. Her gün için ikişer takım hazırladık. Yine lazım olanı girer alırsınız."
" Tamam, sen onları dert etme, biz hallederiz her şeyi. Hiç aklın kalmasın. Eve gidince ararım seni."
"Hakkını ödeyemem Halime. Sen olmasan ne yapardık."
İki komşu arkadaş sıkıca sarılıp vedalaştı. Halime bu güzel insanlar için çok daha fazlasını yapmak isterdi, ama şimdilik elinden bu kadarı geliyordu.
Genç kadın mescide inecek kadar bile kocasından uzaklaşmak istemiyordu. Hemşire odasının bir köşesine serdiği seccadesinde namazını eda edip tekrar kapı önünde yerini aldı.
Eşinin arkadaşları biten mesai saatiyle beraber tek tek gelmeye başlamıştı. İş ortağı ve kendisinin dayıoğlu olan Mahir hiç gitmiyordu zaten. Bir gözü telefonda işyerini idare etmeye çalışırken bir yandan da içeriden gelecek hayırlı bir haberi bekliyordu.
Bu esnada Halime sağ salim eve ulaştıklarını haber vermek için görüntülü aramış, çocuklarla annelerini görüştürmüştü.
Çok zordu için alev alev yanarken çocukların için mutlu gözükmek. Genç kadının endişelerini dışarı yansıtacak lüksü yoktu. O her zaman sakin ve güçlü durmak zorundaydı. Yine öyle yaptı.
Dört yaşındaki kızı ve iki yaşındaki oğlu babalarının hasta olduğunu iyileşmek için doktora ihtiyacı olduğunu biliyordu. Onlar da heyecanla babalarının sağlıklı günlerine dönmesini bekliyorlardı.
Üç ay kadar önce eşinin baygınlık geçirmesiyle fark edilen beynindeki kitle hayatlarını alt üst etmişti.
Teşhis ve tedavi için farklı yöntemler denenmiş en son çare ameliyat ile yüzleşmek zorunda kalmışlardı. Doktorları hastanın güçlü bünyesine ve kitlenin konumuna bakarak çok ümitli konuşmuş, ağır ilaçlı tedavilerden daha az zararlı olacağını söylemişti.
Tarık son iki haftadır kendini ameliyata hazırlıyordu.
Doktor her ne kadar olumlu konuşsa da içinden bir his onu ailesi ile vedalaşmaya teşvik ediyordu. O da öyle yaptı.
Hasta odasında beklerken yada yalnız kaldığı her fırsatta Kızı için, oğlu için ve gözünün nuru biricik Esması için mektuplar yazdı, videolar çekti.
Diline en ağır gelen sözleri ise son ana kadar saklamıştı genç adam.
Esen rüzgardan kıskandığı helali, hayat arkadaşıydı o. Hiç kolay olmasa da söyleyecekti.
“Esma biliyorum bu sözlerimi duymak istemeyeceksin. Fakat aramızda konuşulmamış birşey kalsın istemiyorum. Lütfen kesmeden dinle. Ben senden çok razıyım, Allah da razı olsun. Bu ameliyattan sağ çıkamazsam gözüm arkada kalmıyor, biliyorum ki sen çocuklarımıza hem anne hem baba olacaksın. Fakat çok gençsin, güzelsin. Bu yaşında karalar bağla, kalan ömrünü yasla geçir diyemem sana.”
Esma ateşe değmiş gibi ellerini çekip kaşlarını çattı. Kocası bir kelime daha etsin istemiyordu.
“Lütfen kesmeden dinle. Bunları söylemek bana da zor geliyor. Ama kader bu, önümüze ne çıkaracağını bilemiyoruz. Eğer benden sonra evlenmen gerekirse evlenebilirsin. Sana gücenmem. Mutlu olmak senin de hakkın. Yapmazsın biliyorum ama tek istediğim çocuklarımızı gözardı etmemen. Lütfen en büyük önceliğin yavrularımız olsun.”
Bardağı taşıran son damla gibi kocasının son sözleri de gözündeki yaşları taşırmıştı. Omuzları sarsılarak hıçkırıklara boğulurken bağırıp çağırmak, sen beni ne zannediyorsun demek kolay olandı.
Fakat biliyordu ki kocası bu sözleri onu düşündüğü için söylüyordu. Karısının mutluluğu için kendini feda eden kocaya kızılamazdı.
Ellerini yüzüne bastırıp sakinleşmeye çalıştı. Nefesini düzene sokup gözlerini sildi. Kocası ondan yaşamaya devam etmesini istiyorsa ona istediğini verecekti.
“Teşekkür ederim beni düşündüğün için. Yaptığın, söylediğin herşey mutlu olmam için, biliyorum. Ben seninle sadece bu dünyada değil ahirette de beraber olmak istiyorum. Aramıza bir yabancıyı sokmamak için elimden geleni yapacağım. Beni anlıyor musun ? Kavuşacağımız günü bekleyeceğim.”
Genç adam karısını çok iyi anlıyordu. Eğer ölen karısı olsa, kendisi de bir yabancıyı onun yerine koymak asla istemezdi. Yine de bu hayat büyük laflar etmeye gelmiyordu.
Şimdi geçen beş buçuk saatin sonunda karısı biteyazan enerjisi ve sabrıyla son konuşmalarını beyninde döndürüp duruyordu. Gözleri bir kapıya bir saate gidiyor, dudaklarından duası eksik olmuyordu.
Karşı sandalyede oturan kayınvalidesi geçkin yaşına rağmen sarı boyattığı sacları ve şık döpiyesiyle buraya yabancı duruyordu. Belki bir müzayede salonuna çok daha fazla uyabilirdi gözlerinden süzülen yaşlar olmasa.
Yaşlı kadın biricik oğlu içeride yaşam mücadelesi verirken son beş yıldır kendini oğlundan mahrum etme bahanelerini düşündü.
Ailelerine asla uymayan bir kadınla evlilik yapmıştı. Eski çevrelerinden uzaklaşmış, eş dost akrabaya karşı onları mahcup etmişti. Hepsi aklını bulandıran şu kadının suçuydu.
Hem Oğullarını onlardan koparmış, hem de onlar senin ailen deyip gözünü boyamıştı.
Böyle bir gelini istemiyordu işte. Ne yapsaydı, alıp baş köşeye mi oturtsaydı. Torunlarından sonra eve ziyaretlerini kabul etmişti. Daha ne yapabilirdi.
Gelinleri olacak kadın ilk zamanlar mutfakta, masada işe karışmaya çalışsa da haddini bildirmişti. Artık o evin gelini değil olsa olsa bir misafir olduğunu biliyor, bir köşeye oturuyor, lafa karışmıyor, oturduğu yerden sadece çocuklarla ilgilenmek için kalkıyordu.
Ancak böylesini kabul edebilirdi Keriman hanım.
Eşi Yahya bey daha kolay kabullenmişti. Zaman zaman oğlunun evine bile gidiyordu. Torunlarına hediyeler götürmek kendisini torunlardan daha mutlu ediyordu.
Tarık pek çok kez annesini davet etse de Keriman hanım buna yanaşmamıştı. Şimdi olsa oğluyla geçireceği hiç bir vakti ziyan etmezdi. Başını kaldırıp bir ileri bir geri adımlayan eşine baktı.
Her zaman büyük bir asaletle dimdik duran omuzları birkaç ayda çöküvermişti Yahya beyin.
Oğlunun hastalığı büyük bir yıkımdı.
Beş yıl önce onaylamadıkları evliliği yaptığında onu reddetmeye kalkmıştı.
Maddi desteğini çektiğinde oğlu karısının babadan kalma evine yerleşmiş, kendi işini kurmuş, ve her geçen gün de ilerletmişti.
Babasının Dededen kalma büyük servetinin yanında esamesi okunmasa da kendi yağında kavruluyordu. Gelini de canla başla destek oluyordu belli ki.
Geçen yıllar bu kadının servet avcısı olmadığını gösterse de yine de kabullenememişti bir türlü.
Torunlarının hatırına kibar davranmaktan geri durmasa da baba demesine izin vermemiş Yahya Bey demesini tercih etmişti.
Kızı gibi görmüyordu neticede. Başka türlüsü ikiyüzlülük olurdu.
Ameliyatın altıncı saatinde kendi dünyasında boğulan herkes açılan kapıyla dikkat kesildi. Doktor oldukça yorgun gözüküyordu.
“Öncelikle hepimize geçmiş olsun. Ameliyat düşündüğümüzden çok daha iyi geçti. Kitle sinir uçlarından bağımsız konumlanmıştı bu da işimizi oldukça kolaylaştırdı. Ciddi bir ameliyat olduğu için her türlü komplikasyon ihtimaller dahilinde, dua edeceğiz ve bekleyeceğiz. Hastamızı On iki saat kadar uyutmaya devam edeceğiz. Sonrasında kademeli olarak ilaç vermeyi kesip sonuçları değerlendireceğiz. Şimdilik bu kadar.”
Doktor gelebilecek soruları es geçerek koridorda ilerlerken Tarık'ın iş arkadaşları birbirine sarılarak güzel haberi kutluyordu.
Esma çekingen gözlerle kayınvalidesine baktı, o da mutluluğunu paylaşmak istiyordu. Fakat kayınvalidesi eşinin koluna girmiş diğer tarafa bakıyordu.
Hem madden hem manen kendisine sırt çevirmişti. Burukça bir tebessüm dudağının kenarında asılı kaldı.
Eşinin iş ortağı aynı zamanda kendi dayıoğlu Mahir önünde belirdi.
Abla gözümüz aydın, çok şükür Tarık abi sağ salim kurtulacak inşaallah.
“Çok sağ ol Mahir.”
“Babamlar da yolda sabaha burada olurlar.”
“Hiç perişan olmayın dedim ben onlara ama dayım ‘yengen eve sığamıyor’ dedi.”
“Çok bile sabrettiler abla, ağılda hayvanları olmasa bu kadar da beklemezlerdi. Biliyorsun. Neyse ki emanet edecek çoban buldular da.”
Esma onaylar gibi başını salladı. Çok fazla konuşmaya dermanı yoktu. İki günden fazladır birkaç saatlik uykularla duruyordu.
Eşinin güzel haberini alınca sanki bütün yorgunluğu aniden kendini göstermeye karar vermişti. Şimdi mescide inip hem akşam namazını kılabilir hem de birkaç saat dinlenebilirdi.
Dayıoğlunu haberdar edip ağır adımlarla koridorda ilerledi. Asansörü tuşlayıp mescide gitmeden önce atıştıracak bir şeyler almak için kantine uğramayı düşündü. Oturup yemek yiyecek hevesi zaten yoktu.
Kasada sıra beklerken bir masaya oturmuş çay içen kayınvalidesi ve kayınpederini gördü. İster istemez iç geçirdi. Bir gelin olarak tamamen görmezden geliniyordu.
Beraber gelmeyi teklif etseler asla geri çevirmezdi. İki çift laf etseler, acıyı sevinci bölüşmek isteseler yollarına kendini paspas ederdi.
Ama işte istenmeyen gelin olmuştu.
Boynunu büküp aldıklarını ödeyerek oyalanmadan mescide ilerledi.
Gözlerinden süzülen yaşlar yetimliğine, öksüzlüğüne değil istenmemişliğineydi bu kez.
Yahya bey boynunu büküp sessizce uzaklaşan gelinini görmüş fakat tepkisizliğini korumuştu. Korumasa ne olacaktı ki. Keriman hanımın masasına oturtacak değildi.
Daldığı düşüncelerden karısının sesiyle sıyrıldı
“Funda sizi aradı mı Yahya Bey?”
Yaşlı adam umutsuzca başını iki yana salladı.
Amerika’daki kızları Funda kendisinden iki yaş küçük olan kardeşiyle, evlendiğinden bu yana görüşmüyordu.
İlk zamanlar bu küskünlüğü kendileri körüklemişlerdi fakat kızlarının kini o kadar büyümüştü ki anne babası barışsa bile kendi küs kalmaya devam etmişti.
Şimdi yaşam mücadelesi veren kardeşinin haberini anne babasından almaya gurur yapıyor, doktor olan arkadaşlarını araya sokarak gidişatı öğreniyordu.
Hatta kardeşinin ameliyatına giren doktoru da esasen kendisi bulmuş hastane yönetimi bulmuş gibi göstertmişti.
Tabi bunları ailesi bilmiyor, bir ablanın kardeşine olan ilgisizliği ile dertleniyorlardı.
Keriman hanım gözlerinden süzülen yaşları elindeki ipek mendile silerken anne kalbi sızlıyordu.
O da böyle olsun istememişti. Tek oğlu olmayacak bir evlilik yaptığında en çok oğlu için karşı çıkmıştı. Üstelik senesi dolmadan çocuk da yapmışlardı.
Gerçi Allah’ı vardı torunlarını seviyordu Keriman hanım. Kendi canının canıydılar. Çocukla çocuk olabilen bir kadın olmadığı için mesafeli kalsa da torunlarının hatırına o kenar mahalle kızını evine kabul etmeye başlamıştı, daha ne yapsaydı ki.
Esma mescide geçip abdest tazeleyerek namazını kıldı. Telefonunun alarmını kurarak yanı başına aldı ve bir köşeye hafifçe kıvrılarak gözlerini kapadı.
Rüyaları hep kocasından ayrı düşmek üzerineydi. Bir saat kadar süren kabuslarla mücadele ettiği uykusundan alarmın sesi ile uyandı.
Dinlenmiş sayılmasa da bir yerlerde düşüp bayılmayacağını umut ediyordu.
Abdest alıp vakti giren yatsıyı da eda edince oyalanmadan esinin yanına çıktı.
Çoğu arkadaşı dağılmış, geriye Mahir ve eşinin ailesi kalmıştı. Selam verip bir sandalyeye oturdu.
Selamını sadece Mahir almış, kayınpederi başıyla karşılık vermiş, kayınvalidesi ise hiç oralı olmamıştı. Kendince gelininin varlığını inkar ediyordu.
Bu tavırlara alışkın olan Esma umursamamaya çalıştı. İçeride yatan adam hepsinin kıymetlisi ve ortak paydasıydı. Eşinin iyiliğini arzu eden herkes Esma için kıymetliydi, kendisine nasıl davranırlarsa da bu gerçek değişmiyordu.
Çantasından ayırmadığı kılıflı dua kitabını çıkardı. Yedi sekiz saatten fazla sürecek bekleyişlerini gözleri imkan verdiğince boş geçirmek istemiyordu. Sayfalar elinin altında akıp gittikçe kendi de ağırlıklarından kurtuluyordu sanki. Her şeyin iyi olacağını umut etmek istiyordu.
Başını eğildiği kitapçıktan kaldırarak boynunu esnetti. Gözleri duvardaki saate takıldı. Üç saatten fazla geçmişti. Karşı sandalyede oturan Yahya bey başını duvara yaslamış Keriman hanım da omzuna sokulmuş halde uyukluyorlardı. Yaşlarına göre ikisi de dinç insanlardı fakat bu uzun bekleyişe bünyeleri dayanamamıştı.
Esma kitabını kılıfıyla beraber çantasına yerleştirip ayağa kalktı. Uzun süre oturduğu için eklemlerinden çıkan seslerle gülümsedi. Birkaç adım yürüyüp bahçeye bakan pencereye yaklaştı. Kısacık yaz gecesi sabaha teslim olmak üzereydi.
Bu saatte, ortalık bu kadar sessizken mescide inmek istemediğini fark etti genç kadın. Bulundukları kattaki lavaboda abdestini tazeleyip hemşire odasına yöneldi. Kapıyı usulca tıklayıp içeri süzüldüğünde kendisi gibi Pelin hemşirenin de namaza hazırlandığını fark etti.
Uzun süren hastahane serüveninde kazandığı dostlukların, güçlü kalmasında etkisi büyüktü.
Kısaca selamlaşan iki kadın geciktirmeden namazlarını eda etti. Duasını tamamlayan Pelin hemşire genç kadının kıpkırmızı gözlerine tepkisiz kalmadı.
“Esma biraz burada uzansana. Üç dört saatten fazla var doktorun gelmesine. Sonra böyle bir vaktin olmayabilir. Kendine iyi bakmazsan Tarık beye de faydan dokunmaz.”
“Sağ ol canım. İyiyim ben. Ameliyattan sonra uyudum biraz.”
“Tamam, şimdi biraz daha uyu. Ben buradayım zaten. İki saat sonra hastaları dolaşmaya başlayacağım. O zaman uyandırırım seni. “
“Pelin ben burada uyurum da annesiyle babası sandalye tepesinde perişan oldular. Ben söylesem kabul etmezler. Sen onları misafirhaneye yönlendirsen olmaz mı?”
Kapı aralığından dışarıya göz atan Pelin hemşire hüzünle tebessüm etti. Kısa süre önce tanışsa da ne kadar kıymetli biri olduğunu kolayca anladığı arkadaşının bu ailede hor görülmesine anlam veremiyordu.
İşte yine kendinden önce onları düşünmüştü arkadaşı. Başını sallayarak namazlığını çıkarıp dolabına yerleştirdi. Beraberce koridora çıktıklarında Esma hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi az önceki sandalyesine oturup eline telefon alarak kurcalamaya başladı.
Pelin hemşire yaşlı çifti uyandırıp gönderirken kaçamak bakışlarla onları izledi. Kendisine hiçbir şey söylemeden bir an için yüzüne bakan Yahya beye tebessüm ederek burada kaldığını göstermeye çalıştı. Umurlarında gibi gözükmese de farklı davranmak içinden gelmiyordu.
Her ne olursa olsun yüz çeviren kendisi olmayacaktı. Eşini bu yaşa getirmiş insanlara bunu borç biliyordu.
Yaşlı çift koridorda ilerlerken açılan asansör kapısında Mahir gözüktü. Birkaç saat önce arabaya inip biraz dinlenmek üzere yanlarından ayrılmıştı. Elinde tuttuğu ufak paketi Esmanın yanındaki sandalyeye bırakıp kendisi de diğer yana oturdu.
“Abla meyve aldım. Biraz atıştırıp sen de dinlen. Abimin uyanmasına az kaldı. Seni böyle perişan görmesin.”
Cevap vermek yerine minnetle tebessüm eden Esma itiraz etmeden usulca getirilenlerden yedi. Canının isteyip istememesinin bir önemi yoktu.
Teşekkür ederek hemşire odasına yöneldiğinde Aralık kapıdan kendilerini izleyen Pelin hemşireyi gördü. Uyumaya gelip gelmeyeceğini kontrol eder gibi bakıyordu. Esmanın geldiğini görünce dinlenmeyi kabul etmesine memnun olmuş bir ifade yayıldı yüzüne.
Arkadaşını kanepeye yerleştirdikten sonra iç çekti. Bu genç güzel ve fedakar kadının mutlu olmasını canı gönülden istiyordu.
Birbirini kovalayarak ilerleyen saatlerde Mahir’in anne babası hastahaneye ulaştı. Mustafa dayı ve Zeliha yenge Esma kendi kızları olsa ancak bu kadar sevebilirdi. Oğullarına büyükşehirde ablalık yapmış, iş güç sahibi etmişti. Ne yapsalar hakkı ödenmezdi. Birkaç saatliğine uyuyup güç toplayan Genç kadın akrabalarını görünce sığınacak liman bulmuşçasına sevindi. Sımsıkı sarılmalarla birbirlerine sundukları sevgi bunu destekler nitelikteydi.
Ameliyat sonrası geçmesini bekledikleri 12 saat çok şükür bir sıkıntı olmadan atlatılmıştı.
Çocukları hastahane yakınındaki kreşe teslim eden Halime ve birkaç yakın arkadaşları da tekrar yanlarına gelmiş Tarık’ın sağ salim uyandırılmasına şahitlik etmek için sabırsızlıkla bekliyordu.
Yoğun bakım ünitesine giren Doktor çok geçmeden tekrar gözüktü.
“Hepinize geçmiş olsun. Biliyorsunuz bu on iki saat kanamanın yaşanmaması için kritikti. Ve o süreci kazasız belasız atlatmış durumdayız. Şimdi biz ilaç vermeyi kesip Tarık beyin kendine gelmesini bekleyeceğiz. Bu sürecin birkaç saat sürmesi normal. Endişe etmeyin. Hasta yakınlarından biri beş dakikalığına yanına girebilir. Bir komplikasyon ihtimaline karşı ben burada olacağım. Tekrar geçmiş olsun.”
Doktorun koridorda kaybolmasından sonra hemşire içeri girecek olan hasta yakınını sordu.
Esma ortaya çıkıp ben gireceğim diyemezdi. Gözlerini Keriman hanıma çevirdi. Annesi olarak onun girmesi doğru gelmişti.
Yahya bey gelininin ne demek istediğini anladığında belli belirsiz bir tebessüm etti. Karısı olarak ben gireceğim dese kimse itiraz edemezdi fakat o annesine öncelik vermişti.
Ne geldiği yer, ne yaşam tarzı ne dünya görüşü olarak kendilerine uymasa da kötü biri olmadığını biliyordu bu kadının.
Keriman hanım içten içe minnet duysa da bunu mimiklerine yansıtmadan koluna dokunan eşinin yönlendirmesiyle hemşireye doğru ilerledi.
Nöbeti biten Pelin hemşire gitmiş, Gönül hemşire gelmişti. Esma ile yakından tanışacak kadar vakit geçiremeseler de kızı yaşındaki bu genç kadının fedakarlıkları onu da kendine hayran bırakıyordu.
Keriman hanımı yoğun bakım ünitesinden içeri alan Gönül hemşire ara holde steril kıyafetleri giydirerek oğlunun yattığı odaya yönlendirdi. Beş dakika hatırlatmasını da yaparak ikisini yalnız bıraktı.
Bu beyaz hastahane nevresimleri içinde her yerinde kablolar içinde yatan genç yakışıklı adamı beş yıl önce evlatlıktan reddettiği geldi aklına Keriman hanımın. Derin bir ıstırap duyuyordu neredeyse bir yıldan fazla oğlunu görmeyi kabul etmemişti. En nihayetinde aldıkları torun haberi ile yine böyle bir hastane odasında görüşmüşlerdi ilk kez.
Sonrasında da eski samimiyetlerini bulamasalar da görüşmeye devam etmişlerdi. Keriman hanım oğlunu o küskünlük devam ederken kaybediverse ne yapardı diye düşünmeden edemiyordu.
Yitip giden zamanı geri getiremese de bundan sonra aradaki perdeleri tamamen kaldırmaya niyet etti. Nasıl yapacak bilmese de oğlunun karım dediği kadına da tahammül etmeye çalışacaktı.
Kılık kıyafeti, örümcek zihniyeti, her şeyiyle oğlunun yanına asla yakışmasa da başka çaresi yoktu. Oğlunu geri kazanmak istiyorsa görmeyecek duymayacaktı.
Neden diye sorgulamadan edemiyordu. Oğlu çok gençti. İyi kalpliydi. Her zaman dürüst ve saygılı bir çocuk olmuştu. Bu hastalık neden oğlunda olmak zorundaydı ki. Uzanıp soğuk elini tuttu can parçasının. Onu çok sevdiğini fısıldadı.
Mutlu olması için yapamayacağı bir şey olmadığını söyledi. Böylece geçen beş dakikanın ardından gözü geride kalarak yanından ayrıldı.
Dışarıda onu bekleyen meraklı gözlere tebessüm etmeye çalışarak karşılık verdi. Konuşup söyleyeceği bir şey yoktu. Koluna giren eşi bir sandalyeye oturttuğunda başını omzuna yaslayarak hıçkırıklarını koyuverdi.
Oğlunu böyle görmek çok zoruna gitmişti. Eşinin biraz sakinleşmeye başlamasını fırsat bilen Yahya bey gelininin yanına adımladı.
“Esma çocuklar nerede, dünden beri görmedim onları. “
Torunları ameliyat öncesi oğlu ile görüşüp kreşe yollamıştı ve bir daha konuları geçmemişti.
“Komşum kreşten akşam alıp sabah tekrar bıraktı. Tarık uyanmadan buraya gelmelerini istemedim. Telefonda görüştük birkaç kez.”
“Nasıllar, bir sorun yok ya?”
“Elif anlayışlı davranıyor. Bilal biraz huysuzluk etmiş ama o da arkadaşlarını görünce oyuna dalmış. Şimdilik iyi idare ediyorlar. Tarık uyandığında getireceğim ikisini.”
“Tamam. Bu akşam şoför yalıya götürür onları. Komşuna yük etmeyelim. Bizim yardımcımızla da iyi anlaşıyorlar biliyorsun. Ben de tembih ederim gözünün önünden ayırmaz.”
“Teşekkür ederim efendim. Dayım ve yengem bizde olacaklar. Düzenleri bozulmasa daha iyi olur. Yine de ihtiyaç olursa teklifinizi aklımda bulunduracağım.”
Yahya bey daha fazla ısrar etmeden önceki yerine ilerledi. Torunlarının zaman zaman, koyunculuk yapan bu aileyi ziyarete gidip birkaç gün kaldığını biliyordu. Esma güvenmese çocukları bu aileye emanet etmezdi. Saygı duymaya karar verdi.
Aradan geçen saatler gittikçe sabırları da tüketiyordu. Gönül hemşire birkaç kez her şeyin yolunda olduğunu söylemiş, doktordan izin alarak kısa süreliğine eşini yanına alabileceği haber vermişti.
Neredeyse bir gündür eşini göremeyen Esma heyecanla yerinden doğruldu. İçerdeki holde hazırlıklarını tamamlayarak adeta uçarcasına eşinin yanına gitti.
Kapalı yapılan ameliyatı yüzünden büyük bir yarası yoktu fakat aşırı solgun gözüküyordu evinin direği, gözünün nuru, birtanesi.
Vakit kaybetmeden eline uzandı, her zaman sıcacık olan elindeki soğukluğu hissetmek içini burkmuştu. Kendi sıcaklığını paylaşmak ister gibi iki elini sardı kocasının eline. Uzanıp dudaklarını değdirdi. Yanağını bu soğuk ele yaslayarak konuştu
“Sevgilim beni duyuyorsun biliyorum. Çok şükür artık her şey yoluna giriyor. Buradan beraberce çıkacağız. Çocuklarımızla beraber her günümüzün kıymetini bilerek yaşayacağız. Tarık benim sana ihtiyacım var. Üzülme diye hep güçlü durmaya çalıştım. Ama sen olmadan her şey çok tatsız, yavan yarım. Biran önce uyan sevgilim. Çocuklarımızın selamı var. Elif kardeşine iyi bakacağını onları merak etmememizi söyledi. Düşünebiliyor musun, prensesin abla olmuş. Her şeyi sana benziyor zaten. Her zaman sevdiklerini düşünüyor. Bu yaşta nasıl bu kadar olgun, hayret ediyorum. “
Gözündeki yaşları koluna silip burnunu çekiştirerek kıkırdadı.
“Üçüncü için çalışmalarımız da yarım kaldı. Bir an önce iyileşmelisin, kızın da ablalığı benimsemişken bunu değerlendirmeliyiz. “
Bir an kocasının nefeslerindeki düzen değişmiş gibi geldi. Gözlerini kocasına dikerek usulca seslendi
“Tarık beni duyuyor musun? “
Birkaç saniye sessizce kocasının kapalı gözlerine baktı. Yüzünde rahatsızca bir ifade belirdi baygın adamın sonra da gözlerini kırpıştırarak açtı. Geri kapadı, tekrar açtı.
Esma bu manzarayı bir mucize gibi izlerken çığlık çığlığa bağırmamak için zor sabrediyordu. Kocası uyanmıştı ve şu an tam olarak gözlerine bakıyordu.
Acele ile yüzündeki maskeyi sıyırdı.
“Günaydın sevgilim. Şükürler olsun geri döndün. Beni yarı yolda bırakmayacağını biliyordum.”
Tarık anlamaz gözlerle karşısındaki kadına ve etrafa bakınmaya devam etti. Gözlerini yumdu, tekrar açtı manzara değişmiyordu.
Gücünü biraz topladığında kuruyan boğazını ıslatmak için bir kez yutkundu. Gözlerini tekrar yumdu ve zorlukla fısıldadı
“Sen kimsin!”